Ölüm de Bir Nimettir

Ölüm de Bir Nimettir

Ölüm de Bir
Nimettir

Ölüm, hem de birkaç yönden
insan için bir nimettir. Her şeyden önce, ölüm bir kurtuluştur. Omzumuza
yüklenmiş olan hayat külfetinden bir kurtuluş. Bir derece hürriyete, serbestliğe
varıştır. Meselâ, üzerimizde olan bir vazifeyi, yapmakla yükümlü olduğumuz bir
işi hakkıyla yaptığımız veya bir engel çıkıp da yapma imkânımız olmadığı zaman,
o iş üzerimizden kalkmış olur ve biz de rahatlayarak, "üzerimden dağ gibi bir
yükün, bir ağırlığın kalktığını hissediyorum" deriz. İşte ölüm de böyledir. Hiç
ummadığımız ve beklemediğimiz bir anda geliverir ve artık taşımaktan âciz
kaldığımız hayat yükünden bizi kurtarıverir.
Bu gerçek, hadis-i şerifte
şöyle dile getirilir: Rasûlullah'ın yanından bir cenâze geçti. Ona baktı ve
şöyle dedi: "Bu, ya kendi kurtulmuştur veya kendisinden kurtulunmuştur."
Sahâbiler sordular: "Yâ Rasûlallah! Kendi kurtulmuş veya kendisinden kurtulunmuş
ne demek?" Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle açıkladı: "Mü'min ölünce dünyanın
eziyet ve sıkıntılarından kurtulur; fâsık ölünce de onun şerrinden insanlar,
beldeler, ağaç ve canlılar kurtulur."[1]

Dünya hayatı, yapısı itibarıyla
sıkıntılı, problemli, dert ve ıstıraplarla doludur. Bazen gelir bir zindan
oluverir, insanı boğmaya başlar. Hayat çekilmez bir hal alır. Fakat ölüm geldiği
zaman bütün bu sıkıntıları ve dertleri silip süpürüverir. Sürurlu, geniş,
ıstırapsız, sonsuz, dertsiz ve gamsız bir hayat başlar. Zaten hadiste "Dünya
mü'minin zindanı; kâfirin cennetidir" buyrulmuyor mu? Yani bu dünya, âhirete
nisbetle mü'min için bir zindan; kâfir için de cennettir. Çünkü mü'min imanı
sâyesinde âhirette daha geniş nimetlere kavuşacak, âhiretin yanında dünya hayatı
bir zindan gibi kalacaktır. Kâfir de dünyadaki rahatlığı ve nimetleri âhirette
bulamadığı için, âhiretine oranla bu dünya ona cennet gibi olacaktır.
İnsanın yaşı ilerledikçe,
altmışı-yetmişi geçtikçe hayat ağırlaşır, yaşamak zorlaşır. Kulağı az duyar,
gözü az görür; hastalıklar, ağrılar birbiri peşi sıra gelmeye başlar. Bütün bu
dertler insanı ölüme biraz daha yaklaştırır. Ve yaşlı insan bu dertlerden ancak
ölüm sâyesinde kurtulacağını bilmektedir. Ölümün, kendisi için bir nimet
olduğuna iyice inanır ve kabul eder. O kadar dengeli bir manzara ki, insan hemen
yerini arıyor. Demek ki dünyadaki acı vaziyetler, hastalıklar, hatta bir yerde
ihtiyarlığın ölümden önce gelmesi sebepsiz değil. Bu durumlarla iç dünyamızda
âhirete göçmek ve dostlara kavuşmak üzere bir arzu uyandırılıyor. Ağırlaşan
hayat yükü ve hayat şartları karşısında ölümün nimet oluşu hissedilirken, bütün
kâinata hükmeden o Zat'ın sonsuz merhametini de anlamış oluyoruz.
Hayat, ölüm olmadan sürüp gitse
ne olurdu, bilinmez. Ama, bugünkünden kat kat kalabalık bir dünyada ve yedi, on
yedi... nesil öncesiyle beraber yaşamak zorunda kalacağımız düşünülürse, en
değişmez gerçeğe olan düşmanca bakışımızı bir ölçüde yumuşatmak gerekiyor.
Dedemiz, onun dedesi ve sayılamayacak kadar dedeler ve nineler... Her biri ayrı
bir dert ve hastalık içinde inleyip dursalar, hayat onlar için, hem de bizim
için ne kadar ağır ve çekilmez olacak ve ölüm ne kadar arzu edilecekti. İşte
sadece bu cihetten bakılsa dahi ölümün büyük bir nimet olduğu ortaya çıkar.
Eflâtun, ölüme "nimetlerin en büyüğü" derken, hiç de haksız bir hükmü dile
getirmiyordu.
Ölümü bir an için yok farz
ederek tahmin yürüten İbn Sina şöyle diyor: "Yeryüzünün hacmi ve kapasitesi
belli. Ölmeselerdi bu kadar insan nereye sığacaktı? Birbirine bitişik ve sımsıkı
durmaları halinde bile bunlar dünyaya sığmazdı. Nerede kaldı ki, oturdukları ve
dağınık halde bulundukları zaman bunlar sığabilsin? Bunlardan artabilecek ne
barınacak bir yer, ne bir bina, ne ekip biçilecek bir arazi ve ne de gezecek bir
yer kalmazdı. Bu durum az bir zaman için böyledir. Zaman geçtikçe hal ve
keyfiyet nasıl olacaktır? Ebedî hayatı arzu edip ölmeyi istemeyen ve bunun
mümkün olabileceğini zannedenin hali işte budur. Bu zan ve arzu, cehâletin
sonucudur. Ölüm, İlâhî bir ihsan olunca; o, kötü bir şey olmaz. Kötü olan şey,
ondan korkmaktır. Ölümden korkan da onun gerçek yüzünü bilmeyendir."[2]

Ölümle uyku arasında çok yakın
bir benzerlik vardır. Başta hasta ve musîbet çekenler olmak üzere, herkes için
uyku nasıl ki bir istirahat ve rahmettir; uykunun büyük kardeşi olan ölüm de
dert çekenler ve intiharı düşünenler için de bir nimet ve rahmettir. Kendi
ihtiyaçlarını göremeyecek kadar âciz bir duruma düşen felçli ve yatalak bir
insan veya derdine çare ve ilaç bulamayan bir hasta ölümü o kadar bir iştiyakla
ister ki, onun tek arzusu varsa, o da bir an önce ölüm nimetine kavuşmaktır.
İntihara kalkışan kimse de aynı durumdadır. Böyle bir insanın imdadına ölüm
yetişecek olsa, hem büyük bir günaha girmekten kurtulur, hem de ebedî hayatını
berbat etmemiş olur.[3]







[1]
Nesâî, Cenâiz 48




[2]
İbn Sina, Ölüm Korkusundan Kurtuluş Risâlesi, s. 21




[3]
Mehmet Paksu, Ölüm ve Sonrası, s. 30-32