Kur'ân Âyetlerinin Âyet (Delil ve Mûcize) Oluşu; Kur'an'ın İlmî İ'câzı

Kur

Kur'ân Âyetlerinin Âyet (Delil ve Mûcize) Oluşu;
Kur'an'ın İlmî İ'câzı

Kur'an-ı Kerim, bir ilim kitabı
olarak nâzil olmamıştır. Yani O, bir Fizik, Kimya, Coğrafya, Tarih kitabı, bir
ansiklopedi değildir. O, her şeyden önce bir tevhid, ibâdet/eylem ve ahlâk
kitabıdır. Hz. Peygamber'in insanları Rablerinin izni ile, karanlıklardan
aydınlığa, her şeye gâlip ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarması için
indirilmiş[1]
bir irşad[2]
kitabıdır. Onun dâvetine ve çizdiği yola uyanlar, iki dünyada da selâmet ve
saâdete ererler. Ancak, "Kur'an'da hiç ilmî hakikat, bilimsel gerçek yok"
şeklinde bir iddia da tümüyle bâtıldır, yanlıştır. "Kur'an'da her şey
mevcuttur, bütün icatlar ondan alınmıştır" sözü ne kadar sakat ise, "Onda hiçbir
bilimsel gerçeğin olmadığı" kanısı da ötekinden daha sakat ve gerçekten uzaktır.

Hakikat şudur ki, Kur'an'da
birçok bilimsel gerçekler, birçok tabiat kanunları formüle edilmiştir. Ancak,
Kur'an, bunlara sadece bir âyet/mûcize olarak işaret yapmış ve hiçbir zaman
ilimle çatışmadığını göstermiştir. Seyyid Kutub'un da dediği gibi, ondaki kevnî
hakikatler, ana prensipler halindedir. Öyle ki, hiçbir buluş onu nakzedememiştir
ve nakzedemez. Yalnız, Kur'an'ın işaret ettiği hakikatleri anlayabilmek için,
müsbet ilimlere iyice vâkıf olmak ve Kur'an'ı iyice düşünerek tetkik etmek
gerekir. Bu nedenle, tabiatla ilgili ilimleri ilgilendiren birçok konuya,
düşünmek suretiyle Allah'ın varlığı ve birliği anlaşılsın, dolayısıyla imana ve
doğru yola gelinsin diye Kur'an zaman zaman temas etmiştir.[3]
Kur'an'ın inzâl olan ilk ayeti
"Oku" emriyle başlar; okumanın vâsıtası olan kalemden, öğretimden söz
eder, ilmin önemli dallarından biri olan anatomiye bu ilk âyetlerde dikkati
çeker:
"Oku, Yaratan Rabbinin
adıyla. O, insanı alaktan (embriyodan, aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku,
insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem
sahibidir." (Alak: 96/1-5).
İlmin önemini vurgulayan nice
âyet, bu konuda delil olarak belirtilebilir. İlme son derece kıymet veren
Kur'an'ın ilimle çatışması asla tasavvur olunamaz. Ne var ki bazı yanlış
tefsirler ve indî te'viller, onu bilime aykırı imiş gibi gösterebilmiştir. Bir
de Kur'an'ın, bilimden, ilmî araştırma ve sonuçlarından çok önce haber vermiş
bulunduğu bazı hakikatler, o zamanın âlimlerince anlaşılmamış ve ilme aykırı
sanılmıştır. Hakikatte bunlar, ilmin ta kendisidir. Şimdi, Kur'an'ın, bilimden
önce haber verdiği ve neticede bilimin de onun söylediklerini desteklediğini
açığa vuran birkaç misal üzerinde durarak O'nun ne İlâhî bir mûcize olduğunu
göstermeye çalışalım:
Onun Dünya, Güneş, Ay ve bütün
gök cisimlerinin birleşik bir gaz kütlesinden koptuğunu[4],
arzın yuvarlaklığını[5],
Güneşin kendi yörüngesinde döndüğünü[6],
yer çekimi kanununu[7],
yıldızların yörüngeleri ve kara delikleri[8],
evrenin genişlemesi[9],
hava basıncının varlığı[10],
insanın nasıl bir sudan yaratıldığı[11],
denizlerin kaynaması ve kıyâmetin kopması[12],
güneşin hararetini tazelemesi[13],
dünyanın dönüşünün yavaşlaması[14],
insanın topraktan yaratılması[15],
ceninde nutfenin yeri[16],
insanın nasıl yaratıldığı[17],
anne karnındaki üç karanlık (üç sağır perde)[18],
insanda cinsiyetin tayini[19]
ve bunlara benzer birçok bilimsel gerçekleri, asırlar önce, bunlardan hiçbir
bilim adamının haberi yokken anlatması ve özellikle bilginler, edebiyatçılar,
filozoflar, kanun koyucular ve ahlâkçıların hep birden benzerini getirmeleri
imkânsız iken, bütün bunların ümmî/okuma yazması olmayan bir kimseden sâdır
olması, ancak mûcizeliğini ve İlâhî kaynaktan geldiğini gösterir.
Kur'an'ın i'caz yönleri sadece
bunlardan ibaret değildir. Yukarıda temas edilenlerin dışında Kur'an'ın
mûcizeliğini ispatlayan daha birçok delil bulmak mümkündür. Meselâ, birçok
sebep varken, müslüman olmayan Arapların Kur'an'a muâraza edememeleri, her
mûcizeye kıyas edilebilmesi, düşmanlarına menfi, dostlarına müspet etki etmesi,
sanki bir tek söz imiş gibi âyetleri ve sûreleri arasında münâsebet bulunması,
okuyana usanç vermemesi, kolay ezberlenebilmesi, hakikat, mecaz, teşbih,
istiâre, kinâye, i'câz ve itnab, darb-ı mesel gibi edebî konuları ihtivâ etmesi,
duyulduğu zaman kalplere nüfuz etmesi, ruhlara tesiri...
Özetle, Yüce Allah, insanlığın
bilim ve düşünce yönünden pek gelişmediği ilk çağlarda, gönderdiği hak
peygamberlerine gözle görülen ve açıkta meydana gelen mûcizeler ihsan etmiştir.
Bu çağlarda insanlar, sadece gözleri ile gördükleri şeylere inanıyorlardı. Bu
yüzden de Yüce Allah, insanlığın akıl ve düşünce bakımından kavrayabileceği ve
gözleriyle gördüğü olağanüstü olaylardan iman etme yönünden kabulleneceği
gerçekleri ihsan buyurmuştur. Yani, bu mûcizelerin çoğu, hissiyatla/duygularla
açıktan açığa görülen ve kavranılan türdendi.
Ancak, insanlığın akıl, düşünce
ve ilim yönünden hızla ilerlediği bir çağda, hiç şüphesiz gözle görülen hissî
mûcizelerin yanında, ilim ve akılla kavranacak mûcizelerin de bildirilmesi
gerekmekteydi. Bir hak peygamberin doğruluğuna inanmak için sadece gözle görülen
mûcizelerin gösterilmesi yeterli değildi. Bunun yanı sıra, bütün çağlar
boyunca her insanın rahatlıkla düşünüp anlayabileceği ilmî ve aklî mûcizeler
de gerekliydi. İlim, akıl, düşünce ve mantık bakımından asla karşı konulmayacak
büyük deliller getirmek, doğruluğunu aksi asla düşünülmeyecek belgelerle
kanıtlamaya çalışmak, mûcizelerin en büyüğüdür. Böyle bir mûcizenin karşısında
dağlar erir, akan sular durur.
Kur'an-ı Kerim, inişi ile
bozgunculuğu, inançsızlığı, sapıklığı, haksızlığı ve her türlü câhiliyye
âdetlerini temelden söküp atmıştır. İnsanlığın yaratılışına, akıl ve düşünce
kurallarına uymayan her türlü bâtıl inanışları ve hurâfeleri yasaklamıştır.
Kur'an, kötülüğün kaynağını kurutmuş ve insanlığın zararına olacak her türlü
çirkin âdet ve alışkanlıkların kapısını kapatmıştır. Böylece insanlığı
olgunlaştırmıştır. Kur'an'ın ana hedefi, putlara ve tâğutlara kul olmaktan
insanları kurtarıp sadece Allah'a ibâdeti ve O'na kulluk yapmayı
gerçekleştirmek, ferdin nefsini ıslah etmek, sosyal dayanışmayı sağlamak,
şûrâyı, adâleti ve bütün insanlar arasında Allah'ın hükmünü egemen kılmaktır.
İnsanları hak dine çağırmak ve mü'minler arasında kardeşlik duygusunu ve
inancını yaymaktır.
İşte, bütün bunlar, Kur'an'ın
en büyük mûcize olduğunu göstermektedir. Çünkü saydığımız bu temel ilke ve
kurallar, çağımız insanının şiddetle muhtaç olduğu ilke ve kurallardır. Kur'an,
çağımızın bütün çaresizliklerine derman olmakta ve ona çözüm yollarını
sunmaktadır. Kur'an, böylece eşsiz ve büyüleyici beyanı ile, çağdaş bilim
adamlarının altından kalkamadığı çağımız sorunlarına çare olmaktadır. Çağımızın
en büyük hastalığı, maddecilik illetidir. İnsanlığın huzur ve mutluluğuna hizmet
için yaratılmış olan madde, çağımız insanı tarafından tapılan ve uğrunda kavga
edilen bir duruma getirilmiştir. Madde, putlaştırılmış; insanlar da onun kulu ve
kölesi haline gelmiştir. Oysa Kur'an, insanları maddeciliğin köleliğinden
kurtulmaya ve Allah'a iman etmeye çağırmaktadır. Çünkü iman, huzur ve mutluluğun
kaynağıdır. İnsanın yaratılış amacı, Allah'a iman edip kulluk görevini yerine
getirmektir. Ancak bu amaç ile insanlık, gerçek huzur, saâdet ve barışa
kavuşabilir.
Kur'an'ın mûcize oluşu, ölü
kalplerin onun ulaştırdığı iman nuru ile dirilmesi, kör olan mânevî gözlerin
Kur'an'ın sunduğu İslâm hakikatleri ile açılması ve câhil olan bir toplumun ilim
ve irfan ışığı ile aydınlanmasıdır. O çağda, yapılması ve gerçekleşmesi hayal
bile edilmeyen birçok olayın, muhteşem bir inkılabın, Kur'an'ın inzâliyle
kendiliğinden oluşmasıdır. Hz. Mûsâ'nın, asası ile sert kaya parçasına vurup
ondan suları akıtması nasıl bir mûcize ise, Kur'an'ın âyetleri de öylece vahşi,
âsi ve câhil kimselerin kalplerini yumuşatmış ve bu paslı kalplere iman nurunu
yerleştirmiştir. Bu, başlı başına bir mûcizedir. Hz. İsa, nasıl ölüleri bir
İlâhî mûcize olarak diriltmiş ise, Kur'an da öylece küfrün, şirkin, vahşetin ve
cehâletin bataklığında can çekişen bir milleti, hakka, hidâyete ve İslâm'ın
nuruna erdirmekle diriltmiştir. Onları, uçurumun kenarından çekip kurtarmıştır.
Çağlar boyunca bu millet, bütün dünya insanları için örnek alınacak bir ışık
olmuştur.
Müslüman toplumlar, Kur'an'ın
nûru ve hidâyeti sâyesinde yükselmişler, refah ve huzur içinde yaşamışlardır.
Kur'an'a baş eğdikleri sürece bütün dünya da onlara baş eğmiştir. Onlar,
Kur'an'ın dosdoğru yolunda yürüdükleri müddetçe, zaferi ve üstünlüğü ellerinde
tutmuşlardır. Müslümanlar, Kur'an'ın bayrağı altında toplandıkları zaman, izzet
ve şereflerini korumuşlardır. Bu bayrak altında, yüce Allah'ın emrettiği bütün
hüküm ve emirleri yerine getirdiklerinde iki cihan saâdetine ulaşmışlardır.
Bütün bunlar, Kur'an'ın mûcizeliğini isbatlar.[20]
Rasullerin Allah'u Teâlâ
tarafından gönderildiğini işaret eden ve ancak gerektiğinde Rasuller tarafından
inanmayanları imana davet için gösterilen mucizelere de âyât denilmektedir.
Bazı insanlar Allah'a iman
etmek ve resulleri tasdik etmek için mutlaka bir mucizenin kendilerine
gösterilmesini isterler. Oysa bu gibiler, Allah'ın kendilerine verdiği aklını
kullanamayan, akıl ayetini kabul etmeyen düşünce ve bilgi gücü zayıf
kimselerdir. Allah'u Teâlâ ne zaman resullerini gönderse, bu akledemeyen
kimseler mutlaka onlardan akılların alamıyacağı olağan dışı mucizeler beklemiş
yahut istemişlerdir. Böylece gerçek ayetleri görmek yerine, akıllarını
olağanüstü şeylerin emrine vererek şaşkın bir imana bürünmüşlerdir. Belki de
sonunda inanmamış ve Allah resullerinin amansız düşmanları olmuşlardır.
Akleden ve görebilen bir insan
için kâinat kitabı ve bunda olan her şey, Allah'ın en büyük bir ayetidir.
Allah'dan Cebrâil vasıtasıyla
resullere vahyedilen ve belli fasılalarla biri birinden ayrılan, Allah katındaki
Meknûn bir kitapta aslı bulunan Kur'an-ı Kerîm'deki ve öteki kitaplardaki kelâma
da ayet denilmektedir. Din tarihçileri ve arkeolog ve filologlar tarafından
yapılmış bulunan incelemelerden de anlaşılmış bulunduğu gibi bugün Tevrat ve
İncil'de Allah'ın kelâmı olarak sağlam kalmış bir ayet gösterilemez. Bu
kitaplardaki ayetler tamamen tahrif edilmiştir. Tevrat'ın filân ayetinde, yahut
İncil'in filân ayetinde gibi ifadeleri, bu gün bu kitaplar hakkında
söyleyemeyiz, zaten onları kabul edenler tarafından da söylenmemektedir. Öyle
ise ayet tabirini yalnız Kur'an'da mevcut ve fasılalarla biribirinden ayrılan
ibareler için kullanmak mümkündür.
Kur'an-ı Kerîm'deki ayetler,
iki kısma ayrılmaktadır. Bunlar:
1. Muhkem ayetler:
Kitabın anası hükmündeki ayetlerdir.
2. Müteşabih ayetler:
Anlamını ve te'vîlini yalnız Allah'u Teâlâ'nın bildiği ayetlerdir.
Kur'an-ı Kerîm'deki ayetler,
esaslı olarak, Mekkî Ayetler, Medeni Ayetler olmak üzere iki şekilde incelenir.[21]






[1]
İbrahim: 14/1.




[2]
Bakara: 2/256.




[3]
Süleyman Ateş, İslâm'a İtirazlar ve Kur'an-ı Kerim'den Cevaplar, s. 245.



[4]
Enbiyâ: 21/30.



[5]
Nâziât: 79/30; Zümer: 39/5.



[6]
Yâsin: 36/38.



[7]
Ra'd: 13/2; Lokman: 31/10; Hacc: 22/65.



[8]
Vâkıa: 56/75-76.



[9]
Zâriyât: 51/47.



[10]
En'âm: 6/125.



[11]
Târık: 86/5-7.



[12]
Kamer: 54/50; Nahl: 16/77; Tekvir: 81/6.



[13]
İsrâ: 17/97.



[14]
Kasas: 28/71-72.



[15]
Rûm: 30/20; En'âm: 6/2; Rahmân: 55/14.



[16]
A'raf: 7/172.



[17]
Târık: 86/5-8; İnsan: 76/2; Mü'minun: 23/11-13.



[18]
Zümer: 39/6.



[19]
Lokman: 31/34; Hacc: 22/5, Mürselât: 77/20-22; Kıyâmet: 75/36-40.




[20]
Muhammed Mahmud es-Savvaf, İslam'ın En Büyük Mucizesi Kur'an, s. 18-19.
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.




[21]
Cengiz Yağcı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/180.