Fecir | Konular | Kitaplar

Ve Sonuç;

Ve Sonuç



Ve Sonuç;

 

"Azap emrimiz gelince Salih'i ve O'nunla
beraber olan mü'minleri tarafımızdan bir rahmet ile (azaptan) ve o günün
rüsvaylığından kurtardık. Şüphesiz senin Rabbin, çok güçlüdür, mutlak galip
olandır."
(Hud: 11/66)

"O zulmedenleri ise korkunç bir ses yakaladı
da yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.

Sanki orada kalmamışlardı. Haberiniz olsun
ki, Semud kavmi Rabb'lerini inkâr ettiler. Yine haberiniz olsun ki Semud kavmi
(Allah'ın rahmetinde) uzak düştüler."
(Hud: 11/67-68)

a)
"İlah" kavramını "yaratıcı" olarak algılamadılar.

b)
Lâ ilâhe illâllah'ın isteyeceği sorumlulukların farkındaydılar.

c)
Günümüz kâfirleri gibi kaypak değillerdi. Yani; kendi peygamberlerinin teklifini
dille söyleyip amelleriyle aldatmadılar. Kısacası davalarında harbicilik vardı.
Münafık değillerdi.

d)
Lâ ilâhe illâllah'la hayatlarının değişeceğinin farkındaydılar.

Gelgelim Resûlullah (a.s.) dönemindeki
insanların Kelime-i Tevhid anlayışına;

Resûlullah (a.s.)'ın kendi kavmine ve daha
sonra tüm insanlığa olan tebliğine geçmeden önce kavminin sosyal yaşantısına bir
göz atalım;

O dönemdeki insanlar; kız çocuklarını diri
diri gömüyorlar, uyduruk sebeplerden dolayı aylarca süren kavim savaşları, içki,
kumar, zina (Hatta o kadar aşırıya gidiyorlardı ki; kadınlar bir ev tutarlardı
ve kendileriyle anlaşmış olan birkaç erkek bu eve gelirlerdi. Erkekler hem
cinsel ihtiyaçlarını giderir hem de evin geçimine katkıda bulunurlardı. Kadın
hamile kalıp çocuk doğurunca, çocuğun kime ait olduğunu söylerse o, onun babası
olurdu.) Çok evlilikler vardı ve nikâhın sınırı yoktu. Bir kişi on ya da daha
fazla nikâh yapabilirdi. Bu kadar evliliğin faturası da çok büyük olurdu.
Masraflar çoğalınca eşleri çok olan kişi zayıf akrabalar, yeğenler ve yetim
kişilerin mal-ü mülküne konardı. Araplarda üvey anne ile evlenmek de ayıp
sayılmazdı.

O toplumda güçlü olanlar her zaman zayıflara
baskı ve zulüm uygulardı. Hele velisi olmayan, sahipsiz yetim erkek ve kız
çocuklara her türlü haksızlık reva görülürdü. Öksüz, zavallı kızlar kimin
himayesine verilirse o kişi onlara istediği şekilde muamele ederdi. Genç ve
güzel kızlara kurtuluş yoktu. Ya tecavüz edilirdi, ya da zorla nikâha alındıktan
sonra ise kendilerine bir meta gibi bakılırdı. Kan davaları yaygındı.
Arabistan'da huzur ve asayiş diye bir şey yoktu. Her tarafta insanların kanı
akıtılıyor, hırsızlık, soygunculuk ve yağma yapılıyordu. Uzun yolculuk yapmak,
hele de geceleyin seyahat etmek çok tehlikeliydi. Bazen bir eve veya bir köye
hırsız ve soyguncular topluca saldırır, buldukları herşeyi alıp götürürlerdi.
Kimsenin canı ve malı emniyet içinde değildi. Soyulan mağdur ve mazlum kişilere
yardım etmek yerine, onlarla alay edilirdi. Herkes kendi menfaatini düşünür ve
kendisi emniyette olduğu sürece her şeyin güllük gülistanlık olduğunu
zannederdi.

Ticaretlerinde hile diz boyu idi. Kendi
elleriyle yaptıkları putlara taparlardı.[1]

Resûlullah (a.s.)'ın muhatap olduğu toplumun
hayat şekli işte böyleydi.

Her yönüyle iflas etmiş bir hayat...

Resûlullah (a.s.) kendi kavmini uyarmaya
nereden başlayacaktı? Kız çocuklarını diri diri gömenleri, faizcileri, yan
kesicileri, zinakârları, hilakârları bir araya toplayıp, bundan böyle insanlara
zarar vermeyin, kardeşce ve barışsever bir şekilde yaşayın mı diyecekti? Kim
dinlerdi ki bu nasihatı? Ya da bu tür nasihatler;  tüm kötülüklere dur
diyebilecek bir yaptırım gücüne sahip olabilir miydi?

Ya da ilk davetini yaparken; kavminin
taptıkları putlara dikkat çekip:

- Putlara tapmakla elinize bir şey geçmez,
onlar sizleri işitemezler, göremezler, dualarınıza cevap veremezler, vazgeçin
bunlardan mı diyecekti?

Resûlullah (a.s.)'da diğer peygamberler
gibi, kavminin neye tapıp tapmadığını, Allah'tan başta neleri kendilerine ilah
edindiklerine bakılmaksızın Kelime-i Tevhid'le sorunu çözeceğini biliyordu.

Bataklığı kurutacak "ilâç"la tebliğine
başladı:

"Ey insanlar! Lâ ilâhe illâllah deyin ve
kurtulun"

Hepsi bu kadar... Kısa ve sade...
Anlaşılır...

Diğer kavimler gibi, Resulullah (a.s.)'ın
muhatapları da Lâ ilâhe illâllah'ın ne mânâya geldiklerini biliyorlardı. Çünkü;
hiçbir zaman Lâ ilâhe illâllah ne manaya gelir? Biz bilmeyiz demediler. Belliydi
ki Peygamberleri kendilerinden çok şey istemişti. Cümle kısaydı ama mana uzun ve
ağırdı.

Lâ ilâhe illâllah çağrısına uymakla
tapınılan tüm ilahlar ret edilecekti. Bu ilahlar; taştan ya da tahtadan olacağı
gibi acıkınca yedikleri helvadan da olabilirdi. Tabiki ilah kavramı ya da ilah
anlayışı illa da somut varlık olacak değildi. Bu ilah "Nefis" olabileceği gibi
kendisinden medet bekledikleri "ölü" de olabilirdi.

Resulullah (a.s.)'ın "Lâ ilâhe illâllah
deyin kurtulun" çağrısının gereken mesajını verdiğini göstermiş oldukları
tepkilerden anlıyoruz.

Okuyalım:

"Başımıza büyük şey geldi."[2]

"Biz seninle birlikte doğru yola gelirsek
yurdumuzdan atılırız."
(Kasas: 28/57)

Gerçekten de başlarına büyük şey gelmişti.
Çünkü kendilerinden; tüm değer yargılardan vazgeçmeleri istenmişti. Tek bir
ilaha kulluk istenmişti.

"Biz seninle doğru yola gelirsek yurdumuzdan
atılırız."

"Evet Ya Resulallah!.. Lâ ilâhe illâllah'la,
ilahımızı birlersek doğru yola geleceğimizi biliyoruz. Fakat menfaatimize ters
düşer, bizi barındırmazlar, nefsimize ağır gelir. Kusurumuza bakma." der
gibiydiler.

Diğer kavimlerin kendi peygamberlerine
gösterdikleri benzer tepkiyi burada da görüyoruz;

"Kendilerine içlerinden bir uyarıcı
peygamber gelmesine şaştılar.Kâfirler: Bu çok yalancı bir sihirbazdır. İlahları
bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşılacak bir şey dediler."

"Kâfirlerin ileri gelenlerinden bir grup
birbirlerine: "Haydi yürüyün, ilahlarınıza ibadet etmekte direnin. Sizden
beklenen de budur."
(Sad: 38/4-6) [3]

 



[1]
Mevdudi, Tevhid Mücadelesi.



[2]
İbn İshak: 261.



[3]
Feyzullah Birışık, % Kaç Müslümanım, Karınca Yayınları: 29-34.