DİN ..

DİN

DİN

a-Din Kelimesinin Anlamı:

‘Din' kelimesi çok geniş bir
anlam sahasına sahiptir. Kur'an'da ve hadislerde bir çok manada kullanılan bu
kelime, kavram olarak insanlığın en önemli faaliyeti olan inanmayı, bir
yaratıcıya itaat ve ibadet etmeyi, ahlâkí davranışları, fazilet ve iyilikleri,
toplumsal düzeni, doğru yolda olmayı ifade eder.[1]


a1-Sözlük Anlamı:

‘Din' kelimesi ‘deyn' kökünden
gelir ve sözlükte şu anlamlara gelir:
Üstünlük, egemenlik, itaat,
zorlamak, itaatkâr olarak kendini bir güce teslim etmek, borçlanmak.
Birinin emrine girmek, onun
emrine amâde olmak, onun hakimiyet ve otoritesi altında boyun eğmeyi kabul
etmek.
Şeriat, kanun, yol, millet,
âdet, taklit.
Hesaba çekmek, ceza veya
mükâfat vermek.

[2]

a2-İsim Olarak Anlamı:

İsim olarak ‘din' kelimesi
aşağıdaki manaları kapsamaktadır:
İyi ya da kötü karşılık.
Âdet ve alışkanlık.
İtaat, zillet, bağlılık,
üstünlük sağlamak, galip gelmek.
Hakimiyet, mülk ve hüküm.
Bir şeye zorlamak.
İtaat etmek, ya da tersi olarak
isyan etmek.
Bir şeyi alışkanlık haline
getirmek.
Şeriat ve millet, yani Tevhid
inancı.

[3]

a3-Din Kelimesinin
Türevleri:

Aynı kökten gelen ve hadislerde
Allah'ın bir ismi olarak geçen ‘Deyyân', mutlak kudret sahibi, işlerin
karşılığını veren, hikmetle yöneten, egemen olan demektir. Araplar, bir kimsenin
bölgesine ve kavmine üstünlüğünü belirtmek için ‘deyyân' sıfatını kullanırlardı.
Buna göre aynı kökten gelen ‘medín'; köle, ‘medine'; şehir ve cariye,
‘temeddün'; dinli veya şehirli-medení olma, ‘tedayün'; borçlanma, ‘diyanet'; din
ve millet anlamlarına gelir.
‘Mütedeyyin'; ise, boyun eğen,
itaatkâr, Allah'a teslim olan demektir.

[4]

a4-Din'in Kur'an'daki
Anlamları:

‘Din' kelimesi Kur'an-ı
Kerim'de borç anlamına gelen ‘deyn' hariç, dört anlamda kullanılmaktadır:

1-En yüce kudrete teslim
olma, itaat etme, boyun eğme anlamında.

"De ki: ‘Ben, Allah'a din'i
halis kılarak, ibadet etmekle emrolundum. Bana Allah'a teslim olan müslümanların
ilki olmam emredildi,'" (Zümer: 39/11-12)
"Göklerde ve yerde ne varsa
O'nundur, din de (itaat ve kulluk da) sürekli olarak O'nundur. Böyleyken
Allah'tan başkasından mı ittika ediyorsunuz (korkup çekiniyorsunuz)?" (Nahl:
16/52)[5]

Bu âyetlerde ve benzerlerinde
‘din', yüksek bir otoriteye boyun eğme, ona itaat etme ve ona kul olma anlamında
kullanılmaktadır. Din'in Allah'a has kılınmasının manası, hakimiyeti, hüküm
koyma hakkını, ibadet ve itaat edilmeye layık olmayı yalnızca Allah'a ait kabul
etmektir. Kulluk anlamında Allah'tan başkasına boyun eğmemek, O'ndan başkasına
ibadet etmemek, kulluğa ait bütün hükümleri O'ndan almak demektir.

[6]

2-Ahiret, ceza, yani
amellerin karşılığını verme günü anlamında:

"(İbrahim dedi ki:) Din
(ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur." (Şuara: 26/82)
"(Şeytana hitaben) Ve
şüphesiz, din (kıyametteki hesap) gününe kadar benim lanetim senin üzerindedir."
(Sad: 38/78)[7]

3-Hüküm, âdet, şeriat ve
kanun anlamında:

"Zina eden erkek ve zina
eden kadının her birisine yüzer değnek vurun. Eğer Allah'a ve Ahiret gününe iman
ediyorsanız, onlara Allah'ın dinini (hükmünü, şeriatini uygulama) konusunda sizi
bir acıma tutmasın…" (Nûr: 24/2)[8]

4-Allah'ın gönderdiği Tevhid
Din'i anlamında:

Kur'an'da ‘din' en çok bu
anlamda kullanılmaktadır ki, bu mana içerisinde hem Allah'ın hakimiyeti,
otoritesi, hükmünün üstünlügü, hem bu üstünlüğe kulların boyun eğip itaat
etmeleri, hem de Allah'tan gelen hüküm, kanun ve şeriat konuları yer almaktadır.

Din, aslında bütün bu anlamları
içerisinde barındıran, Allah'ın hakimiyetine bir teslimiyet ve O'ndan gelen
hükümleri kabullenmektir.
İslâm'dan önceki araplar
(yukarıda geçtiği gibi) ‘din' kelimesini çok farklı, biraz da karışık anlamlarda
kullanıyorlardı. Kur'an bu kelimeye bir ıstılah (terim) anlamı kazandırdı ve bu
kelime çok önemli bir ilâhí gerceği ve bu gerçek karşısında insanın konumunu
ifade eder hale geldi.
Bu kelime, her ne olursa olsun
yüksek bir otoriteyi ve bu otoriteye boyun eğmeyi, bu otoriteden kaynaklanan
emir ve hükümleri uyulması gereken kurallar olarak kabul etmeyi, bu kurallara
uyulduğu zaman mükâfat, karşı gelindiği zaman ceza alınacağına inanmayı içine
alan bir hayat sisteminin genel adıdır. Bu bakımdan bu kelimeyi başka dilde
karşılayacak hiç bir sözcük mevcut değildir. Batılıların kullandığı ‘religion'
sözcüğü de ‘din' kavramının ifade ettiği derin anlamları karşılayamaz.
"Bunu İbrahim oğullarına
vasiyet etti, Yakub da: ‘Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de
ancak müslümanlar olarak can verin' (diye aynı vasiyette bulundu)."
(Bakara: 2/132)
"Hiç şüphesiz din, Allah
katında İslâmdır…" (Âli Imran: 3/197)
"Peki onlar Allah'ın
dininden başka din mi arıyorlar. Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese
de, istemese de- O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülmektedir." (Âli İmran:
3/83)
"...Bugün size dininizi
kemâle (olgunluğa ) eriştirdim, üzerinizdeki nimeti tamamladım ve size din
olarak İslâmı seçip beğendim..." (Maide: 5/3)
"Ki O, kendi peygamberlerini
hidayetle ve hak din ile, diğer bütün dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi.
Şahid olarak Allah yeter." (Fetih: 48/28)[9]

b-Din Kelimesindeki
Unsurlar:

‘Din' kelimesi, ilâhí olan en
mükemmel nizamı (düzeni) ifade eden en uygun bir kavramdır. Bu kavramda dört
önemli unsuru görebiliriz:
a- Yüce bir hakimiyyet
(egemenlik),
b- Bu yüksek hakimiyete
boyun eğip itaat etmek,
c- Bu hakimiyetin
şekillendirdiği inanç ve hükümler sistemi,
d- Bu sisteme uygun
haraket etmekle elde edilen mükâfat, aykırı haraket
etmekle karşılaşılacak ceza.
Kur'an ‘din' kelimesini bazen
bu unsurların her birinin yerine, bazen de hepsini birden kapsayacak şekilde
kullanmaktadır.
Kur'an'da ‘din' kelimesinin
hangi anlamlarda geçtiğini daha iyi anlayabilmek için, Dameğâní isimli bilginin
bu konudaki görüşlerini aktarmakta fayda var. Bu bilgine göre ‘din' Kur'an'da şu
anlamlarda kullanılmaktadır:
1-Tevhid anlamında:
"Hiç şüphesiz Allah katında
din İslâm'dır." Âli İmran: 3/19. âyetinde geçtiği gibi ‘din' kelimesi tevhid
dinini işaret etmektedir.[10]

2-Hesap anlamında:
"Onlar din (hesap) gününü
yalanladılar." (Mutaffifin: 83/11) âyetinde olduğu gibi.[11]

3-Hüküm ve yargı
anlamında:
Yusuf: 12/76. ayetinde geçen
kralın (melikin) dini, kralın uyguladığı veya uyduğu hüküm, yargı demektir.[12]

4-Bizzat dinin kendisi
anlamında:
Bu din hayatın bütün alanlarını
kapsayan bir inanç olmakla beraber, egemen düzeni, kişi ve toplum ilişkilerine
ait hükümleri, insan eşya ilişkileri ve davranış kurallarını da içerisine alır.[13]

5-Millet (bir dine
inanan topluluk) anlamında
"Oysa onlar, dini yalnızca
O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk
etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en
doğru din budur.' (Beyyine: 98/5)[14]


c-İslâm'a Göre Dinin Tanımı:

Buraya kadar ‘din' kelimesinin
sözlük anlamlarını ve Kur'an'da hangi manalarda kullanıldığını kısaca gördük.
Görüldüğü gibi bu kelimenin sözlük anlamıyla yakın ilgisi olmakla beraber,
Kur'an'ın gelişiyle yepyeni bir kavram anlamı kazanmıştır. Bu kavram, Allah'ın
insanlara gönderdiği İslâmın adı olmuştur.
İslâm bilginleri bu
kullanımlardan hareketle ‘din' kavramının tanımını yapmaya çalışmışlardır.
İslâmí kaynaklarda ‘din'in farklı tanımlarına rastlamaktayız. Ancak bu
tanımların sözleri farklı olsa da hepsinin ortak bir şeyi söyledikleri açıktır.

Bu tanımlardan Seyyid Şerif
Cürcâní'ye ait olanı oldukça yaygındır: "Din, akıl sahiplerini Peygamberin
bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilâhí kanundur."
‘Din' şu şekilde de tarif
edilmiştir:
"Din, akıl sahibi insanları
kendi tercihleriyle bizzat hayırlı şeylere götüren ilâhí bir kanundur."[15]

Bu tanımlara göre din,
Allah'tan gelen, peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilen, insanları
kendi istekleriyle hayırlı olan şeylere, daha doğrusu dünya ve Ahiret saadetine
götüren, içerisine iman, amel ve hayatla ilgili bütün hükümleri alan insanüstü
bir sistemin adıdır.
Meşhur Cibril hadisinde
Peygamberimiz (sav) din'i İslâm, iman ve ihsan olarak tarif etmişti. Allah'tan
gelen din teslimiyeti, yani en yüce otorite olan Allah'ın hakimiyetine
bağlanmayı gerektirir. Bu telimiyetin bir gereği olarak O'ndan gelen hükümleri
kabul edip onlarla amel etmek inanmanın şartıdır. Nitekim İslâm kelimesi hem
Allah'a teslimiyeti, hem de bu teslimiyetle selâm (barış ve huzura) ulaşmayı
ifade eder.
İman etmek, elçilerin Allah'tan
getirip tebliğ ettikleri bütün haberlerin doğru olduğundan emin olmak, onları
doğrulamak ta dinin gereğidir.
İhsan, hem Allah'ı
görüyormuşcasına ibadet etmek, hem de adaletli olmanın da ötesinde güzel
davranışlarda bulunmaktır. Bu davranışlar, amellerde, ahlâkta ve Allah'ın
hükümlerini uygulamakta olur.[16]

Kur'an'da kullanılan ‘din'
kavramı, yukarıda geçen anlam gruplarının bazen birisini, bazen hepsini birden
ifade eden bir nizamın adı olarak yer almaktadır. Kur'an bu nizama yer yer
‘dinü'l kayyim-dosdoğru din'[17],
‘dinü'l hâlis-katıksız-Allah'a has din'[18],
‘dinü'l hakk'-dosdoğru, gerçek din'[19]
‘dinullah-Allah'ın dini'[20]
gibi isimler vermektedir.
Diğer taraftan Kur'an'daki
‘din' kavramı, hem ilâhlığı hem de kulluğu ifade etmektedir. Din, yaratıcı
(hâlik) ve kendisine ibadet edilen (ma'bud) Allah'a nisbetle; hakim olma, itaat
altına alma, hesaba çekme, ceza veya mükafat verme; yaratılmış (mahluk) olan ve
ibadetle sorumlu insana nisbetle, boyun eğip, itaat etme, zelil olduğunu anlama,
teslim olma, Yaratıcının hükümlerine uyma ve ibadet etmedir.
Şüphesiz ki İslâma göre din,
kul ile Yaratıcı arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir nizam, bir yoldur.

[21]


d-Din Anlayışları:

Yukarıdan beri anlatılanlar
İslâm'a göre dinin tanımı, ya da İslâm bilginlerine göre ‘din' olayını anlama
çabalarıdır. Başka dinlere inanan insanların din olayına yaklaşımı elbette böyle
değildir. Batı ülkelerindeki felsefecilerin, sosyoloğların, politikacıların
‘din' diye anlayıp izah ettikleri şey de ayrıdır. Özellikle batıdaki pozitivist
felsefenin ve modernizm denilen hayat anlayışının gelışmesinden sonra din'e
getirilen tanımlar ise çok daha farklıdır.
Biz bu farklı tanımlar üzerinde
durmayacağız.
Ancak, insan için din olayının
hatırlattığı gerçeği, insan hayatında dinin yerini, insanların sürekli bir dine
inandıklarını, hayatlarına temel aldıkları hayat felsefelerinin veya dünya
görüşlerinin bir din haline geldiğini söylemek istiyoruz.
Kur'an şöyle diyor:
"Firavun, birakın beni dedi,
Musa'yı öldüreyim, o gitsin Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, onun sizin
dininizi değiştirmesinden ve yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum."
(Mü'min: 40/26)
Kur'an'da anlatılan
Musa-firavun kıssasına bakıldığı zaman burada firavunun değiştirilmesinden
korktuğu ‘din'in yalnızca bir inanç ve vicdaní kanaat olmadığı açıktır. Firavun,
kendi kurduğu sistemin, toplum düzeninin, genel-geçer olan şeriatinin
(kanunlarının) Musa (as) eliyle değiştirilmesinden korkuyordu. Musa (as)'nın
daveti, onun kurduğu toplumsal düzene, kendi hevasından uydurduğu ilkelere,
egemenliğine aykırı düşüyordu. Musa (as)nın başarısı, onun saltanatının ve
düzeninin sonu idi.
Şunun altını tekrar çizmek
gerekir ki ‘din' olayı yalnızca bir inanç, bir vicdaní kanaat, ahlâkí
davranışlar ya da belli zamanlarda ve özellikte gizli olarak yerine getirilen
kişisel tapınmalar değildir.
Yukarıda ‘din' kelimesinin
sözlük anlamlarından ve Kur'an'da geçen manalarının hiç birinde din'in, inanç ve
vicdaní kanaat anlamına gelmediğini gördük. Bunun aksine din, bir teslimiyeti,
boyun eğmeyi, kanun ve şeriati, ceza ve mükâfatı ifade etmektedir. İnanç yani
iman İslâma göre ‘din'in yalnızca bir parçasıdır. Kişinin, Allah'tan gelen
‘din'i ve bu ‘din'e ait ilkeleri kabul etmesidir.
İnsan yaratılışı gereği
inanmak, hayatını belli ilkelere göre yaşamak, bir takım hukuk kurallarına
uymak, tapınmak, dua etmek, sığınmak, belli bir toplum düzenine sahip olmak
zorundadır.
İnsanların benimsedikleri,
inandıkları düşüncelerini ve yaşayışlarını ona göre ayarladıkları, toplumsal
düzenlerini ona uygun düzenledikleri sistemler, doktrinler, ideolojiler birer
dindir. Kişinin, kendileri ile toplumun, kendileri ile yüce bir varlığın
arasındaki ilişkileri düzenleyen her sistem bir dindir. Eşya ve evreni izah
eden, insanların hayatına yön veren, kişilerin inanarak benimsedikleri her dünya
görüşü bir dindir.
İslâma rağmen insanlar bir
siyasí güce, bir sisteme ve onlara ait düzene, ilkelere boyun eğip-itaat
ediyorlarsa, bu bir dindir.
İnsanların bu gibi sistem veya
ideolojilere din adı verip vermemesi, bir veya daha fazla ilâha inanıp
inanmaması, bir takım davranışlara ibadet adını verip vermemeleri işin şeklini
değiştirmez.
Çünkü ‘din' olayında temel olan
şey, bir inanç sisteminin ve bu inanç sistemine göre şekillenen bir hayat
anlayışının veya bir dünya görüşünün olmasıdır. Bu dünya görüşüne göre bir
‘yaşayış sistemi' varsa, bu hayat sistemine insanlar inanıyor ve
bağlanıyorlarsa, bu hayat sisteminin bir takım ilkelerini en üstün sayıyorlarsa,
yani bir otoriteye kayıtsız şartsız itaat ediyorlarsa; ortada bir ‘din' olayı
var demektir.
Bu anlamda yeryüzünde eskiden
ve şimdilerde din'den uzak hiç bir insan ve hiç bir toplum yoktur. İnsanın,
hayatını yaşarken kendine ilke olarak aldığı şeyler, yaşarken uymak zorunda
olduğu ‘hayat sistemi' onun için bir dindir. Zaten ‘din'in anlamı da bir inancı,
bir ideolojiyi, bir hayat sistemini benimseyip ona itaat etmektir.
Tarih boyunca ve günümüzde Hakk
din olan İslâmdan uzaklaşan bütün insanlar bu anlamda kendilerine bir ‘din'
bulmuşlardır. İnsanlar her zaman kendilerinden üstün olan bir güce sığınmışlar,
kendilerine faydası olduğuna, ya da kızdığı zaman zararı dokunacağına
inandıkları bir veya birden çok ilâh bulmuşlardır. O ilâhtan geldiğini kabul
ettikleri bir takım ilkelere uymuşlar, din haline getirdikleri bir ‘hayat
anlayışını' benimsemişlerdir.
Dinler tarihi incelendiği zaman
görülecektir ki tarih boyunca sayısız din uydurulmuş, akla hayale gelmeyen
şeyler tanrı haline getirilmiştir.
Günümüzde de durum
degişmemiştir. İnsanlar, inanma, tapınma ve bir hayat anlayışına ve düzene
bağlanma ihtiyaçlarını çeşitli doktrinlere ve ideolojilere bağlanarak
karşılamaya çalışmaktadırlar. Bugün, sosyalizm, komunizm, kapitalizm, modernizm,
laisizm, hırıstiyanlık, yahudilik, hinduizm ve benzeri adlarla karşımıza çıkan
bütün inançlar, hayat felsefeleri ve ideolojiler birer dindirler.
Bu dinler için ilâhlar,
mâbetler, tapınma şekilleri aramaya gerek yoktur. Bu batıl dinlerin her bir
mümini kendine göre inanıyor, tapınacak mâbet yapıyor, yeni tapınma şekilleri
icad ediyor, önünde secde ettiği yeni ilâhlar buluyor. Bir batılı düşünürün
dediği gibi, bu çağdaş dinlerin ilâhları: diktatörler, patronlar, devletler,
despot partiler, şarkıcılar, sporcular, ikonlar; tapınakları ise, bankalar,
stadyumlar, müzik holleri, anıt mezarlar ve fabrikalardır. Bu dinlerin
inananları ise, her tarafta istenildiği gibi sürüklenen, yönlendirilen,
sömürülen, küçük hedeflerin peşine koşturulan, güç kaynaklarına kayıtsızca itaat
eden uyuşuk kitlelerdir.
İslâmdan uzak kalanların,
ilâhí hayat düzenine sırtını çevirenlerin düşeceği durum budur. Çünkü insan,
hayatını mutlaka bir takım ilkelere, hükümlere göre yaşar. Bir şeylere inanır,
yüce bir kuvvete tabi, en yüce kabul ettiği güce teslim olur, ona ibadet eder.
İnsanın hayatından ‘Hakk' alınırsa, onun yerini bir sürü batılın doldurması
kaçınılmazdır. Bu anlamda insanın iç yapısı boşluğu kabul etmez.

[22]

e-Dinlerin Çeşitleri:

Íslâma göre dinler ikiye
ayrılır:

1-Hak din:

Bütün peygamberler yalnızca
hakk din olan İslâmı tebliğ etmişlerdir.[23]
Peygamberimiz, bütün peygamberlerin dininin bir olduğunu ve hepsinin baba
bir-kardeş gibi olduklarını haber veriyor.[24]

2-Batıl dinler:

İnsanların İslâmın dışında
tarih boyunca kendi kafalarından uydurdukları bütün dinlerin genel adı.
Hakk din bir tanedir, ama batıl
dinler sayısızdır.
"Allah katında geçerli din
yalnızca İslâmdır." (Âli İmran: 3/19)
"Kim İslâmdan başka din
ararsa, ondan asla kabul olunmaz ve o, Ahirette zarara uğrayanlardan olur."
(Âli İmran: 3/85)
Denilebilir ki, yukarıda
tanımlanan ‘din'in ölçülerine yalnızca İslâm uymaktadır. Öyleyse yalnızca İslâm
din'dir. Diğerlerine din değil, ideoloji ya da başka bir şey dememiz gerekmez
mi?
Hakk din tanımına elbette
yalnızca Allah'ın fıtrat dini dediği[25]
İslâm uymaktadır. Ancak ‘din' olayının tanımına ve kapsadığı alana bakarsak ve
yine Kur'an'ın hemen yukarıda andığımız iki âyetini hatırlarsak, İslâmdan başka
dinlerin de olduğunu ve bunları Rabbimizin reddettiğini görürüz. Yine şu âyet de
oldukça dikkat çekicidir:
"Müşrikler istemese de O
dini (İslâmı) bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidâyetle ve hak
dinle gönderen O'dur." (Tevbe: 9/33)
Dikkat edilirse burada hak din
tekil olarak, diğer dinler tabiri ise çoğul olarak kullanılmaktadır.
Batıl dinler, Allah (cc)
tarafından kabul edilmediği gibi; onlar, ne insanın yaratılış sebebine cevap
verebilerler, ne dünyadaki huzuru sağlayabilirler, ne adaleti yerine
getirebilirler, ne de Ahiret kurtuluşuna götürebilirler. Çünkü hepsi de insan
hevasının ürünüdür. Hepsi de Hakk din olan İslâma karşı olmak üzere ortaya
atılmışlardır.
İnsanlara din gönderme hakkı
yalnızca onları yaratan Rabb'ın hakkıdır. Allah'a rağmen insanlara din teklif
edenler, uydurdukları ilkeleri din haline getirip insanları onlara itaate
zorlayanlar, Firavun tipli azgın tağutlardır. Allah (cc) ise, bütün zamanların
insanlarına, ‘tağuta kulluktan kaçının, bana ibadet edin' buyurmaktadır.[26]

Kur'an, bazen ‘millet' ve
‘şeriat' kavramlarını da ‘din' yerine kullanmaktadır.[27]
Ancak millet kelimesi bir Peygamber'e (İbrahim milleti gibi), din Allah'a,
şeriat ise din'e nisbet edilir. İslâm şeriati, budizm şeriati gibi.

[28]







[1]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 142-143.





[2]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 143.





[3]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 143.





[4]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 143.





[5] Ayrıca
bak: Âli İmran: 3/83; Ğafir: 40/64, 65. Zümer: 39/2-3; Beyyine: 98/5 vd.







[6]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 143-144.





[7] Ayrıca
bak: Fatiha: 1/4; Hicr: 13/35; Saffat: 37/20; Zariyat: 51/6, 12; Vakıa:
56/56. vd; Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 144.





[8] Ayrıca
bak: Yusuf: 12/76; Ğafir: 40/26; Şûra: 42/13, 21. vd; Hüseyin K. Ece,
İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 144.





[9] Ayrıca
bak: Bakara: 2/217, 259; Nisa: 4/146; Maide: 5/54, 57; En‘am: 6/161; Tevbe:
9/11, 12; Meryem: 19/29, 33, 122; Yunus: 10/22, 104; Nasr: 110/2, Kafirûn:
109/6 vd; Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları:
144-145.





[10]
Ayrıca bak: Zümer: 39/2; Rûm: 30/30; Lukman: 31/32.





[11]
Ayrıca bak. Vakıa: 56/86; Saffat: 37/53; İnfitar: 82/9, 15 vd.





[12]
Ayrıca bak: Nûr: 24/2.





[13]
Tevbe: 9/33; Fetih: 48/28; Sâff: 61/9. vd.





[14] Nak.
Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/395, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi: 1/363;
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 145-146.





[15] Nak.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi: 9/314.





[16] Ebu
Davud, Sünne, Hadis no: 4695, 4/223; Müslim, İman: 1, Hadis no: 1, 1/36;
Tirmizí, İman: 6, Hadis no: 2612, 5/9.





[17]
Tevbe: 9/36.





[18]
Zümer: 39/3.





[19]
Tevbe: 29.





[20] Âli
İmran: 3/83.





[21]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 146-147.





[22]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 147-149.





[23] Şûra:
42/13; Zuhruf: 43/45; Bakara: 2/133 vd.





[24]
Müslim, Fedail: 40, Hadis no: 2365, 4/1837; Buharí, nak. Şamil İslam
Ansiklopedisi: 1/400; Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan
Yayınları: 149.





[25] Rûm:
30/30.





[26] Nahl:
16/36.





[27]
Yusuf: 12/38; Bakera: 2/130, 135, 120; Şûra: 42/21 vd.





[28]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 149-150.