Duaların Kabul Edilmesi
u
u) Duaların Kabul Edilmesi:
Rasûlullah buyurdu ki:
"Acele etmediği müddetçe her birinizin duasına icâbet olunur. Ancak, şöyle
diyerek acele eden var: 'Ben Rabbime dua ettim, duamı kabul etmedi."[1]
Bir başka rivâyette de
Efendimiz şöyle buyurur: "Bir müslüman günah ve sıla-i rahmi (akrabalarla
münasebeti) koparmak suçu olmadan Allah azze ve celle'ye dua ederse, Allah şu üç
şeyden birini ona mutlaka verir: Ya onun duasını çabucak kabul eder ya da
duasını onun için âhirette azık yapar veya duası nisbetinde ona kötülüklerin
gelmesini önler." Orada bulunanlar: 'öyleyse çok dua edelim' dediklerinde,
Allah Rasûlü: "Evet, Allah çok duayı kabul edendir."[2]
Duayı terk etmeye sevk edecek
bir aceleciliği Rasûlülllah hoş görmez. Duaya kulluğun bir gereği olarak bakıp
devam etmek gerekir. Tüm ibâdetlerin mutlaka karşılığı olduğu gibi, duanın da
karşılığı olacaktır. Mesela; namaz kıldığımızda dünyada karşılığını, mükâfatını
almamız gerekiyor mu? Esas karşılığını âhirrette ümid ediyoruz. Dua da böyledir.
Dünyada kabul edilmese bile, karşılıksız kalacak değildir. Âhirette sevabın
takdir edilmesi bir karşılıktır ve duanın kabulü manasındadır. O halde hayatımız
boyunca dua etmeye devam etmeliyiz.
Usûlüne uygun yazılmayan bir
dilekçe dahi, yazıldığı makam ne kadar basit olursa olsun kabul edilmezken,
şartlarına riâyet edilmeyen dua nasıl tutsun? Duayı ihmal etmek doğru olmadığı
gibi, duaları usûlüne uygun yapmamızın da gerektiğini hatırdan çıkarmamalıyız.
Dua, Allah'a çıkarılmış
dâvettir. Dua, insanın kendi kendine yetmediğini bilmesidir. Dua, insanın iki
ayaklı bir yürek olup tepeden tırnağa "istemek" kesilmesidir. Dua, var gücünü,
olanca çabasını harcayıp bitiren insanın Allah'a saldığı "imdat" sayhasıdır.
Yürekten "bittim yâ Rab!" diyene "dayan, yettim kulum!" diyecektir Allah. Var
mı biten, gerçekten var gücünü harcayan, tüm çabasını ortaya koyan ve tükendiği
yerde "bittim yâ Rab!" diyen? Kim o? Hiç kuşkunuz olmasın ki, onun imdadına
yetişilecek "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyen ve yardımı hak edene
"Allah'ın yardımı elbet pek yakındır" diyen bulunacaktır.
Kuldan istemenin bile âdâbı,
erkânı, bir usûlü varken, Allah'tan istemenin bir âdâbı, bir usûlü olmasın mı?
Ettiğimiz duâlar, Allah'a gönderdiğimiz mektupsuz zarflara benziyor. Zarf var,
fakat mazruf yok. Bu şu demektir: Ceset var fakat ruh yok, kabuk var fakat öz
yok, maske var fakat yüz yok.
Yaşarmayan bir göz, kızarmayan
bir yüz, hissetmeyen bir öz, eyleme dönüşmeyen binbir söz ile Allah'a yazılan
dâvetiyeler nasıl varsın yerine? Yanmayan, özlemeyen, sızlamayan, inlemeyen,
duymayan bir yüreğin feryadı mı olur?
Taş kesilmiş aşk fukarası
yürekler "dua" gibi muhteşem bir mesajı hangi enerjiyle iletirler adresine?
Sesini sahibine dahi duyuramayan, sahibinin sesini duymaktan âciz olan bir
yürek, öteleri sarsacak bir sayhayı nasıl koyverir gök kubbeye? Oysa ki dua,
güftesi aşk, bestesi mahrumiyet ve ıstırap olan bir özge şarkıdır. Bu şarkıyı
söyleyecek olanın mazlum olması yetmez, kendi mazlumiyeti zâlimlerin zulmüne
yakıt olmamış biri olmalıdır. Kendi omuzlarını zâlimlerin yükselmesi için
basamak kılmamış olmalıdır.
Bu şarkıyı terennüm edecek
birinin, olanla olması gereken arasındaki farkı iyi bilmesi şarttır. Eğer bunu
bilirse, duayı bir çocuğun annesinden ısrarla isteyişi gibi isteyecek, ilâhî
kapının eşiğine başını koyarak ısrar edecek, tekrar edecektir; tıpkı her gün
onlarca kez okuduğu Fâtiha'da olduğu gibi...
Dua, Allah'a çıkarılmış bir
dâvetiyedir demiştik. Dâvet edenin bir adresi, bir âidiyeti bulunmalıdır ki,
icâbet edecek olan onu orada bulsun. Bu adres, insanın Allah karşısındaki esas
duruşudur. Allah karşısında esas duruşunu bozan, ya da esas duruşu olmayan,
dâvet edip de adresinde bulunmayan sorumsuz gibidir. Kim inanır onun duâsında
samimi olduğuna? Diyelim ki adresinde bulundu. Bu kez de, dâvetine tecellî ve
inâyetiyle icâbet edecek Allah'a sunacak bir yüreği olmalı. Mekânsız'a yürekten
özge mekân olur mu? Deniz dibine dönmüş, çöplükten beter hale gelmiş, eline
geçen dünyalığı içine attığı bir mahzene dönmüş bir yüreğe konuk edilir mi O?
Tıpkı şairin dediği gibi:
Sür çıkar ağyârı dilden ta
tecellî ede Hak,
Padişah konmaz saraya hâne
mâmur olmadan.
Kulun gücünün bittiği yerde
Allah'ın yardımı başlar. Gücünüzün bittiği noktada olup olmadığınızı kontrol
ettiniz mi? Eğer hâlâ gücünüz varsa, o bitinceye kadar koşmanızı, soluğunuzun
tükendiği noktada hiç ummadığınız bir yerden önünüze kapı açılacağını düşündünüz
mü?
Tâif dönüşü Muhammed (s.a.s.)
son tedbiri de tükenmiş bir halde kan revan içinde doğduğu toprakların
varoşlarına gelip dayanmış, fakat girememişti. İşte o an gücünün bittiği andı.
Gidecek bir kapısı, başvuracak bir dayanak, sığınak, tutamak ve barınağı
kalmamıştı. Aklın tedbirinin bittiği yerde aşkın kollarına bırakmıştı kendisini
ve bir dua yapmıştı. Bu dua öyle bir aşkla yapılmıştı ki, doğrudan hedefini
bulmuş ve nübüvvet sürecinin gün dönümü olmuştu.
Ufuk insan'ın Mekke'ye bakan
yamaçlardan birinde yaşlı gözlerle yaptığı, tarihin akışını değiştiren ufuk dua
şöyleydi:
"Allah'ım! Kuvvetimin
tükendiğini Sana arz ediyorum. Gücümün azaldığını, insanların gözünde küçük
düştüğümü Sana şikâyet ediyorum! Ya Erhame'r-râhimîn! Sensin ezilmişlerin Rabbi!
Sensin benim Rabbim! Beni kimlerin eline bıraktın? Bana gaddarlık yapan
yabancıların eline mi? Yoksa dâvâmı ipotek edecek bir düşmana mı? Eğer Sen bana
gücenmedinse, kesinlikle bunlara aldırmıyorum. Lâkin iyiliğin beni
rahatlatacaktır. Senin nuruna sığınırım, karanlıkları aydınlatan nuruna...
Gelecek azabın, bana ulaşacak öfkenden kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum.
Sana sığındım, yeter ki râzı ol. Güç ve kuvvet Sendendir, yalnız Senden."[3]
[1] Buhârî,
Müslim.
[2] İbn
Kesir Terc. 3/718.
[3] İbn
Hişam, Sîre II/29-30; Mustafa İslâmoğlu, Akit, 7. 2. 2000; Ahmet Kalkan,
Kur'an Kavramları.
u) Duaların Kabul Edilmesi:
Rasûlullah buyurdu ki:
"Acele etmediği müddetçe her birinizin duasına icâbet olunur. Ancak, şöyle
diyerek acele eden var: 'Ben Rabbime dua ettim, duamı kabul etmedi."[1]
Bir başka rivâyette de
Efendimiz şöyle buyurur: "Bir müslüman günah ve sıla-i rahmi (akrabalarla
münasebeti) koparmak suçu olmadan Allah azze ve celle'ye dua ederse, Allah şu üç
şeyden birini ona mutlaka verir: Ya onun duasını çabucak kabul eder ya da
duasını onun için âhirette azık yapar veya duası nisbetinde ona kötülüklerin
gelmesini önler." Orada bulunanlar: 'öyleyse çok dua edelim' dediklerinde,
Allah Rasûlü: "Evet, Allah çok duayı kabul edendir."[2]
Duayı terk etmeye sevk edecek
bir aceleciliği Rasûlülllah hoş görmez. Duaya kulluğun bir gereği olarak bakıp
devam etmek gerekir. Tüm ibâdetlerin mutlaka karşılığı olduğu gibi, duanın da
karşılığı olacaktır. Mesela; namaz kıldığımızda dünyada karşılığını, mükâfatını
almamız gerekiyor mu? Esas karşılığını âhirrette ümid ediyoruz. Dua da böyledir.
Dünyada kabul edilmese bile, karşılıksız kalacak değildir. Âhirette sevabın
takdir edilmesi bir karşılıktır ve duanın kabulü manasındadır. O halde hayatımız
boyunca dua etmeye devam etmeliyiz.
Usûlüne uygun yazılmayan bir
dilekçe dahi, yazıldığı makam ne kadar basit olursa olsun kabul edilmezken,
şartlarına riâyet edilmeyen dua nasıl tutsun? Duayı ihmal etmek doğru olmadığı
gibi, duaları usûlüne uygun yapmamızın da gerektiğini hatırdan çıkarmamalıyız.
Dua, Allah'a çıkarılmış
dâvettir. Dua, insanın kendi kendine yetmediğini bilmesidir. Dua, insanın iki
ayaklı bir yürek olup tepeden tırnağa "istemek" kesilmesidir. Dua, var gücünü,
olanca çabasını harcayıp bitiren insanın Allah'a saldığı "imdat" sayhasıdır.
Yürekten "bittim yâ Rab!" diyene "dayan, yettim kulum!" diyecektir Allah. Var
mı biten, gerçekten var gücünü harcayan, tüm çabasını ortaya koyan ve tükendiği
yerde "bittim yâ Rab!" diyen? Kim o? Hiç kuşkunuz olmasın ki, onun imdadına
yetişilecek "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyen ve yardımı hak edene
"Allah'ın yardımı elbet pek yakındır" diyen bulunacaktır.
Kuldan istemenin bile âdâbı,
erkânı, bir usûlü varken, Allah'tan istemenin bir âdâbı, bir usûlü olmasın mı?
Ettiğimiz duâlar, Allah'a gönderdiğimiz mektupsuz zarflara benziyor. Zarf var,
fakat mazruf yok. Bu şu demektir: Ceset var fakat ruh yok, kabuk var fakat öz
yok, maske var fakat yüz yok.
Yaşarmayan bir göz, kızarmayan
bir yüz, hissetmeyen bir öz, eyleme dönüşmeyen binbir söz ile Allah'a yazılan
dâvetiyeler nasıl varsın yerine? Yanmayan, özlemeyen, sızlamayan, inlemeyen,
duymayan bir yüreğin feryadı mı olur?
Taş kesilmiş aşk fukarası
yürekler "dua" gibi muhteşem bir mesajı hangi enerjiyle iletirler adresine?
Sesini sahibine dahi duyuramayan, sahibinin sesini duymaktan âciz olan bir
yürek, öteleri sarsacak bir sayhayı nasıl koyverir gök kubbeye? Oysa ki dua,
güftesi aşk, bestesi mahrumiyet ve ıstırap olan bir özge şarkıdır. Bu şarkıyı
söyleyecek olanın mazlum olması yetmez, kendi mazlumiyeti zâlimlerin zulmüne
yakıt olmamış biri olmalıdır. Kendi omuzlarını zâlimlerin yükselmesi için
basamak kılmamış olmalıdır.
Bu şarkıyı terennüm edecek
birinin, olanla olması gereken arasındaki farkı iyi bilmesi şarttır. Eğer bunu
bilirse, duayı bir çocuğun annesinden ısrarla isteyişi gibi isteyecek, ilâhî
kapının eşiğine başını koyarak ısrar edecek, tekrar edecektir; tıpkı her gün
onlarca kez okuduğu Fâtiha'da olduğu gibi...
Dua, Allah'a çıkarılmış bir
dâvetiyedir demiştik. Dâvet edenin bir adresi, bir âidiyeti bulunmalıdır ki,
icâbet edecek olan onu orada bulsun. Bu adres, insanın Allah karşısındaki esas
duruşudur. Allah karşısında esas duruşunu bozan, ya da esas duruşu olmayan,
dâvet edip de adresinde bulunmayan sorumsuz gibidir. Kim inanır onun duâsında
samimi olduğuna? Diyelim ki adresinde bulundu. Bu kez de, dâvetine tecellî ve
inâyetiyle icâbet edecek Allah'a sunacak bir yüreği olmalı. Mekânsız'a yürekten
özge mekân olur mu? Deniz dibine dönmüş, çöplükten beter hale gelmiş, eline
geçen dünyalığı içine attığı bir mahzene dönmüş bir yüreğe konuk edilir mi O?
Tıpkı şairin dediği gibi:
Sür çıkar ağyârı dilden ta
tecellî ede Hak,
Padişah konmaz saraya hâne
mâmur olmadan.
Kulun gücünün bittiği yerde
Allah'ın yardımı başlar. Gücünüzün bittiği noktada olup olmadığınızı kontrol
ettiniz mi? Eğer hâlâ gücünüz varsa, o bitinceye kadar koşmanızı, soluğunuzun
tükendiği noktada hiç ummadığınız bir yerden önünüze kapı açılacağını düşündünüz
mü?
Tâif dönüşü Muhammed (s.a.s.)
son tedbiri de tükenmiş bir halde kan revan içinde doğduğu toprakların
varoşlarına gelip dayanmış, fakat girememişti. İşte o an gücünün bittiği andı.
Gidecek bir kapısı, başvuracak bir dayanak, sığınak, tutamak ve barınağı
kalmamıştı. Aklın tedbirinin bittiği yerde aşkın kollarına bırakmıştı kendisini
ve bir dua yapmıştı. Bu dua öyle bir aşkla yapılmıştı ki, doğrudan hedefini
bulmuş ve nübüvvet sürecinin gün dönümü olmuştu.
Ufuk insan'ın Mekke'ye bakan
yamaçlardan birinde yaşlı gözlerle yaptığı, tarihin akışını değiştiren ufuk dua
şöyleydi:
"Allah'ım! Kuvvetimin
tükendiğini Sana arz ediyorum. Gücümün azaldığını, insanların gözünde küçük
düştüğümü Sana şikâyet ediyorum! Ya Erhame'r-râhimîn! Sensin ezilmişlerin Rabbi!
Sensin benim Rabbim! Beni kimlerin eline bıraktın? Bana gaddarlık yapan
yabancıların eline mi? Yoksa dâvâmı ipotek edecek bir düşmana mı? Eğer Sen bana
gücenmedinse, kesinlikle bunlara aldırmıyorum. Lâkin iyiliğin beni
rahatlatacaktır. Senin nuruna sığınırım, karanlıkları aydınlatan nuruna...
Gelecek azabın, bana ulaşacak öfkenden kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum.
Sana sığındım, yeter ki râzı ol. Güç ve kuvvet Sendendir, yalnız Senden."[3]
[1] Buhârî,
Müslim.
[2] İbn
Kesir Terc. 3/718.
[3] İbn
Hişam, Sîre II/29-30; Mustafa İslâmoğlu, Akit, 7. 2. 2000; Ahmet Kalkan,
Kur'an Kavramları.
DUA
- Dua Nedir? .
- Dua ve Davet
- Duanın Önemi
- Duanın Mahiyeti
- Duanın Amacı
- Duanın Fıtri Oluşu
- Dua Yalnızca Allah'ın Hakkıdır
- Dua Ederken Dikkat Edilecek Kurallar
- Dua Âdâbı
- Kuran'da Allah'ın Bildirdiği Dualar
- Rasulullah (s.a.s.)'ın Hayatında Dua
- Sünnet Olan Dualar
- Dua İbâdettir
- Dua, Ruhun Gıdası ve İlâcıdır
- Niçin Dua Ederiz? .
- Allah'ın İsimleriyle (Esmâü'l-Hüsnâ) Dua Etmek
- Duanın Psikolojik Cephesi
- Sözlü ve Fiilî Dua
- Dua Etme Şekli ve Dua Âdâbı
- Duada Zaman ve Mekân
- Duası Kabul Edilen Kimseler
- Kimler İçin Dua Edilmez? .
- Duaların Kabul Edilmesi
- Duada Tevessül
- Duanın İstismar Edilmesi
- Duada Neler İstemeliyiz?