Fecir | Konular | Kitaplar

Kur'an-ı Kerîm'in Muhtevası

Kur




Kur'an-ı Kerîm'in
Muhtevası:

 

Kur'an yirmi üç yılda parça parça indirilmiştir.
On üç yıl kadar süren Mekke döneminde inen âyet ve sûreler daha çok İslâm inanç
ve ahlâkı ile ilgili konuları kapsar. Allah'ın birliğine, meleklere, peygambere,
kitaplara ve âhiret gününe iman gibi.
Hz. Âdem (a.s)'den beri gelen tevhid
inancı işlenir. Allah'a ortak koşma ile mücadele edilir ve geçmiş milletlerden
ibretli kıssalar anlatılır. Bu arada tevhid inancından ayrılmış olan atalarının
bu yanılgısı şöyle ifade edilir:

"Onlara; Allah'ın indirdiğine uyun,
denilince, hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Ya
ataları bir şeye aklı ermeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?"
(el-Bakara: 2/170)

Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'in, Hz.
Âdem'den sonra peygamber olan Hz. Nuh'tan itibaren devam eden vahiy zincirinin
devamı olduğunu da açıklar:

"Şüphesiz biz, Nuh'a ve ondan sonra
gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e,
İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Hârun'a ve Süleyman'a
da vahyettik. Dâvud'a Zebûr'u verdik."
(en-Nisâ: 4/163)
Medine'de inen âyet ve sûrelerde daha çok hukuk kuralları
yer almıştır. Aile ve devletin tanzimi, insanların birbiriyle veya devletle olan
ilişkileri, akitler, sulh ve savaş halleri bu âyetlerde açıklanır. Çünkü M. 622
tarihinden itibaren artık Medine'de bu hükümleri uygulamak için yeterli güce
sahip bir İslâm Devleti teşekkül etmişti. Bu Devlet'in başında da Allah'ın
elçisi Hz Muhammed bulunuyordu.
Allah-ü Teala hafifinden ağırına doğru bir yol izleyerek
hükümler gönderiyor, Rasûlüllah ve ashabı bunları geciktirmeksizin uyguluyordu.
Kur'an dilini bilmeleri, namazlarda, mescid içinde ve dışında okunan sûre ve
ayetleri anlamalarını kolaylaştırıyordu. Bu devrin özelliği; iyi ve yararlı
olanı almak, kötü ve zararlı olanı kaldırmak şeklinde özetlenebilir.
Yükümlülükler birden gelmemiş, gelenler de giderek tamamlanmıştır. Mesela:
namaz, sabah ve akşam iki vakit iken, sonra beş vakit olmuştur. İçki önceleri
yasaklanmamış, sadece zararlı olduğu belirtilmiş, sonra sarhoş iken namaza
yaklaşılması yasaklanmış, en sonunda da kesin olarak haram kılınmıştır.[1]



Kur'an-ı Kerim'de yer alan hükümler insanların
gücü yeteceği ölçüdedir. Ayette şöyle buyurulur: "Allah hiçbir kimseye
gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara: 2/286)

Hükümlerde başka bir özellik de kolaylık
prensibidir.

"Allah size kolaylık diler.
Size güçlük istemez."
(el-Bakara: 2/185)[2]



Hz. Peygamber ayetlerde belirtilmeyen
hususlarda ağır hükümler konulmasından çekinir, çeşitli konularda çok soru soran
sahabelere: "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece, siz de beni kendi
halime bırakın." buyururdu.[3]
Nitekim hac ibadeti farz kılınınca[4]
Rasûlüllah (s.a.s.) bunu tebliğ etmiş ve ashab-ı kirama hac yapmalarını
bildirmiştir. Bir sahabenin bu ibadeti için: "Her yıl mı?" sorusuna üç defa
tekrarlaması üzerine, Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekiler,
peygamberlerine çok soru sormaları ve aldıkları cevaplarla amel etmemeleri
yüzünden helak olmuşlardır. Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de
beni kendi halime bırakın."[5]



Kur'an'ın parça parça inişi uygulamayı
kolaylaştırıyordu. Diğer yandan, bu sayede, gelen ayetler ezberlenip, ünsiyet
meydana geliyor, kalblere yerleştiriyordu. Müşrikler Kur'an'ın bir defada inmesi
gerektiğini söyleyerek tenkid yönetilince, kendilerine yüce Allah şöyle cevap
verdi:

"İnkar edenler; Kur'an ona bir defada
indirilmeliydi, derler. Halbuki biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için
azar azar indirir ve onu ağır ağır okuruz."
(el-Furkan: 25/32)

Ayetlerin olaylar üzerine inişi, tam
ihtiyaç sırasında gelişi, toplumda gerekli etkiyi göstermesine yardımcı
olmuştur. Bu yüzden, ayetlerin iniş sebepleri (esbab-ü nüzul). Kur'an
tefsirlerinde önemli bir alt yapı oluşturmuştur.

Kur'an-ı Kerim'i gerek Mekke ve
gerekse Medine döneminde Hz. Peygamberden bir vahiy katipleri grubu yazmış ve bu
yazılanları sahabeden yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir
topluluk ezberlemiş, böylece her devirde yalanda birleşmesi düşünülmeyen
topluluklar birbirlerinden naklederek, hiçbir tahrif ve değişikliğe
uğratılmadan, ilave ve eksiklik yapılmadan mushaflara yazılı ve hafızalarda
kayıtlı olarak bize kadar ulaşmıştır. Tevatür yoluyla nakil, nakledilenin
doğruluğu konusunda İslam bilginleri arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Bu
prensip gereğince Hz. Ebu Bekir'in halifeliği sırasında Kur'an toplanırken
tevatür derecesini bulmayan Abdullah b. Mesud'un kendisinin daha iyi anlaması
için açıklayıcı olarak koyduğu bazı ifadeler komisyonca metne eklenmemiştir.
Bunlardan birisi de yemin ile ilgili; "Bunları yapma imkânını bulamayan
kimsenin üç gün oruç tutması gerekir." (el-Maide: 5/89) âyetinin devamında
"mütetâbiat (peşpeşe)" ilavesidir. Yine Abdullah b. Mes'ud'un annelerin nafakası
ile ilgili: "Mirasçı da (yukarıda) belirtildiği şekilde (nafaka ile)
yükümlüdür." (el-Bakara: 2/233) âyetindeki "mirasçı hakkında
"zi'r-rahimi'l-mahrem (evlenilmesi yasak olan yakın hısımlardan olan) şeklinde
ilâve taşıyan kıraati de Kur'an'dan sayılmaz.[6]

Tevâtür derecesine ulaşamayan bu gibi
kıraatlerin hukukçular için delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunda
görüş ayrılığı vardır. Hanefilere göre, bu kıraat şekillerini nakleden sahabe
bunu ya Hz. Peygamber'den işitmiştir veya kendi görüşü ve ictihadı olarak ifade
etmiştir. Bunun, en azından Allah'ın kitabını tefsir için vârid olmuş bir sünnet
olduğu açıktır. Sünnetin hüküm kaynağı olduğunda ise şüphe yoktur. İşte bunun
bir sonucu olarak Hanefîler yemin keffâreti olarak tutulacak orucun peş peşe üç
gün tutulmasını gerekli görürler. Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre ise,
mütevatir olmayan Kıraatler ne Kur'ân ve ne de sünnet sayılmaz ve hüküm
çıkarmada delil olarak da kullanılamaz.[7]
Kur'ân-ı Kerîm bir benzeri yazılamayan, en üstün edebiyat
ve üslûp özelliklerine sahiptir. Âyetlerde bu özellik şöyle dile getirilir:
"Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğiniz Kur'an'dan şüphe
ediyorsanız siz de bunların benzeri bir sûre getirin. Bu konuda Allah'tan başka
şahidlerinizden de yardım isteyin. Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bunu
yapın." (el-Bakara: 2/23)
"Yoksa onu (peygamber) kendiliğinden uydurdu mu
diyorlar?" De ki: "Öyleyse, eğer iddianızda doğru iseniz siz de onun benzeri bir
sûre meydana getirin. Bu konuda Allah'tan başka gücünüzün yettiği kim varsa
onları da yardıma çağırın." (Yunûs 10/38)
Kur'an yalnız Araplar için değil, yeryüzündeki tüm
insanları doğru yola iletmek için gelmiştir. Onun öğretileri cihanşümüldür.
Âyette şöyle buyurulur:
"Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."
(el-Enbiyâ: 21/107)
Bu özelliği Kur'an'ın i'caz yönlerinin de evrensel
olmasını gerektirir.

[8]

 

 



[1]
El-Bakara: 2/219; en-Nisa: 4/43; el-Mâide: 5/90-91.





[2]
Ayrıca şu ayetlere bakınız: el-Bakara: 2/286, Âli İmran: 3/159.





[3]
Buhari, el-Cami': 4/422.





[4]
Ali İmran: 3/97, el-Hac: 22/27, el-Bakara: 2/196, 197.





[5]
Buhari, el-Cami': 4/422.





[6]
Zekiyüddin Şaban, Usulü'l-Fıkh, Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s.
46-47.





[7]
Zekiyüddin Şaban, Usulü'l-Fıkh, Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s.
47-48.





[8]
Hamdi Döndüren, Naci Yengin, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/407-408.