Topluma karşı emânet

Topluma karşı emânet

Topluma karşı emânet:



Onların hukuklarını gözetmek, onları aldatmamak,
onların arasını ıslah edip düzeltmek, laf getirip götürmemek, malında onların
hakkı olan zekâtı vermek, mü'minlerin gıybetini yapmamak, mü'minlere yapılan
saldırılara karşı birlik olup karşı koymak, onların ırzlarını korumak, eşlerine
karşı adâletli olmak, çocukların fıtratlarının bozulmaması için çalışmak, yalan
şâhitlikte bulunmamak ve bunlar gibi nice hayrın yaygınlaşması, şerrin yok
edilmesi gibi meselelerde toplumsal sorumluluğunu îfâ için üzerine düşeni yerine
getirmektir.

Kendilerine verilen emânetleri koruyup muhâfaza
etmek, Allah korkusundan ve beraberinde gelebilecek âhiret azâbından korunma
duygusundan, yani takvâdan kaynaklanır. Allah şöyle buyuruyor: "Eğer
yolculukta iseniz ve kâtip de bulamamışsanız, bu durumda alınan rehin (yeter).
Şu durumda eğer birbirinize güveniyorsanız, kendisine güven duyulan, Rabbi olan
Allah'tan korkup sakınsın da emânetini ödesin. Şâhitliği de gizlemeyin. Kim onu
gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah yapmakta olduklarınızı
bilendir." (2/Bakara, 283). Âhiret bilinci insanı takvâya, Allah'tan korkup
azâbından korunmaya iter. Takvâ ise kendisine yüklenilen emânetleri korumaya,
onları ehillerine vermeye götürür.

Kitap ehlinden bir kısmı emânete riâyet eder,
emânetlerini korurlar (3/Âl-i İmrân, 75-77). Onlar Kitabı tahrif etmeyen,
Kitabın gerekleriyle amel eden, âhiret bilincine ulaşmış olanlardır. Kitabı
tahrif eden ve gerçekleriyle amel etmeyen ehl-i kitab ise, onlarda âhiret
bilinci yoktur; bu sebeple muttakî de değillerdir. Muttakî olmadıkları, âhiret
bilinci ile hareket etmedikleri için emânete riâyet etmezler, kendilerine teslim
edilen, korunması için bırakılan emânetleri, istek ve arzularına uygun bir
şekilde kullanırlar.

Emânete riâyet imandan kaynaklanır ve takvânın
da bir gereğidir. Emânete riâyet etmemek ise, bir çelişkidir, bu da münâfıklığın
gereğidir. Rasûlullah (s.a.s.), münâfığın alâmetlerinden birinin; kendisine bir
şey emânet edildiği zaman emânete hıyânet etmek olduğunu belirtir.

Bazı âlimler, emânetten kastedilen şeyin Kur'an
olduğunu söylemişlerdir. Kur'an'ı okuyup onu hayatına geçirmek ve yaşanılır
kılmak emânete riâyettir. Kur'an'ın toplumsal hayatta uygulanması ancak
hilâfetle (İslâm devletiyle) mümkün olur. Bazı meseleler, İslâmî otoritenin
varlığına bağlıdır. Bu sebeple Kur'an'ı yaşamlarına geçirmenin mücâdelesini
veren muttakî mü'minler hilâfetin gerçekleşmesi için mücâdele vermek
zorundadırlar ki; bu sâyede sorumluluklarını yerine getirmiş emânetlerini
muhâfaza etmiş olurlar. Hilâfet makamına getirilecek insanın ise öncelikle
Allah'ın emâneti ve nefsine olan emânetleri yerine getiren, emin güvenilir bir
insan olması gerekir ki, bu emâneti yüklenebilmeye hak sahibi olsun. Kur'an
emânetini yüklenecek insan; düşünebilen, aklını kullanabilen, Rabbini tanıyıp
O'na ibâdette bulunandır. "Şâyet Biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş
olsaydık, andolsun ki onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, paramparça
olmuş görürdün. İşte Biz belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekleri
vermekteyiz." (59/Haşr, 21)

Bu benzetme ile Allah'ın yüceliği ve kulun ne
derece bir sorumluluğunun bulunduğu anlatılmak istenmiştir. Yani dağ gibi sağlam
ve büyük bir varlık bu sorumluluğu yüklenseydi idrâk edebilseydi, Allah'a karşı
vereceği hesaptan dolayı paramparça olurdu. Ama ne tuhaftır ki insan; Kur'an'ı
anlayacak ve sorumluluğunu idrâk edecek akıl ve zekâya sahip olmasına rağmen,
aklının kullanmamakta ve sorumluluğunu idrâk etmediği için pervâsız ve
düşüncesiz bir yaşam sürdürmektedir. Allah'ın huzurunda bir gün hesaba çekilecek
olduğu halde, böylesine büyük bir sorumluluk taşıdığını düşünmemekte ve bundan
bir korku ve endişe duymamaktadır. Kur'an'ı duyduğu, işittiği ve hatta bir
kısmını okuduğu halde, tıpkı cansız ve şuursuz bir taş gibi duymazlıktan,
görmezlikten gelmekte, sorumluluğunun ne derece büyük olduğunu anlayamamaktadır.

"Ey iman
edenler! Allah'a ve Rasûlüne ihânet etmeyin, bile bile emânetlerinize de ihânet
etmeyin."
(8/Enfâl, 27).
Gelin hep beraber sorumluluklarımızı gözden geçirip emânetlerimizi yerine
getirelim. Allah'a ve Rasûlüne ihânet etmeyelim, onların hukukunu koruyalım,
emânetlerin gereklerine uygun davranarak emânetleri muhâfaza etmiş olalım ve
kurtulalım. Yeryüzünde bize yüklenen hilâfet ve Kur'an emânetlerini beyinsizlere
terkederek, emânetlerimizi zâyi etmeyelim. Allah'ın bize verdiği akıl emânetini
Kur'an'la düzeltelim, vücûdumuzu ve neslimizi câhiliyyeden, tüm kötülüklerden
koruyarak emânetleri yerine getirelim. Yoksa, dünya ve âhirette hüsrâna
uğrayanlardan oluruz. Emânetlere uygun hareket ederek, emânetlerine ihânet
etmeyenlere selâm olsun! (6)