Fecir | Konular | Kitaplar

Barış ve Savaş. Barış; İslâm'ın Temel Hedefi ve İnsanlararası İlişkilerin Temeli

Barış ve Savaş




Barış ve Savaş
 



Barış; İslâm'ın
Temel Hedefi ve İnsanlararası İlişkilerin Temeli:

 
Barış, müslümanlarla diğer
milletler arasındaki ilişkilerin temelidir. Müslümanlar ancak bir saldırıyla
karşılaşırlarsa, o zaman savaş kaçınılmaz olur. Bilindiği gibi, İslâm'da savaşın
sebebi, saldırıyı önlemektir. Yoksa, özel bir inancı empoze edip dayatmak
değildir. Saldırı durumlarında kötülüğü ya misliyle ezmek veya erdemi savunmak
gerekir. Bu prensip, Kur'an âyetleri esas alınarak hükme bağlanmış ve Peygamber
devrinde cereyan etmiş olan tarihî olaylarla da desteklenmiştir. Kur'an'da şöyle
buyurulur:
"Ey iman edenler! Hep birden
barışa girin (barışçı olun). Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, sizin
apaçık düşmanınızdır." (2/Bakara, 208),
"Eğer onlar (düşmanlar)
barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir,
bilendir." (8/Enfâl, 60-61),
"Ey iman edenler! Allah
yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya
hayatının geçici menfaatine göz dikerek 'sen mü'min değilsin' demeyin."
(4/Nisâ, 94-96),
"... Sulh (dâima)
hayırlıdır..." (4/Nisâ, 128)
Bütün bu âyetler tanıklık
etmektedir ki, bir saldırı ortaya çıkıncaya kadar barış, insanî ilişkilerin
esasını oluşturur. İlk âyete göre, hakka inananlar, her şekliyle barıştan
yararlanmaya dâvet edilmişlerdir. Eğer ilişkilerin temeli düşmanlık ve savaş
olsaydı, onlar hiçbir zaman barışa çağrılmazlardı. İkinci âyet, yine barışa
çağırmaktadır. Düşmanlar bu barış çağrısına olumlu şekilde cevap verebilirler.
Eğer savaşın sebebi inançsızlık olsaydı, İslâm'a girmedikçe kâfirlerle barış
yapılamayacaktı. Fakat âyet sadece barışa çağırmaktadır. Düşmanların bu çağrıya
sempati duymaları yeterlidir. Kendilerinden mutlak sûrette imana yönelmeleri
istenmemektedir. Üçüncü âyet ise, müslümanlara teslim olan düşmanlarla savaşmayı
yasaklamaktadır. Son âyette de, hem günlük beşerî hayatta, hem de genel olarak
insanlar arası ilişkilerde sulhun/barışın daha hayırlı olduğu net bir şekilde
ifâde edilmektedir.
İslâm'ın temel hedefi barıştır.
Çünkü Yüce Allah insanlığın huzurunu istemektedir. Bunun sağlanması, İslâm'ın
bütün insanlara tanıdığı temel hakların verilmesiyle mümkündür. Zira bu haklar,
bütün insanlara yaratılışta Allah tarafından verilmektedir. Allah Teâlâ, İlâhî
temele dayalı tahrif edilmemiş bütün dinlerde (ki bütün ilâhî dinlerin aslı ve
temel adı İslâm'dır) bu hakları insanlara eşit olarak vermiş, üstünlüğü de iman
ve takvâya bağlamıştır (49/Hucurât, 13). İslâm dışındaki tüm dinler, haktan uzak
olduğu veya tahrif edilip hakla bâtıl karıştırıldığı için, günümüzde bu temel
hakları gereği gibi insana veren sadece İslâm'dır. Başka dinler, ideolojiler  ve
dünya görüşleri, dün olduğu gibi bugün de insanı doğru bir şekilde tanımadıkları
için insan hakları konusunda da aşırılıklardan, istismar ve zulümlerden, oyalama
ve kandırmacalardan kurtulamamışlardır. İslâm'a göre, bütün insanlığın temeli
birdir (4/Nisâ, 1). Allah'ın bildirdiği esasları tümüyle kapsamayan Ehl-i
Kitab'ın içinde bulunduğu muharref dinin, istenilen huzuru ve dostluğu sağlaması
da mümkün görülemez. Çünkü İlâhîlik vasfını kaybeden inançlar, insanlığın
fıtratına uymamaktadır.
Kur'an'ın hedefi sulh ve
barıştır. "...Sulh daha hayırlıdır." (4/Nisâ, 128). Düşmanlık ve kötülük,
aslında ve temel olarak Allah'ın istemediği, şeytanın arzu ve isteklerinden
ibarettir. Dolayısıyla insanlar arasında fesadın, fitnenin, kötülüğün olması,
insanların Allah'ın emirlerinin dışına çıkmalarından kaynaklanır. "Ey iman
edenler! Hep birden silm'e/barışa girin. Şeytana ayak uydurmayın. O sizin apaçık
düşmanınızdır." (2/Bakara, 208). Âyette geçen "silm" kelimesi, hem İslâm,
hem de barış anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber'in yaptığı savaşları
incelediğimizde, savaşların hakkın önüne konulan engellerin kaldırılması amacını
güttüğünü, saldırılara karşı müdâfaa özelliği taşıdığını, savaşa mecbur
kalındığı için böyle bir yola başvurulduğunu görürüz. Bu savaşların birtakım
haklı gerekçeleri vardır. Geçerli meşrû sebep olmadan savaşa izin verilmez. Bu
sebepler şunlardır: