Fikrî Cihad .

Fikrî Cihad

Fikrî Cihad


Bilindiği cihad, başlıca üç
kısma ayrılıyordu.
1- İslâm düşmanlarıyla
cephede çarpışmak,
2- Nefsânî arzuları
yenip rûhu güzel ahlâk ile bezemeğe çalışmak, ibâdet ve tâatle meşgul olmak,
Üçüncüsü de, fikrî cihaddır ki, herkese nasihat edip iyiyi emir, kötüden nehy
görevini yerine getirmektir. İnsanları Hakk'a dâvet edip Kitap ve Sünnet ile
amel etmeye teşvik etmek, İslâm'a saldıran mülhidler, müşrikleri delillerle
susturup insanlığın hidâyetine engel olan sebepleri kaldırmaya çalışmak,
günümüzde şuurlu bütün müslümanların mutlaka yerine getirmeleri gereken fikrî
cihaddır.
Peygamberimiz'in Mekke'de
yaptıkları cihad, bu tür cihad idi ve bu cihad, müşrikleri kudurtuyordu. Çünkü
onun geceleri namaz kılışı, Kur'an okuyuşu, çok kimseyi kalbinden yakalayıp
İslâm'a çekiyor ve bütün engellere rağmen İslâm'ın yayılışı, putperestleri
çileden çıkartıyordu. Onun için bu cihad, mal ve canla cihadın temeli olmuştur.

Günümüzde de cihadın en güzel
yollarından biri fikrî cihaddır. Kur'ân-ı Kerim, "Rabbinin yoluna hikmet ve
güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir şekilde mücâdele et" (16/Nahl,
125) buyurmaktadır. Cephedeki cihadda bile savaşa başlamadan önce Hak yoluna
dâvet, Hakkı telkîn lâzımdır. Hatta bazı âlimlere göre, dâvet şartına uyulmadan
öldürülen kimse için diyet verilmesi gerekir (el-Ahkâmu's-Sultâniye terc. s.
44). Dâvet sonunda gerçeği kabul edenlerle savaş yapılmaz.
İslâm, evvelâ müslümanlara veya
kendini müslüman kabul edenlere ulaştırılmalıdır. "Müslümanım" diyenler, İslâm'ı
hakkıyla bilmiş ve bildiklerini de hayata geçirmiş olsa dünyanın rengi çok kısa
zamanda ne kadar güzelleşecektir. O zaman müslümanlar örnek yaşayışlarıyla, hal
dilleriyle her an tebliğ yapmış, fikrî ve fiilî cihad etmiş olacaklardır.
Akılsız dost misali, bugün fikrî cihadın önünde en büyük engel, kötü örnek
olmaları ve çeşitli şekilde dâvânın önünde engel, en azından gölge olmaları
yönüyle "müslümanım" diyenler olmaktadır. Müslümanların müslümanlaşması için
öncelikle şuursuz müslümanlara fikrî cihad başlatılmalıdır. Emr-i bi'l-ma'ruf ve
nehy-i ani'l-münker de dediğimiz bu cihad faâliyeti yeterli şekilde yapılmadığı
için hergün nice insan İslâm'dan uzaklaşmaktadır.
İkinci olarak, fikrî cihadın
tâğutlara, zâlim yöneticilere, müstekbir zorbalara karşı yapılması
gerekmektedir. Bataklık kurutulmadan sivrisinekle mücâdele yapılamayacağı gibi,
emr-i bi'l-münker ve nehy-i ani'l-ma'ruf yapan gayri İslâmî düzen ve kurumlara,
medya ve etkili güçlere karşı bu cihad yapılmalıdır. "Müşriklere karşı
mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin." (Ebû Dâvud, Cihad
18, hadis no: 2504; Nesâî, Cihad 1, 2, 48), "Zâlim
bir hükümdar/yönetici karşısında hak ve adâleti açıkça söylemek, büyük bir
cihaddır." (İbn Mâce, Fiten, hadis no:
4011; Tirmizî, hadis no: 2265), "Allah benden evvel hiç bir
ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan
havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve
emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil
takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla
eli ile fiilen mücâdele eden mü'mindir, dili ile mücâdele eden mü'mindir, kalbi
ile mücâhede eden mü'mindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da
olsa imanları yoktur." (Müslim, İman 20), "Şüphesiz ki mümin kılıcı ve
dili ile cihad eder." (Ahmed İbn Hanbel, VI/387)
Câhil müslüman halk, düzenin,
medyanın, gayr-ı İslâmî çevrenin kurbanı olarak, inanç, düşünce ve yaşayış
olarak İslâm'dan gittikçe uzaklaşmaktadır. Bunlar, çeşitli ideolojilere teslim
olmuş ve birkaç formalite ve şekilsel özelliğin dışında dinlerini bırakmış
durumdadır. İşte bunlara, öncelikle akraba, komşu ve yakın çevreden başlayarak
ulaşabileceği her insana fikrî cihad yapmalıdır.
Tarihte ve günümüzde nice
olaylardan anlaşılan kesin bir gerçektir ki İslâm, gereği gibi anlatılırsa çok
insanın kalbi İslâm nûruyla aydınlanır. Tarihten günümüze fikrî cihadla İslâm'ı
kabul eden fertlerin ve ülkelerin sayısı, kılıç korkusu veya silâhlı cihadla
müslüman olanların sayısından çok çok fazladır. Maalesef, bugün Avrupa, İslâm'ı
bilmiyor, önyargılı ve istiğnâ duygusu ile, çarpıtılmış ve beylik birkaç konunun
alabildiğine çarpıtılıp itham edildiği şekliyle İslâm'ı yanlış tanıyor,
müslümanların çoğunluğu da kötü örnek olup fikrî cihadın önünde engel
oluyorlarlar. Hıristiyanlık, hele bugünkü hâliyle zâten insanları tatmin
etmekten uzak, kilisenin büyük mâlî gücüne dayanmakta. Müsteşrikler, İslâm'ı
inceleyip ters yüz ederek Avrupa'ya önyargılı bir şekilde tanıtmakta ve İslâm'a
karşı bir nefret doğurmaya çalışmaktadırlar. Son yıllardaki müslümanları
terörize eden Amerika merkezli itham ve iftiralar, müslümanları yöneten
çevrelerin "irticâ" yaygaraları da İslâm'ın önündeki diğer engeller olarak
sayılabilir.
Müslümanların yaşadığı
ülkelerde, özellikle Türkiye'de sinsice bir Hıristiyanlık propagandası
sürdürülmektedir. Bu uğurda büyük çaba gösteren kilise teşkilatlarının, güya
dini yaymak için nice şeytânî yollara başvurduklarını, ücretle kiraladıkları
fettan kadınları kapı kapı dolaştırıp Hıristiyanlık hakkında broşürler
dağıttırıp propaganda yaptıklarını biliyoruz. Adapazarı civarındaki büyük
depremle birlikte âfet bölgelerine yardım adı altında birçok misyoner faâliyet
yapmış, Diyanet İşleri Başkanının verdiği bilgiye göre 3 sene içinde resmî
olarak tesbit edildiği kadarıyla 100 civarında müslüman(!) câhili olduğu dinini
bırakıp hıristiyanlığı seçmiştir.
Bilindiği gibi Hıristiyanlık,
tahrif edilmiş bir dindir. Zâten yeryüzünde tek doğru din olarak İslâm vardır.
Diğerleri ya tahrif olup değişikliğe uğramış veya önceden beri bâtıl olan
dinlerdir. İslâm fıtrî bir dindir. Yani insan yaratılışına en uygun olandır.
Bizzat Avrupalı misyonerler itiraf ediyorlar: Yıllarca emek sarfedip para
harcayıp bir Afrika köyünü Hıristiyan yaptıklarını, fakat oraya gelen bir
Mısır'lı tüccarın bir iki konuşmasıyla bütün köyün Müslüman olduğunu söylüyorlar
ve diyorlar ki: "Acaba neden bu adamlar İslâmiyet'e böyle meyil duyuyor?
Herhalde İslâmiyet, ilkel insan anlayışına uygun da ondan."
Hayır! Bu ifâde, İslâm'a
duyulan kinin ve insafsızlığın açığa çıkışıdır. İslâmiyet fıtrî dindir ve bundan
ötürü ona karşı meyil duyulmaktadır. Yoksa, bugünkü Hıristiyanlık inancı, ilkel
insanın düşüncesine daha çok uyar. Çünkü İslâm inansının temelini teşkil eden
Allah inancı, çok mücerreddir/soyuttur. Allah, hiçbir sûretle insan kafasında
şekillendirilemez, bir şeye benzetilemez. Akla gelen her şeyden, zamandan ve
mekândan münezzehtir. Halbuki Hıristiyanlıkta Allah, üç varlıktan meydana
gelmekte, insan şeklinde düşünülmektedir. Çünkü onlara göre Allah, İsa şekline
girerek dünyaya gelmiştir. Yani İsa, Allah'tır veya oğul olarak 3'lü tanrılar
koalisyonundan biridir. Pekâlâ ilkel insan için bu, daha kolay kavranabilir.
Çünkü puta tapıcılığa yakındır, onun ancak bir derece üstünüdür. Puta tapan
insan için, insan şeklinde görünen Allah inancı mı, yoksa akla gelen her
şekilden münezzeh olan Allah inancı mı daha kolay kavranır? İslâm'ın amel yönü
de Hıristiyanlıktan çok zordur/disiplindir/ciddîdir. Çünkü İslâm'da içki
İslâm'da içki yasak, kumar yasak, domuz eti yasaktır, daha birçok yasaklar
vardır ki, bugünkü Hıristiyanlıkta bu haramlar yoktur. O halde neden bu insanlar
topluca İslâm'a koşuyorlar? Bu sorunun tek cevabı vardır: İslâm, fıtrî din,
insan tabiatına uygun din olduğu, doğru din olduğu için.
İslâmiyet, kendi enerjisiyle
yayılır. Yeter ki önüne çekilen engeller kaldırılsın, kulaklara tıkılan pamuklar
çıkarılsın. O zaman Kur'an, Hz. Peygamber (s.a.s.) devrinde olduğu gibi sesini
duyanları gönülden yakalayıp hidâyet nûruna çekecektir. İşte bu İlâhî sesi
duyurmak, gerçeği insanlığa tatlılıkla, fikirle anlatmak en önemli cihaddır ve
farzdır. Bir uluslar arası faâliyet yapacak İslâm Tebliğ teşkilâtının kurulması
ve oluşturulacak bu kurumun çeşitli bağışlar ve özellikle zekât fonundan
desteklenmesi lâzımdır. Zekâtın sarf yeri Kur'an'a göre sekizdir. Bunlardan
birisi, Allah yolunda cihad, bir diğeri de müellefetu'l-kulûbdur. Allah yolunda
cihad için zekât verilir. Kalpleri İslâm'a ısındırmak için zekât verilir. Bu
toplanan paralarla müslümanların yaşadığı ülkelerde ve yabancı memleketlerde
İslâm'ı anlatacak, oranın dil ve kültürünü iyi bilen bilginler, âlimler, hatip
ve yazarlar yetiştirilir, dünyada konuşulan belli başlı Avrupa dillerinde güzel
eserler yayınlanır, böylece gerçek yönleriyle İslâm tanıtılır.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz böyle
bir teşkilât kurmuştu. Habeşistan'a giden Müslümanlar böyle bir gâye de
taşıyorlardı. Kendi hicretlerinden önce Mus'ab bin Umeyr'i İslâm'ı öğretmek
üzere Medine'ye gönderdi. Orada iki yıl kalan Mus'ab Mekke'ye geldiği zaman
Medine'nin durumunu soran Allah Elçisi'ne durumu şöyle özetlemişti: "Yâ
Rasûlallah, Medine'de bacası tüten hiçbir ev yoktur ki sizin sevginizle
kaynaşmasın!" Rasûlullah, kabileler arasında da İslâm'ı yayacak ve öğretecek
elçiler gönderiyordu. Necran Hıristiyanlarına Ebû Ubeyde'yi göndermişlerdi. Ve
nihâyet İslâmiyet, iyice kuvvetlenince dünyanın devlet başkanlarına; Necâşi'ye,
Kayser'e, Kisra'ya ve Mukavkıs'a mektuplar yazdı. Bunları o milletlerin
dillerini bilen elçilerle gönderdi. Elçilere dedi ki: "Allah için kullarına
öğüt veriniz; zira insanların işleri bir kimseye emânet edilir de o kimse onlara
öğüt vermezse Allah o adama Cennet'i haram kılar. Gidiniz ve Meryemoğlu İsa'nın
elçileri gibi yapmayınız. Çünkü onlar yakına gittiler, uzağı bıraktılar." (İbn
Sa'd, Tabakatu'l-Kübrâ, II/29, Kahire 1358).[1]

Cihad için sarfedilen mal,
insan için en değerli şeydir. Nesâ'i'de bulunan bir hadiste Hz. Peygamber
(s.a.s.): "Allah yolunda (cihad için) bir nafaka sarf eden kimseye yedi yüz
sevâp yazılacağını" (et-Terğîb, II/253) haber vermektedir. Dille cihadı emir
ve tavsiye eden bazı hadis-i şerif mealleri verelim:
"Siz cihadı terkederseniz;
Allah üzerinize bir zillet/aşağılık verir ki, (tam bir iman ve cihad arzusuyla)
dininize dönünceye kadar o zilleti üzerinizden kaldırmaz." (Bülûğu'l-Merâm,
Bâbu'r Ribâ, hadis no: 11)
"Onlara karşı bizzat
mücâdele eden mü'mindir. Onlara karşı diliyle mücâdele eden mü'mindir. Onlara
karşı kalbiyle (nefret duyup) mücâdele eden mü'mindir. Kalp ile mücâdelenin
ötesinde (cihadı terk edenlerin) hardal tanesi kadar imanı yoktur." (Müslim,
İman 80; Ahmed bin Hanbel, I/458)
"Nefsimi yed-i kudretinde
tutan Allah'a and olsun ki, siz ya iyiliği emredersiniz, ya da Allah kendi
katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman duâ edersiniz, fakat duânız
kabul edilmez." (Ebû Dâvud, Melâhim 16; Tirmizi, Fiten 9; Ahmed bin Hanbel,
V/388)
"Sizden biriniz bir kötülük
gördüğü zaman, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin.
Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin, bu (kalple değiştirmek), imanın en
zayıfıdır." (Müslim, İman 78; Nesai, İman 17; Ebu Davud, Melâhim Hds no:
4340; İbn Mâce, Fiten 20, İkame 155; Ahmed bin Hanbel, III/20)
"Cenab-ı Hakk'ın Benden
önce, ümmetler arasında gönderdiği her peygamberin ashâbı ve havârileri vardır.
Bunlar o peygamberin sünnetine ittiba eder, emirlerine uyarlar. Fakat onlardan
sonra öyle nesiller gelir ki yapmadıklarını söyler ve emr olunmadıklarını
işlerler. Kim onlara karşı eliyle mücahede ederse mü'mindir, kim diliyle
mücahede ederse mü'mindir. Bunun ötesinde ise zerre kadar iman yoktur."
(Müslim, İman 80; Ahmed bin Hanbel, I/458, 461)
"Duâ edip de duânızın kabul
olunmadığı an gelip çatmadan önce iyiliği emredin, kötülüğü nehyedin." (İbn
Mâce, Fiten 20)
"İnsanoğlunun emr bil ma'ruf
ve nehy anil münker ve Allah'ı zikirden başka her sözü aleyhinedir." (İbn
Mâce, Fiten 12)
"Kim, bir hidâyete dâvette
bulunursa, o hidâyete uyanların nâil olduğu ecrin tamamına, çağıran da erişir;
Bu, diğerlerinin ecrini hiç eksiltmez. Kim de bir sapıklığa çağırırsa, o
sapıklığa düşenlerin tamamının günahından, dalâlet dâvetçisi de hissedar olur ve
bu, onların günahını kat'iyyen azaltmaz." (Müslim, İlm 16; Tirmizi, İlm 15;
Ebu Davud, Sünnet 6)
"Şu muhakkak ki sizin
üzerinize birtakım âmirler/yöneticiler tayin olunacak da siz onların
yaptıklarından bazısını mâruf ve güzel göreceksiniz. Kim münker işi çirkin
görürse onun günahından berî (uzak) olur. İnkâr edip ondan sakındıran, (günaha
katılmaktan) uzak olur. Ancak kim ona razı olur ve (onu işleyenlere) uyarsa
günahından kurtulamaz." (Sahabeler) dediler ki: ‘O idarecilerle savaşmayalım
mı?' Buyurdu ki: "Namaz kıldıkları müddetçe hayır!" (Müslim, İmâre 63)
"Ümmetimden öyle bir
topluluk vardır ki, ilk öncüler gibi onlara da sevap ve ecir verilir. Onlar,
münkerden sakındırırlar." (Ahmed bin Hanbel, IV/62)
"Cihâdın en faziletlisi,
zâlim sultana/yöneticilere karşı adâlet sözünü (hak ve doğruyu) söylemektir."
(Nesai, Bey'at 37; Tirmizi, Fiten 13)
Tâbiîn'in büyüklerinden meşhur
zâhid Hasan Basri şöyle der: "İnsanlara uygulamanla, fiilinle nasihat et; sadece
sözlerinle değil." (Ahmed bin Hanbel, ez-Zühd 273)






[1]
Süleyman Ateş, Yeni İslâm İlmihali, Yeni Ufuklar Neşr. s. 723-726.