Fecir | Konular | Kitaplar

Sevginin Zirvesi Takvâ.

Sevginin Zirvesi



Sevginin Zirvesi: Takvâ
 
Takva kelimesi,  "sakınmak" 
biçiminde çevrilir Türkçeye. Takvanın ne olduğunu bilmek, ancak yaşamakla
mümkün. Ama takvanın salt korku demeye gelmediği rahatlıkla söylenebilir. Bu
kavramın içerdiği anlamlar içinde, tabii korku da var. Ancak bu korku; ateşten,
cehennemden, azabdan, kahrdan korkmak değil. Bu tür korkuya  "havf" derler ki,
onda sevgi aranmaz. 
Ya nedir? Takvadaki korku,
kulun Rabbıyla arasındaki sevgiyi yıpratma korkusudur. O yakacak diye değil; O
sevmeyecek diye korkmaktır. Yanmanın en büyüğü O'nun sevmemesidir. İşte takva, 
kişinin  Allah'la  arasında  oluşturduğu  sevgiyi  yıpratmamak  için  tetikte 
durması, o sevgiyi gözbebeği gibi korumasıdır. Bu durumda vedûd olan Allah'ın
değil yasaklarını; O'nun hoşlanmama ihtimali olan şeyleri bile terkeder. Değil
O'nun emirlerini; O'nu hoşnut edeceğini sandığı tüm eylemlere sarılır. Bütün
bunları yaparken de başka hesaplar yapmaz. Yalnızca sevgiyi korumayı, onu
yıpratmamayı amaçlar. Takvada, titreyişin illeti ödül ya da ceza değil;
sevgidir.
Takva sevginin zirvesidir.
Sevgi, umut, korku... Bu üçlünün insan ruhunda meydana getirdiği hâlettir.
Sevgi, umut, korku; üçü birlikte yalnızca Allah için duyulur. Bunların üçünü
birden Allah'tan başkasına tahsis etmek, tahsis edilen o şeyi  "ilah" 
edinmektir. İnsan birini yalnız sevebilir, bu akîdevî bir mesele teşkil etmez.
Ya da birine umut besleyebilir veyahut birinden korkabilir. Ancak bu üçünü
birden Allah'tan başkasına tahsis edemez. Bunu yapmak O'na eşler (endâd) bulmak
demeye gelir. Fakat bunları tümüyle Allah'a tahsis etmek kişiyi övgüye en lâyık
makama ulaştırarak  "müttakî"  yapar. Bu üç ayrı ruh hali insandaki üç farklı
bilincin dinamiğidir; ulûhiyet, rubûbiyet ve ubûdiyet
bilincinin...               
Değil bunların üçünü birden
Allah'tan gayrıya tahsis etmek, mü'minin bir başkasını Allah'ı sever gibi
sevmesine bile Allah'ın rızâsı olmamaktadır. Böyle bir durumu  "kendisine ortak
koşmak"  olarak adlandırmaktadır. Cenâb-ı Hak, "İnsanlardan kimi Allah'tan
korkar gibi, hatta daha fazla insanlardan korkmaya başladılar: ‘Rabbimiz niçin
bize savaşı farz kıldın? Bize biraz daha süre tanısaydın olmaz mıydı?' dediler.
De ki: ‘Dünya geçimi azdır; takva sahibi için âhiret daha iyidir. Size kıl kadar
haksızlık edilmez." (4/Nisâ, 77). Evet, Allah'ı sever gibi sevenlerin
durumunu belirten âyetin üslûbuyla, Allah'tan korkar gibi korkanların durumunu
belirten âyetin üslûbu arasında çok açık bir fark vardır. Yanlış sevginin
cezası, yanlış korkunun cezasından kıyas götürmeyecek kadar büyük. Allah'ı sever
gibi sevmek adeta şirkle tanımlanırken, Allah'tan korkar gibi korkmak sadece
yeriliyor. Bu da sevginin azametine çarpıcı bir örnek.
Sevgiye tanınan bu ayrıcalık da
gösteriyor ki, o, duyguların en yücesidir. Yerini bulduğunda sahibini de
yüceltir. Tersi de geçerli elbet; yerini yerini bulmadığında ise sahibini aynı
oranda alçaltır. Onu yerli yerinde harcamayan harcanacaktır.
Alçak gönüllülük, sevginin
yücelttiği kişilerde görülen bir erdemdir. Bunun tersi olan kibir ve gurur ise
sevgi yoksulluğunun doğal sonucudur. Kerim âyetteki sıralama bunun en güzel
delilidir: "O onları sever onlar da O'nu. Mü'minlere karşı alçak gönüllü,
kâfirlere karşı izzetlidirler." Evet, mutlak alçaklık anlamına gelen
"zillet" bile sevginin yanına gelince kanatlanıp yükseliyor ve sahibini de
yükseltip övülen bir erdeme dönüşüyor; rezîletken fazîlet oluyor. Aynen alçaklık
gibi. O da öyle değil mi? Tek başına alçaklık iğrenç bir durumken, gönlün,
sevginin toprağı olan gönlün yanına gelince birden kanatlanıp fazîlete
dönüşüyor, alçak+ gönül, yani alçak gönüllülük bir meziyet oluyor. Asıl alçaklık
tevâzu gösterilecek yerde tevâzu göstermemek oluyor, mü'mine karşı kibirlenmek,
gururlanmak oluyor. Bunun temeli de sevgisizliğe dayanıyor.
Yine âyetin devamından
anlıyoruz ki kâfirlere karşı gösterilen şecaat ve cesaretin kaynağı da sevgidir.
Sevgi insanı taraftar yapar. Kimin olacak, elbette sevdiğinizin taraftarı. Eğer
sevdiğiniz Allah ise, siz de Allah taraftarı (hizbullah) olacaksınız. Bu durumda
sevdiğinizin dostlarına dost, düşmanlarına düşman olacaksınız. Kâfirler
karşısında ödleklik ve pısırıklık sergilemenin illeti de sevgisizlik olarak
ortaya çıkıyor bu durumda. En büyük alçaklık, illeti sevgisizlik olan korkudur.
Özetle sevmek cesarettir.
En iyisi sen başka şeyden
değil; sevmemekten, sevememekten kork. Tabii bir de sevgiyi yerli yerine
koyamamaktan, her derde devâ olan bu ilacı bir intihar âleti olarak kullanmaktan
kork. Sevgi gibi kökü İlâhî olan bir duyguyu yanlışa âlet ettiğinde Allah'ı
karşısnda bulacaksın. İşte bu noktada Allah kıskançtır. Rasûlullah'a
dayandırılan bir haberde: "Saad kıskançtır, ben Saad'dan dah kıskancım, Allah
da benden daha kıskançtır" buyurulur. Allah'ın güzel isimlerinden biri de
"Ğayûr"dur, yani "kıskanç". Kulunu ulûhiyet ve rubûbiyet noktasında başkasından
kıskanma olayı. Salt kendisi için yaratıp her bir şeyi emrine verdiği kullarının
kendisi dışında ya da kendisiyle birlikte başka ilâh edinmelerini (şirk) işte bu
yüzden affetmemektedir. Ğayûr olduğu için, Vedûd olduğu için çok sevdiği
kullarının bu konudaki yanılgılarını kat'iyyen affetmemekte, bunun
dışındakilerini affedebileceğini söylediği halde sırf bunu (şirki)
affetmeyeceğini bildirmektedir.
Rabb-ı Rahîm'in bu gayretine
rağmen insanın kendisine vesenden, sanemden, tâğuttan, canlıdan, cansızdan,
ideolojiden, teknolojiden, özetle O'nun dışındaki herhangi bir şeyden ortaklar
bulmasını affetmez. Affetmemekle kalmaz; çok şiddetli bir biçimde cezalandırır.
Sevgi (iman) yükselmektir, öyle yükselmek ki gökleri geçmek, zamanı ve mekânı
geçmek. İşte budur Allah'ın kuluna olan sevgisi. Kul O'na ortak koşmakla bu
sevgiye ihânet ederse bu, o kulun, o muazzam yükseklikten düşmesi anlamına gelir
ki, bu düşüşün dehşetini haber vermekten diller âciz kalır. Sevgiyi yitirenin
halini güzel özetlemiş Seyrânî:
"Zor gönülden düşme gökten
düşmenden, ben bilirim.
Kalb-i sultandan düşen kul
parçasından pâre bul."
Cibt gibi insanın kendi
cinsinden birini, sanem gibi elleriyle yaptığını, vesen ve tâğut gibi özel ya da
tüzel kişilik sahibi otoriteleri, hevâ gibi düşünce, sistem, ideoloji ve
ekolleri "rab" edinmenin Allah'ı nasıl gazaba getirdiğini doğrudan Rasûlullah'ı
muhâtap alan ve insanı iliklerine kadar titreten şu âyette görebiliriz:
"Sakın Allah ile beraber başka tanrı edinme! Sonra rezil bir şekilde kovularak
cehenneme atılırsın." (17/İsrâ, 39). Ömründe puta tapmamış ve daha sonra da
tapmayacağı kesin olan Rasûlullah'ın gönlünü sâbit tutması için büyük sevgisine
halel getirmemesi için bi uyarıydı bu. Uyarı üslûbunun sertliği aynı zamanda
sevginin de büyüklüğünü gösteriyordu.