Belâ/İmtihan Hakkında Temel Prensipler
Belâ
Belâ/İmtihan
Hakkında Temel Prensipler
Belâlarla
imtihan hakkında İbn Kayyim el-Cevziyye, şu prensipleri sayar:
1-
Mü'mine isâbet eden belâ, kâfire isâbet eden belâdan daha hafiftir.
Mü'mine isâbet eden şerler, sıkıntılar ve ezâların tamamı
kâfirlere isâbet edenlerin çok aşağısındadır. Olaylar da bunlara şâhiddir. Aynı
şekilde bu dünyada iyi insanların başına gelen belâlar, çoğu kez günahkâr, fâsık
ve zâlimlerin başına gelenlerden daha azdır.
"(Bedir'de)
İki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musîbet, (Uhud'da) kendi
başınıza gelince, 'Bu nasıl oluyor?' dediniz ha! De ki: O, kendi kusurunuzdandır.
Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter." (Âl-i
İmran: 3/165)
2-
Mü'minin karşılaştığı belâlar, Allah'ın rızâsına ve O'nun affına ulaşma amacına
yöneliktir.
Allah'ın rızâsını kaybettiklerinde, mü'minlerin sabra ve O'nun affına
yönelmeleri gerekir. Böylece belâların ağırlığı ve sıkıntısı üzerlerinden kalkar.
Sabır ve af dileyerek karşılığını ödediklerinde üzerlerindeki meşakkatin zorluğu
gider. Kâfirlerde ise ne rızâ amacı ve ne de af ümidi
vardır. Sabrederlerse ancak hayvanlar gibi sabrederler. Allah Teâlâ onların bu
hallerine şöyle dikkat çekmiştir:
"Düşmanınız
olan kavmi arayıp takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Şayet siz acı
çekiyorsanız, aynı şekilde onlar da acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah'tan
onların ümit edemedileri şeyleri umuyorsunuz." (Nisâ:
4/104)
Onlar,
mü'minlerle elem çekmek hususunda birleşiyorlar. Mü'minler ise onlardan, Allah
Teâlâ'dan af ve yakınlık ümitleriyle ayrılıyorlar.
3- Âkıbet (istikbâl)
müttakîler (Allah'tan hakkıyla korkanlar) içindir.
Mü'min, Allah yolunda ezâ gördüğü zaman itaati, ihlâsı ve kalbinde bulunan imanî
gerçekler oranında üzerindeki yükü kaldırır. Bu yük, ondan başka hiç bir
kimsenin çekemeyeceği kadar şiddetlidir. Bunlar, Allah'ın mü'min kulundan
belâları def etmesidir. Allah böylece ondan birçok belâları giderir. Kaçınılması
mümkün olmayan ağırlık, sıkıntı, meşakkat ve bunlarla beraber gelen diğer
dertlerin de ağırlıklarını ondan giderir.
4- Yüce
sevgili uğrunda çekilen çilenin tadı hiç bir şeyde yoktur.
Sevgi kalpte yerleşip orada derinleşince, sevenin sevdiği uğrunda
çektiği sıkıntılar dert olmaktan ziyade tat verir. O yüce zâtı sevmek, O'nun
rahmet ve ihsânını ummak, O'nun lutfu kadar kahrının da hoş olduğu anlayışına
götürür. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler dedirtir.
5- Günahın
verdiği alçaklık, imanın verdiği sıkıntıdan daha şiddetlidir.
Mü'minin ulaşamayıp, kâfirin, fâcirin ve münâfığın ulaştığı ün,
zafer ve üstünlükler oldukça çok olabilir. Fakat bunlar, görünüşleri aksine bile
olsa içlerinde büyük bir alçaklık ve âdilik gizlerler. Allah kendisine isyan
edeni hakir düşürmekten çekinmez.
6- İmtihan,
zaferin tamamlanması içindir. Mü'minin belâlarla
imtihanı, onu içinde kaldığı takdirde helâk olacağı ve ecrinin azalacağı
hastalıklardan kurtaracak olan bir ilâçtır. Belâ ve sıkıntılarla imtihan, onu bu
hastalıklardan kurtarır, mükâfatının tamamlanmasını, derecesinin yükselmesini
sağlar. Bilindiği gibi mü'min için bu imtihanın varlığı yokluğundan daha
hayırlıdır. Rasulullah (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur:
"Nefsim
kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki O, bir mü'min için hayrına olmayan
bir şeyle hükmetmez. Bu, ancak mü'minler içindir. Şayet mü'mine bir iyilik
isâbet ederse o buna şükreder ve kendisi için hayırlı olur. Şayet bir sıkıntı
isâbet ederse sabreder. Bu da kendisi için hayırlı olur."
Bu imtihanlar
ve belâlarla sınanmalar zaferi, şerefi ve âfiyeti tamamlamak içindir. Bu sebeple
insanlardan en çok sıkıntıyla karşılaşanlar peygamberlerdir. Sonra derece olarak
onlara yakın olanlar gelir. Kişi dinine sahip çıktığı oranda belâlarla sınanır.
Şayet imanı sağlamsa başına gelecek olan belâlar şiddetlenir; imanı azsa belâlar
hafifler. Hiçbir hata yapmasa bile yeryüzünde yaşadığı müddetçe mü'minin
belâlarla sınanması son bulmaz.
7- Belâlarla
imtihan zarûrî bir şeydir. Bu dünyada mü'minin başına
gelen belâlar düşmanlarının kendisine saldırması, ona galebe çalması ve ara sıra
onu zelil düşürmeleri gerekli bir iştir. Ondan kaçınmak mümkün değildir. Bunlar,
şiddetli hastalıklar, sıcaklar, sıkıntılar ve kederler gibidir. Bunlar tabiat
için ve insanın bu dünyada gelişimini tamamlaması için gerekli bir iştir. Bu,
insanlar için olduğu gibi çocuklar ve hayvanlar için de gerekli bir iştir.
Bunlar, hikmet sahiplerinin en hikmetlisi olan Allah Teâlâ'nın hikmeti gereğidir.
Şayet bu dünyada hayır şerden, fayda zarardan ve lezzet elemden
ayrılsaydı bu dünya başka bir âlem olur; bu hayat, başka bir hayat olurdu.
Hayırla şerrin, elemle lezzetin, faydayla zararın arasını birleştiren ilâhî
hikmet zâyi olurdu. Birinin ötekisinden ayrılması ve âhirette herkesin yerini
bulması mümkün olmazdı. Allah bu konuda şöyle buyurur:
"Allah
temizi murdardan/pislikten ayırır. Sonra murdarları/kirlileri birbiri üstüne
yığar. Ve hepsini birden cehenneme atar. İşte onlar, hüsrâna uğrayanlardır."
(Enfâl: 8/37)
8- Belâlarla
imtihanın hikmetleri: Mü'minin zaman zaman düşman
tarafından mağlup edilip ezilip kırılarak imtihan edilmesinde çok büyük
hikmetler vardır. Bunları tafsilâtlı bir şekilde Allah'tan başka kimse bilemez.
Bunlardan birincisi; Allah'a karşı olan kulluklarının, O'nun huzurunda
âcizliklerinin, O'na muhtaç oluşlarının ve düşmanlarına karşı O'ndan yardım
dilemek zorunda olduklarının ortaya çıkması içindir. Eğer daima düşmanlarına
karşı muzaffer olup onları yenseler, şımararak hakkı inkâr ederlerdi. Yok eğer
sürekli ezilseler, mağlup olsalar din ayakta duramaz, hakkı ikame edecek olan
bir devlet (İslâm devleti) kurulamazdı. Allah hikmetiyle onların bazen galip
bazen de mağlup olmalarını uygun gördü.
Yenildiklerinde
Rablerine yalvarıp O'na sığınsınlar, O'na boyun eğsinler ve O'na tevbe etsinler,
yendiklerinde ise O'nun dinini, prensiplerini yerine getirsinler, iyiliği
emredip kötülüklerden sakındırsınlar, O'nun düşmanlarıyla cihad etsinler ve
dostlarına yardım etsinler diye. Diğer bir hikmet de şudur: Şayet daima
muzaffer, galip ve üstün olsalardı aralarına amacı din ve peygambere uymak
olmayan çok sayıda kişiler de girerdi. Şerefleri ve üstünlükleri sebebiyle
müslümanların yanına üşüşürlerdi. Daima yeniliyor ve eziliyor olsalardı,
bunlardan hiç birisi onların yanına girmezdi. Allah hikmetiyle, üstünlüğü bazen
onlara bazen de düşmanlarına verdi. Böylece Allah'ı isteyenle, muradı bu olmayıp
yalnızca dünya malını ve makamı isteyenleri birbirinden ayırmış oldu.
Hikmetlerden
birisi de; Allah'ın kullarının sıkıntı ve bollukta, âfiyet ve belâ halinde,
galip ve mağlup olduklarında kulluklarını tam yapmalarını sevmesidir. Her iki
halde de Allah'ın kulları üzerinde ilâhlık hakkı vardır. Kulluk, sadece biriyle
tamamlanmaz, kalp birisi olmaksızın doğrulanmış olmaz. Tıpkı beden gibi ki, o da
sıcaksız soğuksuz, açlık ve susuzluk olmaksızın, yorgunluk ve sıkıntı olmadan
edemez. Her iyi ile birlikte onun zıddının da bulunması şarttır. İnsanın
olgunlaşması ve istenilen doğru yola ulaşabilmesi için bu belâlar ve sıkıntılar
şarttır.
Bir başka
hikmet de, mü'minlerin düşmanlarının galebesiyle imtihan edilmeleri, onları
tevbeye ve samimiyete sevkeder. Onların ahlâklarını güzelleştirir.
"Gevşemeyin,
üzülmeyin; eğer gerçekten iman etmiş iseniz, üstün gelecek olan sizsiniz. Eğer
size bir sıkıntı isâbet etmişse (biliniz ki) benzeri bir sıkıntı düşmanınız olan
kavme de isâbet etmişti. Bunlar (yengilgi ve zafer) insanlar arasında sırayla
değiştirdiğimiz günlerdir. Tâ ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve
aranızdan şehidler/şâhitler edinsin. Allah zâlimleri sevmez. Bir de (böylece)
Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak ve kâfirleri de helâk etmek
ister. Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya
çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Âl-i
İmran: 3/139-142)
Şehidlik, Allah
yolunda savaşmaktan başka bir yolla elde edilmez. Şayet düşmanların saldırısı
olmasaydı Allah katında en sevgili durum olan ve kul için en faydalı amel olan
şehitlik derecesi nasıl elde edilebilirdi? Yine, Allah bu âyetleriyle insanların
cihad etmeksizin ve hesaba çekilmeksizin cennete girebileceklerine dair olan
inançlarını reddediyor. Cennete ancak cihad ve sabır yoluyla girilebilir. Şayet
mü'minler daima muzaffer ve galip olsalardı, kimse onlarla savaşmaz ve
mü'minlerin belâlarla imtihan edilmeleri, düşmanlarından gelen sıkıntılara
sabretmeleri mümkün olmazdı.
9- Yaşamak
ve ölmek hep kulun imtihanı içindir. Allah, kullarını
imtihan edip sınamak için yeri göğü, ölümü ve hayatı yarattı. Yeryüzünü ve onun
üzerindekileri zînet/süslerle onun için bezedi. Allah'ı ve Allah katındakileri
isteyenlerle dünyayı ve dünyanın süsünü isteyenleri böylece birbirinden ayırmak
istedi.[1]
Allah'ın "iman
ettim" diyeni, bu sözünde doğru mu yoksa yalan mı söylediğinin ortaya çıkması
için imtihan etmesi ve belâlarla sınaması gerekir. Şayet yalancıysa, imtihandan
kaçar ve topukları üstünde geri döner. Şayet doğruysa, sözünde durur.
Zorluklarla imtihan edilmesi ve bolluklarla sınanması onun imanından başka bir
şey artırmaz. Allah şöyle buyurmuştur:
"Mü'minler,
düşman ordularını gördüklerinde; âişte bunlar bize Allah ve Rasulü'nün
vâdettikleridir. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir' dediler. Bu (orduların
gelişi), ancak onların imanlarını ve teslimiyetlerini, Allah'a bağlılıklarını
arttırmıştır." (Ahzâb: 33/22)
İnanmayana ise
âhirette azab edilir. Bu, iki sıkıntının en büyüğüdür. O, Allah'ın rasulüne
itaat etmeyip isyan edenler için hazırladığı dünya azabından kurtulsa da
âhiretteki azaptan kurtulamaz. Mü'minin sıkıntısı oldukça hafiftir. Allah, imanı
dolayısıyla ona kolaylık verir, sıkıntıyı uzaklaştırır, onu sabır, sebat ve rızâ
vasıflarıyla donatır. Mü'minin sıkıntısı hafif ve geçici olduğu halde; kâfirin
ve fâsığın azabı, sıkıntı bakımından daha şiddetli ve devamlıdır. İster mü'min
olsun, isterse münkir, her kişinin azabı tatması kaçınılmazdır. Fakat mü'min,
önce dünyada acı çekse bile, acısı uzun sürmez, bir müddet sonra huzura kavuşur;
âhirette ise devamlı mükâfat ona aittir. Kâfir ve fâsık ise, dünyada çeşitli
nimet ve lezzetlere kavuşsa da bunlar henüz dünyadayken sıkıntıya dönüşür; kimse
onu tam anlamıyla sıkıntı ve üzüntüden kurtarıp huzura kavuşturamaz. Çünkü huzur
ve mutluluk, maddî değil manevîdir; kalıpla değil kalple kazanılır. Kalbin
huzuru ise, Allah'ın zikrinden gâfil olanlara verilmez.[2]
10-
İnsanların birbirine karışması kaçınılmazdır. Bu durumda kendimizi nasıl
muhafaza ederiz? İnsan, fıtrat/yaratılış icabı
toplumsaldır. Diğer insanlarla beraber yaşaması kaçınılmazdır. İnsan,
başkalarına ya uyar veya muhâlefet eder. Toplum, bâtıl üzere olduğunda insan
onlara uyum sağlarsa üzüntü ve ızdırap içinde kalır. İnsanların inançlarına,
arzularına ve irâdelerine uymayıp muhâlefet ettiğinde de yine eziyet görür. Hiç
şüphe yoktur ki, onların bâtıl işlere baş kaldırdığında karşılaşacağı belâlar bu
bâtıla boyun eğdiğinde karşılaşacağı belâlardan daha kolaydır. Peşinden büyük ve
sürekli bir lezzetin geleceği bir sıkıntıya katlanmak, hiç şüphesiz sonunda
büyük ve sürekli bir sıkıntının geleceği küçük bir lezzetten çok daha
hayırlıdır.
11- Belânın
çeşitleri: Allah yolunda mü'mine isâbet eden belâlar
en fazla dört kısımdır. Bunlar; ya canına, ya malına, ya namus ve şerefine veya
ailesine ve sevdiklerine isâbet eden belâlardır. Allah'ın kulunu imtihan edeceği
belâlar bunlardır. Bu musibetlerin en şiddetlisi, sonu ölümle biten veya
işkenceler çektiren cana isâbet eden belâlardır.
Bilindiği gibi
bütün yaratıklar ölümlüdür. Bir olgun mü'minin gayesi ise Allah yolunda şehid
olmaktır. Şehâdet, ölümlerin en şereflisi ve en kolay olanıdır. Çünkü şehidler
şehid olurken basit bir incinmeden fazla acı duymazlar. Şehidlerin âhirete göçü,
ölümlerin en kolayı ve en faziletlisidir. Ölümden kaçan kişi, bu kaçışıyla
ömrünü uzatacağını, yaşayışını rahatlatacağını zanneder. Allah onların bu
zanlarını yalanlar:
"De ki: Eğer
ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz!
(Eceliniz gelmemiş ise,) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir. De
ki: Allah size bir kötülük dilerse, O'na karşı sizi kim korur, ya da size rahmet
dilerse (size kim zarar verebilir)? Onlar, kendilerine Allah'tan başka ne bir
dost bulurlar, ne de bir yardımcı." (Ahzâb: 33/16-17)
Allah, ölümden
başka bir kötülük de murad etse, kulu O'nun elinden kimsenin kurtaramayacağını
da haber vermiştir. Kul, aslında ölümü kötü gördüğü için ondan kaçmaktadır;
halbuki Allah yolunda savaşıp öldürülmekten kaçan, daha da kötü bir şeyin içine
düşmektedir.
Canda durum
böyle olduğu gibi; bedende, malda, namusuna iftira atılması veya şerefine leke
sürülmesiyle imtihanda da durum böyledir. Kim malını Allah yolunda ve Allah'ın
dinini yüceltmek uğrunda infak etmezse Allah o malı onun elinden alır veya ne
dünyasına ne de başka bir şeyine yaramayacak, bilâkis kendisine erken veya geç
bir sıkıntı musallat ederek elinden giderir. Kişi malını hapsedip biriktirmişse
Allah o maldan faydalanmasını engeller veya başkasına geçirir. Malın sıkıntısını
o, zevk ve sefasını sonrakiler çeker. Aynı şekilde kim de dünyevî rahatını Allah
yolunda yorulmaya tercih ederse, Allah onu yorar ve kendi yolundan başka bir
yolda onu zayıf düşürür. Allah'tan korkmayan kişinin insanlarla uğraşması,
Allah'tan korkan kişinin takvaya ulaşma çabasından çok daha büyüktür.
Puta tapanların
durumu da böyledir. Onlar, insandan bir elçiye uyup, tek ve büyük bir ilâh'a
kulluk etmekten kaçınmışlar, taşlardan tunçlardan tanrılara ibadet etmeye veya
kula kulluğa râzı olmuşlardır. Aynen böyle, Allah için zora düşmekten, yahut
malını O'nun rızası için sarf etmekten, canını ve bedenini O'nun rızası için
yormaktan sakınan kişi, ceza olarak kendi gönlü olmaksızın başkalarının önünde
alçalır, malını saçıp savurur, nefsini ve bedenini Allah'ın râzı olmayacağı
şeylerde yorar. Meşhur sözdür: "Allah, kardeşinin ihtiyacını karşılamak için
birkaç adım yürümekten sakınan kimseyi, kendi arzusu dışında daha fazla
yürütür."[3]
"Andolsun ki sizi biraz korku,
açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan
eder, deneriz. (Ey Peygamber!) Sen sabırlı davrananları müjdele. İşte o
sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman âBiz Allah için varız ve biz
sonunda O'na döneceğiz' derler."
(Bakara: 2/155-156)
Fertleri
terbiye etmek için elbette belâ lâzımdır. Hak savaşında samimi olanlarla
olmayanları ayırdetmek için; korku, açlık gibi imtihanlar lüzumludur. Uğrunda
eziyetlere katlanıldığı miktarda gönüllere iman yerleşir. Zahmet çekilmeden,
kolaylıklar içerisinde kabul edilen inançlar, ilk sadmede/sarsıntıda yok olur.
Ne zaman iman uğrunda eziyetlere katlanır, ne zaman dâvâ uğrunda canlar
verilirse imanın gönüllere yerleştiği anlaşılır. Yeni mü'minler bunların
karşılaştığı gibi musibetlere uğrayıp sabırla mukabele ettikten sonra, ancak
gereken seviyeye yükselebilirler.
Mü'minlerin
imanının kuvvetlenmesi için elbette belâ lâzımdır. Şiddetler; gizlenmiş
kuvvetleri, saklı enerjileri coşturup meydana çıkarır. Mü'minin imanı,
şiddet/zorluk darbeleri altında daha da kuvvetlenir. Gerçek ölçü ve değer,
zorluklara karşı tahammüldür. Şiddette çekingenlik, hilekârlık kalmaz. Bütün
bunlardan daha mühim olan taraf da, fertlerin şiddet esnasında yalnız Allah'a
yönelip, gönlünü mâsivâdan temizleyerek, yalnız O'na bağlamasıdır. Şiddet/zorluk
esnasında bütün perdeler kalkar; basiret tecellî eder; göz alabildiğine ufukları
seyre dalar ve kâinatta mü'min, yalnız Allah'ı görür. Hakkal yakîn anlar ki,
hiçbir güç yok; yalnız O'nun gücü var. Yegâne sığınak O... Kur'an bu mertebeyi
imtihanla ilgili âyetin devamında ne güzel ifade ediyor:
Sen sabırlı davrananları müjdele.
İşte o sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman âBiz Allah için varız ve
biz sonunda O'na döneceğiz' derler."
(Bakara: 2/155-156)
Biz yalnız Allah içiniz... Her
şeyimiz, bütün varlığımız Allah için. Tekrar dönüş yine O'na. Yalnız O'na teslim
oluyoruz. Yalnız O'na teslim... İşte belâlara sabredenler bunlardır. Tatlı
nimetlerle müjdelenenler onlardır. Ayetin devamında müjde açılım kazanıyor:
"İşte onlar için Rableri
tarafından mağfiret ve rahmet vardır; hidayete erenler de onlardır."
(Bakara: 2/157).
Rableri tarafından salevât vardır
onlara. Melekler de onlar
için salevât getirir. Hak Teâlâ, şanlı peygamberi'nin nasibine bu yüce şehitleri
de ortak etmektedir. Ne yüce makamdır bu! Hem de rahmet vardır ve Allah
tarafından, onların hidayete ermiş kimseler olduklarına şehadet edilmektedir.
Açlık, korku, malların,
nefislerin ve ürünlerin azlığı, şehâdet ve ölüm... Meşakkat ve çırpınma,
yorgunluk... Bütün bunları terazinin bir kefesine koyuyor Allah ve karşı göze de
tek şey yerleştiriyor: "Rableri tarafından mağfiret ve rahmet" Âyette başka
dünyevî hiçbir şey vâdedilmiyor. Mü'min, yolunda yürürken Allah'ın rızâsı,
mağfireti, rahmeti ve şehâdet arzusundan başka hiçbir şeye sarılmaz,
bağlanmaz... İşte hedef, işte gaye... Allah'ın kendilerine ihsan etmiş
olduğu rahmet, mağfiret ve şehâdet, mükâfatların en büyüğüdür. Mallar, nefisler
ve meyvelerle fedâkârlığın mükâfatı. Korkunun, açlığın ve şiddetin mükâfatı.
Ölümün ve şehâdetin mükâfatı. Terazinin bu gözü, verilen ihsanlarla daha da ağır
basıyor. Bu ihsan; zaferden, temkinden, göğüslerdeki kinleri temizlemekten daha
ağırdır.
İşte, Allah Teâlâ'nın,
müslümanları o akıl almaz fedâkârlıklara, zor sınavlara hazırlamak için tatbik
ettiği terbiye metodu... Kendisini; Allah'a, Allah dâvâsına, Allah'ın dinine
adayanlara Allah'ın koyduğu terbiye metodu...[4]
Ölüm, bir
ayrılık, yok olmak değil; bir diriliştir, yeni bir hayata geçiştir. Dünya iki
kapılı bir handır ve yaşayanlar birer yolcu, birer misafirdir. Ana vatanımız,
baba ocağımız; anamız Hz. Havva ve babamız Hz. Âdem'in yaratıldıkları yerdir.
"Dünya
hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir." (En'âm: 6/32;
Ankebut: 29/64; Muhammed: 47/36; Hadîd: 57/20) Oyuncaktan hoşlanan çocuklar
mıyız, yoksa rüştümüzü isbat eden adamlar mı? Dünya oyuncağına verdiğimiz
değerde saklı bunun cevabı. Oyuna dalıp çokça eğlenenler, çocuklar ve o
seviyedeki çocuk akıllılardır.
Kur'an'a
baktığımız zaman âdeta tüm azgınlık, isyan ve başkaldırıların sebeplerinin tek
sebebe bağlandığını görürüz. O da âhireti hesaba katmadan ve âhiretten korkmadan
yaşamak. "Hayır, doğrusu onlar âhiretten korkmuyorlar."
(Müddessir: 74/53)
Sadece bu
dünyada yaşayacağınızı düşünerek yaşarsanız ölü yaşarsınız. Ama öleceğinizi
düşünerek yaşarsanız diri yaşarsınız. Çevremizdeki insanlar hep dirilişin
etkisiyle, ahiret şuuruyla yaşasalar!.. Seyredin o zaman hayatın güzelliğini.
İkinci asr-ı saadet olur çağımız. İnanın, iman ettiğimiz cenneti daha burada
iken yaşamaya başlarız. Fakat biz, tüm yatırımlarımızı bu dünyaya yönlendirerek
yaşadığımız hayatı ve yeri sahte cennet haline getirmeye koyulunca cenneti de
unuttuk. Özlemez olduk. Nasıl özleyebiliriz ki; lüks, israf demeden yaşadığımız
hayatı, materyalistlerin uydurma cenneti gibi yapmak için bir ömür boyu gece
gündüz koşturunca. Sahabe, cenneti öyle bir özlüyordu ki! Enes bin Nadr, Uhud
savaşında "cennetin kokusunu Uhud'un arkasından duyar gibi oluyorum" diyordu.
Bilirsiniz, insan çok acıkınca yemeğin kokusunu çok uzaktan duyar. Sahabe de
cennete öyle acıkıyordu ki, daha dünyada iken kokuları geliyordu cennetin.[5]
[1] Bkz.
Hûd: 11/7, Kehf: 18/7; Mülk: 67/2, Enbiyâ: 21/35; Muhammed: 47/31; Ankebut:
29/2-3.
[2]
Ra'd: 13/28.
[3] İbn
Kayyim el-Cevziyye, Belâ ve İmtihan, s. 38-49.
[4] Seyyid
Kutub, Fi Zılâl, c. 1, s. 300-302.
[5]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
Belâ/İmtihan
Hakkında Temel Prensipler
Belâlarla
imtihan hakkında İbn Kayyim el-Cevziyye, şu prensipleri sayar:
1-
Mü'mine isâbet eden belâ, kâfire isâbet eden belâdan daha hafiftir.
Mü'mine isâbet eden şerler, sıkıntılar ve ezâların tamamı
kâfirlere isâbet edenlerin çok aşağısındadır. Olaylar da bunlara şâhiddir. Aynı
şekilde bu dünyada iyi insanların başına gelen belâlar, çoğu kez günahkâr, fâsık
ve zâlimlerin başına gelenlerden daha azdır.
"(Bedir'de)
İki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musîbet, (Uhud'da) kendi
başınıza gelince, 'Bu nasıl oluyor?' dediniz ha! De ki: O, kendi kusurunuzdandır.
Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter." (Âl-i
İmran: 3/165)
2-
Mü'minin karşılaştığı belâlar, Allah'ın rızâsına ve O'nun affına ulaşma amacına
yöneliktir.
Allah'ın rızâsını kaybettiklerinde, mü'minlerin sabra ve O'nun affına
yönelmeleri gerekir. Böylece belâların ağırlığı ve sıkıntısı üzerlerinden kalkar.
Sabır ve af dileyerek karşılığını ödediklerinde üzerlerindeki meşakkatin zorluğu
gider. Kâfirlerde ise ne rızâ amacı ve ne de af ümidi
vardır. Sabrederlerse ancak hayvanlar gibi sabrederler. Allah Teâlâ onların bu
hallerine şöyle dikkat çekmiştir:
"Düşmanınız
olan kavmi arayıp takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Şayet siz acı
çekiyorsanız, aynı şekilde onlar da acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah'tan
onların ümit edemedileri şeyleri umuyorsunuz." (Nisâ:
4/104)
Onlar,
mü'minlerle elem çekmek hususunda birleşiyorlar. Mü'minler ise onlardan, Allah
Teâlâ'dan af ve yakınlık ümitleriyle ayrılıyorlar.
3- Âkıbet (istikbâl)
müttakîler (Allah'tan hakkıyla korkanlar) içindir.
Mü'min, Allah yolunda ezâ gördüğü zaman itaati, ihlâsı ve kalbinde bulunan imanî
gerçekler oranında üzerindeki yükü kaldırır. Bu yük, ondan başka hiç bir
kimsenin çekemeyeceği kadar şiddetlidir. Bunlar, Allah'ın mü'min kulundan
belâları def etmesidir. Allah böylece ondan birçok belâları giderir. Kaçınılması
mümkün olmayan ağırlık, sıkıntı, meşakkat ve bunlarla beraber gelen diğer
dertlerin de ağırlıklarını ondan giderir.
4- Yüce
sevgili uğrunda çekilen çilenin tadı hiç bir şeyde yoktur.
Sevgi kalpte yerleşip orada derinleşince, sevenin sevdiği uğrunda
çektiği sıkıntılar dert olmaktan ziyade tat verir. O yüce zâtı sevmek, O'nun
rahmet ve ihsânını ummak, O'nun lutfu kadar kahrının da hoş olduğu anlayışına
götürür. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler dedirtir.
5- Günahın
verdiği alçaklık, imanın verdiği sıkıntıdan daha şiddetlidir.
Mü'minin ulaşamayıp, kâfirin, fâcirin ve münâfığın ulaştığı ün,
zafer ve üstünlükler oldukça çok olabilir. Fakat bunlar, görünüşleri aksine bile
olsa içlerinde büyük bir alçaklık ve âdilik gizlerler. Allah kendisine isyan
edeni hakir düşürmekten çekinmez.
6- İmtihan,
zaferin tamamlanması içindir. Mü'minin belâlarla
imtihanı, onu içinde kaldığı takdirde helâk olacağı ve ecrinin azalacağı
hastalıklardan kurtaracak olan bir ilâçtır. Belâ ve sıkıntılarla imtihan, onu bu
hastalıklardan kurtarır, mükâfatının tamamlanmasını, derecesinin yükselmesini
sağlar. Bilindiği gibi mü'min için bu imtihanın varlığı yokluğundan daha
hayırlıdır. Rasulullah (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur:
"Nefsim
kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki O, bir mü'min için hayrına olmayan
bir şeyle hükmetmez. Bu, ancak mü'minler içindir. Şayet mü'mine bir iyilik
isâbet ederse o buna şükreder ve kendisi için hayırlı olur. Şayet bir sıkıntı
isâbet ederse sabreder. Bu da kendisi için hayırlı olur."
Bu imtihanlar
ve belâlarla sınanmalar zaferi, şerefi ve âfiyeti tamamlamak içindir. Bu sebeple
insanlardan en çok sıkıntıyla karşılaşanlar peygamberlerdir. Sonra derece olarak
onlara yakın olanlar gelir. Kişi dinine sahip çıktığı oranda belâlarla sınanır.
Şayet imanı sağlamsa başına gelecek olan belâlar şiddetlenir; imanı azsa belâlar
hafifler. Hiçbir hata yapmasa bile yeryüzünde yaşadığı müddetçe mü'minin
belâlarla sınanması son bulmaz.
7- Belâlarla
imtihan zarûrî bir şeydir. Bu dünyada mü'minin başına
gelen belâlar düşmanlarının kendisine saldırması, ona galebe çalması ve ara sıra
onu zelil düşürmeleri gerekli bir iştir. Ondan kaçınmak mümkün değildir. Bunlar,
şiddetli hastalıklar, sıcaklar, sıkıntılar ve kederler gibidir. Bunlar tabiat
için ve insanın bu dünyada gelişimini tamamlaması için gerekli bir iştir. Bu,
insanlar için olduğu gibi çocuklar ve hayvanlar için de gerekli bir iştir.
Bunlar, hikmet sahiplerinin en hikmetlisi olan Allah Teâlâ'nın hikmeti gereğidir.
Şayet bu dünyada hayır şerden, fayda zarardan ve lezzet elemden
ayrılsaydı bu dünya başka bir âlem olur; bu hayat, başka bir hayat olurdu.
Hayırla şerrin, elemle lezzetin, faydayla zararın arasını birleştiren ilâhî
hikmet zâyi olurdu. Birinin ötekisinden ayrılması ve âhirette herkesin yerini
bulması mümkün olmazdı. Allah bu konuda şöyle buyurur:
"Allah
temizi murdardan/pislikten ayırır. Sonra murdarları/kirlileri birbiri üstüne
yığar. Ve hepsini birden cehenneme atar. İşte onlar, hüsrâna uğrayanlardır."
(Enfâl: 8/37)
8- Belâlarla
imtihanın hikmetleri: Mü'minin zaman zaman düşman
tarafından mağlup edilip ezilip kırılarak imtihan edilmesinde çok büyük
hikmetler vardır. Bunları tafsilâtlı bir şekilde Allah'tan başka kimse bilemez.
Bunlardan birincisi; Allah'a karşı olan kulluklarının, O'nun huzurunda
âcizliklerinin, O'na muhtaç oluşlarının ve düşmanlarına karşı O'ndan yardım
dilemek zorunda olduklarının ortaya çıkması içindir. Eğer daima düşmanlarına
karşı muzaffer olup onları yenseler, şımararak hakkı inkâr ederlerdi. Yok eğer
sürekli ezilseler, mağlup olsalar din ayakta duramaz, hakkı ikame edecek olan
bir devlet (İslâm devleti) kurulamazdı. Allah hikmetiyle onların bazen galip
bazen de mağlup olmalarını uygun gördü.
Yenildiklerinde
Rablerine yalvarıp O'na sığınsınlar, O'na boyun eğsinler ve O'na tevbe etsinler,
yendiklerinde ise O'nun dinini, prensiplerini yerine getirsinler, iyiliği
emredip kötülüklerden sakındırsınlar, O'nun düşmanlarıyla cihad etsinler ve
dostlarına yardım etsinler diye. Diğer bir hikmet de şudur: Şayet daima
muzaffer, galip ve üstün olsalardı aralarına amacı din ve peygambere uymak
olmayan çok sayıda kişiler de girerdi. Şerefleri ve üstünlükleri sebebiyle
müslümanların yanına üşüşürlerdi. Daima yeniliyor ve eziliyor olsalardı,
bunlardan hiç birisi onların yanına girmezdi. Allah hikmetiyle, üstünlüğü bazen
onlara bazen de düşmanlarına verdi. Böylece Allah'ı isteyenle, muradı bu olmayıp
yalnızca dünya malını ve makamı isteyenleri birbirinden ayırmış oldu.
Hikmetlerden
birisi de; Allah'ın kullarının sıkıntı ve bollukta, âfiyet ve belâ halinde,
galip ve mağlup olduklarında kulluklarını tam yapmalarını sevmesidir. Her iki
halde de Allah'ın kulları üzerinde ilâhlık hakkı vardır. Kulluk, sadece biriyle
tamamlanmaz, kalp birisi olmaksızın doğrulanmış olmaz. Tıpkı beden gibi ki, o da
sıcaksız soğuksuz, açlık ve susuzluk olmaksızın, yorgunluk ve sıkıntı olmadan
edemez. Her iyi ile birlikte onun zıddının da bulunması şarttır. İnsanın
olgunlaşması ve istenilen doğru yola ulaşabilmesi için bu belâlar ve sıkıntılar
şarttır.
Bir başka
hikmet de, mü'minlerin düşmanlarının galebesiyle imtihan edilmeleri, onları
tevbeye ve samimiyete sevkeder. Onların ahlâklarını güzelleştirir.
"Gevşemeyin,
üzülmeyin; eğer gerçekten iman etmiş iseniz, üstün gelecek olan sizsiniz. Eğer
size bir sıkıntı isâbet etmişse (biliniz ki) benzeri bir sıkıntı düşmanınız olan
kavme de isâbet etmişti. Bunlar (yengilgi ve zafer) insanlar arasında sırayla
değiştirdiğimiz günlerdir. Tâ ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve
aranızdan şehidler/şâhitler edinsin. Allah zâlimleri sevmez. Bir de (böylece)
Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak ve kâfirleri de helâk etmek
ister. Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya
çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Âl-i
İmran: 3/139-142)
Şehidlik, Allah
yolunda savaşmaktan başka bir yolla elde edilmez. Şayet düşmanların saldırısı
olmasaydı Allah katında en sevgili durum olan ve kul için en faydalı amel olan
şehitlik derecesi nasıl elde edilebilirdi? Yine, Allah bu âyetleriyle insanların
cihad etmeksizin ve hesaba çekilmeksizin cennete girebileceklerine dair olan
inançlarını reddediyor. Cennete ancak cihad ve sabır yoluyla girilebilir. Şayet
mü'minler daima muzaffer ve galip olsalardı, kimse onlarla savaşmaz ve
mü'minlerin belâlarla imtihan edilmeleri, düşmanlarından gelen sıkıntılara
sabretmeleri mümkün olmazdı.
9- Yaşamak
ve ölmek hep kulun imtihanı içindir. Allah, kullarını
imtihan edip sınamak için yeri göğü, ölümü ve hayatı yarattı. Yeryüzünü ve onun
üzerindekileri zînet/süslerle onun için bezedi. Allah'ı ve Allah katındakileri
isteyenlerle dünyayı ve dünyanın süsünü isteyenleri böylece birbirinden ayırmak
istedi.[1]
Allah'ın "iman
ettim" diyeni, bu sözünde doğru mu yoksa yalan mı söylediğinin ortaya çıkması
için imtihan etmesi ve belâlarla sınaması gerekir. Şayet yalancıysa, imtihandan
kaçar ve topukları üstünde geri döner. Şayet doğruysa, sözünde durur.
Zorluklarla imtihan edilmesi ve bolluklarla sınanması onun imanından başka bir
şey artırmaz. Allah şöyle buyurmuştur:
"Mü'minler,
düşman ordularını gördüklerinde; âişte bunlar bize Allah ve Rasulü'nün
vâdettikleridir. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir' dediler. Bu (orduların
gelişi), ancak onların imanlarını ve teslimiyetlerini, Allah'a bağlılıklarını
arttırmıştır." (Ahzâb: 33/22)
İnanmayana ise
âhirette azab edilir. Bu, iki sıkıntının en büyüğüdür. O, Allah'ın rasulüne
itaat etmeyip isyan edenler için hazırladığı dünya azabından kurtulsa da
âhiretteki azaptan kurtulamaz. Mü'minin sıkıntısı oldukça hafiftir. Allah, imanı
dolayısıyla ona kolaylık verir, sıkıntıyı uzaklaştırır, onu sabır, sebat ve rızâ
vasıflarıyla donatır. Mü'minin sıkıntısı hafif ve geçici olduğu halde; kâfirin
ve fâsığın azabı, sıkıntı bakımından daha şiddetli ve devamlıdır. İster mü'min
olsun, isterse münkir, her kişinin azabı tatması kaçınılmazdır. Fakat mü'min,
önce dünyada acı çekse bile, acısı uzun sürmez, bir müddet sonra huzura kavuşur;
âhirette ise devamlı mükâfat ona aittir. Kâfir ve fâsık ise, dünyada çeşitli
nimet ve lezzetlere kavuşsa da bunlar henüz dünyadayken sıkıntıya dönüşür; kimse
onu tam anlamıyla sıkıntı ve üzüntüden kurtarıp huzura kavuşturamaz. Çünkü huzur
ve mutluluk, maddî değil manevîdir; kalıpla değil kalple kazanılır. Kalbin
huzuru ise, Allah'ın zikrinden gâfil olanlara verilmez.[2]
10-
İnsanların birbirine karışması kaçınılmazdır. Bu durumda kendimizi nasıl
muhafaza ederiz? İnsan, fıtrat/yaratılış icabı
toplumsaldır. Diğer insanlarla beraber yaşaması kaçınılmazdır. İnsan,
başkalarına ya uyar veya muhâlefet eder. Toplum, bâtıl üzere olduğunda insan
onlara uyum sağlarsa üzüntü ve ızdırap içinde kalır. İnsanların inançlarına,
arzularına ve irâdelerine uymayıp muhâlefet ettiğinde de yine eziyet görür. Hiç
şüphe yoktur ki, onların bâtıl işlere baş kaldırdığında karşılaşacağı belâlar bu
bâtıla boyun eğdiğinde karşılaşacağı belâlardan daha kolaydır. Peşinden büyük ve
sürekli bir lezzetin geleceği bir sıkıntıya katlanmak, hiç şüphesiz sonunda
büyük ve sürekli bir sıkıntının geleceği küçük bir lezzetten çok daha
hayırlıdır.
11- Belânın
çeşitleri: Allah yolunda mü'mine isâbet eden belâlar
en fazla dört kısımdır. Bunlar; ya canına, ya malına, ya namus ve şerefine veya
ailesine ve sevdiklerine isâbet eden belâlardır. Allah'ın kulunu imtihan edeceği
belâlar bunlardır. Bu musibetlerin en şiddetlisi, sonu ölümle biten veya
işkenceler çektiren cana isâbet eden belâlardır.
Bilindiği gibi
bütün yaratıklar ölümlüdür. Bir olgun mü'minin gayesi ise Allah yolunda şehid
olmaktır. Şehâdet, ölümlerin en şereflisi ve en kolay olanıdır. Çünkü şehidler
şehid olurken basit bir incinmeden fazla acı duymazlar. Şehidlerin âhirete göçü,
ölümlerin en kolayı ve en faziletlisidir. Ölümden kaçan kişi, bu kaçışıyla
ömrünü uzatacağını, yaşayışını rahatlatacağını zanneder. Allah onların bu
zanlarını yalanlar:
"De ki: Eğer
ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz!
(Eceliniz gelmemiş ise,) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir. De
ki: Allah size bir kötülük dilerse, O'na karşı sizi kim korur, ya da size rahmet
dilerse (size kim zarar verebilir)? Onlar, kendilerine Allah'tan başka ne bir
dost bulurlar, ne de bir yardımcı." (Ahzâb: 33/16-17)
Allah, ölümden
başka bir kötülük de murad etse, kulu O'nun elinden kimsenin kurtaramayacağını
da haber vermiştir. Kul, aslında ölümü kötü gördüğü için ondan kaçmaktadır;
halbuki Allah yolunda savaşıp öldürülmekten kaçan, daha da kötü bir şeyin içine
düşmektedir.
Canda durum
böyle olduğu gibi; bedende, malda, namusuna iftira atılması veya şerefine leke
sürülmesiyle imtihanda da durum böyledir. Kim malını Allah yolunda ve Allah'ın
dinini yüceltmek uğrunda infak etmezse Allah o malı onun elinden alır veya ne
dünyasına ne de başka bir şeyine yaramayacak, bilâkis kendisine erken veya geç
bir sıkıntı musallat ederek elinden giderir. Kişi malını hapsedip biriktirmişse
Allah o maldan faydalanmasını engeller veya başkasına geçirir. Malın sıkıntısını
o, zevk ve sefasını sonrakiler çeker. Aynı şekilde kim de dünyevî rahatını Allah
yolunda yorulmaya tercih ederse, Allah onu yorar ve kendi yolundan başka bir
yolda onu zayıf düşürür. Allah'tan korkmayan kişinin insanlarla uğraşması,
Allah'tan korkan kişinin takvaya ulaşma çabasından çok daha büyüktür.
Puta tapanların
durumu da böyledir. Onlar, insandan bir elçiye uyup, tek ve büyük bir ilâh'a
kulluk etmekten kaçınmışlar, taşlardan tunçlardan tanrılara ibadet etmeye veya
kula kulluğa râzı olmuşlardır. Aynen böyle, Allah için zora düşmekten, yahut
malını O'nun rızası için sarf etmekten, canını ve bedenini O'nun rızası için
yormaktan sakınan kişi, ceza olarak kendi gönlü olmaksızın başkalarının önünde
alçalır, malını saçıp savurur, nefsini ve bedenini Allah'ın râzı olmayacağı
şeylerde yorar. Meşhur sözdür: "Allah, kardeşinin ihtiyacını karşılamak için
birkaç adım yürümekten sakınan kimseyi, kendi arzusu dışında daha fazla
yürütür."[3]
"Andolsun ki sizi biraz korku,
açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan
eder, deneriz. (Ey Peygamber!) Sen sabırlı davrananları müjdele. İşte o
sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman âBiz Allah için varız ve biz
sonunda O'na döneceğiz' derler."
(Bakara: 2/155-156)
Fertleri
terbiye etmek için elbette belâ lâzımdır. Hak savaşında samimi olanlarla
olmayanları ayırdetmek için; korku, açlık gibi imtihanlar lüzumludur. Uğrunda
eziyetlere katlanıldığı miktarda gönüllere iman yerleşir. Zahmet çekilmeden,
kolaylıklar içerisinde kabul edilen inançlar, ilk sadmede/sarsıntıda yok olur.
Ne zaman iman uğrunda eziyetlere katlanır, ne zaman dâvâ uğrunda canlar
verilirse imanın gönüllere yerleştiği anlaşılır. Yeni mü'minler bunların
karşılaştığı gibi musibetlere uğrayıp sabırla mukabele ettikten sonra, ancak
gereken seviyeye yükselebilirler.
Mü'minlerin
imanının kuvvetlenmesi için elbette belâ lâzımdır. Şiddetler; gizlenmiş
kuvvetleri, saklı enerjileri coşturup meydana çıkarır. Mü'minin imanı,
şiddet/zorluk darbeleri altında daha da kuvvetlenir. Gerçek ölçü ve değer,
zorluklara karşı tahammüldür. Şiddette çekingenlik, hilekârlık kalmaz. Bütün
bunlardan daha mühim olan taraf da, fertlerin şiddet esnasında yalnız Allah'a
yönelip, gönlünü mâsivâdan temizleyerek, yalnız O'na bağlamasıdır. Şiddet/zorluk
esnasında bütün perdeler kalkar; basiret tecellî eder; göz alabildiğine ufukları
seyre dalar ve kâinatta mü'min, yalnız Allah'ı görür. Hakkal yakîn anlar ki,
hiçbir güç yok; yalnız O'nun gücü var. Yegâne sığınak O... Kur'an bu mertebeyi
imtihanla ilgili âyetin devamında ne güzel ifade ediyor:
Sen sabırlı davrananları müjdele.
İşte o sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman âBiz Allah için varız ve
biz sonunda O'na döneceğiz' derler."
(Bakara: 2/155-156)
Biz yalnız Allah içiniz... Her
şeyimiz, bütün varlığımız Allah için. Tekrar dönüş yine O'na. Yalnız O'na teslim
oluyoruz. Yalnız O'na teslim... İşte belâlara sabredenler bunlardır. Tatlı
nimetlerle müjdelenenler onlardır. Ayetin devamında müjde açılım kazanıyor:
"İşte onlar için Rableri
tarafından mağfiret ve rahmet vardır; hidayete erenler de onlardır."
(Bakara: 2/157).
Rableri tarafından salevât vardır
onlara. Melekler de onlar
için salevât getirir. Hak Teâlâ, şanlı peygamberi'nin nasibine bu yüce şehitleri
de ortak etmektedir. Ne yüce makamdır bu! Hem de rahmet vardır ve Allah
tarafından, onların hidayete ermiş kimseler olduklarına şehadet edilmektedir.
Açlık, korku, malların,
nefislerin ve ürünlerin azlığı, şehâdet ve ölüm... Meşakkat ve çırpınma,
yorgunluk... Bütün bunları terazinin bir kefesine koyuyor Allah ve karşı göze de
tek şey yerleştiriyor: "Rableri tarafından mağfiret ve rahmet" Âyette başka
dünyevî hiçbir şey vâdedilmiyor. Mü'min, yolunda yürürken Allah'ın rızâsı,
mağfireti, rahmeti ve şehâdet arzusundan başka hiçbir şeye sarılmaz,
bağlanmaz... İşte hedef, işte gaye... Allah'ın kendilerine ihsan etmiş
olduğu rahmet, mağfiret ve şehâdet, mükâfatların en büyüğüdür. Mallar, nefisler
ve meyvelerle fedâkârlığın mükâfatı. Korkunun, açlığın ve şiddetin mükâfatı.
Ölümün ve şehâdetin mükâfatı. Terazinin bu gözü, verilen ihsanlarla daha da ağır
basıyor. Bu ihsan; zaferden, temkinden, göğüslerdeki kinleri temizlemekten daha
ağırdır.
İşte, Allah Teâlâ'nın,
müslümanları o akıl almaz fedâkârlıklara, zor sınavlara hazırlamak için tatbik
ettiği terbiye metodu... Kendisini; Allah'a, Allah dâvâsına, Allah'ın dinine
adayanlara Allah'ın koyduğu terbiye metodu...[4]
Ölüm, bir
ayrılık, yok olmak değil; bir diriliştir, yeni bir hayata geçiştir. Dünya iki
kapılı bir handır ve yaşayanlar birer yolcu, birer misafirdir. Ana vatanımız,
baba ocağımız; anamız Hz. Havva ve babamız Hz. Âdem'in yaratıldıkları yerdir.
"Dünya
hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir." (En'âm: 6/32;
Ankebut: 29/64; Muhammed: 47/36; Hadîd: 57/20) Oyuncaktan hoşlanan çocuklar
mıyız, yoksa rüştümüzü isbat eden adamlar mı? Dünya oyuncağına verdiğimiz
değerde saklı bunun cevabı. Oyuna dalıp çokça eğlenenler, çocuklar ve o
seviyedeki çocuk akıllılardır.
Kur'an'a
baktığımız zaman âdeta tüm azgınlık, isyan ve başkaldırıların sebeplerinin tek
sebebe bağlandığını görürüz. O da âhireti hesaba katmadan ve âhiretten korkmadan
yaşamak. "Hayır, doğrusu onlar âhiretten korkmuyorlar."
(Müddessir: 74/53)
Sadece bu
dünyada yaşayacağınızı düşünerek yaşarsanız ölü yaşarsınız. Ama öleceğinizi
düşünerek yaşarsanız diri yaşarsınız. Çevremizdeki insanlar hep dirilişin
etkisiyle, ahiret şuuruyla yaşasalar!.. Seyredin o zaman hayatın güzelliğini.
İkinci asr-ı saadet olur çağımız. İnanın, iman ettiğimiz cenneti daha burada
iken yaşamaya başlarız. Fakat biz, tüm yatırımlarımızı bu dünyaya yönlendirerek
yaşadığımız hayatı ve yeri sahte cennet haline getirmeye koyulunca cenneti de
unuttuk. Özlemez olduk. Nasıl özleyebiliriz ki; lüks, israf demeden yaşadığımız
hayatı, materyalistlerin uydurma cenneti gibi yapmak için bir ömür boyu gece
gündüz koşturunca. Sahabe, cenneti öyle bir özlüyordu ki! Enes bin Nadr, Uhud
savaşında "cennetin kokusunu Uhud'un arkasından duyar gibi oluyorum" diyordu.
Bilirsiniz, insan çok acıkınca yemeğin kokusunu çok uzaktan duyar. Sahabe de
cennete öyle acıkıyordu ki, daha dünyada iken kokuları geliyordu cennetin.[5]
[1] Bkz.
Hûd: 11/7, Kehf: 18/7; Mülk: 67/2, Enbiyâ: 21/35; Muhammed: 47/31; Ankebut:
29/2-3.
[2]
Ra'd: 13/28.
[3] İbn
Kayyim el-Cevziyye, Belâ ve İmtihan, s. 38-49.
[4] Seyyid
Kutub, Fi Zılâl, c. 1, s. 300-302.
[5]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
BELA-İMTİHAN
- BELÂ .. Belâ; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'ân-ı Kerim'de Belâ-İmtihan .
- Kur'an'da Belirtilen İmtihan Şekilleri
- Evrensel Bir İlke
- Hadis-i Şeriflerde Belâ-İmtihan .
- Peygamberlerin Denenmesi
- Mü'minlerin Sınanması
- İnsanların Denenmesi
- Kâfir Toplumların İmtihanı
- Müslüman Cemaatin İmtihanı
- Ni'met veya Külfetle Deneme .
- Dünya Ni'metleri İle İmtihan
- Mal ve Evlâtla İmtihan .
- Fitne; Anlam ve Mâhiyeti
- İmtihan Bilinci
- Kullarını İmtihan Konusunda Tasarruf Yalnız Allah'ındır
- Belâ/İmtihan Hakkında Temel Prensipler
- Bela İle İlgili Veciz Sözler
- Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar