Cihadsız Hayat, Yaşanmamış Demektir
Cihadsız Hayat
Cihadsız Hayat,
Yaşanmamış Demektir
Arapça "cihad" kelimesi bir
amaca ulaşmak için kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir.
"(Kutsal) Savaş" ile eş anlamlı değildir, bundan daha geniş bir anlamı vardır ve
her tür çabayı içerir. Mücâhid ise her zaman idealini elde etmeye çalışan, onu
dili ile, kalemi ile tebliğ eden ve onun yolunda tüm kalbi ve bedeni ile çalışan
kimsedir. Kısacası o, tüm gücünü ve kaynaklarını bu ideali elde etmek için
harcar ve ona karşı çıkan tüm güçlerle savaşır; o kadar ki hayatını bile bu
yolda fedâ etmekten kaçınmaz. Böyle bir kimsenin çabası ve gayreti teknik olarak
cihaddır. Buna karşı, bir müslüman tüm bunları Allah'ın ortaya koyduğu hayat
biçimini hâkim kılmak ve O'nun kelâmını yüceltmek için belli ahlâkî sınırlamalar
dâhilinde, Allah yolunda yapmak zorundadır. Müslüman cihad ederken bundan başka
bir gâyeye sahip olmamalıdır. İşte bu şekilde, müslümanın cihadının "kâfirleri
ortadan kaldırmak için açılmış genel bir savaş" olmadığı açığa kavuşur.[1]
Cihad, İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada
bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa
girmektir. Daha açık bir ifâde ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş
olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda
etmektir. İnsanın maddî-mânevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak
Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır.
İslâm'da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:
"Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı."
(Bakara: 2/216).
"Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla
çarpışın." (Bakara: 2/193).
"Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız."
(Tevbe: 9/29).
"Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. "
(Tevbe: 9/36).
Hz.
Peygamber (s.a.s.) de: "Cihad kıyâmete kadar devam edecek bir farzdır"[2]
buyurmuştur.
Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifâyedir.
Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gâyesini gerçekleştirebiliyor,
müslümanların yurt, mal, ırz, nâmus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı
koruyabiliyorsa o takdirde cihad farz-ı kifâye olmuş olur ve diğer müslümanların
üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana
karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi
icab eder.
Cihâdın gâyesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm'da
savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan
kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak yoktur.
Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini
onlara duyurmak ve kendi rızâlarıyla müslüman olabilecekleri ortamları
hazırlamaktır.
İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile
yetinmez. İslâm bütün dünyanın saâdet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa,
kendisinin beşerî sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşumul/evrensel
bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için
müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya,
büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine
cihad denir. Yeryüzünde zorbalar, bâtılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk
ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları
kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu bakımdan
cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber, kendisine hangi amelin
daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad"[3]
buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını
sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gâzîlik ve
şehidlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler
bulunduğunu haber veren birçok âyet ve hadis vardır.
Müslümanlar savaşı istemezler.
Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber
(s.a.s.): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı
karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz."[4]
buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın
kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından
çıkarmazlar.
"Ey peygamber; sana da sana
tâbi olan müminlere de Allah yeter." (el-Enfâl: 8/64)
İslâmiyet'e göre cihad, bize
harp açanlara[5]
verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara[6],
Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri
haram kabul etmeyenlere karşı[7],
yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak[8]
gayesi ile meşrû kılınmıştır.
Müslümanlar savaş için düşman
memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce
onları İslâm'a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet
İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler.
Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye
savaşmak kalır.
Bu durumda cihad için şu
şartlar gerekir:
a- Düşman, İslam'a
girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır.
b- Müslümanlarla düşman
arasında herhangi bir anlaşma sözkonusu olmamaktır.
c- Müslümanlarda cihad
için gerekli askerî güç siyasî otorite bulunmalıdır.
Bütün bu hususlar bir araya
geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir. O zaman düşmanla yapılacak savaşta
şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın savaş gücü her şekilde
zayıflatılmaya çalışılır. Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler
öldürülmez. Barış, İslam devleti için uygun olduğu zaman yapılabilir. Düşmana
hiç bir şekilde silâh vb. savunma vasıtası satılamaz. Bir müslüman topluluğu
kâfirlere emân verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve İslâm'a saldırma
durumu hariç, savaşılmaz. Cihad, bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal
şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
"Müminler Allah ve Rasûlüne
iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler. Hak yolunda malları ve canları ile
cihad ederler. İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır." (el-Hucûrât: 49/15)
Hz. Peygamber (s.a.s.) ise
şöyle buyurmuşlardır:
"Müşriklerle mallarınızla,
canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz. Allah benden evvel hiç bir
ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan
havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve
emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil
takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla
eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile
mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa
imanları yoktur"[9]
"Şüphesiz ki mümin kılıcı ve
dili ile cihad eder."[10]
İslâmiyet'in ilk devrelerinde
müminlere İslâm düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine
katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek
İslâm'a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir. Bir ayet-i kerimede, "Siz,
şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün.
Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir." (el-Bakara: 2/109) buyurulmuştur.
Çünkü o zaman müslümanlar sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı. Düşmana
karşı koyacak güçleri yoktu. Müslümanların adedi ve kuvveti biraz daha çoğalınca
kendilerine ve akidelerine karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi.
Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad
müsaadesi verildi. "Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları
için cihad etme izni verildi..." (el-Hacc: 22/39). Bu izin Medine döneminde
olmuştur.
Ayrıca Allah Teâlâ'nın
"Allah uğrunda gereği gibi cihad edin." (el-Hacc: 22/79), buyruğuyla,
müslümanların nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir. "Müminler ancak
Allah'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen; Allah uğrunda
mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır." (el
Hucurât: 49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla yapılacağını öğreniyoruz.
Cihad konusundaki diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında, cihadın
başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz[11]:
[1]
Mevdûdi, Tefhimu'l Kur'an, 2/218.
[2]
Ebû Davûd, Cihad, 33.
[3]
Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, 7/445.
[4]
Buharî, Cihad: 112, 156, Müslim, Cihad: 19, 20; Ebû Davud, Cihad: 89.
[5]
el-Bakara: 2/190.
[6]
et-Tevbe: 9/12-13.
[7]
et-Tevbe: 9/29.
[8]
el-Bakara: 2/19.
[9]
Müslim, İman: 20.
[10]
İbn Hanbel, Müsned: 6/387.
[11]
Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/307-309.
Cihadsız Hayat,
Yaşanmamış Demektir
Arapça "cihad" kelimesi bir
amaca ulaşmak için kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir.
"(Kutsal) Savaş" ile eş anlamlı değildir, bundan daha geniş bir anlamı vardır ve
her tür çabayı içerir. Mücâhid ise her zaman idealini elde etmeye çalışan, onu
dili ile, kalemi ile tebliğ eden ve onun yolunda tüm kalbi ve bedeni ile çalışan
kimsedir. Kısacası o, tüm gücünü ve kaynaklarını bu ideali elde etmek için
harcar ve ona karşı çıkan tüm güçlerle savaşır; o kadar ki hayatını bile bu
yolda fedâ etmekten kaçınmaz. Böyle bir kimsenin çabası ve gayreti teknik olarak
cihaddır. Buna karşı, bir müslüman tüm bunları Allah'ın ortaya koyduğu hayat
biçimini hâkim kılmak ve O'nun kelâmını yüceltmek için belli ahlâkî sınırlamalar
dâhilinde, Allah yolunda yapmak zorundadır. Müslüman cihad ederken bundan başka
bir gâyeye sahip olmamalıdır. İşte bu şekilde, müslümanın cihadının "kâfirleri
ortadan kaldırmak için açılmış genel bir savaş" olmadığı açığa kavuşur.[1]
Cihad, İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada
bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa
girmektir. Daha açık bir ifâde ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş
olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda
etmektir. İnsanın maddî-mânevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak
Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır.
İslâm'da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:
"Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı."
(Bakara: 2/216).
"Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla
çarpışın." (Bakara: 2/193).
"Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız."
(Tevbe: 9/29).
"Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. "
(Tevbe: 9/36).
Hz.
Peygamber (s.a.s.) de: "Cihad kıyâmete kadar devam edecek bir farzdır"[2]
buyurmuştur.
Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifâyedir.
Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gâyesini gerçekleştirebiliyor,
müslümanların yurt, mal, ırz, nâmus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı
koruyabiliyorsa o takdirde cihad farz-ı kifâye olmuş olur ve diğer müslümanların
üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana
karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi
icab eder.
Cihâdın gâyesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm'da
savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan
kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak yoktur.
Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini
onlara duyurmak ve kendi rızâlarıyla müslüman olabilecekleri ortamları
hazırlamaktır.
İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile
yetinmez. İslâm bütün dünyanın saâdet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa,
kendisinin beşerî sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşumul/evrensel
bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için
müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya,
büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine
cihad denir. Yeryüzünde zorbalar, bâtılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk
ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları
kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu bakımdan
cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber, kendisine hangi amelin
daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad"[3]
buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını
sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gâzîlik ve
şehidlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler
bulunduğunu haber veren birçok âyet ve hadis vardır.
Müslümanlar savaşı istemezler.
Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber
(s.a.s.): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı
karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz."[4]
buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın
kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından
çıkarmazlar.
"Ey peygamber; sana da sana
tâbi olan müminlere de Allah yeter." (el-Enfâl: 8/64)
İslâmiyet'e göre cihad, bize
harp açanlara[5]
verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara[6],
Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri
haram kabul etmeyenlere karşı[7],
yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak[8]
gayesi ile meşrû kılınmıştır.
Müslümanlar savaş için düşman
memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce
onları İslâm'a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet
İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler.
Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye
savaşmak kalır.
Bu durumda cihad için şu
şartlar gerekir:
a- Düşman, İslam'a
girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır.
b- Müslümanlarla düşman
arasında herhangi bir anlaşma sözkonusu olmamaktır.
c- Müslümanlarda cihad
için gerekli askerî güç siyasî otorite bulunmalıdır.
Bütün bu hususlar bir araya
geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir. O zaman düşmanla yapılacak savaşta
şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın savaş gücü her şekilde
zayıflatılmaya çalışılır. Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler
öldürülmez. Barış, İslam devleti için uygun olduğu zaman yapılabilir. Düşmana
hiç bir şekilde silâh vb. savunma vasıtası satılamaz. Bir müslüman topluluğu
kâfirlere emân verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve İslâm'a saldırma
durumu hariç, savaşılmaz. Cihad, bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal
şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
"Müminler Allah ve Rasûlüne
iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler. Hak yolunda malları ve canları ile
cihad ederler. İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır." (el-Hucûrât: 49/15)
Hz. Peygamber (s.a.s.) ise
şöyle buyurmuşlardır:
"Müşriklerle mallarınızla,
canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz. Allah benden evvel hiç bir
ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan
havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve
emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil
takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla
eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile
mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa
imanları yoktur"[9]
"Şüphesiz ki mümin kılıcı ve
dili ile cihad eder."[10]
İslâmiyet'in ilk devrelerinde
müminlere İslâm düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine
katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek
İslâm'a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir. Bir ayet-i kerimede, "Siz,
şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün.
Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir." (el-Bakara: 2/109) buyurulmuştur.
Çünkü o zaman müslümanlar sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı. Düşmana
karşı koyacak güçleri yoktu. Müslümanların adedi ve kuvveti biraz daha çoğalınca
kendilerine ve akidelerine karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi.
Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad
müsaadesi verildi. "Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları
için cihad etme izni verildi..." (el-Hacc: 22/39). Bu izin Medine döneminde
olmuştur.
Ayrıca Allah Teâlâ'nın
"Allah uğrunda gereği gibi cihad edin." (el-Hacc: 22/79), buyruğuyla,
müslümanların nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir. "Müminler ancak
Allah'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen; Allah uğrunda
mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır." (el
Hucurât: 49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla yapılacağını öğreniyoruz.
Cihad konusundaki diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında, cihadın
başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz[11]:
[1]
Mevdûdi, Tefhimu'l Kur'an, 2/218.
[2]
Ebû Davûd, Cihad, 33.
[3]
Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, 7/445.
[4]
Buharî, Cihad: 112, 156, Müslim, Cihad: 19, 20; Ebû Davud, Cihad: 89.
[5]
el-Bakara: 2/190.
[6]
et-Tevbe: 9/12-13.
[7]
et-Tevbe: 9/29.
[8]
el-Bakara: 2/19.
[9]
Müslim, İman: 20.
[10]
İbn Hanbel, Müsned: 6/387.
[11]
Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/307-309.
CİHAD
- CİHAD .. Cihad; Anlam ve Mâhiyeti
- Cihad Saldırı mıdır? .
- Cihadın Amacı ve Kapsamı
- Cihadın Fazileti
- Neye Karşı Cihad?
- Genel Olarak Cihad
- Cihadsız Hayat, Yaşanmamış Demektir
- Cihadın
- Çeşitleri
- 1- Nefsî İsteklere Karşı Cihad
- 2- İlim İle Yapılan Cihad
- 3- Mal İle Cihad
- 4- Dil İle Cihad
- 5- Beden İle, Canla Cihad
- Savaşsız Bir Dünya Mümkün müdür?
- Cihadın Gerekliliği
- Cihad Allah İçindir ve Allah Yolundadır
- Kur'ân-ı Kerim'de Cihad Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde Cihad Kavramı
- Cihad Emîri
- Mücâhid; Cihad Eri Yiğit
- Mücâhidlerin Özellikleri
- Mücâhede; Önce Gizli Düşmana/Nefse Karşı Cihad .
- İctihad; Cihadın İlimle Yapılanı
- İctihad'ın İşleyişi
- İctihadlar Bağlayıcı mıdır? .
- İctihad Kapısı Kapalı mıdır? .
- Müctehid; İlim ve Fikirle Cihad Eden Âlim ..
- Müctehidde Bulunması Gereken Şartlar