FISK - FASIK ..
FISK
FISK - FASIK
İnsanın nefsini hesaba çekmesi
sanıldığı kadar kolay değildir. Çevre kültürün baskısı altında kalan akıl ve
daima kötülüğü emreden nefis, meşrû (İslâmî) olmayan amelleri gündeme getirir.
Bir İslâm mütefekkiri: "Her günah tıpkı şarap gibi insanları sarhoş etseydi,
yeryüzünde ayık gezen hiç kimseyi göremezdin." diyerek önemli bir noktaya işaret
etmiştir. Sırat-ı mustakime riayet eden bir mü'min, değişik sebep ve saiklerin
etkisi altında gayrımeşrû amellerde bulunabilir. İşte bu noktada karşımıza fısk
kavramı çıkar. Şimdi bu kelimeyi ve kavramı izaha gayret edelim.
Fısk Arapça olup; Fe-Se-Ka fiilinden
masdardır. Cahiliyye döneminde, daha ziyade bitkiler ve hayvanlar için
kullanılan bir sözcüktür. Kabuklu yemişler için "kabuğundan çıkmak" veya
hayvanlar için "deliğinden çıkmak" şeklinde kullanılmıştır. Deliğinden çıkıp
zarar verdiği için fareye füvevsik denilir. Çoğulu fevâsıktır.[1]
Fahruddin-i Razi: "Fısk zararlı olan bir çıkıştır. Yaş hurma kabuğundan çıktığı
zaman fesagati'r rutbetû'denilir. Şeriat dilinde (ıstılâh olarak) fısk, Allah'a
itaat etmekten çıkıp Allah'a karşı isyan etme haline girmekten ibarettir."[2]
diyerek, meseleyi izaha gayret eder. Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih
Tercemesi ve Şerhi isimli eserde: "Fısk lâfzı, hak yoldan çıkmak mânâsına, şer'i
bir ıstılâhtır. Kehf Sûresi'nin 50. âyetinde (fesaka an emri rabbih) `Şeytan
Rabbinin emrinden çıktı' kavl-i şerifine göre, hûrucun mahiyeti umûmidir."[3]
hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin Reddu'l-Muhtar isimli eserinde: "Fâsık, doğru
yoldan çıkan mânâsınadır. İhtimal ondan murad; içki içen, zina eden ve faiz
yiyen gibi, büyük günahları irtikap edendir. Bercendi de dahi böyle
denilmiştir."[4]
diyerek, fıskı "büyük günahları irtikap" olarak tarif etmiştir. Fûkahadan
bazıları; "günahları küçük görmek ve onlarda ısrar etmek de fısktır" hükmünü
benimsemişlerdir. Genel olarak fıskın üç mertebesi vardır:
Birincisi:
Günahı çirkin kabul etmekle beraber; yine de zaman zaman, şeytanın vesvesesine
veya nefsine uyup günah işlemektir. İradesi zayıf olan insanlarda bu hâl
tekerrür eder.
İkincisi:
Günah olduğunu kabul ve ikrar ettiği halde, sık sık aynı haramları işlemektir.
İçki müptelâlarında veya kumar düşkünlerinde bu hâl görülür.
Üçüncüsü:
Haram olduğunu inkâr edip, ısrarla yâpmaktır. Bu üçüncü hâl, insanı küfre
götüren fısktır. Fıskın birinci ve ikinci mertebelerinde bulunan mükellefin;
günahı bırakması ve tevbe etmesi esastır. Üçüncü mertebede bulunan mükellefin
ise, tecdid-i iman etmesi ve İslâm'a teslim olması şarttır. Bu izahtan sonra
şunu söylemek mümkündür: Her fâsık kâfir değildir. Ancak her kâfir mutlaka
fâsıktır. Firaset sahibi mü'minler, buradaki inceliği kolayca kavrayabilirler.
Hâriciler ve Mu'tezile mezhebinin önde
gelen liderleri "iman; kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve erkânıyla ameldir"
diyerek, farklı bir yol ve anlayışa sahip olmuşlardır. Dürri'l-Muhtar'da;
hâricilerle ilgili olarak şu hükümler kayıtlıdır: "Bunlar kendilerince hak olan
bir tevilden dolayı müslüman hükümdarın (Hz. Ali'nin) küfür ve bâtıl üzerinde
bulunduğunu söyleyerek onunla savaşmanın vacip olduğunu iddia eden ve biz ehl-i
sünnetin kanlarını, mallarını almayı ve kadınlarını esir etmeyi helâl gören,
Peygamber efendimizin ashab-ı kiramını küfre nisbet eden, asker ve kuvvet sahibi
bir taifedir." İbn-i Âbidin, bu metni izah ederken: "Bunlar vaktiyle Hz. Ali'ye
karşı çıkan kimselerdir... `Bir tevilden dolayı...' Yani Hz. Ali (ra) ve ona
tâbi olanlar harpte hakemin hükmüne râzı oldukları için kâfir olmuşlardır. Çünkü
hüküm ancak Allah'a mahsustur, diye gerçeğe muhalif olarak tevil ettikleri bir
delilden dolayı Hz. Ali'nin ordusunda bulunan bir takım kimseler, ona karşı
isyan etmişlerdir. Bunlara hâriciler adı verilmiştir. Bunların mezhebine göre,
büyük günah işleyen kâfirdir. Hakem tayin etmek de büyük günahtır. `Peygamber
efendimizin ashab-ı kiramını küfre nisbet eden...' Bu ifade hâriciliğin şartını
beyan etmek için olmayıp, Hz. Ali'ye karşı çıkanları beyan etmek içindir. Yoksa
Hâricilerin karşı çıktıkları hükümdarın küfrüne inanmaları kifayet eder"[5]
diyerek, hâricilerin mantığını ortaya koymuştur. Hâricilerin bir kısmına göre
"büyük günah işleyen herkes kafirdir", diğer bir kısmına göre ise, "ister büyük,
ister küçük olsun, günah işleyen herkes kâfirdir." Bu anlayış günümüzde de
değişik biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Mu'tezile mezhebinin liderleri ise:
"Fâsık olan kimse, ne müslümandır, ne kâfirdir. İkisinin arasında bir menzili
vardır (el-menzile beynel-menzileteyn). Fâsıkın hükmü budur" demişlerdir. Bunlar
ehl-i sünnetin dışındaki fırkalardır.
Şimdi fıskı zâhir olan kimselerin
(fâsıkların) nasıl bir muameleye tâbi tutulacakları üzerinde duralım.
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman
edenler!.. Eğer bir fâsık, size bir haber getirirse, onu tahkik edin. (Aksi
takdirde) bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz."
(Hucurat: 49/6) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Kurtubî: "Fâsık olduğu kat'i
olarak tesbit olunan kimsenin haberleri geçersizdir, kabul edilemez. Çünkü haber
emanettir. Fısk ise, haberin iptalinin (geçersiz olmasının) delilidir."[6]
şeklinde tefsir etmiştir. Aynı konuda İmam-ı Cessâs'ın tesbiti şudur: "Âyette
geçen tahkik edin, emri, fâsıkın şehadetinin kabul edilmemesinin delilidir.
Çünkü şahidlik, bildiğini haber vermekten ibarettir. Fâsık olan kimsenin
şahidliği kabul edilmediği gibi, diğer hususlardaki haberleri de kabul edilmez."[7]
İslâm âlimleri "kimlerin şahidliğinin
kabul edileceği veya edilmeyeceğini" izah ederken; fâsık üzerinde hassasiyetle
durmuşlardır. Genellikle şahidlerde aranan adâlet şartı üzerinde durulmuş ve
adâleti düşüren amellere ağırlık verilmiştir. Feteva-ı Hindiyye'de bu konuyla
ilgili birçok tarif yapıldıktan sonra "Şehaddette adâletin izahı konusunda
söylenen sözlerin en güzeli İmam-ı Yusuf'a aittir. Demiştir ki; `Şâhidlerin âdil
olmasından murad, büyük günahları işlememesi ve küçük günahları işlemekte de
ısrar etmemesidir.' Nihaye'de de böyledir. Büyük günahların tasnifi ve mahiyeti
konusunda da ihtilaf edilmiştir. Bunlar içerisinde en sahih olanı Şemsu'l-eimme
Hulvânî'nin izahıdır. Hulvânî'ye göre: `Allahû Teâla (cc)'nın kat'i nasslarla
haram kıldığı ve müslümanların indinde şen'i (çirkin ve kötü) görülen hususlar
büyük günahlardandır. Kezâ mürüvveti ve keremi terketmek dahi, büyük
günahlardandır. Ayrıca günah işlenmesine ve fısk-ı fücûra yardımcı olmak,
insanları buna teşvik etmek de büyük günahlar arasındadır. Muhiyt"de de
böyledir.."[8]
hükmü, müftabih kavil kaydedilmiştir.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür;
fısk İslâmî hududları kabul etmekle birlikte, farzları terk veya haramları
irtikap eden mükellefin içine düştüğü felâkettir. Kur'ân-ı Kerîm'de fâsıkların
zemmedildiği ve azapla inzar edildiği malûmdur. Hesap gününü düşünen her
mükellef, şer'i emirleri edâ etmek ve nehiylerden şiddetle kaçınmak sûretiyle,
fısk hastalığından kurtulabilir. Fısk, ferdî bir hadisedir. Fâsıkların, bir
araya gelmesi ve şer'i hududları kitle halinde tahrip etmesi, "fesâdı" gündeme
getirir. Dolayısıyla fısk ile fesad arasında, böyle bir incelik vadır.
Fâsıkların ve müfsidlerin çoğunluğu teşkil ettiği toplumlarda; tâgûtî güçlerin
iktidar olması ve Hizbu'ş-şeytan'ın hızla gelişmesi kaçınılmazdır. Günümüzde bu
hakikat, daha açık bir şekilde görülmektedir.
[9]
[1]
Bkz., Râğıb el-Isfahani, e1-Müfredat fi Garib'il Kur'ân, İst.1986, Kahraman
Yay, sh. 572.
[2]
Fahrüddin-i Razi, Mefatihû'l Gayb (Tefsir-i Kebir), Ank.1988, Akçağ Yay. c.
III, sh. 29.
[3]
Zebidî, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ank.1975,
c. XII, sh.137.
[4]
İbn-i Abidin, Reddü'I-Muhtar, İst. 1982, Şamil Yay, c. II, sh. 408.
[5]
İbn-i Abidin, Reddü'I-Muhtar, İst. 1982, Şamil Yay, c. 11, sh 93-96.
[6]
İmam-ı Kurtubi, el-Camiü li Ahkâmi'l Kur'ân, Kahire I967, c. XVl, sh: 3l6.
[7]
İmam-ı Cessas, el-Ahkâmû'I Kur'ân, Beyrut 1335, c. III, sh. 398.
[8]
Şeyh Nizamüddin ve Heyet, el-Feteva-ı Hindiyye, Beyrut 1400, c. III, sh. 540
vd. (Türkçe nüsha: Ank. 1985 Akçağ Yay. c. VI, sh. 485-486).
[9]
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 146-150.
FISK - FASIK
İnsanın nefsini hesaba çekmesi
sanıldığı kadar kolay değildir. Çevre kültürün baskısı altında kalan akıl ve
daima kötülüğü emreden nefis, meşrû (İslâmî) olmayan amelleri gündeme getirir.
Bir İslâm mütefekkiri: "Her günah tıpkı şarap gibi insanları sarhoş etseydi,
yeryüzünde ayık gezen hiç kimseyi göremezdin." diyerek önemli bir noktaya işaret
etmiştir. Sırat-ı mustakime riayet eden bir mü'min, değişik sebep ve saiklerin
etkisi altında gayrımeşrû amellerde bulunabilir. İşte bu noktada karşımıza fısk
kavramı çıkar. Şimdi bu kelimeyi ve kavramı izaha gayret edelim.
Fısk Arapça olup; Fe-Se-Ka fiilinden
masdardır. Cahiliyye döneminde, daha ziyade bitkiler ve hayvanlar için
kullanılan bir sözcüktür. Kabuklu yemişler için "kabuğundan çıkmak" veya
hayvanlar için "deliğinden çıkmak" şeklinde kullanılmıştır. Deliğinden çıkıp
zarar verdiği için fareye füvevsik denilir. Çoğulu fevâsıktır.[1]
Fahruddin-i Razi: "Fısk zararlı olan bir çıkıştır. Yaş hurma kabuğundan çıktığı
zaman fesagati'r rutbetû'denilir. Şeriat dilinde (ıstılâh olarak) fısk, Allah'a
itaat etmekten çıkıp Allah'a karşı isyan etme haline girmekten ibarettir."[2]
diyerek, meseleyi izaha gayret eder. Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih
Tercemesi ve Şerhi isimli eserde: "Fısk lâfzı, hak yoldan çıkmak mânâsına, şer'i
bir ıstılâhtır. Kehf Sûresi'nin 50. âyetinde (fesaka an emri rabbih) `Şeytan
Rabbinin emrinden çıktı' kavl-i şerifine göre, hûrucun mahiyeti umûmidir."[3]
hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin Reddu'l-Muhtar isimli eserinde: "Fâsık, doğru
yoldan çıkan mânâsınadır. İhtimal ondan murad; içki içen, zina eden ve faiz
yiyen gibi, büyük günahları irtikap edendir. Bercendi de dahi böyle
denilmiştir."[4]
diyerek, fıskı "büyük günahları irtikap" olarak tarif etmiştir. Fûkahadan
bazıları; "günahları küçük görmek ve onlarda ısrar etmek de fısktır" hükmünü
benimsemişlerdir. Genel olarak fıskın üç mertebesi vardır:
Birincisi:
Günahı çirkin kabul etmekle beraber; yine de zaman zaman, şeytanın vesvesesine
veya nefsine uyup günah işlemektir. İradesi zayıf olan insanlarda bu hâl
tekerrür eder.
İkincisi:
Günah olduğunu kabul ve ikrar ettiği halde, sık sık aynı haramları işlemektir.
İçki müptelâlarında veya kumar düşkünlerinde bu hâl görülür.
Üçüncüsü:
Haram olduğunu inkâr edip, ısrarla yâpmaktır. Bu üçüncü hâl, insanı küfre
götüren fısktır. Fıskın birinci ve ikinci mertebelerinde bulunan mükellefin;
günahı bırakması ve tevbe etmesi esastır. Üçüncü mertebede bulunan mükellefin
ise, tecdid-i iman etmesi ve İslâm'a teslim olması şarttır. Bu izahtan sonra
şunu söylemek mümkündür: Her fâsık kâfir değildir. Ancak her kâfir mutlaka
fâsıktır. Firaset sahibi mü'minler, buradaki inceliği kolayca kavrayabilirler.
Hâriciler ve Mu'tezile mezhebinin önde
gelen liderleri "iman; kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve erkânıyla ameldir"
diyerek, farklı bir yol ve anlayışa sahip olmuşlardır. Dürri'l-Muhtar'da;
hâricilerle ilgili olarak şu hükümler kayıtlıdır: "Bunlar kendilerince hak olan
bir tevilden dolayı müslüman hükümdarın (Hz. Ali'nin) küfür ve bâtıl üzerinde
bulunduğunu söyleyerek onunla savaşmanın vacip olduğunu iddia eden ve biz ehl-i
sünnetin kanlarını, mallarını almayı ve kadınlarını esir etmeyi helâl gören,
Peygamber efendimizin ashab-ı kiramını küfre nisbet eden, asker ve kuvvet sahibi
bir taifedir." İbn-i Âbidin, bu metni izah ederken: "Bunlar vaktiyle Hz. Ali'ye
karşı çıkan kimselerdir... `Bir tevilden dolayı...' Yani Hz. Ali (ra) ve ona
tâbi olanlar harpte hakemin hükmüne râzı oldukları için kâfir olmuşlardır. Çünkü
hüküm ancak Allah'a mahsustur, diye gerçeğe muhalif olarak tevil ettikleri bir
delilden dolayı Hz. Ali'nin ordusunda bulunan bir takım kimseler, ona karşı
isyan etmişlerdir. Bunlara hâriciler adı verilmiştir. Bunların mezhebine göre,
büyük günah işleyen kâfirdir. Hakem tayin etmek de büyük günahtır. `Peygamber
efendimizin ashab-ı kiramını küfre nisbet eden...' Bu ifade hâriciliğin şartını
beyan etmek için olmayıp, Hz. Ali'ye karşı çıkanları beyan etmek içindir. Yoksa
Hâricilerin karşı çıktıkları hükümdarın küfrüne inanmaları kifayet eder"[5]
diyerek, hâricilerin mantığını ortaya koymuştur. Hâricilerin bir kısmına göre
"büyük günah işleyen herkes kafirdir", diğer bir kısmına göre ise, "ister büyük,
ister küçük olsun, günah işleyen herkes kâfirdir." Bu anlayış günümüzde de
değişik biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Mu'tezile mezhebinin liderleri ise:
"Fâsık olan kimse, ne müslümandır, ne kâfirdir. İkisinin arasında bir menzili
vardır (el-menzile beynel-menzileteyn). Fâsıkın hükmü budur" demişlerdir. Bunlar
ehl-i sünnetin dışındaki fırkalardır.
Şimdi fıskı zâhir olan kimselerin
(fâsıkların) nasıl bir muameleye tâbi tutulacakları üzerinde duralım.
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman
edenler!.. Eğer bir fâsık, size bir haber getirirse, onu tahkik edin. (Aksi
takdirde) bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz."
(Hucurat: 49/6) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Kurtubî: "Fâsık olduğu kat'i
olarak tesbit olunan kimsenin haberleri geçersizdir, kabul edilemez. Çünkü haber
emanettir. Fısk ise, haberin iptalinin (geçersiz olmasının) delilidir."[6]
şeklinde tefsir etmiştir. Aynı konuda İmam-ı Cessâs'ın tesbiti şudur: "Âyette
geçen tahkik edin, emri, fâsıkın şehadetinin kabul edilmemesinin delilidir.
Çünkü şahidlik, bildiğini haber vermekten ibarettir. Fâsık olan kimsenin
şahidliği kabul edilmediği gibi, diğer hususlardaki haberleri de kabul edilmez."[7]
İslâm âlimleri "kimlerin şahidliğinin
kabul edileceği veya edilmeyeceğini" izah ederken; fâsık üzerinde hassasiyetle
durmuşlardır. Genellikle şahidlerde aranan adâlet şartı üzerinde durulmuş ve
adâleti düşüren amellere ağırlık verilmiştir. Feteva-ı Hindiyye'de bu konuyla
ilgili birçok tarif yapıldıktan sonra "Şehaddette adâletin izahı konusunda
söylenen sözlerin en güzeli İmam-ı Yusuf'a aittir. Demiştir ki; `Şâhidlerin âdil
olmasından murad, büyük günahları işlememesi ve küçük günahları işlemekte de
ısrar etmemesidir.' Nihaye'de de böyledir. Büyük günahların tasnifi ve mahiyeti
konusunda da ihtilaf edilmiştir. Bunlar içerisinde en sahih olanı Şemsu'l-eimme
Hulvânî'nin izahıdır. Hulvânî'ye göre: `Allahû Teâla (cc)'nın kat'i nasslarla
haram kıldığı ve müslümanların indinde şen'i (çirkin ve kötü) görülen hususlar
büyük günahlardandır. Kezâ mürüvveti ve keremi terketmek dahi, büyük
günahlardandır. Ayrıca günah işlenmesine ve fısk-ı fücûra yardımcı olmak,
insanları buna teşvik etmek de büyük günahlar arasındadır. Muhiyt"de de
böyledir.."[8]
hükmü, müftabih kavil kaydedilmiştir.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür;
fısk İslâmî hududları kabul etmekle birlikte, farzları terk veya haramları
irtikap eden mükellefin içine düştüğü felâkettir. Kur'ân-ı Kerîm'de fâsıkların
zemmedildiği ve azapla inzar edildiği malûmdur. Hesap gününü düşünen her
mükellef, şer'i emirleri edâ etmek ve nehiylerden şiddetle kaçınmak sûretiyle,
fısk hastalığından kurtulabilir. Fısk, ferdî bir hadisedir. Fâsıkların, bir
araya gelmesi ve şer'i hududları kitle halinde tahrip etmesi, "fesâdı" gündeme
getirir. Dolayısıyla fısk ile fesad arasında, böyle bir incelik vadır.
Fâsıkların ve müfsidlerin çoğunluğu teşkil ettiği toplumlarda; tâgûtî güçlerin
iktidar olması ve Hizbu'ş-şeytan'ın hızla gelişmesi kaçınılmazdır. Günümüzde bu
hakikat, daha açık bir şekilde görülmektedir.
[9]
[1]
Bkz., Râğıb el-Isfahani, e1-Müfredat fi Garib'il Kur'ân, İst.1986, Kahraman
Yay, sh. 572.
[2]
Fahrüddin-i Razi, Mefatihû'l Gayb (Tefsir-i Kebir), Ank.1988, Akçağ Yay. c.
III, sh. 29.
[3]
Zebidî, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ank.1975,
c. XII, sh.137.
[4]
İbn-i Abidin, Reddü'I-Muhtar, İst. 1982, Şamil Yay, c. II, sh. 408.
[5]
İbn-i Abidin, Reddü'I-Muhtar, İst. 1982, Şamil Yay, c. 11, sh 93-96.
[6]
İmam-ı Kurtubi, el-Camiü li Ahkâmi'l Kur'ân, Kahire I967, c. XVl, sh: 3l6.
[7]
İmam-ı Cessas, el-Ahkâmû'I Kur'ân, Beyrut 1335, c. III, sh. 398.
[8]
Şeyh Nizamüddin ve Heyet, el-Feteva-ı Hindiyye, Beyrut 1400, c. III, sh. 540
vd. (Türkçe nüsha: Ank. 1985 Akçağ Yay. c. VI, sh. 485-486).
[9]
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 146-150.
FISK VE FÂSIK
- b- Alay Etmek, Kötü Lakap Takmak, Çirkin Söz
- c- Kur'an'a Göre Fasıklar
- Fâsık Kime Denir? .
- FISK VE FÂSIK ..
- c- Yalancı Şahitlik ve Yalan Haberler Yaymak
- Fâsık Kime Denir? .
- Fıskın Çeşitleri
- 1- İnançla İlgili Fısk .
- d- Teref (Mal Varlığı İle Şımarma)
- Fıskın Çeşitleri
- 1- İnançla İlgili Fısk
- 2- Dinî Emir ve Yasaklarda Gevşeklik ve İhmal
- e- Ahde Vefa Göstermemek
- 2- Dinî Emir ve Yasaklarda Gevşeklik ve İhmal
- f- Lût Kavminin Çirkin Fiili
- Fıskın Sosyal Niteliği
- FISK ..
- Fısk Davranışlarının Sonucu .
- g- İsrailoğullarının Bazı Tutum ve davranışları
- a- Allah, Fâsıkları Hidayete Eriştirmez, Onlardan Râzı Olmaz .
- A- Fısk Sayılan Davranışlar
- B- Fısk'a Düşmenin (Fasık Olmanın) Sonuçları
- 1- Allah (cc) Fasıklardan Razı Değildir
- A1- Allah ve Peygamber İnancıyla İlgili Fısk Sayılan Tutum ve Davranışlar
- b- Dünyevî Azap ve Helâk .
- 2- Allah (cc) Fasıkları Hidayete (Doğru Yola) Eriştirmez
- a- Allah'ı İnkâr veya Şirk Koşma
- c-Uhrevî Azap ve Cehennem ..
- 3- Dünyada Azap
- b- Allah'ın Âyetlerini Yalanlama