Din Kavramı Ve Çok Yönlü Açıklaması (Ruhanî Ve Seküler Yaşam)
Din Kavramı Ve Çok Yönlü Açıklaması
Din Kavramı Ve Çok Yönlü Açıklaması
(Ruhanî Ve Seküler
Yaşam)
Kur'ânî bir kavram olarak "din" teriminin
verdiği orijinal anlam, felsefî yorumlarla veya avamın yoz anlayışıyla bu
sözcüğe yüklenen yapay anlamdan çok farklıdır. Dolayısıyla müslüman kişi
dikkatini bu nokta üzerinde yoğunlaştırmak zorundadır.
"Din" sözcüğü, Kur'ân-ı Kerim'in birçok yerinde
anlam bakımından son derece ince farklarla geçmektedir.
Örneğin bir yerde: "Kargaşa yok olup, ortada
din olarak yalnızca Allah'ın dini kalıncaya kadar onlara karşı savaşın."
(Bakara: 2/193) denilmekte; Bir diğer yerde: "Zina eden kadının ve
erkeğin her birine yüz değnek vurun; eğer Allah'a ve âhiret gününe
inanıyorsanız Allah'ın dinini uygulamada sizi, onlara karşı acıma duygusu
tutmasın." (Nur: 24/2) diye geçmekte; Peygamber Hz. Yusuf
(as)'la ilgili olarak bir başka yerde ise: "İşte Yusuf'a böyle bir
çözüm ilham ettik, yoksa kralın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı."
(Yusuf: 12/76) diye ifade edilmektedir.
Dikkat edilecek olursa bu üç âyette de "din"
sözcüğü -mutlak olarak-açıkça: düzen, rejim, yasalar manzumesi ya da
yönetim biçimi anlamlarını vermektedir. Elbette ki bunun yanında- terimsel
olarak- Allah Teâlâ'nın, iman ve amel kapsamında insanlara yönelttiği
yasaların tamamına da denir.
Oysa yaşanmakta olan kavram kargaşası içinde bu
terimin anlamı saptırılmıştır. Arapça olan "din" sözcüğü, Avrupa dillerinde
kullanılan "Religion" sözcüğünün, büyük olasılıkla bir tercümesi olarak
düşünülmüştür. Halbuki bu yanlıştır. Çünkü "religion" sözcüğü ile anlatılmak
istenen şey, hırıstiyanlığın öngördüğü din biçimidir. Hıristiyanlığın din
anlayışı ise tamamen rûhânîdir.[1]
Halbuki rûhânî yaşam, İslamdaki dinin, son derece geniş alanı içinde çok küçük
bir yer işgal eder. İslamdaki din kavramının kapsamı ise o kadar geniştir ki
müslüman kişinin yaşadığı hiç bir olay din çemberinin dışında cereyan edemez.
Dolayısıyla rûhânî yaşam, seküler
[2]
yaşamla birlikte dinin bütünlüğü içinde birbirlerini tamamlarlar.
İslamda din kavramının ne kadar geniş bir
kapsama sahip olduğunu anlayabilmek için mükellef bir insanın -ne durumda
olursa olsun- tüm eylem, tutum ve davranışlarını belli kayıtlarla hükme
bağlayan İslam'ın temel kurallarını incelemek yeterlidir. Çünkü insan ne
yapıyor olursa olsun İslam, onun işlediği her eylemi, takındığı her tavrı,
sergilediği her tutumu, belli bir isim altında hükme bağlamıştır. Bu hükümlere
fıkıh dilinde "Ef'âl-i mükellefîn"[3]
denir. Bunlar dokuzdur ve fıkıh literatüründe şu adlar altında sıralanır:
Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, haram,
mekruh, sahih, batıl.
Binaenaleyh, bir müslüman ister ibadet gibi
ruhanî bir eylem ve durum içinde bulunuyor olsun; ister yemek, içmek, alıp
satmak, evlenmek, oy vermek, bilimsel bir çalışma yapmak, okumak, yürümek ve
dinlenmek gibi -sayılamayacak kadar çok- ve tamamen seküler, meşru ya da
gayrimeşru yaşamdan herhangi bir fiil ve hareket içinde bulunuyor olsun; ya
da yasaklardan birini işlemekte olsun; onun bu eylemlerinden her biri yukarıda
sayılan dokuz hükümden mutlaka birinin konusu olur. Dolayısıyla müslüman
kişinin işlediği her fiil dinin kapsamı içindedir.
Aslında «din» kavramı bundan da öte en geniş
anlamda, bütün kâinâtı kuşatan bir kapsam ifade eder. Din en öz tanımla:
Allah'ın bütün varlıkları yaratıp yönettiği âlemşümûl sistemin adıdır. Bu sistem
Kur'ân-ı Kerim'in "Sünnetullah" diye adlandırdığı[4]
evrensel yasalarla işler. Materyalistlerce "Doğa kanunları" denilen bu
yasalardan başka Allah Teâlâ'nın, yeryüzünde uygulanmak üzere peygamberlere
indirdiği vahiyler de vardır ki bunlara da "teşrii yasalar" denir. Örneğin
Tevrat, İncil ve Kur'ân-ı Kerim, insanların yaşam ve yönetim biçimini
belirlemek ve düzenlemek üzere Allah (cc) tarafından indirilmiş teşrii
yasalardır. Bu yasalar - genelde - sanıldığı gibi insanların sırf
rûhânî yaşamını değil, bilakis dünyevi hayat tarzlarını da belli bir disipline
bağlayan maddeler içerirler. Peygamberlere indirilen vahiyler, Allah'ın kelam
sıfatına bağlı "tenzilî" anayasalardır; Doğa kanunları ise O'nun irâde sıfatına
bağlı "Tekvînî" bir anayasadır. Tenzîlî şeriatlerin her biri, indiği zamanın
şartlarına göre insanların hayatını belli bir düzene oturturlar. Bunların
içinde en kapsamlı ve en kalıcı olanı Kur'ân-ı Kerim'dir. Vahiylerden farklı
olan tekvînî anayasa (yani doğa kanunları) ise Allah'ın irâdesine bağlı
olarak otomatik şekilde işlerler. Din kavramı işte bütün bu yasaları
kapsamaktadır.
Ne varki zaman içinde temel değerlerin
yozlaşması ve gelenekselliğin düşünce yapısına egemen olması, "din" kavramına
da tek yanlı bir anlam yüklenmesine neden olmuştur. Bu yüzden, ilk İslam
akademisyenleri tarafından kâleme alınmış olan eserler çağdaş düşünce akımları
karşısında kendini kanıtlayabilecek güçlü anlatım ve yorum üslûpları içinde
yeniden sunulamamış, sonuç olarak "Din" kavramı, Kurân-ı Kerim'deki evrensel
anlamıyla çağdaş insana yansıyamamıştır. Dinin hemen her zaman namaz, oruç,
itikâf, zikir, âyin ve dua anlamlarında algılanmasının nedeni budur.
Bunlar bir yana, dinin kesin şekilde yasaklamış
olduğu, hatta dinden çıkma nedeni olarak açıkladığı fal ve büyü gibi şeylere
dinî birer değer olarak bakanlar bile vardır. Bu nedenle çağdaş toplum, dinin
kavram olarak ne olup olmadığı hakkında henüz yeteri kadar aydınlanmış
değildir. Hatta birçok kimse, insanın seküler yaşamının din kapsamı dışında
olduğu kanaatine kapılmıştır ki bu kanaat pozitivistlerle müslümanlar
arasında tartışmalara neden olmuştur. Dine ilişkin bu genel bilgisizlik
nedeniyledir ki toplumun büyük bir kesimi, siyasi, sosyal ve ekonomik
olayların dindeki yerini ve hükmünü bilmemekte hatta merak bile etmemektedir.
Çünkü halk, dinin bu olaylar hakkında hüküm verebilecek bir güç ve kaynak
olduğu gerçeğinden hemen hemen habersizdir. Halbuki meşru ve helâl diye
bildiğimiz faaliyet ve çalışmalarımızın tümünde vicdanımızı serbest bırakan
şey dindir; Ruh derinliğimizdeki bu özgürlük duygumuzun kaynağı dindir. Keza
haram, yasak ve gayrimeşru olarak vicdanımızda mahkum ettiğimiz eylemlerden,
faaliyetlerden, söz ve davranışlardan uzak durmaya bizi zorlayan yine dindir.
Bu otorite, yalnız vicdanlarımıza değil, aynı
zamanda kültürümüze ve sosyal hayatımızın büyük bir kısmına da egemendir.
Nitekim güvenlik ve yargı organlarının ulaşamadığı ve beşeri yasaların güç
yetiremediği tenhalarda bile insanları frenleyerek yıkıcı eylem ve
faaliyetlerin bu suretle yaygınlaşmasını engelleyen gizli kudret dinin
vicdanlardaki müeyyidesidir. Kanunların tanıdığı serbestliğe rağmen alkollü
içki kullanmaktan, domuz eti yemekten, faizle muamelede bulunmaktan, zina
fiilinden ve daha nice haramlardan sakınan milyonlarca insanın bu hayat
disiplinini -kuşkusuz- seküler yasalar değil, bilakis din
sağlamaktadır. Çünkü dinin, insan vicdanında saygıdeğer bir yeri ve
topluluklar üzerinde derin etkisi vardır. Aynı insanların din yasaları ile
beşerî yasalar karşısındaki tutumları araştırılacak olursa din lehinde çok
büyük farkların saptanacağı kesindir. Öyleki beşerî yasaları, buldukları her
fırsatta çiğneyen birçok insanın en mahrem yerlerde bile din yasalarına karşı
son derece saygılı davrandığı bir gerçektir.
Şu noktaya dikkat etmelidir ki gerek zina, içki,
faiz ve domuz eti gibi dinin yasakladığı şeylerle haşır neşir olmak, gerekse
yaşam gerçeklerinin çoğu, aslında ruhanî durumlar değil, tam aksine dünyevi
faaliyet alanları içine giren konulardır. Dolayısıyla pozitivistlerin sandığı
gibi din denilince akla yalnızca ibadet ya da mistik yaşam geldiği yolundaki
kanaat sadece yanlış değil, aynı zamanda cahilce bir yaklaşımdır. Belki de
tutuculuğun ve kuru bir inadın sonucudur. Nitekim bu nedenledir ki harcanan
çabalara rağmen devlet işleri bir türlü dinden soyutlanamamıştır. Çünkü buna
hiç bir zaman imkan yoktur.
Örneğin laikler de karşıtları tarafından
öldürülen adamlarına "şehit" demektedirler. Halbuki şehitlik, düşman tarafından
savaşta öldürülen yalnızca müslüman kişiye Kur'ân-ı Kerim tarafından verilmiş
bir sıfat ve mertebedir.[5]
Bu da demektir ki şehitlik sıfatı, islâmî ve Kurânî bir anlam taşır. Sonuç
itibariyle dinî bir kavramdır. Şehitliğin, rûhânî bir olay mı, yoksa seküler
bir olay mı olduğu konusuna gelince bu noktaya her iki cepheden de
bakılabileceği gâyet açıktır. Çünkü şehid olmuş bir müslüman, her şeyden önce
bir ibadet olan cihad hizmetini üstlenirken hayatını feda etmiştir ki şehitlik
bu yönüyle ruhânî bir mahiyet taşır. Ancak şehitliğin -dolaylı olarak-
dünyevî bir yönü de vardır ki o da şehit olmuş kimsenin uğradığı böyle bir son
nedeniyle geride bırakmış olabileceği çeşitli hayat meselelerinin görüşülmesi
ve çözüme kavuşturulması olayıdır. Bu örnekte görüldüğü üzere bazı hadiseler
aynı zamanda hem rûhânî, hem de seküler bir anlam taşımakta, ancak yine de
dinin konusu olmaktan asla çıkmamaktadır.
Birkaç örnek daha vermek gerekirse, namaz kılmak
üzere evinden camiye giden, ya da helâl rızık kazanmak ve meşru yoldan geçinmek
üzere evinden işine giden müslümanın, bu yollardaki yürüyüşünü, o sırada
yaşayabileceği olayları, hiç din dışı sayabilir miyiz? Halbuki mutlak yürümek
tamamen dünyevi bir olaydır. Ancak bu iki örnekten birincisindeki yürüme
olayı, farzın edasına vesile olması bakımından farz, ya da cemaatle namaz kılma
amacına bağlı olarak en azından sünnettir. İkincisi ise kişinin çalışma
durumuna bağlı olarak "ef'âl-i mükellefîn"den mutlaka birine dahildir.
Keza herhangi bir suçu işlemek üzere davranan insanın, suç fiilini
gerçekleştirinceye kadar onun bu amaçla attığı her adım, söylediği her söz,
düzenlediği her plan ve sonuçta işlediği suç karşısında dinin hiç mi bir hükmü
olmayacaktır!
Özet olarak diyebiliriz ki değil yalnızca
ibadetler ve ibadet hükmünde olan fiiller, yiyip içmek, alıp satmak, çalışmak,
okumak, dinlenmek, cinsel ilişkide bulunmak, hatta herhangi bir suç işlemek
bile dinin konusudur. Çünkü örneğin, hırsıza hırsız sıfatını veren ve ona bu
suçtan dolayı bir ceza öngören din gerçeği varken ne rasyonalizm, ne
pozitivizm, ne de bu felsefeler üzerinde temellendirilmiş olan seküler yasalar,
rejimler ve yönetim biçimleri vardı.
Dinin insan yaşamını böylesine her cepheden
sarmış bulunması, esasen onun, ilahî bir düzen olmasından ileri gelmektedir.
Yani (din-Allah ilişkisi) bu olguyu zorunlu hale getirmektedir. Öyle ise
Allah (cc), madem ki her şeyin yaratıcısı, terbiyecisi ve düzenleyicisidir,
O'nun eşya ve olaylar için koymuş bulunduğu yasaların da elbetteki kapsamı ona
göre geniş, büyük ve engin olmalıdır.
Din kavramının gerçek olmayan yorumlarla
zihinlere yerleşmesinde çeşitli faktörler vardır. Bunlardan özellikle iki
tanesi çok önemlidir.
Birincisi:
İslam öncesi eski inanış tarzlarının çeşitli yorumlar içinde İslama mal edilerek
yaşanmasıdır. Bu inanışlar zamanla kurumlaşmış ve geniş bir tabana yayılmıştır.
İslamdaki din anlayışının yozlaşmasında bunların etkisi büyüktür. Daha çok
mistik akımların ayin ve merasimleri şeklinde ortaya çıkan bu yorumların, din
kavramını Kur'ân'ın ruhundan tamamen kopardığı söylenebilir.
İkincisi
ise: 1789 da patlak veren Fransız ihtilalinden sonra hıristiyanlığın
muhitlerimize kadar yaydığı dünya görüşü ve hayata bakış açısıdır.
Bu her iki faktör de âdetâ birbirini
destekleyerek yepyeni bir kutsallık anlayışının doğmasına neden olmuştur. Bu
anlayışa göre yalnız kutsal olan şeyler dinseldir; kutsal olmayan şeyler ise
sırf dünyevîdirler. Ancak bu anlayış, getirdiği çelişkilerle -özellikle
çağımızda- düşünce ve siyaset alanında büyük sorunlara, kavram kargaşasına
ve bitmek tükenmek bilmeyen ateşli tartışmalara yol açmıştır.[6]
[1]
Rûhânî: Maddesel bir yanı olmayan,
ruhla ilgili, metafizik.
[2]
Seküler: (Fr. Sèculaire) Dünyevî. dünya hayatıyla ilgili, dinle alakası
olmayan.
[3]
"Ef'âl-i Mükellefîn": Mükellef
olanların, yani Allah Teâlâ'nın yönelttiği teklif ve emirleri yerine
getirmek ve yasaklarından sakınmak zorunrda olanların, içinde bulundukları
dokuz durumdan her biri.
[4]
İsra: 17/177, Ahzab: 33/62, Fatır: 35/43, Hucurat: 48/23; Bk. Dinsizlik.
[5]
Bakara: 2/154, Al-i İmran: 3/169
[6]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 17-25.
Din Kavramı Ve Çok Yönlü Açıklaması
(Ruhanî Ve Seküler
Yaşam)
Kur'ânî bir kavram olarak "din" teriminin
verdiği orijinal anlam, felsefî yorumlarla veya avamın yoz anlayışıyla bu
sözcüğe yüklenen yapay anlamdan çok farklıdır. Dolayısıyla müslüman kişi
dikkatini bu nokta üzerinde yoğunlaştırmak zorundadır.
"Din" sözcüğü, Kur'ân-ı Kerim'in birçok yerinde
anlam bakımından son derece ince farklarla geçmektedir.
Örneğin bir yerde: "Kargaşa yok olup, ortada
din olarak yalnızca Allah'ın dini kalıncaya kadar onlara karşı savaşın."
(Bakara: 2/193) denilmekte; Bir diğer yerde: "Zina eden kadının ve
erkeğin her birine yüz değnek vurun; eğer Allah'a ve âhiret gününe
inanıyorsanız Allah'ın dinini uygulamada sizi, onlara karşı acıma duygusu
tutmasın." (Nur: 24/2) diye geçmekte; Peygamber Hz. Yusuf
(as)'la ilgili olarak bir başka yerde ise: "İşte Yusuf'a böyle bir
çözüm ilham ettik, yoksa kralın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı."
(Yusuf: 12/76) diye ifade edilmektedir.
Dikkat edilecek olursa bu üç âyette de "din"
sözcüğü -mutlak olarak-açıkça: düzen, rejim, yasalar manzumesi ya da
yönetim biçimi anlamlarını vermektedir. Elbette ki bunun yanında- terimsel
olarak- Allah Teâlâ'nın, iman ve amel kapsamında insanlara yönelttiği
yasaların tamamına da denir.
Oysa yaşanmakta olan kavram kargaşası içinde bu
terimin anlamı saptırılmıştır. Arapça olan "din" sözcüğü, Avrupa dillerinde
kullanılan "Religion" sözcüğünün, büyük olasılıkla bir tercümesi olarak
düşünülmüştür. Halbuki bu yanlıştır. Çünkü "religion" sözcüğü ile anlatılmak
istenen şey, hırıstiyanlığın öngördüğü din biçimidir. Hıristiyanlığın din
anlayışı ise tamamen rûhânîdir.[1]
Halbuki rûhânî yaşam, İslamdaki dinin, son derece geniş alanı içinde çok küçük
bir yer işgal eder. İslamdaki din kavramının kapsamı ise o kadar geniştir ki
müslüman kişinin yaşadığı hiç bir olay din çemberinin dışında cereyan edemez.
Dolayısıyla rûhânî yaşam, seküler
[2]
yaşamla birlikte dinin bütünlüğü içinde birbirlerini tamamlarlar.
İslamda din kavramının ne kadar geniş bir
kapsama sahip olduğunu anlayabilmek için mükellef bir insanın -ne durumda
olursa olsun- tüm eylem, tutum ve davranışlarını belli kayıtlarla hükme
bağlayan İslam'ın temel kurallarını incelemek yeterlidir. Çünkü insan ne
yapıyor olursa olsun İslam, onun işlediği her eylemi, takındığı her tavrı,
sergilediği her tutumu, belli bir isim altında hükme bağlamıştır. Bu hükümlere
fıkıh dilinde "Ef'âl-i mükellefîn"[3]
denir. Bunlar dokuzdur ve fıkıh literatüründe şu adlar altında sıralanır:
Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, haram,
mekruh, sahih, batıl.
Binaenaleyh, bir müslüman ister ibadet gibi
ruhanî bir eylem ve durum içinde bulunuyor olsun; ister yemek, içmek, alıp
satmak, evlenmek, oy vermek, bilimsel bir çalışma yapmak, okumak, yürümek ve
dinlenmek gibi -sayılamayacak kadar çok- ve tamamen seküler, meşru ya da
gayrimeşru yaşamdan herhangi bir fiil ve hareket içinde bulunuyor olsun; ya
da yasaklardan birini işlemekte olsun; onun bu eylemlerinden her biri yukarıda
sayılan dokuz hükümden mutlaka birinin konusu olur. Dolayısıyla müslüman
kişinin işlediği her fiil dinin kapsamı içindedir.
Aslında «din» kavramı bundan da öte en geniş
anlamda, bütün kâinâtı kuşatan bir kapsam ifade eder. Din en öz tanımla:
Allah'ın bütün varlıkları yaratıp yönettiği âlemşümûl sistemin adıdır. Bu sistem
Kur'ân-ı Kerim'in "Sünnetullah" diye adlandırdığı[4]
evrensel yasalarla işler. Materyalistlerce "Doğa kanunları" denilen bu
yasalardan başka Allah Teâlâ'nın, yeryüzünde uygulanmak üzere peygamberlere
indirdiği vahiyler de vardır ki bunlara da "teşrii yasalar" denir. Örneğin
Tevrat, İncil ve Kur'ân-ı Kerim, insanların yaşam ve yönetim biçimini
belirlemek ve düzenlemek üzere Allah (cc) tarafından indirilmiş teşrii
yasalardır. Bu yasalar - genelde - sanıldığı gibi insanların sırf
rûhânî yaşamını değil, bilakis dünyevi hayat tarzlarını da belli bir disipline
bağlayan maddeler içerirler. Peygamberlere indirilen vahiyler, Allah'ın kelam
sıfatına bağlı "tenzilî" anayasalardır; Doğa kanunları ise O'nun irâde sıfatına
bağlı "Tekvînî" bir anayasadır. Tenzîlî şeriatlerin her biri, indiği zamanın
şartlarına göre insanların hayatını belli bir düzene oturturlar. Bunların
içinde en kapsamlı ve en kalıcı olanı Kur'ân-ı Kerim'dir. Vahiylerden farklı
olan tekvînî anayasa (yani doğa kanunları) ise Allah'ın irâdesine bağlı
olarak otomatik şekilde işlerler. Din kavramı işte bütün bu yasaları
kapsamaktadır.
Ne varki zaman içinde temel değerlerin
yozlaşması ve gelenekselliğin düşünce yapısına egemen olması, "din" kavramına
da tek yanlı bir anlam yüklenmesine neden olmuştur. Bu yüzden, ilk İslam
akademisyenleri tarafından kâleme alınmış olan eserler çağdaş düşünce akımları
karşısında kendini kanıtlayabilecek güçlü anlatım ve yorum üslûpları içinde
yeniden sunulamamış, sonuç olarak "Din" kavramı, Kurân-ı Kerim'deki evrensel
anlamıyla çağdaş insana yansıyamamıştır. Dinin hemen her zaman namaz, oruç,
itikâf, zikir, âyin ve dua anlamlarında algılanmasının nedeni budur.
Bunlar bir yana, dinin kesin şekilde yasaklamış
olduğu, hatta dinden çıkma nedeni olarak açıkladığı fal ve büyü gibi şeylere
dinî birer değer olarak bakanlar bile vardır. Bu nedenle çağdaş toplum, dinin
kavram olarak ne olup olmadığı hakkında henüz yeteri kadar aydınlanmış
değildir. Hatta birçok kimse, insanın seküler yaşamının din kapsamı dışında
olduğu kanaatine kapılmıştır ki bu kanaat pozitivistlerle müslümanlar
arasında tartışmalara neden olmuştur. Dine ilişkin bu genel bilgisizlik
nedeniyledir ki toplumun büyük bir kesimi, siyasi, sosyal ve ekonomik
olayların dindeki yerini ve hükmünü bilmemekte hatta merak bile etmemektedir.
Çünkü halk, dinin bu olaylar hakkında hüküm verebilecek bir güç ve kaynak
olduğu gerçeğinden hemen hemen habersizdir. Halbuki meşru ve helâl diye
bildiğimiz faaliyet ve çalışmalarımızın tümünde vicdanımızı serbest bırakan
şey dindir; Ruh derinliğimizdeki bu özgürlük duygumuzun kaynağı dindir. Keza
haram, yasak ve gayrimeşru olarak vicdanımızda mahkum ettiğimiz eylemlerden,
faaliyetlerden, söz ve davranışlardan uzak durmaya bizi zorlayan yine dindir.
Bu otorite, yalnız vicdanlarımıza değil, aynı
zamanda kültürümüze ve sosyal hayatımızın büyük bir kısmına da egemendir.
Nitekim güvenlik ve yargı organlarının ulaşamadığı ve beşeri yasaların güç
yetiremediği tenhalarda bile insanları frenleyerek yıkıcı eylem ve
faaliyetlerin bu suretle yaygınlaşmasını engelleyen gizli kudret dinin
vicdanlardaki müeyyidesidir. Kanunların tanıdığı serbestliğe rağmen alkollü
içki kullanmaktan, domuz eti yemekten, faizle muamelede bulunmaktan, zina
fiilinden ve daha nice haramlardan sakınan milyonlarca insanın bu hayat
disiplinini -kuşkusuz- seküler yasalar değil, bilakis din
sağlamaktadır. Çünkü dinin, insan vicdanında saygıdeğer bir yeri ve
topluluklar üzerinde derin etkisi vardır. Aynı insanların din yasaları ile
beşerî yasalar karşısındaki tutumları araştırılacak olursa din lehinde çok
büyük farkların saptanacağı kesindir. Öyleki beşerî yasaları, buldukları her
fırsatta çiğneyen birçok insanın en mahrem yerlerde bile din yasalarına karşı
son derece saygılı davrandığı bir gerçektir.
Şu noktaya dikkat etmelidir ki gerek zina, içki,
faiz ve domuz eti gibi dinin yasakladığı şeylerle haşır neşir olmak, gerekse
yaşam gerçeklerinin çoğu, aslında ruhanî durumlar değil, tam aksine dünyevi
faaliyet alanları içine giren konulardır. Dolayısıyla pozitivistlerin sandığı
gibi din denilince akla yalnızca ibadet ya da mistik yaşam geldiği yolundaki
kanaat sadece yanlış değil, aynı zamanda cahilce bir yaklaşımdır. Belki de
tutuculuğun ve kuru bir inadın sonucudur. Nitekim bu nedenledir ki harcanan
çabalara rağmen devlet işleri bir türlü dinden soyutlanamamıştır. Çünkü buna
hiç bir zaman imkan yoktur.
Örneğin laikler de karşıtları tarafından
öldürülen adamlarına "şehit" demektedirler. Halbuki şehitlik, düşman tarafından
savaşta öldürülen yalnızca müslüman kişiye Kur'ân-ı Kerim tarafından verilmiş
bir sıfat ve mertebedir.[5]
Bu da demektir ki şehitlik sıfatı, islâmî ve Kurânî bir anlam taşır. Sonuç
itibariyle dinî bir kavramdır. Şehitliğin, rûhânî bir olay mı, yoksa seküler
bir olay mı olduğu konusuna gelince bu noktaya her iki cepheden de
bakılabileceği gâyet açıktır. Çünkü şehid olmuş bir müslüman, her şeyden önce
bir ibadet olan cihad hizmetini üstlenirken hayatını feda etmiştir ki şehitlik
bu yönüyle ruhânî bir mahiyet taşır. Ancak şehitliğin -dolaylı olarak-
dünyevî bir yönü de vardır ki o da şehit olmuş kimsenin uğradığı böyle bir son
nedeniyle geride bırakmış olabileceği çeşitli hayat meselelerinin görüşülmesi
ve çözüme kavuşturulması olayıdır. Bu örnekte görüldüğü üzere bazı hadiseler
aynı zamanda hem rûhânî, hem de seküler bir anlam taşımakta, ancak yine de
dinin konusu olmaktan asla çıkmamaktadır.
Birkaç örnek daha vermek gerekirse, namaz kılmak
üzere evinden camiye giden, ya da helâl rızık kazanmak ve meşru yoldan geçinmek
üzere evinden işine giden müslümanın, bu yollardaki yürüyüşünü, o sırada
yaşayabileceği olayları, hiç din dışı sayabilir miyiz? Halbuki mutlak yürümek
tamamen dünyevi bir olaydır. Ancak bu iki örnekten birincisindeki yürüme
olayı, farzın edasına vesile olması bakımından farz, ya da cemaatle namaz kılma
amacına bağlı olarak en azından sünnettir. İkincisi ise kişinin çalışma
durumuna bağlı olarak "ef'âl-i mükellefîn"den mutlaka birine dahildir.
Keza herhangi bir suçu işlemek üzere davranan insanın, suç fiilini
gerçekleştirinceye kadar onun bu amaçla attığı her adım, söylediği her söz,
düzenlediği her plan ve sonuçta işlediği suç karşısında dinin hiç mi bir hükmü
olmayacaktır!
Özet olarak diyebiliriz ki değil yalnızca
ibadetler ve ibadet hükmünde olan fiiller, yiyip içmek, alıp satmak, çalışmak,
okumak, dinlenmek, cinsel ilişkide bulunmak, hatta herhangi bir suç işlemek
bile dinin konusudur. Çünkü örneğin, hırsıza hırsız sıfatını veren ve ona bu
suçtan dolayı bir ceza öngören din gerçeği varken ne rasyonalizm, ne
pozitivizm, ne de bu felsefeler üzerinde temellendirilmiş olan seküler yasalar,
rejimler ve yönetim biçimleri vardı.
Dinin insan yaşamını böylesine her cepheden
sarmış bulunması, esasen onun, ilahî bir düzen olmasından ileri gelmektedir.
Yani (din-Allah ilişkisi) bu olguyu zorunlu hale getirmektedir. Öyle ise
Allah (cc), madem ki her şeyin yaratıcısı, terbiyecisi ve düzenleyicisidir,
O'nun eşya ve olaylar için koymuş bulunduğu yasaların da elbetteki kapsamı ona
göre geniş, büyük ve engin olmalıdır.
Din kavramının gerçek olmayan yorumlarla
zihinlere yerleşmesinde çeşitli faktörler vardır. Bunlardan özellikle iki
tanesi çok önemlidir.
Birincisi:
İslam öncesi eski inanış tarzlarının çeşitli yorumlar içinde İslama mal edilerek
yaşanmasıdır. Bu inanışlar zamanla kurumlaşmış ve geniş bir tabana yayılmıştır.
İslamdaki din anlayışının yozlaşmasında bunların etkisi büyüktür. Daha çok
mistik akımların ayin ve merasimleri şeklinde ortaya çıkan bu yorumların, din
kavramını Kur'ân'ın ruhundan tamamen kopardığı söylenebilir.
İkincisi
ise: 1789 da patlak veren Fransız ihtilalinden sonra hıristiyanlığın
muhitlerimize kadar yaydığı dünya görüşü ve hayata bakış açısıdır.
Bu her iki faktör de âdetâ birbirini
destekleyerek yepyeni bir kutsallık anlayışının doğmasına neden olmuştur. Bu
anlayışa göre yalnız kutsal olan şeyler dinseldir; kutsal olmayan şeyler ise
sırf dünyevîdirler. Ancak bu anlayış, getirdiği çelişkilerle -özellikle
çağımızda- düşünce ve siyaset alanında büyük sorunlara, kavram kargaşasına
ve bitmek tükenmek bilmeyen ateşli tartışmalara yol açmıştır.[6]
[1]
Rûhânî: Maddesel bir yanı olmayan,
ruhla ilgili, metafizik.
[2]
Seküler: (Fr. Sèculaire) Dünyevî. dünya hayatıyla ilgili, dinle alakası
olmayan.
[3]
"Ef'âl-i Mükellefîn": Mükellef
olanların, yani Allah Teâlâ'nın yönelttiği teklif ve emirleri yerine
getirmek ve yasaklarından sakınmak zorunrda olanların, içinde bulundukları
dokuz durumdan her biri.
[4]
İsra: 17/177, Ahzab: 33/62, Fatır: 35/43, Hucurat: 48/23; Bk. Dinsizlik.
[5]
Bakara: 2/154, Al-i İmran: 3/169
[6]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 17-25.
DİN
- DİN ..
- DİN ..
- Din; Anlam ve Mâhiyeti
- Sözlük Anlamı
- Din Kelimesinin Türevleri
- Terim Olarak Din
- Kur'ân-ı Kerim'de Din Kavramı
- "Din"in Kur'an'daki Anlamları
- Din Kelimesindeki Unsurlar
- Hadis-i Şeriflerde Din Kavramı
- Din Anlayışları ve Diğer İnançlarda Din .
- İslam'a Göre Din Gerçeği
- Dinde Aşırılık
- Karşı Din; Allah'a Din Öğretmeye Kalkmak
- Dinin Kaynağı
- Din Duygusunun Menşei
- Dinin Gerekliliği
- Din ve Bilim ..
- Dinlerin Tasnifi
- Hak Din .
- Muharref Dinler
- Bâtıl Dinler (Uydurma Dinler)
- Bâtıl Dinleri de Tanımanın Gerekliliği
- Yozlaştırılan Din; Halkın Dini ve Hakkın Dini
- Bu Din Benim Dinim Değil!
- Liselerde Din Dersi Eğitimi ve Ders Kitapları
- Kemalizm; Resmî Din mi? Atatürk'e Ta ı veya Peygamber Diyenler
- Yönlendirilen Din; Devlet Dini ve Diyânet
- Diyanetin Hutbelerinden Küçük Birer Kesit
- DİN .. Dinin Tanımı