Allah'ın Yardımını Bekleyenler, Allah'ın Dinine Yardım Etmelidir!

Allah

Allah'ın Yardımını
Bekleyenler, Allah'ın Dinine Yardım Etmelidir!



Allah, yarattığı her şeyi güzel yapmıştır
(32/Secde, 7). O, insanı da en güzel biçimde yaratmıştır (95/Tîn, 4). İnsana
şekil verip şeklini güzel yapan ve onları temiz/güzel besinlerle rızıklandıran
Allah'tır (40/Mü'min, 64). Allah, insanı şan ve şeref sahibi kılarak ona ikram
etmiş, güzel rızıklar vermiş, yarattıklarının çoğundan üstün kılmıştır (17/İsrâ,
70). Gökleri ve yeri yaratan, gökten suyu indirip onunla rızık olarak bize türlü
meyveler çıkaran, izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrimize veren,
nehirleri de bize akıtan ancak Allah'tır (14/İbrâhim, 32). Âdetleri üzere
seyreden güneşi ve ayı bize faydalı kılan, geceyi ve gündüzü istifâdemize veren
yine Allah'tır (14/İbrâhim, 33). O, yerde ne varsa hepsini bizim için
yaratmıştır (2/Bakara, 29). O bize istediğimiz her şeyden vermiştir. Eğer
Allah'ın nimetlerini sayacak olsak, onu sayamayız (14/İbrâhim, 34; 16/Nahl, 18).

Bunca nimet ve ihsânını sunan Yüce Allah
insanları ancak kendisine ibâdet/kulluk yapsınlar diye yaratmıştır (51/Zâriyât,
56). Kur'an'ın nazarında, hayat bir imtihan, daha doğrusu bir imtihanlar
zinciridir. Semâvât ve arzın yaratılışının gâyesi de zaten insanın imtihana tâbi
tutulmasıdır (11/Hûd, 7). Ölüm ve hayatın yaratılışı da aynı gâyeyi taşır
(67/Mülk, 2). Allah'ın dünya ve âhirette yardımını ve vaad ettiği cenneti
kazanabilmesi için, insanın hayatı boyunca tâbi tutulacağı imtihanlarda İlâhî
yardıma lâyık olduğunu ispatlaması lâzımdır (2/Bakara, 155; 3/Âl-i İmrân, 186;
23/Mü'minûn, 30; 29/Ankebût, 2-3). Bu imtihanlar, gerçekten iman edenlerle
etmeyenleri birbirinden ayırır (3/Âl-i İmrân, 166-167, 169; 9/Tevbe, 16; 29/Ankebût,
3; 47/Muhammed, 31).

İnsandan kendine doğru adım atmasını isteyen
Rabbimiz, dünya imtihanını kazanması için insandan gayret ve çaba ister. Tüm
âlemlerin rabbi olan Allah Teâlâ, insana verdiği bunca nimete şükür mü, yoksa
nankörlük mü edileceğini dener. Onun için kul ile Allah arasındaki ilişkiler,
kul öncelikli olmalıdır. Sünnetullah dediğimiz Allah'ın değişmez kanunlarındaki
icraat böyle istemektedir. Kul, Allah'a iman edip Allah ve Rasûlüne itaat
edecek, Allah da onları büyük kurtuluş olan, içinde ebedî kalacakları cennetlere
koyacaktır (4/Nisâ, 13). Kul şükredecek, Allah da (nimetlerini) arttıracaktır
(14/İbrâhim, 7). Kul ihsân edecek, Allah da ihsân eden kulu sevecektir
(2/Bakara, 195). Kul, Allah uğrunda cihad edecek, Allah da kendi yollarına
eriştirecektir (29/Ankebût, 69). Kul, duâ edecek, Rabbi de duâsına icâbet
edecektir (40/Mü'min, 60). Kul Allah'ı zikredecek, Allah da kulunu zikretsin
(2/Bakara, 152). Kul Allah'a bir adım yaklaşacak, Allah da bir arşın ona doğru
yaklaşacaktır. Kul yürüyerek O'na doğru giderse Allah da koşarak cevap
verecektir (Buhârî). Allah, iman edip sâlih amel işleyen kullara, daha önceki
ümmetleri hâkim kıldığı gibi, yeryüzünde halife kılacak, dinlerini yerleştirip
koruyacak, yani onlara devlet nimetini de ihsan edecektir. Yeter ki, kullar
sadece Allah'a kulluk ve ibâdet edip, hiçbir şeyi O'na şirk koşmasınlar, O'na
hiçbir şeyi eş tutmasınlar, yani zafere, devlete lâyık olsunlar (24/Nûr, 55).

"Zahmetsiz rahmet olmaz." Allah sebeplerin
mahkûm değildir ama, dünyayı bir sebepler kanununa bağlı kılmıştır. "Yere eken
göğe bakar" Yere bir şey ekmeyen kimsenin göğe bakıp yağmur ve rahmet bekleme
hakkı yoktur. Tarlaya tohum ekmeden, yani fiilî duâ yapmadan, kimsenin Allah'tan
ekin istemesi (kavlî duâ) doğru olmaz. Sünnetullah dediğimiz Allah'ın evrendeki
değişmez kanunları, hep sebep-sonuç ilişkilerine oturtulmuştur.

Aynen böyle; kul, Allah'a, yani O'nun dinine
yardım edecektir ki, O da kuluna yardım etsin (47/Muhammed, 7). İman edenler,
kendilerinden önceki mü'minlerin sünnetullah gereği başından geçen sıkıntılara
göğüs gerecek ve "Allah'ın yardımı ne zaman?" diye tavırları ve dilleriyle o
yardımı bekleyip hak kazanacaklar ki, "Allah'ın yardımı yakın" olsun. Allah'ın
yardımı olmadan muvaffakiyet/başarı yoktur (11/Hûd, 88). Zafer, yalnızca mutlak
güç ve hikmet sahibi Allah'ındır (3/Âl-i İmrân, 126). Allah dilediğine yardım
edip zafer verir (30/Rûm, 5). Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette
bunda basîret sahipleri için büyük bir ibret vardır (3/Âl-i İmrân, 13).
Mü'minlere yardım etmeyi Allah üzerine hak olarak almıştır (30/Rûm, 47). İman
edip mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda savaşanların günahlarını bağışladığı
ve onları cennetlere koyduğu gibi, Allah, onlara sevecekleri başka bir şey daha
vaad eder: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih (61/Saf, 10-13).

Bir kısmının adı "ensâr" olan ashâbın Allah'ın
yardımına nâil olup kısa bir zaman içinde maddî ve mânevî her alanda dünyanın en
büyük gücüne sahip olması, O'nun yardımıyla zaferden zafere koşmaları işte bu
bilinçte yatmaktadır: Onlar öncelikle Allah'ın dinine yardım ettiler, Allah da
onlara yardım etti. Onlar öncelikle kendileri Allah'a doğru adım attılar, Allah
da onlara yardım etti. Önce İlâhî yardıma, zafer ve devlete liyakat kesbettiler,
Allah da onlara kapılarını açtı. Günümüz insanı hazırcılığa, kolaycılığa,
görevlerini ihmal edip haklarını öne çıkarmaya, özgürlüğünü savunup
sorumluluktan kaçmaya, her şeyi eleştirip kendi nefsini savunmaya, cihad gibi
Allah'ın yardımına ulaştıracak vesilelerden uzaklaşmaya, dünyevîleşip ölümden
korkmaya meyyâl olduğu için Allah'ın yardımı da gelmemektedir.

Allah'ın yardımı hangi şartlarda gelir, Kur'an
bu sünnetullahı birçok âyette belirtir. Bunlardan biri: "(Ey mü'minler!)
Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler size de
gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine
dokundu ve onlar öyle sarsıldılar ki Peygamber ve onunla beraber iman edenler,
nihâyet ‘Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?' dediler. İşte o zaman (onlara):
‘Şüphesiz Allah'ın yardımı yakın' (denildi)." (2/Bakara, 214). Bu âyette
eşsiz bir terbiye örneği vardır. Müslümanlara dünyada ve dolayısıyla âhirette
başarılı olmanın yolu, iman ve cihadla çalışmak, çabalamak, Allah yolunda
sıkıntılara katlanmak, güçlüklerden yılmamak, daima tembelliği, zevk ve sefâyı,
eğlenceyi tercih eden nefsin hevâsından, şeytandan uzak olmaktır. Ey müslümanlar!
Sıkıntı çekmeden, cihad etmeden, kurban vermeden zafere ulaşamazsınız, cennete
giremezsiniz. Bu âyet, bir rivâyete göre, Hendek Savaşında müslümanların çektiği
sıkıntıları dile getirir. Diğer rivâyete göre, Uhud Savaşı ile ilgilidir. Diğer
bir rivâyete göre ise, evlerini, mallarını ve yakınlarını Mekke'de bırakıp bunca
sıkıntılara katlanarak Medine'ye göç eden müslümanları teselli için inmiştir.

Hadis-i Şerifte: "Nasılsanız öyle idare
olunursunuz" buyrulmuş. "...Bir toplum kendindeki özellikleri
değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledimi,
artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka
yardımcıları da yoktur." (13/Ra'd, 11). Allah âdildir, zerre kadar
zulmetmez. Hak edene hak ettiğini verir. Hatta, hak etmek için, liyakat
kesbetmek için gerekli gayreti gösteren kimselere lutfuyla muâmele eder, fazlaca
nimetler ihsân eder. Önemli olan, mü'min kulların kulluk bilincidir. İnsan
Allah'a doğru adım atar atmaz Allah kapılarını açacak, dünyada izzet ve devlet,
âhirette sonsuz nimet ve cennet verecektir.



1- S. Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. S. 304-308

2- Ramazan Kayan, Vahiyle Doğrulmak, Çıra Y. s.
41-48

3- Ahmet Güç, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2,
s. 373

4- Ahmed Önkal, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2,
s. 109-111