2- Dinî Emir ve Yasaklarda Gevşeklik ve İhmal

2

2- Dinî Emir ve
Yasaklarda Gevşeklik ve İhmal:



Fıskın ikinci anlam alanı, yanlış tutum ve
davranışlarda bulunmaktır. Fısk, ister az, isterse çok olsun, günah işlemek
demektir. Ama genellikle, çok günah işlemek olarak bilinir. Fâsık kavramı,
çoğunlukla dinî hükme bağlanan ve onu kabul eden ama bütün veya bir kısım
hükümlerini ihlal eden kişi için kullanılır. Aslî kâfire fâsık denilmesi, aklın
ve fıtratın ortaya koyduğu hükmü ihlal edişi dolayısıyladır. Bu anlam alanından
yola çıkarak fâsık kelimesi, "günahkâr mü'min" için kullanılır olmuştur. Yaptığı
yanlış işler, "dinden çıkma" anlamına gelmez.

İslam hukukçuları fıskı ahlakî ve dinî
boyutundan çok, hukukî yönüyle ele almış ve kişilere fısk isnadının
yapılabilmesi için mümkün olduğunca dışa akseden davranışları ölçü alan objektif
kriterler belirlemeye çalışmışlardır. Fısk, adalet kavramının karşıtı olarak
"kişinin büyük günahları işlemesi, küçük günahları işlemekte ısrar etmesi veya
farzları terketmesi, haramları işlemesi, kötü davranışlarının iyi
davranışlarından çok olması" şeklinde zahirî bir vasıf olarak tanımlanmaya
çalışılmıştır.

Devlet başkanında adalet vasfının bulunmasının
şart olduğu, fâsığın kamu velayet hakkı bulunmaması sebebiyle bu görevi
üstlenemeyeceği şeklindedir. Devlet başkanının göreve geldikten sonra fısk
sayılan söz ve davranışlarda bulunması halinde âlimlerin önemli bir kesimine
göre görevinden düşmüş (mün'azil) sayılır ve değiştirilmesi gerekir. Büyük İslam
âlimlerinden Said Nursi de, meclisi ziyaretinde birinci cumhur başkanının yüzüne
karşı, "sen namaz kılmıyorsun; Namaz kılmayan da fâsıktır. Fâsığın yöneticiliği
de bâtıldır, geçersizdir!" diye haykırmıştır. "Cihadın en faziletlisi zâlim
yöneticilere Hakk'ı haykır(arak onları Hakk'a yönelt)mektir." Aslında
kâfirlere uygun davranışlar olan fısk, İslamî hudutları kabul etmekle birlikte;
farzları terk eden veya haramları işleyen müslümanın da bazen yanılarak içine
düştüğü bir illet ve felakettir.

Fısk ve fâsıklık, son derece kötü ve tehlikeli
bir durum olunca, insanlara düşen bu durumdan mümkün olduğu ölçüde kaçınmak,
gerek diliyle ve gerekse fiiliyle mümkün olduğu ölçüde fısktan uzak durmaktır.
Günahın büyüğünden olduğu gibi, küçüğünden de kaçınmalı, "bu küçüktür zarar
vermez" diyerek onu işlemekte ısrar edilmemelidir. Zira sözü geçtiği üzere,
küçük günahta ısrar etmek de fıskın derecelerinden birisidir. Şurası
unutulmamalıdır: Hiçbir küçük günah yoktur ki, küçük ve önemsiz görülüp devam
edildiği müddetçe büyük günaha dönüşmesin. Damlaya damlaya göl olduğu gibi,
küçük günahlar da tekrar edilerek veya değişik küçük günahlar bir arada
toplanarak büyürler, büyük günah olurlar.

[1]



İsyan, Allah'ın emrini terk, hak yoldan çıkma,
günah işleme tohumun kabuğunu delip çıkması. Fısk'ın çoğulu fesekâ ve füssâk'tır.
Istılahi anlamı ise, büyük günahları işlemek veya küçük günahlarda devam etmek
suretiyle Allah'a itaat etmekten çıkmak (Muhammed Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an
Dili, I, 282). Ayette "Rabbinin emrinden, O'na itaattan dışarı çıktı" (el-Kehf,
18/50) denilmiştir. Emrini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, kötülük
eden, amel etmediği halde kelime-i şehâdet getiren ve inanan kimse anlamlarında
kullanılır (İbnü'l-Manzûr, Lisânü'l-Arab, X, 308; el-Cürcânî, et-Ta'rifât, fâsık
mad).

Fıskın; Günahı çirkin kabul etmekle beraber,
zaman zaman işlemek, devamlı olarak günah işlemek ve günahın çirkinliğini inkâr
ederek işlemek (Kâdı Beydâvı, I, 58) şeklinde üç mertebesi vardır. Üçüncü
mertebe, küfür mertebesidir. Yani günahın çirkinliğini ve kötülüğünü kabul
etmeyerek haram olduğuna inanmayarak işleyen kimse dinden çıkmış olur.

Fıskın sahibine Fâsık denir. Fâsıkın üçüncü
mertebesinde olmayan fâsık, günahkâr mümindir. Ehl-i Sünnet'e göre mümin ünvanı
kendisinden ahrımaz. Mutezileye göre; Büyük günahişleyen fâsık, mümin değildir.
İnkâr etmiyorsa kâfir de değildir. Küfürle İman arasında kalır. Mutezile buna
"El-menziletu beyne'l-menzileteyn"* der. Yani küfürle iman arasında üçüncü bir
mertebe. Haricilire göre; Fıskın hangi mertebesinde olursa olsun fâsık kâfirdir
(Abdusselam İbn İbrahim, Şerhû Cevheretu 't- Tevhıd, s . 244-245).

Fısk ve fâsık terimleri ile çoğulları Kur'an da
elli kadar ayette, kullanılmıştır.

Ayetlerde görülen değişik anlamlara birer örnek
vereceğiz: Zalim anlamında; ''Fakat zalimler kendilerine söylenen sözü
değiştirip başka sekle koydular. Biz de fâsık olmaları yüzünden, üzerlerine
gökten azap indirdik" (el-Bakara, 2/59).

Hak yoldan çıkma anlamında: "Ayetlerimizi
yalanlayanlara ise, doğru yoldan çıkmaları sebebiyle azap dokunacaktır" (el-En'âm,
6/49). Yalancı anlamında: "Ey iman edenler, eğer fâsık bir kimse size bir haber
getirirse, onun doğruluk derecesini araştırın" (el-Hucurât, 49/6). Mücâhid ve
Katâde'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber Müstalik Oğullarına, Velid b.
Ukbe'yi toplanan zekâtları teslim almak üzere gönderdi. Ancak Velîd, oraya
gitmekten korkarak yoldan geri döndü ve Hz. Peygamber'in huzuruna çıkarak
müstakil oğullarının dinden döndüklerini ve Medine'ye saldın için
toplandıklarını, öldürülmekten korktuğu için aralarına girmediğini söyledi.
Bunun üzerine Allah elçisi, Hâlid b. Velîd'i araştırma için müstalik oğullarına
gönderdi. Hâlid, oraya gece vardı ve casuslarını önden gönderdi. Ezan okunduğunu
ve namaz kılındığını görünce haberin yalan olduğu ortaya çıktı. Bu olay üzerine
yukarıdaki ayet nâzil oldu ve bu şekilde yalan uyduran Velîd b. Ukbe ve
benzerleri için "fâsık" terimi kullanıldı (İbn Kesir, Muhl İhtisaa ve tahkik,
Muhammed Alı es-Sâbûnî, Beyrut 1402/1981, III, 360, 361).

Yine Kur'an'da iffetli bir kadına zina iftirası
atan kimseye fâsık denilmiştir. "İffetli kadınlara zina isnâd edip de, sonra bu
iddialarını doğrulayacak dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun. Onların
şahitliklerini de ebediyen kabul etmeyin. İşte"onlar fâsıkların ta kendileridir.
Ancak, bundan sonra tövbe edip islah olanlar bu hükmün dışındadır..." (en-Nûr,
23/4, 5).

Ebû Hanife (ö. 150/767)'ye göre, zina iftirası
ezası uygulanan kimse sonradan tövbe ederse, Fâsıklıktan kurtulur, fakat
ölünceye kadar şâhitliğine güvenilmez. Çünkü ayetteki "tövbe ederlerse"
istisnası, yalnız cümlenin son kısmına aittir. Diğer çoğunluk hukukçulara göre
ise, istisna ayetin bütününe aittir. Tövbe edince hem fâsıklıktan kurtulurlar ve
hem de şahitlikleri geçerlidir (Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve
Edilletuhû, VI, 173, 174).

Hz. Peygamber fâsık âlimden uzak durulmasını
(Dârimî, Mukaddime, 29), karga eti yiyenin fâsık olduğunu (İbn Mâce, Sayd. 19),
Fâsıkların cehennem ehli olduklarını (Ahmed b. Hanbel, III, 428, 444) ve bir
müslümanın diğerini fâsıklıkla itham etmemesini (Tecrid-i Sarih Tercümesi XII,
137, Hadis No: 1988) bildirmiştir. Ayrıca pek çok rivâyeti bulunan bir hadiste
beş hayvan için fâsık terimi kullanılmıştır. Hz. Âişe'den gelen rivâyet
şöyledir: "Beş fâsık hayvan vardır ki, bunlar haremde de harem dışında da
öldürülebilir. Yılan, Akrep, Fare, Kuduz Köpek ve Karga" (Müslim, Hacc, 67, 68,
69; Nesaî, Menâsik, 113, 114,118, 119, İbn Mâce, Menâsik, 91). Burada fâsık
terimi; zararlı haşarat, söz dinlemeyen, kötülük yapan anlamındadır.

Ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre fâsık
tabiri kâfir ve münâfığı içine alan geniş anlamda kullanıldığı gibi, ehl-i
Sünnet âlimlerine göre daha çok büyük günah işleyenler için kullanılmıştır.
Ehl-i Sünnete göre inkâra düşmeksizin büyük günah işleyen ne kâfir ne de münâfık
olur. İmandan da çıkmaz. Tövbe etmeksizin ölürse, Allah'ın onu ya bir
şefâatçının şefâati veya fazl ve keremi ile affetmesi, ya da suçuna göre onu
cezalandırması mümkündür. Sonra onu cennete sokar. Çünkü Allahû Teâlâ "Ey iman
edenler, Allah'a nasûh (kesin) tövbe ile tövbe ediniz" (et-Tahrim, 66/8)
ayetinde, günah işleyene iman sıfatiyle hitabetmiştir. Bunun gibi daha pek çok
ayet vardır (bk. el-Bakara, 2/178; el-Hucurât, 49/9; el-Mâide 5/106; Ebû Mansur
Mâtûridî, Kitabü't Tevhid, İstanbul 1979, s.354). Ayrıca İslâm ümmeti Hz.
peygamber asrından günümüze ehl-i kıble için büyük günah işleyip işlemediğini
dikkate almaksızın salât, dua ve Allah'tan mağfiret dileyegelmiştir. Yine
müminlerin namazlarda ana-baba, hısımlar ve tanıdıkları için bir ayırım
yapmaksızın istiğfâr etmesi meşhur olmuştur. Halbuki onlar kâfir için istiğfârın
caiz olmadığına inanırlar.

Ayet ve hadislerde günahlar büyük ve küçük olmak
üzere ikiye ayrılır. Kur'an'da; "Eğer yasaklandığımız büyük günahlardan
sakınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir makama
koyarız" (en-Nisâ, 4/31), "O, iyi amellerde bulunanlar; küçük kusurları hariç,
büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçmışlar" (en-Necm, 53/32) buyurulur.

Büyük günah (kebire) şöyle tarif edilebilir;
ayet ve hadislerde büyük günah olarak belirtilen, hakkında nassı ile bir ceza
konulan veya bir tehdîd unsuru bulunan fiiller ile, nass'larda belirtilmediği
halde kötülüğü bunlar seviyesinde bulunan fiillerdir. İmam Mâtûridî (ö. 333/944)
büyük günahları itikat ve amelle ilgili olmak üzere ikiye ayırmaktadır.
Birincisi küfür ve şirk türünden olup, amelle ilgili olanı kişiyi küfre götürmez
(Maturidî, 187 a.g.e., s.338).

Hadislerde bazı büyük günahlar sayılmıştır;
Allah'a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek, yalancı şahitlik, sihir,
haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, cihâd alanından kaçmak,
iffetli mümin bir kadına zina iftirasında bulunmak, zina yapmak, Mescid-i
Haram'da günah işlemek bunlar arasındadır (Bıharı» Edeb, 6; Müslim, İman, 38;
Tirmizî, Tefsır, 5; Şehadatı 3; Birr, 4; Ebû Davûd, Vesaya, I0; Nesâî, Tahrım,
3; Ahmed b. Hanbel, III, 131, V, 36, 38; Dârimî, Diyât, 9). Hz. Ali (ö. 40/661)
buna hırsızlık ve şarap içmeyi de ilave etmiştir (Teftâzânî, Şerhu'l-Akaid,
Istanbul 1326/1908, s.140 vd).

Ancak işleyeni fısk derecesine düşüren bu
günahlar, hadislerde örnek kabilinden ve hadisin vârid olduğu sıradaki şartlara
göre söylenmiş olmalıdır. Çünkü ez-Zehebî (ö. 784/1 347) ' nin yazdığı
"Kitabü'l-Kebairı de büyük günahların sayısı yetmişe ulaşırken, el-Heytemî (ö.
974/1566)'nin "ez-Zevacir an İktirafeıl-Kebairı adh eserinde bu sayı 467'ye
kadar çıkar.

Hanefilere göre büyük günah işleyen fâsık,
hâkimlik görevine tayin edilmişse, vereceği hüküm ihtiyaç sebebiyle geçerli
olur. Fakat hâkimin, fâsığın şahitliğini kabul etmemesinde olduğu gibi
kendisininde bu göreve atanmaması gerekir. Ancak iffetli kadına zina iftirası
suçundan hüküm giyen kimse hakimliği ve şâhitliği geçerli değildir (Vehbe
ez-Zühaylî a.g.e., VI, 745).

Fâsık kendisi ve çocukları üzerinde velâyet
hakkına sahiptir. O, malını saçıp savurmaması şartiyle sırf fıskı yüzünden
hacredilmez. Çünkü tasarruf ehliyetini kısıtlama (hacr) israf ve saçıp savurmayı
önlemek için meşrû kılındı. Ayrıca ilk müslümanlar büyük günah işleyenlerin
ehliyetlerinde kısıtlama yapmadılar (İbn Âbidîn, Reddu'l-Muhtar, V, 102).

Fâsık, yahudi, hristiyan veya mecusiye zimmî
yahut harbî olsun sadaka vererek maddi yardım yapmak mümkün ve caizdir. Ayette:
''Onlar yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu halde, onu, yoksula, yetime ve esire
yedirirler" (el-İnsan, 76/8) buyrulur. Burada "Esir" harbî durumunda sayılır.
Yine Hz. Peygamber, susuz köpeği sulayan kimse hakkında "Her canlı hayvan için
ecir vardır" (Buharı. Mezalim. 23. Edeb, 37, Müsakat, 9, Müslim, Selam 153)
buyurmuştur. "Senin yemeğini, Allah'tan sakınan kimseden başkası yemesin"
(Tirmizi, Zühd, 56; Ebû Dâvud, Edeb, 16; Ahmed b. Hanbel, III, 38) hadisi ise,
yardım konusunda tercih önceliğini bildirir (ez-Zühaylî, a.g.e., II, 920).

Fıskın zıddı adl; fâsık'ın zıddı adil'dir.
Adâlet; dini istikamet üzere bulunmak, dini görevleri yerine getirmek, zina,
şarap içmek, ana-babaya asi olmak ve benzeri durumlardan kaçınmak, küçük
günahlarda ısrardan sakınmaktır. Şâfiîler, bir aile reisinin çocukları üzerinde
velâyet hakkına sahip olması için onun adâlet sahibi olmasını şart
koşmaktadırlar. Delilleri Hz. Peygamber'in şu hadisidir: "İki adâletli şahid ve
rüşde ermiş veli bulunmadıkça nikâh olmaz" (Ebû Dâvûd, Nikâh, 19; Dârimî, Nikâh,
II; es-Serahsı, el-Mebsût, V, 31). Çünkü nikâh velâyeti görüş ve takdir hakkını
kullanmayı gerektirir. Fâsık ise, mal velâyetinde olduğu gibi, bu konuda da
isabetli karar veremez.

Hanefi ve Mâlikilere göre velâyetin sabit olması
için adâlet şart değildir. Veli, adil olsun, olmasın kendi kızını veya erkek
kardeşinin kızını evlendirebilir. Çünkü onun fâsıklığı yanında bulunan kimselere
karşı şefkat göstermesine ve hısımlarının maslahatını gözetmesine engel olmaz.

Velâyet hakkı geneldir. Ne Hz. Peygamber
devrinde ve ne de ondan sonra hiçbir velinin fıskı sebebiyle çocuklarına
velâyetten menedildiği nakledilmemiştir. Tercihe şayan olan görüş budur.
Yukarıda zikredilen hadisi hanefiler zayıf görmüştür.

Hanefilere göre fâsık, velâyete ehil olduğu gibi
şahitliğe de ehildir. Adâletli veya adâletsiz şahitliğe de ehildir. Adâletli
veya adâletsiz şahitlerin önünde yapılacak akitler geçerli olur. Şia da aynı
görüştedir. Onlara göre şâhitlik akdin sıhhati için gerekli bir şart olmayıp,
mendûbtur (ez-Zühaylî, a.g.e., VII, 75, 197).

Hamdi DÖNDÜREN







[1]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 304-305.