Hiçbir Peygamber, Tebliğ Karşılığında İnsanlardan Ücret İstemez .

Hiçbir Peygamber

Hiçbir Peygamber, Tebliğ Karşılığında İnsanlardan
Ücret İstemez

"(Hz. Nuh, kavmine şöyle
dedi:) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi (mükâfatımı)
verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi Allah'tır." (Şuarâ: 26/109)
"(Hz. Hûd, kavmine şöyle
dedi:) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi (mükâfatımı
verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi Allah'tır." (Şuarâ: 26/127).
Aynı ifadeleri, Hz. Sâlih[1],
Hz. Lût[2],
Hz. Şuayb[3]
kavimlerine söylerler. Yine insanlardan tebliğ karşılığında ücret istememekle
ilgili olarak, benzer ifadeler için bkz. Hûd: 11/29, 50-51, 88; Yûnus: 10/72;
Şuarâ: 26/109-110. Aynı ifadeleri Hz. Muhammed'in (s.a.s.) de kavmine belirtmesi
istenir:
"(Ey Rasülüm) de ki: 'Ben bu
yaptığım tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine bir iman ve
itaat yolu tutmak isteyen kimseler istiyorum." (Furkan: 25/57).
"Yoksa sen, onlardan bir
ücret istiyorsun da, borçlu kalmaktan, yük altında ezilmişler midir?" (Tûr:
52/40; Kalem: 68/46).
"(Ey Rasülüm) Buna karşı
(yaptığın tebliğ ve imana dâvetten dolayı) onlardan bir ücret de istemiyorsun. O
Kur'an, bütün âlemlere ancak bir nasihattir." (Yûsuf: 12/104)
Rasûlullah'ın tebliğine karşı
ücret istememesi ile ilgili olarak benzer ifadeler için bkz. Şûrâ: 42/23; Sâd:
38/86; Sebe': 34/47; En'am: 6/90.
"Sizden herhangi bir ücret
istemeyen bu kimselere tâbi olun, onların sözlerine kulak verin; çünkü onlar
hidâyete (doğru yola) ermiş kimselerdir." (Yâsin: 36/21)
"Ben Allah tarafından size
gönderilmiş bir rasülüm" diyenlere kavimleri "acaba ne yapmak istiyor bu adam,
nedir bunun maksadı?" diye şüphelerini dile getirmişlerdir. Allah, rasüllerinin
üzerindeki bu şüpheyi öncelikle kaldırmak için onların niyetlerinin dünya
olmadığına dair güvence vermiştir. Zannettikleri gibi bu rasüllerin
maksatlarının dünya malı olmadığını, kadın olmadığını, makam ve mevki, yani
riyâset olmadığını söylemiş ve söyletmiştir. Peygamberler, yaşadıkları hayat ile
bunu bilfiil isbat etmişlerdir. Maksatlarının dünya menfaati, kadın ve
makam-mevki olmadığını halka göstermişlerdir.
Buna bugün de
gerek vardır; hem de çok. Rasüllerin kendilerini isbat ettikleri gibi,
peygamberlerin mirasına sahip çıkanlar, çıkmak isteyenler, onların ümmetlerinin
velâyetlerini devralacak olanlar, insanlara bu güveni vermek zorundadırlar.
Maksatlarının Allah rızası olduğunu sözle değil; bilfiil yaşadıkları
hayatlarıyla ortaya koymalıdırlar. Tebliğ faaliyetinde bulunanlar, ümmeti uyarma,
müjdeleme ve korkutma görevini yüklenenler ücretlerini ümmetten almamalı,
âlemlerin Rabbi olan Allah'tan almalıdırlar; Özellikle bu görevlerinin
karşılığını. Rasüllerin mirası olan ümmet için çalışıp çabalama karşılığında
dünyalık elde etmeyi istemek, aslında ahmaklıkların en büyüğüdür. Çünkü çok
kıymetli bir şeyi yok pahasına satmaktır. Hatta Cennet satın alınabilecek şeyle
tutup Cehennem satın alma ahmaklığıdır.
Meselenin
âhiret yönü elbette daha önemlidir; fakat orayı Allah'a havale ederek, biz
dünyevî açıdan değerlendiriyoruz. Çünkü öncelikle ümmetin bu insanlar karşısında
ümitlerinin kaybolmamasını, onlara karşı güvenlerinin sarsılmamasını istiyoruz.
Elindeki çok kıymetli bir şeyi ucuza satın almak isteyenlere karşı uyanık
davranan bir çocuk kadar olsun, ümmete olan hizmetini dünyevî yönde bozdurup
harcamasını isteyen nefsine, şeytana veya buna teşvik eden insanlara karşı
müslüman uyanık olmalıdır.

Müslüman olmayan kitleler dahi liderlerinde bu özellikleri aramaktadır. Toplumun
kendisine teveccühünü kötüye kullananları daha sonra sırtından attığını göz
önüne alırsak, mü'minlerin âlimlerine ve az çok isim yapmışlarına büyük
yükümlülükler düşmektedir. Bunların başında sade bir yaşantı gelmektedir.
Müslüman toplumun genelinin üstünde bir yaşantıya sahip olan kişiler, asla
emniyet ve itimat telkin edemeyeceklerdir. Peygamberler bunun en muazzam
örnekleriydi. Hatta Allah Teâlâ onlardan bahsederken "kendi içlerinden birisi"
ifadesini kullanmıştır. Bu, kendileri gibi bir insan, tanıdıkları birisi vs.
diye tefsir edilse bile, asıl anlamı; kendilerinden ayrı bir hayat yaşamayan,
kendi hayat standartlarında, içini dışını bildikleri ve her yönüyle
kendilerinden olan birisi, anlamındadır.[4]






[1]
Şuarâ: 26/145.



[2]
Şuarâ: 26/164.



[3]
Şuarâ: 26/180.




[4]
Mehmed Göktaş, Gençlerle Tevhid Dersleri, s. 58-60. Ahmet Kalkan, Kur'an
Kavram Tefsiri.