Son Peygamber Olarak Hz. Muhammed Mustafa (sav)'nın Kişiliği ve Misyonu
Son Peygamber Olarak Hz
Son Peygamber Olarak Hz. Muhammed Mustafa (sav)'nın Kişiliği ve Misyonu:
Hz. Muhammed (sav)'in kutlu hayatı
siyer denen özel bir tarih biliminin konusudur. Dolayısıyla burada, O'nun
dünyaya şeref verdikten sonra uyandırdığı yankılarla, bıraktığı derin izlerle ve
kıyamet kopuncaya kadar devam edecek olan yüce davasıyla iman ve akâid bilimine
konu oluşturan yönleri bizi ilgilendirmektedir.
Hz. Muhammed (sav)'e, (Allah'ın bir
elçisi olarak) iman etmek kadar O'nun sahip bulunduğu özelliklere ve
ayrıcalıklara da aynı zamanda iman etmek şarttır. Ancak bu özellikler ve
ayrıcalıklar tafsili imanda sözkonusu olur. Bunları öğrenebilmek ise O'nun
müstesna kişiliğini etraflıca tanımaya bağlıdır. Kur'ân-ı Kerim'in açıklamaları
ve bizzat kendisinin hadis-i şerifleri O'nun yüce kişiliğini bize tanıtacak
kadar yeterli bilgiler vermektedir. Allah Teâlâ'nın şu sözü bu konuda
söylenebilecek her şeyi özetler gibidir:
"Ve sen yüce bir ahlâka sahipsin."
(Kalem:
68/4)
Kainatın Yaratıcısı tarafından
böylesine övülmek, dünyada hiç bir insana nasip olmamıştır. Esasen Hz. Muhammed
(sav)'in parlak meziyetleri, ruh zenginliği, fazilet ve ahlâkı O'nun, Allah'ın
en iyi kulu olmasında saklıdır. Öyle ise O'na gerçek anlamda iman edebilmek
için "Kulluk"[1]
kavramını, bu yüce kişiliği kapsayan evrensel boyutlarıyla öğrenmek gerekir.
Evet Hz. Muhammed (sav)'in kişiliğinde gerçek ifadesini bulan kulluk nedir,
ne demektir, O'nu en son elçi olarak seçen ve âlemlere rahmet olarak gönderen
Rabb'ine nasıl kulluk etmiştir?..
Önce şurası belirtilmelidir ki
"kulluk" kavramının, zaman içinde yozlaşmasıyla birlikte Hz. Muhammed (sav)'in
kişiliği hakkındaki gerçek bilgiler de farklı yorumlarla yaygınlaşmıştır.
Dolayısıyla yüzyıllar sonra O'nun hakkında yaratılan imajın gerçeğe uyduğunu
söylemek güçtür. Aslında bu sorun, O'nun ölümü üzerinden üçyüzyıl bile geçmeden
müslüman toplumun İslam'a bakış açısında oluşmaya başlayan çelişkilerin bir
parçasıdır. Çünkü insan yaşamının her saniyesinde söz konusu olan kulluk
olgusunun, daha sonraları, insanın yalnızca rûhani yaşamıyla sınırlı
bulunduğu görüşü egemen olmuştur. Bunun anlamı şudur:
İlk müslümanlar hayatın her
alanında örnek davranışlar sergilemekle insanın, Allah'ı hoşnut edeceğine ve
bu suretle de O'na kulluk yapmış olacağına inanırlardı. Halbuki çok sonraları
bu görüş değişti. Müslümanlar, insanın ancak namaz, oruç ve dua gibi ruhani
yaşamıyla kulluk yapabildiği kanaatine saplandılar; Bunun dışında, örneğin
çalışırken, yürürken, alıp satarken, dünya işleriyle uğraşırken kulluk
atmosferinin dışında kalındığı yanılgısına düştüler.
Tabiatıyla Hz. Peygamber (sav)'in
kişiliğine de bu hatalı anlayışla bakmaya başladılar. Nitekim bu nedenledir ki
O'nunla tarikat rûhanileri arasında benzerlikler aranmakta ve bu şahıslar
O'nunla özdeşleştirilmektedir. Oysa Hz. Peygamber (sav)'in, kişiliği ve misyonu
belgesel olarak ortadadır. Örneğin, kendisine vahiy inmeye başladıktan sonra
vefat edinceye kadar geçen 23 yıllık süre içerisinde önce taş ve heykellere
tapanları yola getirmeye, onları tevhid doğrultusunda ıslah etmeye çalışmış,
her türlü ahlâksızlığa, iffetsizliğe, ilkelliğe ve zorbalığa karşı mücadele
etmiş; Ondan sonra da bir devlet kurmayı başarmış, birçok kez savaşa katılmış,
orduları sevk ve komuta etmiş, ashâbına cemaatla namaz kıldırmış, cezaların
infazında bizzat bulunmuş ve ümmetinin manevi atası olarak hayatının her
alanında çarpıcı insanlık örnekleri sergilemiştir; Bütün bunlarla da Allah
Teâlâ'ya kulluk etmiştir.
Öyle ise kesinlikle ifade etmek
gerekir ki Hz. Peygamber (sav) 'i, (Allah'ın hem kulu hem elçisi olarak) nasıl
idiyse öylece tanımadıkça; Aynı zamanda O'nun kişiliğini ve misyonunu, bizzat
kendisinin açıkladığı "Kulluk" ve "İman" kavramlarının gerçek ölçüleri içinde
benimsemedikçe mümin sayılmak mümkün değildir. Hele ruhânileri O'nunla
özdeşleştirerek yakışmayan yabancı kimlikleri O'na maletmek küfrün ta
kendisidir!
Hz. Peygamber (sav)'in Allah (cc)'a
yaptığı kulluk ve elçilikle bu elçiliğin cihanşümûl yönünü şu şekilde özetlemek
mümkündür:
1-
Davası uğruna, dünya liderlerinden ve tarihin en ünlü cengaverlerinden hiç
kimsenin gösteremediği eşsiz bir cesaret, gayret, sabır, direniş ve kahramanlık
örnekleri sergilemiştir. Allah (cc)'dan aldığı emirleri, ürpermeden,
çekinmeden ve büyük bir soğukkanlılıkla müşriklerin mağrur liderlerine
iletmiş, O'nları, batıl inançlarından ve içinde bulundukları çirkin yaşam
biçiminden vazgeçip tevhidle şereflenmelerini her fırsatta öğütlemiştir.
2-
Hz. Peygamber (sav), Allah Teâlâ'dan almış olduğu kutsal mesajlarla insanlık
dünyasına evrensel değerler getirmiştir. Bunlar, insanın ruhunu yücelten, onu
üstün ahlâk ve erdemlerle olgunlaştıran; Toplumların birlik ve beraberlik,
dirlik ve düzen, adalet ve hoşgörü içinde yaşamasını sağlayan yüce değerlerdir.
Örneğin bunlardan bir tanesi de
selamlaşmadır. Hiç bir milletin selam şekli, İslamın "Esselamu aleykum"
ifadesiyle ortaya koyduğu evrensel kapsama sahip değildir. Mesela İngilizce:
"Good morning" , Fransızca: "Bonjour" Türkçe: "Günaydın" ve hatta arapça:
"Sabâh'ül-hayr" çok kısır anlamlar vermektedir. Çünkü bu tür ifadelerde:
a-
Yalnızca bir günün iyi geçmesi dileği vardır. Halbuki İslamın selam ifadesinde
bir zaman sınırı yoktur. Selam veren müslüman, din kardeşine bütün zamanları
kapsayan bir barış, Allah'dan rahmet ve bereket dilemiş olur.
b-
İslamın selam ifadesi Kur'ân-ı Kerim'de tescil edilmiştir
[2]
ve Kur'ân-ı Kerim'in diliyle söylenir. Dolayısıyla hangi milletten olursa
olsun, hangi dili konuşuyor olursa olsun İslamın koyduğu selam şekli her
müslüman için aynıdır. Bu bakımdan milletlerarası bir özelliğe sahiptir.
Halbuki diğer dillerde selamlaşma böyle değildir. Her millete ait selam şekli o
milletin kültür ve anlayışıyla sınırlıdır. Örneğin Fransızlar, İngilizler,
Almanlar, İtalyanlar, İspanyollar ve daha birçok milletler hıristiyan
oldukları halde bunların, müslümanlar gibi ortak bir selamlama şekli yoktur.
Dolayısıyla başka bir millete ait selam şeklini kullanan, ya da böyle bir selam
şekline muhatap olan insan, selamın insancıl ve barışçıl içeriğine rağmen
kendisini yabancı hissetmekten kurtaramaz.
Hz. Muhammed (sav)'in getirdiği vahye
dayanan namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetlerle bütün emir ve yasaklar da
aynen böyle evrensel birer anlam taşırlar. Özellikle ibadetler, hiç bir sporun,
hiç bir âyinin, hiç bir alıştırma, geliştirme ve terapi rehabilitasyon
sisteminin insana kazandıramayacağı ruh ve beden sağlığını kazandırır,
toplumun sosyal ve ekonomik disiplinini sağlar. Bu nedenledir ki müslüman
kişi bu ibadetleri yaptıktan sonra büyük bir rahatlık hisseder ve mutlu olur.
3-
Hz. Muhammed (sav)'e inen vahiy, disiplin müeyyideleri dışında şekle pek önem
vermemiş, işin ruhunu ve özünü ön planda tutmuştur. Bu nedenle her ne kadar
giyim, kuşam ve beden temizliği konusunda ashâbını daima öğütlemiş ise de
belli bir kılık ve kıyafet üzerinde asla durmamıştır. O, her zaman insanların
ve toplumların düzen ve asayiş içinde yaşamalarına, adaletin dakik bir şekilde
uygulanmasına, hiç kimsenin ezilmemesine, saygı ve sevginin, dürüstlük ve
karşılıklı güvenin yayılmasına önem vermek gibi tüm insanlığı ilgilendiren
büyük ve duyarlı konular üzerinde durmuştur.
O'nun traşla ilgili bazı sözleri, sırf
müslüman kişinin müşriklere benzememesi ve değerlerin bu suretle
yozlaşmaması amacını gütmektedir. Buna abartılı içerikler kazandıranların
hadisdeki gerçek amacı anlayamadıkları açıktır. Bu nedenle gerek kullandıkları
özel kılık ve kıyafetler, gerekse İslamın ibadet şekillerine zaman içinde
eklenen çeşitli âyinler en azından kanıtlanmak zorundadır.
Ayrıca en büyük cihan peygamberi
olarak Hz. Muhammed'in, yaşamına, kişilik ve misyonuna ilişkin şu ayrıntıların
bilinmesinde yarar vardır:
1-
Peygamberlik mevkiinin gizemli bir özelliği olarak (çok basit rahatsızlıklar
ve vefatından önceki son birkaç günlük hastalığı hariç) giriştiği çetin ve
yorucu mücadelelere rağmen Hz. Muhammed (sav), yaşamı boyunca hasta
yatmamıştır. Uhud Savaşı sırasında isabet alarak hasar gören bir dişinden başka
herhangi bir sakatlık geçirmemiştir. Dişindeki bu hasar, O'nun vücut bütünlüğü
üzerinde herhangi bir olumsuz etki ve görünüm bırakmamıştır. Bu özellik aynı
zamanda bütün peygamberlerde vardır. Nitekim yaralanır, daha önce
tertiplenemeyen çok ani süikastlere uğrayarak şehid olurlar. Fakat yaralanarak
ya da kaza geçirerek (sürekli şekilde) sakat kalmış hiç bir peygamber yoktur.
Peygamberlerden Hz. Eyyub'un uzun süre
hasta yattığı ve (haşa!) vücudunun kurtlandığı yolundaki söylentiler doğru
olmasa gerektir. Evet Hz. Eyyub hastalanmış, büyük ihtimalle uzun sürmeyen
rahatsızlığını Allah'ın bir takdiri ve sınavı olarak önce sabırla karşılamış,
ancak peygamberlik misyonunu yerine getirebilmesi için şifa dilemiştir. Allah
Teâlâ da O'nun duasını kabul buyurarak şifasını ihsan etmiştir.[3]
Çünkü ilâhi elçilik, sürekli beden ve akıl sağlığı yanında aktivite isteyen
önemli bir görevdir. Peygamber seçilmiş olmanın en büyük hikmetlerinden biri de
budur.
2-
Hz. Peygamber (sav) Hakkın ve gerçeğin düşmanlarına karşı verdiği onca silahlı
mücadeleye rağmen hayatında yalnızca Uhud Savaşı sırasında üzerine doğru
saldıran Ubey b. Halef
[4]
adlı bir düşman neferini öldürmüş, ondan başka hiç bir insan kanını kendi
eliyle dökmemiştir. Çünkü O, Allah tarafından âlemlere rahmet olarak
gönderilmiştir.
[5]
Vakıa O, bütün peygamberlerin aynasıdır. Çünkü onların cümlesinden üstündür. Bu
nedenle elbette ki ne kadar Allah elçisi varsa temelde insanları öldürmek için
değil, bilakis O'nun emir ve yasaklarını, vahyettiği değerli bilgileri, hayat
ve kâinât gerçeklerini bildirmek, insanları eğitmek ve ıslah etmek üzere
gelmişlerdir.
3-
Peygamberlerden, insanlık tarihinin en ünlü kahramanlarından, liderlerinden,
imparatorlarından, dahilerinden, bilgin, filozof, icatçı, buluşçu ve
sanatçılarından hiç bir kişinin ünü, Hz. Muhammed'in şanı, şerefi, ve şöhreti
kadar yayılmamıştır; Bir süre yayılmışsa da sonraları unutulmuştur. O'nun ise
dünyanın her yerinde şanlı adı her gün milyarlarca kez yükseklerde, mimberlerde
ve kürsülerde, ilim meclislerinde, namazlarda, kutsal mekânlarda ve gönüllerde
anılmaktadır. Yüzyıllarca böyle anılmıştır, kıyamet kopuncaya kadar da sürekli
yâd edilecektir. Bir mucizesi olarak O'nun mübarek adı her saniye, ama her
saniye dünyanın her yerinde okunan ezanlarda ve namazlarda saygıyla
anılmaktadır.
Hayatınızda şu ilginç olayı hiç
düşündünüz mü?
Dünya, -bilindiği üzere- yuvarlak
olduğu için bütün ülkelerde sürekli olarak namazlar kılınmakta, bu namazlar için
de ezanlar okunmakta ve kâmetler getirilmektedir. Tabiatıyla saat farkından
dolayı beş vakit namaz bütün dünyada aynı anda ve süreklilikle kılınmaktadır.
Örneğin, dünyanın bir noktasında sabah namazı kılınırken birkaç boylam ötede
öğle namazı, biraz daha ileride ikindi namazı, ondan biraz daha ötelerde de
akşam ve yatsı namazları, aynı dakikalarda eda edilmektedir. İki rekatlı
namazların ikinci, dört rekatlı namazların ise hem ikinci hem de dördüncü
rekatlarında, (ka'delerde) Hz. Peygamber (sav), her gün milyarlarca kez
saygıyla anılmaktadır. İşte bu gerçek O'nun, kıyamete değin yaşanacak olan
canlı bir mucizesidir.
[6]
[1] Kulluk
kavramının örfî ve fıkhî olmak üzere iki farklı anlamı vardır. Mü'min
kişinin meşru olan her iş ve davranışı da örfen ibadet sayılır.
"Dünyadan nasibini unutma." (Kasas: 28/77) mealindeki ilahi tavsiye,
dünyevî de olsa yararlı her işin Allah Teâlâ'yı hoşnut edeceği umulur. Ancak
ruhânî anlamdaki kulluğun, yani "ibâdet"in tanımı ve esasen nelerin ibâdet
sayıldığı konusunda ölçü İslam Fıkhı'dır.
[2] Nisa:
4/86, En'am: 6/54, A'raf: 7/46, Ra'd: 13/24, İbrahim: 14/23, Nahl: 16/32,
Ahzab: 33/44, Zümer: 39/73, ...
[3]
Enbiya: 21/83, 84
[4] Ubey
b. Halef, Mekke'li bir müşriktir. Hz. Peygamber (sav), vaktiyle zor günler
yaşadığı Mekke'de bu adam O'na her rastlayışında:
"-Bak Muhammed! Benim bir atım var, ona her
gün mısır yediriyorum; Bir gün binip onun sırtındayken seni öldüreceğim,"
diye tehditler savururdu. Hz. Peygamber (sav) ise hiç telaşa kapılmadan,
ağırbaşlı bir eda ile:
"-Bilakis, Allah'ın izniyle ben seni
öldüreceğim," diye cevap verirdi.
Peygamberlerin yalan söylemesi
zaten imkansızdır. Ayrıca bu nokta ile ilgisi bakımından açıklamak gerekir
ki Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (sav) için Necm Suresi'nin üçüncü âyet-i
kerimesinde: "O, havadan konuşmaz!" buyurmuştur. Nitekim bu olay,
Uhud günü O'nun bir mucizesi olarak gerçekleşmiştir.
[5]
Hz. Peygamber (sav) bir devlet başkanı olarak elbetteki gerektiğinde savaş
ilan etmiş idam cezalarını onaylamıştır. Bu, O'nun bir rahmet peygamberi
olmak ve savaşta bile mümkünse insan kanını kendi eliyle dökmemek gibi
özellik ve gayretleriyle bir çelişki oluşturmaz. Çünkü gerektiğinde savaş
ilan etmek ve ceza infazını onaylamak, hem dünya ve toplum disiplini
açısından zaman zaman bir zorunluk haline gelir, hem de Hz. Peygamber (sav),
mutlaka Allah (cc)'ın vahyi ile hareket ettiği için bütün kararlarında
olduğu gibi bu konularda da elçilik ve kulluk görevlerini yerine
getirmiştir.
[6]
Çağımız dünyasında "Müslümanım" diyen yaklaşık bir milyar 250 milyon
insanın, ortalama %57'sinin namaz kıldığı söylenmektedir. Bu varsayımı
kabul edecek olursak bu yüzde: 712 milyon 500 bin kişi eder. Bunlar her gün
beş vakit namazın yalnızca farzını kılıyor olsalar, bu namazların toplam 9
ka'desi sırasında: Dokuzunu zamirle, onbeşini ise doğrudan olmak üzere Hz.
Peygamber (sav)'i 24 er kez anmış olurlar ki bu takdirde 24 saat zarfında,
dünya çapında Hz. Peygamber (sav), 24 x 712 500 000 = 17 milyar 100 milyon
kez saygıyla anılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki dünyada en yaygın olan
Hanefi mezhebinin, mensupları sünnetlerini asla terketmez ve günlük
namazları 17 değil, 38 rekat olarak kılarlar ki her gün 24 yerine 66 şar
kez Hz.Peygamber (sav)'i anmış olurlar. Bayram ve cumalardaki artışa
paralel olarak okunan yüzbinlerce ezanın, getirilen yüzbinlerce kâmetin ve
müslümanlarca sayılara sığmayacak kadar okunan salevat-ı şerife, kelime-i
şahadet ve kelime-i tevhidlerin her birinde de mübarek adının ayrıca
anıldığı hesaba katılacak olursa bu cihan peygamberinin, dillerde ve
gönüllerde ne derece şan ve şerefle, saygı ve sevgiyle yaşadığını ve
yaşayacağını tahmin edebilirsiniz.
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman
Yayınları: 265-271.
Son Peygamber Olarak Hz. Muhammed Mustafa (sav)'nın Kişiliği ve Misyonu:
Hz. Muhammed (sav)'in kutlu hayatı
siyer denen özel bir tarih biliminin konusudur. Dolayısıyla burada, O'nun
dünyaya şeref verdikten sonra uyandırdığı yankılarla, bıraktığı derin izlerle ve
kıyamet kopuncaya kadar devam edecek olan yüce davasıyla iman ve akâid bilimine
konu oluşturan yönleri bizi ilgilendirmektedir.
Hz. Muhammed (sav)'e, (Allah'ın bir
elçisi olarak) iman etmek kadar O'nun sahip bulunduğu özelliklere ve
ayrıcalıklara da aynı zamanda iman etmek şarttır. Ancak bu özellikler ve
ayrıcalıklar tafsili imanda sözkonusu olur. Bunları öğrenebilmek ise O'nun
müstesna kişiliğini etraflıca tanımaya bağlıdır. Kur'ân-ı Kerim'in açıklamaları
ve bizzat kendisinin hadis-i şerifleri O'nun yüce kişiliğini bize tanıtacak
kadar yeterli bilgiler vermektedir. Allah Teâlâ'nın şu sözü bu konuda
söylenebilecek her şeyi özetler gibidir:
"Ve sen yüce bir ahlâka sahipsin."
(Kalem:
68/4)
Kainatın Yaratıcısı tarafından
böylesine övülmek, dünyada hiç bir insana nasip olmamıştır. Esasen Hz. Muhammed
(sav)'in parlak meziyetleri, ruh zenginliği, fazilet ve ahlâkı O'nun, Allah'ın
en iyi kulu olmasında saklıdır. Öyle ise O'na gerçek anlamda iman edebilmek
için "Kulluk"[1]
kavramını, bu yüce kişiliği kapsayan evrensel boyutlarıyla öğrenmek gerekir.
Evet Hz. Muhammed (sav)'in kişiliğinde gerçek ifadesini bulan kulluk nedir,
ne demektir, O'nu en son elçi olarak seçen ve âlemlere rahmet olarak gönderen
Rabb'ine nasıl kulluk etmiştir?..
Önce şurası belirtilmelidir ki
"kulluk" kavramının, zaman içinde yozlaşmasıyla birlikte Hz. Muhammed (sav)'in
kişiliği hakkındaki gerçek bilgiler de farklı yorumlarla yaygınlaşmıştır.
Dolayısıyla yüzyıllar sonra O'nun hakkında yaratılan imajın gerçeğe uyduğunu
söylemek güçtür. Aslında bu sorun, O'nun ölümü üzerinden üçyüzyıl bile geçmeden
müslüman toplumun İslam'a bakış açısında oluşmaya başlayan çelişkilerin bir
parçasıdır. Çünkü insan yaşamının her saniyesinde söz konusu olan kulluk
olgusunun, daha sonraları, insanın yalnızca rûhani yaşamıyla sınırlı
bulunduğu görüşü egemen olmuştur. Bunun anlamı şudur:
İlk müslümanlar hayatın her
alanında örnek davranışlar sergilemekle insanın, Allah'ı hoşnut edeceğine ve
bu suretle de O'na kulluk yapmış olacağına inanırlardı. Halbuki çok sonraları
bu görüş değişti. Müslümanlar, insanın ancak namaz, oruç ve dua gibi ruhani
yaşamıyla kulluk yapabildiği kanaatine saplandılar; Bunun dışında, örneğin
çalışırken, yürürken, alıp satarken, dünya işleriyle uğraşırken kulluk
atmosferinin dışında kalındığı yanılgısına düştüler.
Tabiatıyla Hz. Peygamber (sav)'in
kişiliğine de bu hatalı anlayışla bakmaya başladılar. Nitekim bu nedenledir ki
O'nunla tarikat rûhanileri arasında benzerlikler aranmakta ve bu şahıslar
O'nunla özdeşleştirilmektedir. Oysa Hz. Peygamber (sav)'in, kişiliği ve misyonu
belgesel olarak ortadadır. Örneğin, kendisine vahiy inmeye başladıktan sonra
vefat edinceye kadar geçen 23 yıllık süre içerisinde önce taş ve heykellere
tapanları yola getirmeye, onları tevhid doğrultusunda ıslah etmeye çalışmış,
her türlü ahlâksızlığa, iffetsizliğe, ilkelliğe ve zorbalığa karşı mücadele
etmiş; Ondan sonra da bir devlet kurmayı başarmış, birçok kez savaşa katılmış,
orduları sevk ve komuta etmiş, ashâbına cemaatla namaz kıldırmış, cezaların
infazında bizzat bulunmuş ve ümmetinin manevi atası olarak hayatının her
alanında çarpıcı insanlık örnekleri sergilemiştir; Bütün bunlarla da Allah
Teâlâ'ya kulluk etmiştir.
Öyle ise kesinlikle ifade etmek
gerekir ki Hz. Peygamber (sav) 'i, (Allah'ın hem kulu hem elçisi olarak) nasıl
idiyse öylece tanımadıkça; Aynı zamanda O'nun kişiliğini ve misyonunu, bizzat
kendisinin açıkladığı "Kulluk" ve "İman" kavramlarının gerçek ölçüleri içinde
benimsemedikçe mümin sayılmak mümkün değildir. Hele ruhânileri O'nunla
özdeşleştirerek yakışmayan yabancı kimlikleri O'na maletmek küfrün ta
kendisidir!
Hz. Peygamber (sav)'in Allah (cc)'a
yaptığı kulluk ve elçilikle bu elçiliğin cihanşümûl yönünü şu şekilde özetlemek
mümkündür:
1-
Davası uğruna, dünya liderlerinden ve tarihin en ünlü cengaverlerinden hiç
kimsenin gösteremediği eşsiz bir cesaret, gayret, sabır, direniş ve kahramanlık
örnekleri sergilemiştir. Allah (cc)'dan aldığı emirleri, ürpermeden,
çekinmeden ve büyük bir soğukkanlılıkla müşriklerin mağrur liderlerine
iletmiş, O'nları, batıl inançlarından ve içinde bulundukları çirkin yaşam
biçiminden vazgeçip tevhidle şereflenmelerini her fırsatta öğütlemiştir.
2-
Hz. Peygamber (sav), Allah Teâlâ'dan almış olduğu kutsal mesajlarla insanlık
dünyasına evrensel değerler getirmiştir. Bunlar, insanın ruhunu yücelten, onu
üstün ahlâk ve erdemlerle olgunlaştıran; Toplumların birlik ve beraberlik,
dirlik ve düzen, adalet ve hoşgörü içinde yaşamasını sağlayan yüce değerlerdir.
Örneğin bunlardan bir tanesi de
selamlaşmadır. Hiç bir milletin selam şekli, İslamın "Esselamu aleykum"
ifadesiyle ortaya koyduğu evrensel kapsama sahip değildir. Mesela İngilizce:
"Good morning" , Fransızca: "Bonjour" Türkçe: "Günaydın" ve hatta arapça:
"Sabâh'ül-hayr" çok kısır anlamlar vermektedir. Çünkü bu tür ifadelerde:
a-
Yalnızca bir günün iyi geçmesi dileği vardır. Halbuki İslamın selam ifadesinde
bir zaman sınırı yoktur. Selam veren müslüman, din kardeşine bütün zamanları
kapsayan bir barış, Allah'dan rahmet ve bereket dilemiş olur.
b-
İslamın selam ifadesi Kur'ân-ı Kerim'de tescil edilmiştir
[2]
ve Kur'ân-ı Kerim'in diliyle söylenir. Dolayısıyla hangi milletten olursa
olsun, hangi dili konuşuyor olursa olsun İslamın koyduğu selam şekli her
müslüman için aynıdır. Bu bakımdan milletlerarası bir özelliğe sahiptir.
Halbuki diğer dillerde selamlaşma böyle değildir. Her millete ait selam şekli o
milletin kültür ve anlayışıyla sınırlıdır. Örneğin Fransızlar, İngilizler,
Almanlar, İtalyanlar, İspanyollar ve daha birçok milletler hıristiyan
oldukları halde bunların, müslümanlar gibi ortak bir selamlama şekli yoktur.
Dolayısıyla başka bir millete ait selam şeklini kullanan, ya da böyle bir selam
şekline muhatap olan insan, selamın insancıl ve barışçıl içeriğine rağmen
kendisini yabancı hissetmekten kurtaramaz.
Hz. Muhammed (sav)'in getirdiği vahye
dayanan namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetlerle bütün emir ve yasaklar da
aynen böyle evrensel birer anlam taşırlar. Özellikle ibadetler, hiç bir sporun,
hiç bir âyinin, hiç bir alıştırma, geliştirme ve terapi rehabilitasyon
sisteminin insana kazandıramayacağı ruh ve beden sağlığını kazandırır,
toplumun sosyal ve ekonomik disiplinini sağlar. Bu nedenledir ki müslüman
kişi bu ibadetleri yaptıktan sonra büyük bir rahatlık hisseder ve mutlu olur.
3-
Hz. Muhammed (sav)'e inen vahiy, disiplin müeyyideleri dışında şekle pek önem
vermemiş, işin ruhunu ve özünü ön planda tutmuştur. Bu nedenle her ne kadar
giyim, kuşam ve beden temizliği konusunda ashâbını daima öğütlemiş ise de
belli bir kılık ve kıyafet üzerinde asla durmamıştır. O, her zaman insanların
ve toplumların düzen ve asayiş içinde yaşamalarına, adaletin dakik bir şekilde
uygulanmasına, hiç kimsenin ezilmemesine, saygı ve sevginin, dürüstlük ve
karşılıklı güvenin yayılmasına önem vermek gibi tüm insanlığı ilgilendiren
büyük ve duyarlı konular üzerinde durmuştur.
O'nun traşla ilgili bazı sözleri, sırf
müslüman kişinin müşriklere benzememesi ve değerlerin bu suretle
yozlaşmaması amacını gütmektedir. Buna abartılı içerikler kazandıranların
hadisdeki gerçek amacı anlayamadıkları açıktır. Bu nedenle gerek kullandıkları
özel kılık ve kıyafetler, gerekse İslamın ibadet şekillerine zaman içinde
eklenen çeşitli âyinler en azından kanıtlanmak zorundadır.
Ayrıca en büyük cihan peygamberi
olarak Hz. Muhammed'in, yaşamına, kişilik ve misyonuna ilişkin şu ayrıntıların
bilinmesinde yarar vardır:
1-
Peygamberlik mevkiinin gizemli bir özelliği olarak (çok basit rahatsızlıklar
ve vefatından önceki son birkaç günlük hastalığı hariç) giriştiği çetin ve
yorucu mücadelelere rağmen Hz. Muhammed (sav), yaşamı boyunca hasta
yatmamıştır. Uhud Savaşı sırasında isabet alarak hasar gören bir dişinden başka
herhangi bir sakatlık geçirmemiştir. Dişindeki bu hasar, O'nun vücut bütünlüğü
üzerinde herhangi bir olumsuz etki ve görünüm bırakmamıştır. Bu özellik aynı
zamanda bütün peygamberlerde vardır. Nitekim yaralanır, daha önce
tertiplenemeyen çok ani süikastlere uğrayarak şehid olurlar. Fakat yaralanarak
ya da kaza geçirerek (sürekli şekilde) sakat kalmış hiç bir peygamber yoktur.
Peygamberlerden Hz. Eyyub'un uzun süre
hasta yattığı ve (haşa!) vücudunun kurtlandığı yolundaki söylentiler doğru
olmasa gerektir. Evet Hz. Eyyub hastalanmış, büyük ihtimalle uzun sürmeyen
rahatsızlığını Allah'ın bir takdiri ve sınavı olarak önce sabırla karşılamış,
ancak peygamberlik misyonunu yerine getirebilmesi için şifa dilemiştir. Allah
Teâlâ da O'nun duasını kabul buyurarak şifasını ihsan etmiştir.[3]
Çünkü ilâhi elçilik, sürekli beden ve akıl sağlığı yanında aktivite isteyen
önemli bir görevdir. Peygamber seçilmiş olmanın en büyük hikmetlerinden biri de
budur.
2-
Hz. Peygamber (sav) Hakkın ve gerçeğin düşmanlarına karşı verdiği onca silahlı
mücadeleye rağmen hayatında yalnızca Uhud Savaşı sırasında üzerine doğru
saldıran Ubey b. Halef
[4]
adlı bir düşman neferini öldürmüş, ondan başka hiç bir insan kanını kendi
eliyle dökmemiştir. Çünkü O, Allah tarafından âlemlere rahmet olarak
gönderilmiştir.
[5]
Vakıa O, bütün peygamberlerin aynasıdır. Çünkü onların cümlesinden üstündür. Bu
nedenle elbette ki ne kadar Allah elçisi varsa temelde insanları öldürmek için
değil, bilakis O'nun emir ve yasaklarını, vahyettiği değerli bilgileri, hayat
ve kâinât gerçeklerini bildirmek, insanları eğitmek ve ıslah etmek üzere
gelmişlerdir.
3-
Peygamberlerden, insanlık tarihinin en ünlü kahramanlarından, liderlerinden,
imparatorlarından, dahilerinden, bilgin, filozof, icatçı, buluşçu ve
sanatçılarından hiç bir kişinin ünü, Hz. Muhammed'in şanı, şerefi, ve şöhreti
kadar yayılmamıştır; Bir süre yayılmışsa da sonraları unutulmuştur. O'nun ise
dünyanın her yerinde şanlı adı her gün milyarlarca kez yükseklerde, mimberlerde
ve kürsülerde, ilim meclislerinde, namazlarda, kutsal mekânlarda ve gönüllerde
anılmaktadır. Yüzyıllarca böyle anılmıştır, kıyamet kopuncaya kadar da sürekli
yâd edilecektir. Bir mucizesi olarak O'nun mübarek adı her saniye, ama her
saniye dünyanın her yerinde okunan ezanlarda ve namazlarda saygıyla
anılmaktadır.
Hayatınızda şu ilginç olayı hiç
düşündünüz mü?
Dünya, -bilindiği üzere- yuvarlak
olduğu için bütün ülkelerde sürekli olarak namazlar kılınmakta, bu namazlar için
de ezanlar okunmakta ve kâmetler getirilmektedir. Tabiatıyla saat farkından
dolayı beş vakit namaz bütün dünyada aynı anda ve süreklilikle kılınmaktadır.
Örneğin, dünyanın bir noktasında sabah namazı kılınırken birkaç boylam ötede
öğle namazı, biraz daha ileride ikindi namazı, ondan biraz daha ötelerde de
akşam ve yatsı namazları, aynı dakikalarda eda edilmektedir. İki rekatlı
namazların ikinci, dört rekatlı namazların ise hem ikinci hem de dördüncü
rekatlarında, (ka'delerde) Hz. Peygamber (sav), her gün milyarlarca kez
saygıyla anılmaktadır. İşte bu gerçek O'nun, kıyamete değin yaşanacak olan
canlı bir mucizesidir.
[6]
[1] Kulluk
kavramının örfî ve fıkhî olmak üzere iki farklı anlamı vardır. Mü'min
kişinin meşru olan her iş ve davranışı da örfen ibadet sayılır.
"Dünyadan nasibini unutma." (Kasas: 28/77) mealindeki ilahi tavsiye,
dünyevî de olsa yararlı her işin Allah Teâlâ'yı hoşnut edeceği umulur. Ancak
ruhânî anlamdaki kulluğun, yani "ibâdet"in tanımı ve esasen nelerin ibâdet
sayıldığı konusunda ölçü İslam Fıkhı'dır.
[2] Nisa:
4/86, En'am: 6/54, A'raf: 7/46, Ra'd: 13/24, İbrahim: 14/23, Nahl: 16/32,
Ahzab: 33/44, Zümer: 39/73, ...
[3]
Enbiya: 21/83, 84
[4] Ubey
b. Halef, Mekke'li bir müşriktir. Hz. Peygamber (sav), vaktiyle zor günler
yaşadığı Mekke'de bu adam O'na her rastlayışında:
"-Bak Muhammed! Benim bir atım var, ona her
gün mısır yediriyorum; Bir gün binip onun sırtındayken seni öldüreceğim,"
diye tehditler savururdu. Hz. Peygamber (sav) ise hiç telaşa kapılmadan,
ağırbaşlı bir eda ile:
"-Bilakis, Allah'ın izniyle ben seni
öldüreceğim," diye cevap verirdi.
Peygamberlerin yalan söylemesi
zaten imkansızdır. Ayrıca bu nokta ile ilgisi bakımından açıklamak gerekir
ki Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (sav) için Necm Suresi'nin üçüncü âyet-i
kerimesinde: "O, havadan konuşmaz!" buyurmuştur. Nitekim bu olay,
Uhud günü O'nun bir mucizesi olarak gerçekleşmiştir.
[5]
Hz. Peygamber (sav) bir devlet başkanı olarak elbetteki gerektiğinde savaş
ilan etmiş idam cezalarını onaylamıştır. Bu, O'nun bir rahmet peygamberi
olmak ve savaşta bile mümkünse insan kanını kendi eliyle dökmemek gibi
özellik ve gayretleriyle bir çelişki oluşturmaz. Çünkü gerektiğinde savaş
ilan etmek ve ceza infazını onaylamak, hem dünya ve toplum disiplini
açısından zaman zaman bir zorunluk haline gelir, hem de Hz. Peygamber (sav),
mutlaka Allah (cc)'ın vahyi ile hareket ettiği için bütün kararlarında
olduğu gibi bu konularda da elçilik ve kulluk görevlerini yerine
getirmiştir.
[6]
Çağımız dünyasında "Müslümanım" diyen yaklaşık bir milyar 250 milyon
insanın, ortalama %57'sinin namaz kıldığı söylenmektedir. Bu varsayımı
kabul edecek olursak bu yüzde: 712 milyon 500 bin kişi eder. Bunlar her gün
beş vakit namazın yalnızca farzını kılıyor olsalar, bu namazların toplam 9
ka'desi sırasında: Dokuzunu zamirle, onbeşini ise doğrudan olmak üzere Hz.
Peygamber (sav)'i 24 er kez anmış olurlar ki bu takdirde 24 saat zarfında,
dünya çapında Hz. Peygamber (sav), 24 x 712 500 000 = 17 milyar 100 milyon
kez saygıyla anılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki dünyada en yaygın olan
Hanefi mezhebinin, mensupları sünnetlerini asla terketmez ve günlük
namazları 17 değil, 38 rekat olarak kılarlar ki her gün 24 yerine 66 şar
kez Hz.Peygamber (sav)'i anmış olurlar. Bayram ve cumalardaki artışa
paralel olarak okunan yüzbinlerce ezanın, getirilen yüzbinlerce kâmetin ve
müslümanlarca sayılara sığmayacak kadar okunan salevat-ı şerife, kelime-i
şahadet ve kelime-i tevhidlerin her birinde de mübarek adının ayrıca
anıldığı hesaba katılacak olursa bu cihan peygamberinin, dillerde ve
gönüllerde ne derece şan ve şerefle, saygı ve sevgiyle yaşadığını ve
yaşayacağını tahmin edebilirsiniz.
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman
Yayınları: 265-271.
PEYGAMBER-PEYGAMBERLİK
- PEYGAMBER, PEYGAMBERLİK
- Neden Peygamberlere İnanmalıyız
- Peygamberlerin Kişiliği ve Peygamberlik.
- Peygamberlere İman ve Önemi
- Peygamberlerin Peygamberliği Nasıl Anlaşılır?.
- Peygamberlerin Adedi ve Kur'an'da İsmi Geçen Peygamberler
- Mucize.
- Son Peygamber Olarak Hz. Muhammed Mustafa (sav)'nın Kişiliği ve Misyonu
- İsrâ ve Mirâc.
- Peygamberlerin Sıfatları
- 1) Emânet
- 2) Sıdk
- 3) Fetânet
- 4) İsmet
- 5) Tebliğ
- Peygamberlerde Bulunması İmkansız Sıfatlar
- Peygamberler de Beşerdir
- Peygamberlik Kesbi Değil Vehbidir
- Peygamberleri Allah Seçer
- Nübüvvet Gerçeği
- İnsanların Peygamberlere İhtiyacı
- Peygamberlere Olan İhtiyaç
- Peygamberlik Aklen Caiz midir?.
- Peygamberlerin Özellikleri
- Peygamberlerin Gönderiliş Gâyeleri
- 1- Allah'a Dâvet
- 2- Allah'ın Emirlerini Tebliğ
- 3- İnsanları Doğru Yola Dâvet
- 4- İnsanlara Örnek Olmak
- 5- İnsanları Bâki Âleme Yönlendirme