Fecir | Konular | Kitaplar

Zevi'l-Erhâm..

Zevi



Zevi'l-Erhâm 
 

Arapça zû, "sahip", rahim veya rahm "nesep hısımlığı", "nesep hısımlık bağı"
demektir. Zevî'l-erhâm, zû'r-rahim'in çoğulu olup, genel olarak nesep
hısımlarını ifade eder. Bu anlamda, ashabü'l-ferâiz, asabe veya diğer nesep
hısımları kapsama girer. İslâm miras hukuku terimi olarak zevî'l-erhâm; ashâbü'l-ferâiz
ve asabeden olmayan kan hısımlarını ifade eder. Miras bırakanın kızının
çocukları, kız kardeşinin veya erkek kardeşinin kızları, fâsit dede ve nineleri,
dayı ve teyzeleri gibi.

Miras bırakanın ashabü'l-ferâizden veya asabeden hısımları bulunmayınca zevi'l-erhâm'dan
ona yakın olamayacağı veya hangi şartlarla mirasçı olacağı konusu müctehitler
arasında ihtilaflıdır.

1- Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel'e göre,
sıraları gelirse zevi'l-erhâm mirasçı olur. Hz. Ömer, Alî, İbn Mes'ûd ve İbn
Abbas (r.anhüm)'un görüşü budur. Delil, Kitap ve Sünnettir.

Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

"Nesep hısımları Allah'ın Kitabında birbirlerine daha yakındırlar."
(8/Enfâl, 75).
Bu
âyet bütün nesep hısımlarını kapsamına alır. Diğer miras âyetleri (bkz. 4/Nisâ,
7, 12, 176) ve hadisler farz sahiplerini ve asabeyi açıklamıştır. Bunların
dışında kalanlar mirasa başkalarından daha fazla hak sahibidirler. Bu âyet,
İslâm'ın ilk hicret yıllarında uygulanan "muâhât" (kardeşleştirme) yoluyla olan
mirasçılığı neshetmiştir.
Başka bir âyette şöyle
buyurulur: "Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, ana ve
baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara, azından da çoğundan da
farz kılınmış birer pay olarak hisseler vardır" (4/Nisâ, 7). Bu âyette geçen
"el-akrabün (hısımlar)" kelimesi mutlak bir ifade olup zevi'l-erhâmi da
kapsar. Âyet, kılıç kuşanmayan kadın ve çocukları miras dışı bırakan câhiliyye
devri örfünü yıkmak için inmiştir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili,
İstanbul 1960-62, II, 1294, 1295).
Hz.
Peygamber (s.a.s)'in farz sahibi ve asabe dışındaki hısımlarla ilgili çeşitli
hadisleri nakledilmiştir. O, şöyle buyurmuştur: "Bir toplumun kız kardeşinin
oğlu onlardandır." (Tirmizî, Menâkıb, 65; Buharî, Ferâiz, 24; Nesâî, Zekât,
96; Dârimî, Siyer, 81). "Kim bir mal bırakırsa, bu mirasçılarınındır. Ben
mirasçı olmayanın mirasçısıyım, ona âkıle ve mirasçı olurum. Dayı, mirasçısı
olmayanın mirasçısıdır. Ona akile ve mirasçı olur." (Ebû Dâvud, Ferâiz, 8;
Tirmizî, Ferâiz, 12; İbn Mâce, Diyât, 7, Ferâiz, 9; Dârimî, Ferâiz, 38; Ahmed b.
Hanbel, I, 28, 36, IV, 131).

Ashâb-ı Kiramdan Sâbit b. Dahdâh (r.a) vefat etmiş, geride yalnız kız kardeşinin
oğlu Ebû Lübâbe b. Abdilmünzir kalmıştı. Rasûlüllah (s.a.s) bütün mirası ona
verdi (el-Mevsilî, el-İhtiyâr, V, 105); ez-Zühaylî, el- Fikhu'l-İslm ve
Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VIII,382,383). Hayatta yalnız dayısı olan bir kimse
ölmüştü. Ebu Ubeyde b. El-Cerrah, Hz. Ömer'e bunun miras durumunu sordu. Hz.
Ömer, Nebî (s.a.s)'in şu hadisini yazarak onunla amel edilmesini istedi:
"Dayı mirasçısı olmayanın mirasçısıdır." (Ebu Dâvud, Ferâiz, 8; eş-Şevkânî,
Neylü'l-Evtâr, IV, 62).
2-
Şâfiî ve İmam Mâlik'e göre zevi'l-erhâm mirasçı olamaz. Ashâbü'l-ferâizden veya
asabeden mirasçı bulunmayınca tereke beytülmale intikal eder. Zeyd b. Sâbit,
Saîd b. el-Müseyyeb ve Saîd b. Cübeyr'in görüşü budur. el-Evzâî, Ebû Sevr, Dâvud
ve İbn Cerîr et-Taberî bu görüşü benimsemiştir. Delilleri şudur: Miras
âyetlerinde farz sahipleri ve asabenin payları zikredilmiş, zevi'l-erhâm için
herhangi bir şey belirlenmemiştir. Eğer onlar için bir hak olsaydı bunun da
zikredilmesi gerekirdi. Çünkü âyette; "Senin Rabbin (hiçbir şeyi) unutucu
değildir." (19/Meryem, 64) buyurulur. Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir." (Ebu
Dâvud, Vesâya, 6, Büyü, 88). Hz. Peygamber'e hala ve teyzenin miras durumu
sorulunca şöyle cevap vermiştir: "Cebrail (a.s.) bana, bu ikisi için hiçbir
şey olmadığını haber verdi."

Ancak bu son hadisler mürsel olup, bunlar delil olarak alınamaz. Eğer bu
hadisler sahih olursa, bunların zevi'l-erhâm'ın birbirine daha yakın olduğunu
bildiren âyetin (el-Enfâl, 8/75) inmesinden önceye ait olduğu kabul edilir.
Yahut "hala ve teyze için belirli bir pay yoktur" ya da "onlar asabe veya
kendilerine red yapılabilen farı sahiplerini ile birlikte mirasçı olamaz"
anlamına gelir. Çünkü farz sahiplerine red, zevi'l-erhâmın mirasçılığından öne
alınmıştır. Fakat onlar kendisine red yapılamayan sağ kalan eşle birlikte
mirasçı olurlar.

Diğer yandan Mâlikî mezhebinde ikinci asırdan, Şâfiî mezhebinde ise dördüncü
asırdan itibaren zevi'l-erhâm'ın mirasçı olmaları yolunda fetva verilmiştir. Bu
fetvanın dayanağı zulüm ve israf sebebiyle Müslümanların beytülmalden gerektiği
gibi yararlanamamalarıdır (Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul
1983, 530 vd).