c) Sorumluluktan Kurtulmak Mümkün mü? .
c
c) Sorumluluktan Kurtulmak Mümkün
mü?
Bazı câhillerin
"bizim abdestimiz alınmış, namazımız kılınmıştır. Önemli olan kalp temizliği
değil mi? O da bizde var. İbâdete ihtiyacımız yok" gibi sözleri, ya da "biz
şeriatı aştık, hakikata ulaştık; artık mükellefiyet/sorumluluk kalmadı" yollu
hezeyanları, saçmalıkları orada burada söyledikleri ve bu görüşleri savundukları
-az da olsa- görülmektedir. Dâr-ı teklif (mükellefiyet sahnesi) olan dünyada,
Allah'ın verdiği ömrü yaşarken İlâhî emir ve yasakların dışında kalmak ya da
mükellefiyet sınırını aşmak mümkün değildir. Her akl-ı selim sahibi bunu böyle
kabul eder. O halde mükellefiyet nedir? diyenlere, açıklayalım: Mükellefiyet:
İlâhî emir ve yasaklardan sorumlu olmak demektir. Bu da müslüman olmak, akıllı
olmak ve ergenlik çağına ulaşmış olmak şartlarına bağlıdır. Bunlar genel
şartlardır. Ayrıca her emrin yerine getirilmesi için kendine has bazı özel
şartlar da vardır. Meselâ; orucun farz olması için; Ramazan'a erişmiş ve mukîm
olmak, oruç tutamayacak kadar hasta olmama gibi.
Bu kısa
açıklama göstermektedir ki, mükellefiyetten kurtulabilmek için, ya müslüman
olmamak, ya bülûğa ermemiş çocuk olmak veya deli olmak, yahut da ölmek lâzımdır.
Bunun dışında, hiçbir sebeple, hiçbir görevle, hiçbir makamda bulunmakla,
tasavvufta zirveye çıkıp zırvalamakla tekliften, yani Allah'a kulluk görevinden,
sorumluluktan kurtulmak hiçbir insan için asla mümkün değildir. Bir kere,
düşünmek gerek; eğer mânevî mertebeler, mükellefiyetten kişiyi kurtaracak
olsaydı, herkesten önce peygamberler bu teklif yükünden kurtulurlardı. Halbuki
onlar, ümmetlerine neyi teklif etmişlerse, aynen kendileri de sorumlu
olmuşlardır.
"Gönderdiğimiz peygamberlere de, kendilerine peygamber gönderdiklerimize de
soracağız." (A'râf: 7/6).
Hatta onların
sorumlulukları ümmetlerinden daha da ağır olmuştur. Çünkü bazı hususlar sadece
onlardan istenmiştir. Teheccüd namazının Hz. Peygamber'e emredilip ona vâcip
olması gibi.[1]
"Onların
işledikleri onlara, sizin yaptıklarınızın hesabı da size!"
(Bakara: 2/134, 141)
"O,
hanginizin daha güzel amel işleyeceğini denemek, imtihan etmek için ölümü ve
hayatı yarattı..." (Mülk: 67/2).
Sonra, yalancı
peygamberlerden ve sahtekârlardan başka hiçbir sahâbi, ve İslâm âlimi
mükellefiyetinin bittiğini, emir ve yasaklara uyma zorunluluğunun kalmadığını
söylememiştir. Tarih böyle bir şeye şâhit değildir. Hz. Peygamber'e hitâben
"Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbına ibâdet et." (Hıcr: 15/99) âyeti
İslâm'da hiçbir kimse için dokunulmazlık, şeriat üstülük hakkı tanınmadığını
bütün açıklığıyla ilân etmektedir.
Herhangi bir
kimseye -peygamber de olsa- yakın olmak, şu ya da bu ırka veya cemaate mensup
olmak da mükellefiyetten kurtulmaya gerekçe yapılamaz. Hz. Peygamber,
akrabâlarına ayrı ayrı hitap ettiği bir konuşmasında en son kızı Fâtıma'ya
hitabettikten sonra, "Benden bana âit şeyleri isteyin, vereyim. Ama Allah'ın
azâbına karşı bana güvenmeyin. Allah'ın azâbından kendinizi kendiniz koruyun."
buyurmuştur. Yine dinin hükümlerinin uygulanması konusunda hiçbir kimseye
ayrıcalık olamayacağını, aksi anlayışın kesin bir dalâlet/sapıklık olduğunu şu
hadisiyle net bir şekilde açıklamıştır:
"Ey insanlar, sizden
öncekilerin sapıtmasının nedeni şu idi: İçlerinde üstün mevkiden biri hırsızlık
yapınca, hadd (cezâ) uygulamadan onu serbest bırakıyorlar, ama güçsüz (arkası
olmayan, fakir) birisi çalınca da hemen hadd tatbik ediyorlardı. Allah'a yemin
ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa, Muhammed, onun elini de
keser."[2]
Sorumluluğun
kalktığını, sorumlu olmadığını iddia etmek büyük bir sorumsuzluk ve büyük bir
sorunluluktur; çünkü sorumluluk imtihan dünyasında herkes için zorunluluktur.
Sorumsuzluk iddiâ etmek, "namazımız kılınmış", "biz şeriatı aştık, o kabuktur,
avam içindir, biz hakikat(!) ehliyiz" demek, dünya şartlarında insan ve müslüman
olarak mümkün değildir. Bu iddiâ, "lâ yüs'el ammâ yef'al -yaptığından sorumlu
tutulmayan-" Allah'a ortaklık iddiâ etmek gibi bir hezeyandır, saçmalıktır. Asıl
amacı da haram-helâl sınırını yıkarak her şeyin mubahlığı (ibâhiyye) görüşünü
yaymaktır. Hem dâll, hem mudıll -hem sapık, hem saptırıcı- olan bu ve benzeri
düşünce sahiplerini, düzeltmek, cezâlandırmak elimizden gelmiyorsa, kendi
düşünceleriyle başbaşa bırakmak, ama hiç olmazsa onun etkisinde kalanlara
hakikati anlatıp uyarmak ve bu sapıkları toplumdan soyutlamak onlara yapılacak
en büyük iyilik olsa gerektir. Ola ki akıllarını başlarına devşirir ve
kendilerine gelir de böyle saçmalıklardan vazgeçerler. "Rabbım, her köle âzâd
edildiği gün sevinir; ben ise Sana gerçekten kul-köle olduğum gün sevineceğim."
[3]
[1]
İsrâ: 17/79; Müzzemmil:
73/2.
[2]
Buhârî, Hudûd 12; Tirmizî, Hudûd 7.
[3]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
c) Sorumluluktan Kurtulmak Mümkün
mü?
Bazı câhillerin
"bizim abdestimiz alınmış, namazımız kılınmıştır. Önemli olan kalp temizliği
değil mi? O da bizde var. İbâdete ihtiyacımız yok" gibi sözleri, ya da "biz
şeriatı aştık, hakikata ulaştık; artık mükellefiyet/sorumluluk kalmadı" yollu
hezeyanları, saçmalıkları orada burada söyledikleri ve bu görüşleri savundukları
-az da olsa- görülmektedir. Dâr-ı teklif (mükellefiyet sahnesi) olan dünyada,
Allah'ın verdiği ömrü yaşarken İlâhî emir ve yasakların dışında kalmak ya da
mükellefiyet sınırını aşmak mümkün değildir. Her akl-ı selim sahibi bunu böyle
kabul eder. O halde mükellefiyet nedir? diyenlere, açıklayalım: Mükellefiyet:
İlâhî emir ve yasaklardan sorumlu olmak demektir. Bu da müslüman olmak, akıllı
olmak ve ergenlik çağına ulaşmış olmak şartlarına bağlıdır. Bunlar genel
şartlardır. Ayrıca her emrin yerine getirilmesi için kendine has bazı özel
şartlar da vardır. Meselâ; orucun farz olması için; Ramazan'a erişmiş ve mukîm
olmak, oruç tutamayacak kadar hasta olmama gibi.
Bu kısa
açıklama göstermektedir ki, mükellefiyetten kurtulabilmek için, ya müslüman
olmamak, ya bülûğa ermemiş çocuk olmak veya deli olmak, yahut da ölmek lâzımdır.
Bunun dışında, hiçbir sebeple, hiçbir görevle, hiçbir makamda bulunmakla,
tasavvufta zirveye çıkıp zırvalamakla tekliften, yani Allah'a kulluk görevinden,
sorumluluktan kurtulmak hiçbir insan için asla mümkün değildir. Bir kere,
düşünmek gerek; eğer mânevî mertebeler, mükellefiyetten kişiyi kurtaracak
olsaydı, herkesten önce peygamberler bu teklif yükünden kurtulurlardı. Halbuki
onlar, ümmetlerine neyi teklif etmişlerse, aynen kendileri de sorumlu
olmuşlardır.
"Gönderdiğimiz peygamberlere de, kendilerine peygamber gönderdiklerimize de
soracağız." (A'râf: 7/6).
Hatta onların
sorumlulukları ümmetlerinden daha da ağır olmuştur. Çünkü bazı hususlar sadece
onlardan istenmiştir. Teheccüd namazının Hz. Peygamber'e emredilip ona vâcip
olması gibi.[1]
"Onların
işledikleri onlara, sizin yaptıklarınızın hesabı da size!"
(Bakara: 2/134, 141)
"O,
hanginizin daha güzel amel işleyeceğini denemek, imtihan etmek için ölümü ve
hayatı yarattı..." (Mülk: 67/2).
Sonra, yalancı
peygamberlerden ve sahtekârlardan başka hiçbir sahâbi, ve İslâm âlimi
mükellefiyetinin bittiğini, emir ve yasaklara uyma zorunluluğunun kalmadığını
söylememiştir. Tarih böyle bir şeye şâhit değildir. Hz. Peygamber'e hitâben
"Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbına ibâdet et." (Hıcr: 15/99) âyeti
İslâm'da hiçbir kimse için dokunulmazlık, şeriat üstülük hakkı tanınmadığını
bütün açıklığıyla ilân etmektedir.
Herhangi bir
kimseye -peygamber de olsa- yakın olmak, şu ya da bu ırka veya cemaate mensup
olmak da mükellefiyetten kurtulmaya gerekçe yapılamaz. Hz. Peygamber,
akrabâlarına ayrı ayrı hitap ettiği bir konuşmasında en son kızı Fâtıma'ya
hitabettikten sonra, "Benden bana âit şeyleri isteyin, vereyim. Ama Allah'ın
azâbına karşı bana güvenmeyin. Allah'ın azâbından kendinizi kendiniz koruyun."
buyurmuştur. Yine dinin hükümlerinin uygulanması konusunda hiçbir kimseye
ayrıcalık olamayacağını, aksi anlayışın kesin bir dalâlet/sapıklık olduğunu şu
hadisiyle net bir şekilde açıklamıştır:
"Ey insanlar, sizden
öncekilerin sapıtmasının nedeni şu idi: İçlerinde üstün mevkiden biri hırsızlık
yapınca, hadd (cezâ) uygulamadan onu serbest bırakıyorlar, ama güçsüz (arkası
olmayan, fakir) birisi çalınca da hemen hadd tatbik ediyorlardı. Allah'a yemin
ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa, Muhammed, onun elini de
keser."[2]
Sorumluluğun
kalktığını, sorumlu olmadığını iddia etmek büyük bir sorumsuzluk ve büyük bir
sorunluluktur; çünkü sorumluluk imtihan dünyasında herkes için zorunluluktur.
Sorumsuzluk iddiâ etmek, "namazımız kılınmış", "biz şeriatı aştık, o kabuktur,
avam içindir, biz hakikat(!) ehliyiz" demek, dünya şartlarında insan ve müslüman
olarak mümkün değildir. Bu iddiâ, "lâ yüs'el ammâ yef'al -yaptığından sorumlu
tutulmayan-" Allah'a ortaklık iddiâ etmek gibi bir hezeyandır, saçmalıktır. Asıl
amacı da haram-helâl sınırını yıkarak her şeyin mubahlığı (ibâhiyye) görüşünü
yaymaktır. Hem dâll, hem mudıll -hem sapık, hem saptırıcı- olan bu ve benzeri
düşünce sahiplerini, düzeltmek, cezâlandırmak elimizden gelmiyorsa, kendi
düşünceleriyle başbaşa bırakmak, ama hiç olmazsa onun etkisinde kalanlara
hakikati anlatıp uyarmak ve bu sapıkları toplumdan soyutlamak onlara yapılacak
en büyük iyilik olsa gerektir. Ola ki akıllarını başlarına devşirir ve
kendilerine gelir de böyle saçmalıklardan vazgeçerler. "Rabbım, her köle âzâd
edildiği gün sevinir; ben ise Sana gerçekten kul-köle olduğum gün sevineceğim."
[3]
[1]
İsrâ: 17/79; Müzzemmil:
73/2.
[2]
Buhârî, Hudûd 12; Tirmizî, Hudûd 7.
[3]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
ATALAR YOLU
- ATALAR YOLU .. Atalar Yolu; Anlam ve Mâhiyeti
- Atalar Yolu, Her Dönemdeki Câhiliyyenin Temel Dinidir
- Kur'ân-ı Kerim'de Atalar Yolu İle İlgi Âyetler
- Atalar Kültü; Sosyal Çevre ve Geleneğin Putlaştırılması Sosyal Çevre
- Atalar Kültü
- ATALAR DNİ
- HURÂFE-HURAFECİLİK .. Hurâfe; Anlam ve Mâhiyeti
- 1) Bid'atler
- 2) İsrailiyyat
- 3) Batıl İnançlar
- 4) Esâtîr
- 5) Hurafeler
- Hurâfe-Atalar Dini İlişkisi
- Hurâfe-Ümniyye İlişkisi
- Çokça Görülen Hurâfe ve Bâtıl İnanışlar
- 1) Ölüler ve Kabirlerle/Türbelerle İlgili Hurâfeler
- a) Türbelere Adak
- b) Ölülere Yalvarıp Duâ Etmek
- c) Çaput Bağlamak
- d) Mum Yakmak
- e) Cenâzeye Çelenk Götürmek ve Yeşil Düşmanlığı
- 2) Günlerle İlgili Hurâfeler a) İki Bayram Arası Nikâh Kıyılmaz mı? .
- b) Salı Yola Çıkılmaz, Cuma İş Yapılmaz mı? .
- 3) Gaybdan Haber Vermeye Bağlı Hurâfeler a) Gaybı Bilmek Mümkün mü? .
- b) Falcılık ve Fala Baktırmak
- c) Ruh Çağırma
- d) Taş Yapıştırmak
- e) Uğursuzluk Var mıdır? .
- 4) Bazı Yanlış Kabuller a) Dünya Kâfirin, Âhiret Mü'minin mi? Dünya Mü'mine Zindan mıdır? .
- b) Dünya Öküzün Boynuzunda mı? .