İnsanın Değeri

İnsanın Değeri

İnsanın Değeri:

İnsanı yaratan Allah, onu
kendisinden sonra en değerli varlık olarak yaratmıştır. Kur'an'dan öğrendiğimize
göre onun değeri, daha yaratılmadan önce belli olmuştur.
Bakara suresinin 30. âyetinde
meleklere hitâben ifade edilen İlâhî beyan bunun açık delilidir:
"Rabbin meleklere, 'Ben
yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti..."
Sonunda, yaratılmış olan bu
halifenin adı insandı. Hayat sahnesinde imar ve ıslah görevini ifa ederek işleri
düzenleyecek, Allah'ın kanunları ile nizâm-ı âlemi tanzim edecekti. Çünkü bu
göreve lâyık biçimde, ahsen-i takvîm üzere, yani en güzel biçimde yaratılmıştı.

İnsanın her bakımdan en güzel
biçimde yaratılmış olduğunu Tîn sûresindeki âyetle gördük. Onun değeri ile
ilgili başka bir âyet de şudur:
"Andolsun ki, Biz
insanoğullarını şerefli kıldık. Karada ve denizde taşıtlara yükledik. Temiz
şeylerle onları rızıklandırdık. Yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık."
(İsrâ: 17/70).
İnsan, bundan daha değerli bir
iltifâta da nâil olmuş, meleklerden, kendisine secde etmeleri istenmiştir.
Bunlardan daha büyük bir şeref düşünülebilir mi?
"Meleklere, 'Adem'e secde
edin' demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler. O ise kaçındı;
büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu." (Bakara: 2/34; İsrâ: 17/61; Sâd:
38/71).
Bu konu, önemine binâen ve
bilmediğimiz başka hikmetlerden dolayı Kur'an'da tekrar tekrar anlatılır.
Büyük âlemdeki her şeyin
mutlaka insanın bedeni olan küçük âlemde bir benzeri vardır. İşte bundan dolayı
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun ki Biz insanı
ahsen-i takvimde (en güzel bir sûrette) yarattık." (Tîn: 95/4)
"Kendi nefislerinizde de
(nice âyetler) vardır. Görmez misiniz?" (Zâriyât: 51/21)
Meselâ, insanın duyu organları,
ışık veren yıldızlardan daha şereflidir. İnsanın görmesi ve işitmesi idrâk
edilen şeyleri bunlar vâsıtasıyla idrâk etmesi açısından güneşi ve ayı andırır.
İnsanın organları çürüdükten sonra yer cinsinden toprak olurlar. Yine insanda su
cinsinden, ter ve bedende diğer ıslak âzâlar vardır. Hava türünden insanda ruh
ve nefes vardır. Ateş türünden ise insanda harâret vardır. Damarları ise
yeryüzündeki nehirleri andırır, ciğeri nehirleri besleyen pınarlar konumundadır.
Çünkü damarlar ciğerden alacaklarını alırlar. İnsanın mesânesi denizi andırır.
Çünkü bedende bulunan değişik bölgeler nehirlerin denize aktığı gibi,
akıtacaklarını buraya akıtırlar. İnsanın kemikleri yeryüzünün kazıkları
durumunda olan dağlar gibidir. Âzâları da ağaçları andırır. Herbir ağacın
yaprakları ya da meyveleri olduğu gibi, her bir organın da bir fiili ya da
etkisi vardır. İnsanın bedeni üzerindeki saç ve kıllar, yeryüzü üzerindeki bitki
ve ot durumundadır. Diğer taraftan insan, dili ile bütün canlıların seslerini
taklit edebilir. Âzâlarıyla da bütün canlıların yaptığının benzerini yapar. Buna
göre bu küçük âlem, büyük âlemle birlikte aynı yaratıcının yarattığı ve sonradan
var ettiği varlıktır. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur.
İnsanın yaratılışındaki
fevkalâdelik, ona verilen değeri göstermektedir. İnsan, ister biyolojik, ister
fizyolojik, ister psikolojik açıdan hangi yönüyle incelenirse incelensin onun
yaratılışındaki olağanüstülük hemen dikkatimizi çeker. Bunu konuyla ilgili bilim
kitaplarında, ansiklopedilerde her zaman görmek mümkündür. Mesela, bir insanın
DNA molekülü (deooksiribo nükleik asit)nün, 100000 ansiklopedi sayfasına eşit
uzunlukta biyolojik bilgilere sahip evrensel bir hârika olduğunu düşünebilir
miyiz?[1]
Bu sebepten dolayı olsa gerek ki, âlemin "büyük insan", insanın da "küçük âlem"
olduğu ifade edilmiştir. Bilim çağından uzay çağına geçilmiş olmasına rağmen,
insanın keşfedilmeyen tarafının keşfedilene oranla çok daha büyük olduğunu
söyleyebiliriz. İnsan, kendini keşfedememenin aczini yer yer itiraf etmek
mecburiyetinde kalıyor ve kalacaktır. İnsan o kadar büyük, o kadar esrar dolu
yaratılmıştır. Ona verilen akıl, güzeli çirkinden temyiz/ayırma gücü, insana
verilen nimeti ve değeri göstermesi bakımından yeter de artar bile. Hz. Ali'ye
izafe edilen şu beyitler, insanın değerini
anlatmaktadır:
"İlacın sendedir de farkında
olmazsın. Derdin de sendendir fakat görmezsin.
Sanırsın ki sen sâde, küçük bir
cirimsin; Halbuki sende dürülmüş en büyük âlem."
Allah, insanı yeryüzünde halife
ilan etmiştir. İnsan, Allah'ın kanunlarıyla evrenin nizamını tesis edecektir.
Bu, geçici bir görev olmayıp, kıyamete kadar sürecektir. Bir nesil, kendisine
verilen görevi kendisinden sonraki nesillere intikal ettirecek, halifelik
görevi, bir bayrak yarışı gibi sürüp gidecektir. İnsana böyle şerefli bir görevi
veren Allah, tabiidir ki, görevini tam olarak yerine getirmesi için onu büyük
imkânlarla donatacaktır. Öyle de olmuştur.
"Allah'ın göklerde olanları
da, yerde olanları da emrinz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak
size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir
bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir kitap bulunmadan
tartışanlar var." (Lokman: 31/20)
"Geceyi, gündüzü, güneşi,
ayı sizin emrinize âmâde kılmıştır. Yıldızlar da O'nun buyruğuna boyun eğmiştir.
Bunlarda akleden kimseler için dersler vardır." (Nahl: 16/12)
"Gökleri ve yeri yaratan,
yukarıdan indirdiği su ile size rızık olarak ürünler yetiştiren, emri gereğince
denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerde yürüyen ay ve
güneşi, gece ile gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah'tır." (İbrahim:
14/32-33).
İnsana verilen şeyler, saymakla
bitmez.
"Kendisinden
isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah'ın nimetini sayacak olsanız
bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zâlim ve çok nankördür." (İbrahim: 14/34)
"İlim, ilim bilmektir; İlim,
kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin; Ya nice
okumaktır." (Yunus Emre)
Rabbını bilen, ancak kendini
bilebilir; kendini bilen de Rabbını. İnsanın kendi gerçeğini tam olarak
tanıması, İslâm eğitiminin esasını teşkil eder.
Bize yakışan, Kur'an,
hayatımıza yeniden ilk günkü berraklığıyla şimdi ve tek tek bize iniyor gibi
heyecanla, aşkla, ilk müslümanlar gibi ona yönelmek, dirilmek için ilk emirden
itibaren o sese kulak vermektir: "Oku, yaratan Rabbinin adıyla." (Alak:
96/1). Ve tüm âyetleri teker teker okumaya başlamak, O'nun ismi ve izniyle, O'nu
yücelterek, okunması gerektiği gibi; Kur'an'ı, kâinatı ve kendimizi... Gerisi
kendiliğinden gelecek, bizi öldürmeye gelenler bizde dirilecektir.[2]








[1]
Fethullah Han, Kur'an ve Kâinat Âyetleri, s. 157.



[2]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.