Takıyye; Düşman Kâfirlerden Gelecek Tehlikeden Dolayı Farklı Görünme .

Takıyye

Takıyye; Düşman Kâfirlerden Gelecek Tehlikeden

Dolayı Farklı Görünme


"Takıyye"
canını, malını, ırzını düşmanın zararından korunmak için ondan sakınmak demektir.
Takıyye, güçlü olan bir düşmandan; din, mal, can, ırz ve nâmus gibi üstün
değerleri tehlikeli bir durum karşısında korumak için başvurulan bir tedbirdir.
Bu gibi değerleri tehdit altında olan bir müslüman, bu tür risklerden kurtulmak,
zarara uğramamak için imanını, kimliğini ve durumunu gizleyebilir. Kur'an buna
izin vermektedir: "Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost
edinmesinler. Kim bunu yaparsa, artık Allah'tan hiçbir şey beklemesin. Ancak
kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız (takıyye yapmanız) başkadır.
Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnızca O'nadır. De
ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir.
Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye
kadirdir." (3/Âl-i İmrân, 28-29)
İslâm, bütün
hayatı kuşatan bir dindir. O yalnızca kalplerdeki bir
iman, bir ahlâk ya da bir kültür değildir. O hayatı bütün yönleriyle düzenlemek,
ilâhî bir nizam meydana getirmek, Yüce Allah'a teslim olmuş bir toplum
oluşturmak istemektedir. İslâm'a teslim olmuş müslümanlar, bir bina gibi
birbirine kenetlenerek Tevhid Kelimesinin gereğini toplu olarak yerine getirmek
zorundadırlar. Bunun sağlanılabilmesi için müslümanların sürekli çaba
göstermeleri gerekir. Ancak, İslâm'ın hâkimiyetini istemeyen müşrikler ve
tâğutlar, müslümanlarla mücâdele edeceklerdir. Müslümanlardan bazıları bu
mücâdelede düşmanın eline esir düşebilir, eziyet görebilir, işkenceye
uğrayabilir, bazı hakları tehdit altına girebilir. Bu gibi durumlarda o mü'min,
kendinin ve bağlı olduğu müslüman toplumun aleyhine olabilecek şeyleri
söylememeli, sır vermemelidir. Böyle bir durumda kendini gizlemenin, hatta imanı
açığa vurmamanın adı "takıyye"dir.
Böyle bir
takıyye, takvânın gereklerindendir. Takıyye de, takvâ gibi kişinin kendini ve
bağlı olduğu müslüman toplumu elem ve zarar verecek şeylerden koruyup sakınması
demektir. İslâm'ın Mekke döneminde, müşriklerin işkencelerine uğrayan bazı
sahâbelere takıyye izni verildiğini biliyoruz. Bunun en canlı örneği, müşrikler
tarafından gözünün önünde babası ve annesi fecî şekilde öldürülen Ammar bin
Yâsir'dir. Yapılan işkencelere dayanamayan Ammar (r.a.), müşriklerin istediği
sözleri söyler ve ölümden kurtulur. Sonra ağlayarak Peygamberimize gelir,
Peygamber hakkında kötü konuştuğunu ve müşriklerin ilâhlarını övdüğünü söyler.
Peygamberimiz ona sorar: "Peki o anda kalbinde ne hissettin?" O da
"kalbinin imanla dopdolu olduğunu" söyleyince, Peygamberimiz, aynı durumla
karşılaştığı zaman yine öyle yapmasını tavsiye etmiştir. (Hayâtü's-Sahâbe,
1/245; Elmalılı, 5/263)
Şu âyet bu
durumu desteklemektedir: "Kim imanından sonra Allah'a (karşı) küfre sapıp da,
-kalbi imanla tatmin olduğu halde, baskı altında zorlanan hariç- küfre göğsünü
açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır."
(16/Nahl, 106)
Bu konuda şu
örnek de dikkat çekicidir: Yalancı peygamber Müseylime sahâbelerden iki kişiyi
esir almıştı. Birine "Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şâhitlik eder misin?"
diye sordu. O da "evet" dedi. Sonra kendisinin peygamberliğine şâhitlik edip
etmediğini sordu. O yine "evet" deyince onu serbest bıraktı. Aynı soruyu ikinci
sahâbeye de sordu. Ancak o, soruya cevap olarak "ben dilsizim!" deyince onu
öldürttü. Olayı duyan Peygamberimiz, şehid olanın imanındaki doğrulukla öldüğünü
(azîmeti tercih ettiğini) ve mübârek olduğunu; diğerinin ise Allah'ın ruhsatını
kullandığını ve hata etmediğini söyledi. (nak. Elmalılı, 2/340)
Takıyye'ye Âl-i
İmrân, 28. âyetiyle de izin verilmektedir. Dikkat edilirse görülecektir ki
takıyye, bir ruhsattır. Dileyen önemli bir tehlike karşısında takıyyeye
başvurabilir. Ancak Kur'an'ın diğer âyetlerine baktığımız zaman kuvvetli olmayı,
düşmanlara karşı hazırlıklı olmayı, cihad etmeyi, Allah yolunda canı ve malı
harcamayı teşvik ettiğini, mü'minlerin önceki müslümanlar gibi deneneceklerini
söylediğini görmekteyiz. Çeşitli âyetlerde kâfirlerden korkarak onlara dost olma
yasaklanıyor. Asıl korkulması gereken insanlar değil; Allah'tır. Bütün bunlara
rağmen zayıf kalan, işkenceye uğrayan veya müslümanlar aleyhine bir şey
söylemesi istenen mü'minler bu ruhsata başvurabilirler.
Şüphesiz ki
Allah uğruna katlanılan her şey, harcanan her türlü zaman ve mal, kat kat
kaşılık görecektir. Allah (c.c.) kendi yolunda, kendi dini için mücâdele
edenlere hem destek olacaktır, hem de onlara hesapsız ecir verip makamlarını
yüceltecektir. Ancak hatırlatmak gerekir ki, takıyye ruhsatı hiç bir zaman
dünyalık bir çıkar veya makam için, iki yüzlü davranmak, kıvırmak, ciddiyetsiz
ve ilkesiz olmak demek değildir. Takiyye, müslümanlara karşı kullanılan bir
aldatma silâhı değil; hasımlardan gelebilecek bir tehlikeye karşı sakınma
ruhsatıdır. (5)
İbn Abbas
(r.a.) der ki: "Takıyye, kişinin kalbi iman ile dopdolu olduğu halde, sadece
diliyle söz söylemesidir." Takıyye yapmak yoluna, ancak öldürülmek, bir
organının kesilmesi ya da ileri derecede eziyet ve işkence tehlikeleri halinde
başvurulur. Mâhiyeti ise, kâfirler arasında yaşamak durumunda olan müslümanın
onlarla "idâre-i kelâm" etmesidir. Aslolan, kâfirlere karşı uzlaşmaz tavrın
-kalben dahi olsa- korunmasıdır, bu tavrın sürekliliğidir. Allah'a ve
peygamberine iman, onlara sevgi beslemek; kâfirleri velî/dost edinmemeyi
gerektirmektedir. Yine, takıyye sadece kâfirlere ve zâlimlere karşı
kullanılabilir. Kişinin kendi çıkarından çok; ümmetin çıkarı dikkate alınarak
uygulanması gerekir. Tehlikeli bir durum ortaya çıktığı zaman takıyye yapılıp
yapılmayacağı, bu durumla karşı karşıya kalan müslümanın imanı çerçevesinde
vereceği karara bağlıdır. Takıyye, ancak ölüm korkusu gibi kesin ve büyük ikrah
olması ve niyetinin sağlam olması halinde câiz olur. Ancak belirli durumlarda,
zarûret hallerinde uygulanabilir.
Takıyye, düşman
olunması gerekenlere dostluk göstermek değildir. Düşmanın şerrinden korunmak
için fiilî bir dostluğa cevaz yoktur. Onların emirlerine uyup peşlerinden gitmek
değildir takıyye. Ancak mecbur kalındığı zaman sadece dille, sathî, şeklî, yapay
ve sanal olarak düşmanlığın olmadığı görüntüsü vermektir. Seyyid Kutub, takıyye
konusunda şunları söyler: Takıyye, sadece dilde olur; takıyye, öylesine
görünmedir. Yoksa içten ve kalpten, istenilen şeye bağlılık ve dostluk gösterisi
demek değildir. Takıyye, amel ve eylem bakımından da onlara dostluk beslemek ve
yetki verme demek değildir. Kaldı ki, ruhsat veya izin verilen takıyye, mü'min
ile kâfir arasında bir sevgi ve meveddetin doğması değildir. Herhangi bir
şekilde çalışarak veya hizmet vererek mü'minin kâfire yardımcı olması da
değildir. Bunların hiçbirisinin takıyye ile ilgisi yoktur. Böyle bir aldatma ile
hâşâ Allah'ı kandırmaya kalkmak câiz değildir. (Fî Zılâl, Âl-i İmrân, 28.
âyetinin tefsiri)
İbn Kayyım da
diyor ki: "Takıyye, kâfirleri sırdaş ve dost edinme demek değildir. Ancak Allah
müslümanların kâfirleri dost ve sırdaş edinmekten uzak kalmalarını isteyince,
aynı zamanda bu, onlara düşmanlığı ve onlarla ilişkiyi kesmeyi ve onlardan
uzaklaşmayı gerektirir. Normal şartlarda bu kimselere düşmanlığı da açıkça
gösterip ilân etmesi icap eder. Ancak bunların şerrinden korkulması halinde,
takıyye yapmaları kendileri için mubah kılınmıştır."
Takıyye öyle
bir kapıdır ki, bu kapıdan şeytan gayet kolay içeri sızabilir. Hasta kalplilere
ve düşük karakterlilere bu işi süslü gösterir. Böylece onların Allah'ın
düşmanlarına yumuşaklık
Gösterip
meyletmelerini sağlar. Bunun içindir ki, Rabbimiz takıyye ifadesinden hemen
sonra şöyle buyurmaktadır: Âllah, kendisine karşı gelmekten sizi uyarıp
sakındırıyor. Dönüş yalnızca Allah'adır. De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de
açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah
herşeye kadirdir." (3/Âl-i İmrân, 28-29) Eğer kalplerinizde kâfirlere karşı
bir sevgi ve dostluk meyli varsa, onu saklasanız da Allah bilir.

Ayrıca O, kâfirlere dost olmanızı yasaklamasına rağmen, yine de siz bundan
vazgeçmezseniz, sizi cezalandırmaya da kadirdir. Kısaca, O'nun muttalî olmadığı
ve cezalandırmaya gücünün yetmediği hiçbir kötülük ve isyan bulunmadığına göre,
emrine âsi olmak cür'etini göstermeyin. Kur'an, dünyada mü'minleri bu konuda
uyarıyor ki, bu kapıyı kendileri için bir dayanak ve destek yapmasınlar. Olur
ki, bu çok büyük ve önemli olan hususu küçük ve kolay görürler. İşte böyle
yapılmaması için uyarıyor. Zira bu olay, Allah'ın düşmanlarının dost
edinilmesini, takıyye adıyla böyle bir işe girilmesini, şeytan hoş ve kolay
gösterebilir. Kur'an; "dönüşünüz yalnızca Allah'adır" diyerek, gâfil
olunmamasını istiyor. Dönüş Allah'a olunca, düşmanlara karşı gösterilen dostluk
yüzünden Allah cezalandırır.