Dost Kabul Etmediklerimizle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış .
Dost Kabul Etmediklerimizle İlişki Çeşitleri
Dost Kabul Etmediklerimizle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış
İslâm'ın temel
hedefi barıştır. Çünkü Yüce Allah insanlığın huzurunu istemektedir. Bunun
sağlanması, İslâm'ın bütün insanlara tanıdığı temel hakların verilmesiyle
mümkündür. Zira bu haklar, bütün insanlara yaratılışta Allah tarafından
verilmektedir. Allah Teâlâ, ilâhî temele dayalı tahrif edilmemiş bütün dinlerde
(ki bütün ilâhî dinlerin aslı ve temel adı İslâm'dır) bu hakları insanlara eşit
olarak vermiş, üstünlüğü de iman ve takvâya bağlamıştır (49/Hucurât, 13). İslâm
dışındaki tüm dinler, haktan uzak olduğu veya tahrif edilip hakla bâtıl
karıştırıldığı için, günümüzde bu temel hakları gereği gibi insana veren sadece
İslâm'dır. Başka dinler, ideolojiler ve dünya görüşleri, dün olduğu gibi bugün
de insanı doğru bir şekilde tanımadıkları için insan hakları konusunda da
aşırılıklardan, istismar ve zulümlerden, oyalama ve kandırmacalardan
kurtulamamışlardır. İslâm'a göre, bütün insanlığın temeli birdir (4/Nisâ, 1).
Allah'ın bildirdiği esasları kapsamayan Ehl-i Kitab'ın içinde bulunduğu muharref
dinin,istenilen huzuru ve dostluğu sağlaması da mümkün görülemez. Çünkü ilâhîlik
vasfını kaybeden inançlar, insanlığın fıtratına uymamaktadır.
Kur'an'ın
hedefi sulh ve barıştır. "...Sulh daha hayırlıdır." (4/Nisâ, 128)
düşmanlık ve kötülük, aslında ve temel olarak Allah'ın istemediği, şeytanın arzu
ve isteklerinden ibarettir. Dolayısıyla insanlar arasında fesadın, fitnenin,
kötülüğün olması, insanların Allah'ın emirlerinin dışına çıkmalarından
kaynaklanır. "Ey iman edenler! Hep birden silm'e/barışa girin. Şeytana ayak
uydurmayın. O sizin apaçık düşmanınızdır." (2/Bakara, 208) Âyette geçen
"silm" kelimesi, hem İslâm, hem de barış anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber'in
yaptığı savaşları incelediğimizde, savaşların hakkın önüne konulan engellerin
kaldırılması amacını güttüğünü, saldırılara karşı müdâfaa özelliği taşıdığını,
savaşa mecbur kalındığı için böyle bir yola başvurulduğunu görürüz. Bu
savaşların birtakım haklı gerekçeleri vardır. Geçerli meşrû sebep olmadan savaşa
izin verilmez. Bu sebepler şunlardır:
a-
Haksızlığa Uğramak: Konuyla ilgili olarak Yüce Allah
şöyle buyurur: "Zulme/haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan
kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye
elbette kadirdir." (22/Hacc, 39) Dikkat edilirse, izin verilen savaş
değil; savunmadır. İslâm'a göre savaş, sadece Allah için (fî sebîlillâh) ve
Allah'ın kendileriyle savaşılmasına izin verdiği kimselere karşı yapılır. İslâm
devletinin varlık hikmeti ve ana görevi olarak koruması gereken insanların temel
hakları beş madde ile değerlendirilir. Bunlar; din (özgürce dinini yaşayıp
uygulama ve tebliğ hakkı), can (yaşama hakkı), akıl, nesil (ırz, şeref ve
namusun korunması, nesilleri her yönüyle sağlıklı yetiştirme hakkı) ve mal
emniyetidir. Bunları ve bu gibi hakları korumak için savaş, mazlum duruma düşene
yardım ederek zulme karşı koymak, bir insanlık görevidir. Savaş; hak ve hukuku
korumak, adâleti tesis etmek, kötülükleri önlemek, insanların temel görevlerini
rahatça yerine getirebilme ve temel haklarını koruyabilmelerini sağlamak için
yapılır. Yoksa, başkasının hak ve hukukunu elinden almak için savaş yapılmasını
İslâm doğru görmez.
b- Fitneyi
Önlemek, Tevhîdi/Allah'ın Birliğini Ortaya Koymak:
"Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın; din yalnız Allah'ın olsun. Eğer
onlar (fitneden ve savaştan) vazgeçerlerse, artık zâlimlerden başkasına
düşmanlık yoktur." (2/Bakara, 193) İmtihan gereği insanların başlarına
belâlar gelebilmektedir. Çünkü kalbinde Allah korkusu olmayan insanın
yapamayacağı kötülük yoktur. Allah'tan korkmayan insan fitne de çıkarır, iftira
da edebilir, başka insanların haklarını da çiğneyebilir. İşte Yüce Allah,
insanların huzurunu temin için gerekirse savaş yapılmasını, yerine göre farz
veya mubah kılmaktadır. Burada fitne kavramı, başta "Allah'a şirk koşmak,
başkalarına kulluk, fesat/anarşi, öldürme, zulüm, müslümanlar arasında çıkarılan
tefrika, İslâm'ın dışındaki Allah'ın râzı olmadığı dinlerin ve hayat
görüşlerinin yayılması" olarak anlaşılır. Fitne, başta münâfıklar olmak üzere,
müşrikler ve ehl-i kitap olanlar ve hatta bazı müslümanlar veya müslüman
zannedilenler tarafından çıkarılabilir, ya da körüklenebilir. Kur'an, bütün
insanları, insanlar arasında fitne/huzursuzluk çıkaranları haber vermekle
kalmayıp bunun neticesinin herkesi etkilediğini belirtir: "Öyle bir fitneden
sakının ki, aranızda yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (hepinize zararı
erişir). Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." (8/Enfâl, 25)
Dost Kabul Etmediklerimizle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış
İslâm'ın temel
hedefi barıştır. Çünkü Yüce Allah insanlığın huzurunu istemektedir. Bunun
sağlanması, İslâm'ın bütün insanlara tanıdığı temel hakların verilmesiyle
mümkündür. Zira bu haklar, bütün insanlara yaratılışta Allah tarafından
verilmektedir. Allah Teâlâ, ilâhî temele dayalı tahrif edilmemiş bütün dinlerde
(ki bütün ilâhî dinlerin aslı ve temel adı İslâm'dır) bu hakları insanlara eşit
olarak vermiş, üstünlüğü de iman ve takvâya bağlamıştır (49/Hucurât, 13). İslâm
dışındaki tüm dinler, haktan uzak olduğu veya tahrif edilip hakla bâtıl
karıştırıldığı için, günümüzde bu temel hakları gereği gibi insana veren sadece
İslâm'dır. Başka dinler, ideolojiler ve dünya görüşleri, dün olduğu gibi bugün
de insanı doğru bir şekilde tanımadıkları için insan hakları konusunda da
aşırılıklardan, istismar ve zulümlerden, oyalama ve kandırmacalardan
kurtulamamışlardır. İslâm'a göre, bütün insanlığın temeli birdir (4/Nisâ, 1).
Allah'ın bildirdiği esasları kapsamayan Ehl-i Kitab'ın içinde bulunduğu muharref
dinin,istenilen huzuru ve dostluğu sağlaması da mümkün görülemez. Çünkü ilâhîlik
vasfını kaybeden inançlar, insanlığın fıtratına uymamaktadır.
Kur'an'ın
hedefi sulh ve barıştır. "...Sulh daha hayırlıdır." (4/Nisâ, 128)
düşmanlık ve kötülük, aslında ve temel olarak Allah'ın istemediği, şeytanın arzu
ve isteklerinden ibarettir. Dolayısıyla insanlar arasında fesadın, fitnenin,
kötülüğün olması, insanların Allah'ın emirlerinin dışına çıkmalarından
kaynaklanır. "Ey iman edenler! Hep birden silm'e/barışa girin. Şeytana ayak
uydurmayın. O sizin apaçık düşmanınızdır." (2/Bakara, 208) Âyette geçen
"silm" kelimesi, hem İslâm, hem de barış anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber'in
yaptığı savaşları incelediğimizde, savaşların hakkın önüne konulan engellerin
kaldırılması amacını güttüğünü, saldırılara karşı müdâfaa özelliği taşıdığını,
savaşa mecbur kalındığı için böyle bir yola başvurulduğunu görürüz. Bu
savaşların birtakım haklı gerekçeleri vardır. Geçerli meşrû sebep olmadan savaşa
izin verilmez. Bu sebepler şunlardır:
a-
Haksızlığa Uğramak: Konuyla ilgili olarak Yüce Allah
şöyle buyurur: "Zulme/haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan
kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye
elbette kadirdir." (22/Hacc, 39) Dikkat edilirse, izin verilen savaş
değil; savunmadır. İslâm'a göre savaş, sadece Allah için (fî sebîlillâh) ve
Allah'ın kendileriyle savaşılmasına izin verdiği kimselere karşı yapılır. İslâm
devletinin varlık hikmeti ve ana görevi olarak koruması gereken insanların temel
hakları beş madde ile değerlendirilir. Bunlar; din (özgürce dinini yaşayıp
uygulama ve tebliğ hakkı), can (yaşama hakkı), akıl, nesil (ırz, şeref ve
namusun korunması, nesilleri her yönüyle sağlıklı yetiştirme hakkı) ve mal
emniyetidir. Bunları ve bu gibi hakları korumak için savaş, mazlum duruma düşene
yardım ederek zulme karşı koymak, bir insanlık görevidir. Savaş; hak ve hukuku
korumak, adâleti tesis etmek, kötülükleri önlemek, insanların temel görevlerini
rahatça yerine getirebilme ve temel haklarını koruyabilmelerini sağlamak için
yapılır. Yoksa, başkasının hak ve hukukunu elinden almak için savaş yapılmasını
İslâm doğru görmez.
b- Fitneyi
Önlemek, Tevhîdi/Allah'ın Birliğini Ortaya Koymak:
"Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın; din yalnız Allah'ın olsun. Eğer
onlar (fitneden ve savaştan) vazgeçerlerse, artık zâlimlerden başkasına
düşmanlık yoktur." (2/Bakara, 193) İmtihan gereği insanların başlarına
belâlar gelebilmektedir. Çünkü kalbinde Allah korkusu olmayan insanın
yapamayacağı kötülük yoktur. Allah'tan korkmayan insan fitne de çıkarır, iftira
da edebilir, başka insanların haklarını da çiğneyebilir. İşte Yüce Allah,
insanların huzurunu temin için gerekirse savaş yapılmasını, yerine göre farz
veya mubah kılmaktadır. Burada fitne kavramı, başta "Allah'a şirk koşmak,
başkalarına kulluk, fesat/anarşi, öldürme, zulüm, müslümanlar arasında çıkarılan
tefrika, İslâm'ın dışındaki Allah'ın râzı olmadığı dinlerin ve hayat
görüşlerinin yayılması" olarak anlaşılır. Fitne, başta münâfıklar olmak üzere,
müşrikler ve ehl-i kitap olanlar ve hatta bazı müslümanlar veya müslüman
zannedilenler tarafından çıkarılabilir, ya da körüklenebilir. Kur'an, bütün
insanları, insanlar arasında fitne/huzursuzluk çıkaranları haber vermekle
kalmayıp bunun neticesinin herkesi etkilediğini belirtir: "Öyle bir fitneden
sakının ki, aranızda yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (hepinize zararı
erişir). Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." (8/Enfâl, 25)
DÜŞMANLIK
- DÜŞMANLIK .. Adâvet/Düşmanlık; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'ân-ı Kerim'de Düşman Ve Düşmanlık Kavramı
- Hâtıb'ın Kâfirlere Dostluk Girişimi
- Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır
- Düşmanlığın Zıddı; Dostluk .
- Takıyye; Düşman Kâfirlerden Gelecek Tehlikeden Dolayı Farklı Görünme .
- Dost Kabul Etmediklerimizle İlişki Çeşitleri; Savaş ve Barış .
- Hangi Kâfirlerle Savaşmadan İyi Geçinilebilir? .
- Müslüman Olmayan Akrabalarla Dostluk ve İlişki