g) Muska ve Muskacılık . Muska ve Tılsımların Menşei

g

g) Muska ve Muskacılık


Muska ve Tılsımların Menşei:


Muska ve
tılsımların menşei, putperestliğin en ilkel şekli olan "fetiş"tir. Bu inançta
olanlar, bazı nesnelerde uğur veya uğursuzluk bulunduğuna inanırlar. Kişi,
uğurlu saydığı nesneyi boynuna asar veya yanında taşır. Bu nesne bir bitki, kurt
dişi, ayı tırnağı, leylek kemiği, kartal tırnağı olduğu gibi, bazen kurumuş bir
böcek hatta bazı taş parçaları vb. olabilir.
Bu nesneleri
taşıyanlar, çeşitli hastalıklardan, belâ ve kazalardan korunacaklarına
inanırlar. Hâlâ bazı nesneleri "uğur getiriyor" inancıyla boynunda ya da yanında
taşıyanlar bulunmaktadır. İslâm'ın fıtrata, akla ve ilme uyan güzel esaslarına
inanmamakta direnen nice insan, böyle safsatalara kolaylıkla inanabiliyor,
dolayısıyla Kur'an'ın "onlar akıllarını kullanmayan akılsızlardır" ifadesini her
an farkında olmadan doğruluyorlar. Günümüzde üniversite gençliği ve sosyete
semtlerinin kültürlü geçinen kesimlerinde gittikçe bu tür "uğur taşları" vb.
yaygınlaşmakta, İslâm'dan uzaklaşan insan ne kadar komik ve aşağılık olmaktadır!

Daha sonraki
dönemlerde kâğıt parçaları üzerine yazılmış dinî formüller veya tuhaf
işaretlerle çizilmiş muska ve tılsımlar, fetişlerin yerini aldı. Muska ve
tılsımların en eski şeklinin Mısır'da bulunduğu belirtilir. Eski Romalılar da,
hastalıklardan ve zehirlenmeden korunmak için acayip işaretlerle yazılmış veya
çizilmiş muska tılsımları kullanmışlardır. İsrâiloğullarına gönderilen
peygamberler de, putperest kavimlerden geçen, kendi dönemlerinde yaygın olarak
kullanılan fetiş ve tılsımları yasaklamışlardı. Buna dair eski Ahid'de
(Tevrat'ta) rivâyetler vardır.[1]
Hırisitiyanlıkta da muska ve tılsımlara inanmak çok yaygındı. Hıristiyan din
adamları muska taşıma âdetleriyle mücâdele etmişler, ama pek başarılı
olamamışlardır. Milâdî 366 yılında toplanan "Laodice" dinî kurultayı, muska ve
tılsım taşımaya yasaklayan bir karar çıkartıp ilân etmiştir. Fakat hıristiyanlar
bunları taşımaktan bir türlü vazgeçirememişlerdir. 8. Yüzyılda Papa II. Gregoare
bu bâtıl inançlara karşı şiddetle karşı koydu. Ancak halk bildiğinden ve
gördüğünden şaşmadı. Sonuçta hıristiyan din adamları bu hurâfeye tâviz vermeye
mecbur kaldılar. Muskaların yerine "haç" hıristiyanlık sembolü olan balık resmi,
"Agnus Dei" (Tanrı Kuzusu) yazılı levhacıkları taşımayı tavsiye ettiler, giderek
halkı buna alıştırdılar.[2]
İslâm'ı
kabulden evvel yaşamış Türk boylarında da muska-tılsım kullanma âdeti vardı.
Sekiz ve dokuzuncu yüzyıllarda Budist ve Maniheist Türklerin yaşamış olduğu Doğu
Türkistan'da yapılan arkeolojik araştırmalarda elde edilen malzemeler arasında
"tılsım-muskalar", çeşitli dinî formüller yazılı levhalar, tahtalar vs. eşya
bulunmuştur. Budist Uygurların dinî kitaplarında da tılsım şekillerine
rastlanmıştır. Bunlardan üç şekil Alman Türkologu F. W. K. Müller tarafından
neşredilen eski Türkçe Uygur metinlerinden birinde açıklamalarıyla
gösterilmiştir. Müslüman olduğunu iddiâ edenlerin de kullandıkları muskalardaki
tılsımların bir benzeri olan bu şekillerin ifade ettikleri anlamlar olarak,
bunlardan biri için, bir kadın bu muskayı vücudunda taşısa, kolay doğurur, rahat
ve sevinç bulur; diğerinde, Pars yılı doğmuş olan (şimdiki burçların bir benzeri
olsa gerek) kişi, bu tılsımı saklarsa çok mutlu olur; üçüncüsünde de, herhangi
bir kişinin hayvanları çok ölüyorsa, bu tılsımı kapıya yapıştırsın
denilmektedir.[3]
Günümüzde
muska, tılsım ve sihir yapma işleriyle uğraşan bazı inanç sömürücüsü kişilerin
ellerinde bulunan kitaplar, eski Babil, Asur, Mısır müşriklerinin, eski Budist
ve Şamanist Türklerin kullandıkları kitaplardan yararlanılarak yazılmıştır. Bu
kitaplara inandırıcılığı kuvvetlendirmek için Kur'ân-ı Kerim'den âyetler,
Esmâü'l-Hüsnâ ve bazı duâlar da ilâve edilmiştir. Muska ve tılsımla ilgili
kitaplarda yazılan muska ve efsunlar incelendiğinde görülüyor ki, birçoğunda
bazı âyet ve duâlarla beraber, hiçbir dile benzemeyen kelimeler de
bulunmaktadır. Tılsımcılar, mal ve mülkün tılsım-muska ile her türlü âfet ve
kazalardan korunacağını da telkin ediyorlar. Bu tılsımlarda Esmâü'l-Hüsnâ,
âyet-i kerime ve duâlar sû-i istimal edilmektedir. Bunların, câhil halkı
kandırmak için kullanılmakta olduğu şüphesizdir. Bu hurâfeler, mü'minlerin
inancına, sağlığına, malına ve canına zarar verecek zırvalardır. İmanı tam olan
müslümanlar, bunlara inanamaz.
Tılsımlar,
harfler ve rakamlar ile yapılmaktadır. Efsun ve tılsım kitaplarına göre harfler
ve onların ifade ettikleri rakamlar tabiatüstü esrârengiz kudrete sahiptir.
Harfler; "ebced, hevvez..."deki sıraya göre adet ifade ederler. Yazı tarihi
araştırmalarıyla ispat edilmiştir ki, "ebced, hevvez..." aslında hece
harflerinin sırasını göstermek ve sırf harfleri hatırda tutmak için tertip
edilmiş, mânâsız sözlerden (mühmelât) ibârettir. Herşeyde esrâr arayan uydurma
meraklıları bu "ebced"deki mühmelât hakkında birçok hurâfe icad etmekte
zorlanmamışlardır. Aslında bu "ebced..." Aramî alfabesindeki harflerin sırasını
gösteren mânâsız sözlerdir. Bu alfabe sırası Aramîlerden Nabatilere, onlardan da
câhiliyye çağı Araplarına geçmiştir. Aynı kaynaktan gelen İbrânî, Süryânî, Yunan
ve latin alfabelerinde de bu sıra, gelenek olarak muhâfaza edilmiştir. Araplar,
birbirine şekil bakımından benzeyen harfleri yanyana koymak maksadıyla bu "a, b,
c..." sırasını bozmuşlarsa da, eski sırayı "abced hevvez" altı mühmelâtından
muhâfaza etmişlerdir. Harfleri, rakam gibi kullanırken de bu "ebced"deki sıraya
riâyet etmişler ve Arapçaya mahsus altı harf için de iki mühmel söz uydurup
ilâve etmişlerdir. Üfürükçülük kitaplarında gördüğümüz harflerin büyük bir
kısmı, Esmâü'l-Hüsnâ harfleri ve rakamları da, bu harflerin "ebced" hesabına
göre ifade ettikleri sayıyı göstermektedir. Bazı tılsımlarda ise bu "ebced"
hesabı tutmuyor.
Bu arada şu
küçük açıklamayı da ifade edelim: Yazı işaretlerinin (hiyeroglif, harf, rakam)
esrârengiz sihrî kuvvet içerdiğine inancın en eski kaynağı, tarihin karanlık
devirlerine kadar uzanmaktadır. Zira yazının mâhiyetini bilmeyen kavimler,
yazıyı keşfeden kavimlerin deri, tahta, tablet ve başka nesnelere çizdikleri
çizgilerle konuşup gâipten haber aldıklarına ve bu acâyip çizgilerde tabiatüstü
esrarlı kudret bulunduğuna inanıyorlardı. Bu inanç ve korkunun câhil halk
arasında bugün bile tesirini sürdürdüğünü görüyoruz. Bazı okuma-yazma bilmeyen
câhil kimseler, herhangi bir muskayı alıp atmak, ya da kâğıdını yırtmak
istediğiniz zaman, "aman çarpılırsın!" diyerek size muskalarını vermek veya
açtırmak istemezler. Muska ve tılsım kitapları incelendiğinde öyle anlamsız
melek, cin, şeytan ve peygamber adlarına rastlarsınız ki anlamlarını hiçbir dil
ve lügatta bulamazsınız. Bunların hiçbirisinin İslâm'la ilişkisi yoktur. Tümü
uydurma ve hayali adlardır, hurâfedir. Bunların yahûdilerin Kabbalah denilen
mistik ve skolastik felsefelerinden geçmiş olduğu belirtilir. Bu felsefeye göre
yahûdi alfabesindeki 22 harfin ve ifade ettikleri rakamların mistik ve sihrî
mâhiyetleri vardır. Bu yahûdi anlayışına göre, yahûdi din kitaplarında
zikredilen Tanrı adları ve sıfatlarını iyi kullanmak şartıyla, her türlü
hârikalar yaratmak mümkündür. Bu kabbalah mârifetleri nesilden nesle gözli bilgi
olarak, seçkin çömezlere öğretildi. 13. y.y. dan sonra kitap halinde yazılmaya
başlandı. İspanya yahûdilerinden de müslümanlara geçti.

[4]







[1]
Meselâ, bkz. Kitab-ı
Mukaddes, Tekvin, Bab 35, s. 35.




[2]
Abdülkadir İnan, Hurâfeler
ve Menşeleri, s. 44



[3]
Abdülkadir İnan, Hurâfeler
ve Menşeleri, s. 46-47



[4]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.