Hadis-i Şeriflerde Ecel ve Ölüm ..

Hadis

Hadis-i Şeriflerde
Ecel ve Ölüm



Ecel kelimesi, Kur'an'daki kullanılışlarına
benzer şekilde çeşitli hadislerde de yer almaktadır. Bazı hadislere göre eceli
gelmeyen hastalar şifâ bulur; bu sebeple ziyâretçiler hastalar için şifâ
dileğinde bulunmalıdır.[1]
Bir kısım hadislerde ecelin insanın emellerine ulaşmasına engel olduğu, her
insanın ecelinin önceden takdir edildiği bildirilirken[2],
diğer bir kısmında, çok uzun ömürlü olmaktan (erzel-i umr'den) Allah'a sığınan
Hz. Peygamber'in kendisine hizmet edenlere uzun ömürlü olmaları için duâ ettiği,
akrabâyı ziyâret edip onları gözetmenin, komşulara karşı güzel davranmanın ve
sadaka vermenin ömrü uzattığı ifade edilmiştir[3]

İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(s.a.s.) bir gün yere çubukla, kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, bunun
ortasına bir hat çekti, onun dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın
ortasından itibaren bu ortadaki hatta istinat eden bir kısım küçük çizgiler
attı. Rasûlullah (s.a.s.) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: "Şu çizgi insandır.
Şu onu saran kare çizgisi de eceldir. Şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir.
(Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de musîbetlerdir. Bu musîbet oku
yolunu şaşırarak insana değemese bile, diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku
değer."[4]

"Dikkat ediniz! Emel ve
arzularınız uzayıp size ecelinizi unutturmasın. Aksi takdirde kalpleriniz
katılaşır."[5]

Enes (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.)
yere bir çizgi çizdi ve: "Bu, insanı temsil eder" buyurdu. Sonra bunun
yanına ikinci bir çizgi daha çizerek: "Bu da ecelini temsil eder"
buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra: "Bu da emeldir"
dedi ve ilâve etti: "İşte insan daha böyle iken (yani emeline kavuşmadan) ona
daha yakın olan (eceli) ansızın geliverir."[6].

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) omzumdan tuttu ve: "Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol"
buyurdu. Tirmizî'nin rivayetinde, "yolcu gibi ol" sözünden sonra şu
ziyâde var: "Kendini kabir ehlinden say."[7]

İbn Ömer (r.a.) şöyle diyordu: "Akşama
erdinmi, sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada
hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap."
1- Yukarıda
kaydedilenler dışında başka kaynaklarda da rivâyet edilmiş olan hadiste
Rasûlullah (s.a.s.) kendisini gerçek kulluğa veren kimseyi, önce evi, meskeni
olmayan garibe (gurbette olan kimseye), sonra hareket hâlinde olan yolcuya
benzetiyor. Çünkü yolcu bir yere haz almak için inmez, yolculuğuna devam
edebilmek için dinlenmek ve yolculuğu sırasında lâzım olacak eksiklikleri
tamamlamak üzere konaklar.
Ayrıca garîb, yabancı yerde
tanıdığı ve güvenebileceği kimselerin azlığı sebebiyle emniyetsizlik duyar ve
belli bir korku içerisindedir. Yolcu da öyle. Fazla olarak yolcu, taşıyabileceği
zarurî eşyayı sırtına yükler. Zarurî olmayan, lüks ve güç getiremeyeceği yükü
almaz. Şu halde âbide: "Garib ve yolcu gibi ol" şeklinde yapılan tavsiyenin
içinde "Dünyaya bağlanma, ölümden sonrası için hazırlan, ebede giden yolculukta
gerekli olan azığı yani ibâdeti hazırla", yani "zühd'ü elden bırakma" tavsiyesi
mevcuttur. Nevevî merhum şöyle demiştir: "Hadisin mânâsı şudur: Dünyaya dayanma,
ona sâbit kalacağın bir vatan gözüyle bakıp bağlanma, dünyada bâkî kalacağın
içinden geçmesin, yolcunun vatanında olmadıkça bağlanmadığı şeylere sakın
dünyada bağlanıp kalma."
Hadisi şöyle anlayan da olmuştur: "Yolcu, vatanına giden,
onun peşinde olan kimsedir. Kul, dünyada, efendisi tarafından bir ihtiyacı
görmek üzere yabancı bir yere gönderilmiş kimse gibidir. Ona düşen, verilen
hizmeti bir an önce görüp dönmektir, kendisine verilen hizmet dışında bir şeye
bağlanıp kalmaz. Öyle ise mü'min, vatan-ı aslîsi olan âhireti düşünmeli, ibâdet,
kulluk hizmetiyle geldiği dünyada bu hizmetin dışına çıkarak dünyaya bağlanıp
kalmamalı, gönlünden, fikrinden döneceği asıl yurdunu çıkarmamalıdır.
2- Rivâyetin ikinci
kısmı İbn Ömer (r.a.)'in şahsî sözü, yani mevkuf hadis gözükmektedir. Ancak,
aynı mânaya gelen merfû rivâyetler mevcuttur. Hâkim'in tahric ettiği bir rivâyet
şöyledir: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Beş şey gelmeden evvel beş
şeyin kıymetini bilin. İhtiyarlık gelmeden evvel gençliğin, hastalık gelmeden
evvel sağlığın, fakirlik gelmeden evvel zenginliğin, sıkıntı gelmeden evvel
rahatlığın, ölüm gelmeden evvel hayatın."
Bazı âlimler İbn Ömer (r.a.)'in
yukarıdaki sözleri merfû hadisten aldığını söylemiştir. Nitekim onun nasihati
tûl-i emeli kırmaya tazammum etmekte, ömrünü ibâdet cihetinden içinde bulunduğu
gün bilmesini (yarına çıkamayabileceğini düşünmeyi) kişiye tavsiye etmektedir.
Zira, akıllı kişi akşama erdimi yarını beklemez, (o günkü kulluk vazifelerini
eksiksiz tamamlar). Sabaha erince de akşamı beklemez, her saatin işini saatinde
yapar, ecelinin sabaha veya akşama ulaşmadan gelebileceğini düşünür.
3- "Sağlıklı olduğun
sırada hastalık halin için hazırlık yap" sözü "ölümden sonra sana faydası
olacak amelde bulun, sıhhatli iken hayırlı işler yapmada acele et, böyle işleri
başka zaman yaparım diye te'hir etme, mevcut fırsatı bu yoldan hemen
değerlendir, zira âniden hastalık gelir ve sâlih amel yapmana mâni olur ve
"sonra yaparım" kuruntusuyla, âhirete azıksız gidiverirsin..." demektir.
İbn Hacer der ki: Bu hadis
"Kul hastalanır veya sefere çıkarsa sıhhatli ve mukim (evinde) iken yaptığı
ibâdeti Cenâb-ı Hak aynen kendisi için yazar." hadisine muhâlefet etmez.
Çünkü bu hadis, amel eden kul hakkında vârid olmuştur. Şu halde mü'min
sağlığında ve normal şartlarda hangi amele ve hangi niyete kendini alıştırıp
adapte etmişse, hastalık, yolculuk, yaşlılık gibi ibâdet ve sâlih amellerine
mâni olan durumlar sebebiyle onları yapamaz hâle gelse Cenâb-ı Hak niyetine
binâen sevabını eksiltmeksizin yazmaktadır. Musîbete, belâya gösterdiği sabır ve
tahammülün derecesine göre kazanacağı sevaplar bundan hâriç.
İbn Ömer (r.a.)'in hadisindeki
tahzîr (korkutma), hiçbir şey yapmayan kimse hakkındadır. Zira böyle birisi
hastalandığı zaman, sağlık hâlinde hayırlı amelleri terk etmiş olmaktan pişman
olur. Hastalık halinde de yapamayacak hale gelir ve pişmanlığı fayda vermez.
4- Hadiste Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in Abdullah İbn Ömer (r.a.)'in omzundan tutması -söyleyeceklerine
dikkatini çekmek için- uyarma ve aradaki muhabbet ve samimiyeti artırmaya
yöneliktir. Rasûlullah (s.a.s.)'ın bu çeşit davranışları öğreticilere metod da
vermiş olmaktadır. Tebliğde etkiyi artırmak için bunlara da riâyet edilmelidir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) bütün ümmeti kastederek tek bir ferde hitap etmiştir. Bu
rivâyette Rasûlullah (s.a.s.)'ın hayrın ümmete ulaşması, onların dünyayı
terkederek, zarurî şeylerle yetinmeye teşvikleri hususunda büyük bir arzu içinde
olduğu görülmektedir[8]
"Ana rahminde, Allah
tarafından bir melek gönderilerek dört şey teszbit ettirilir: Kişinin rızkı,
eceli, ameli ve şakî veya saîd mi olacağı."[9]

"Nutfe ana rahminde kırk,
yahut kırk beş gece kaldıktan sonra melek gelir ve: ‘Yâ Rabbi! Şakî mi, saîd mi
olacak? Erkek mi, dişi mi olacak?' der ve Allah'ın dediğini yazar. Bundan sonra,
yapacağı işleri (amel), rızkı ve eceli de yazılır. Nihâyet sayfa, artık ona
hiçbir şey ilâve ve eksiltme olmaksızın dürülür, kapanır."[10]

Büreyde (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
elindeki iki çakıl(dan birini yakına, diğerini uzağa) atarak: "Şu ve şu neye
delâlet ediyor biliyor musunuz?" dedi. Cemaat: "Allah ve Rasûlü daha iyi
bilir" dediler. Buyurdu ki: "Şu (uzağa düşen) emeldir, bu (yakına düşen) de
eceldir (Kişi emeline ulaşmak için gayret ederken ulaşmadan ölüverir)."[11]

"Ecelini altmış yaşına kadar uzattığı
kimselerden Cenab-ı Hakk, her çeşit özür ve bahâneyi kaldırmıştır."[12]
-Metin Buhârî'den alınmıştır.-
Tirmizî'nin metni şu şekildedir: "Ümmetimin vasatî ömrü 60-70 yıldır. Bunu
aşabilenler azınlıkta kalacaklardır."
Rezîn der ki: "Çoklukla ölümün
cereyan ettiği dönem 60-70 yaş arasıdır. Allah, kime ömründe 40'ına kadar mühlet
verdi ise, ondan özrü kaldırmıştır."[13]
-Metin Buhâri'den alınmıştır.-
Müşâhedemiz de gösteriyor ki,
altmış yaşına varmadan da ölenler var, 60-70 yaşlarını aşarak ölenler de var.
Ancak, ümmetin, âlimlerden, sâlihlerden ve hatta halifelerden çoğunluğu 60-70
arasında vefat etmiştir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) de bu devrede vefat
edenlerdendir. Bu sebeple hadisin şerhini yapan âlimler Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in bu sözlerinde öncelikle ümmeti temsil durumunda bulunan bu ekâbir
kısmını (halifeler, âlimler, ârifler, sâlihler...) kastetmiş olabileceğini
belirtirler. "60-70 arasında kuvvetlerde noksanlık ve gerileme başlar. Bu yaşa
gelenlerin tam olarak âhirete yönelmeleri gereklidir, tâ ki, bidâyette olduğu
üzere kuvvet ve canlılığı yeniden bulsun." Âlimlerimiz böylece dünyevî
meseleleri tahsîl faaliyetlerinde zaaf ve geriliğe düşen kimsenin, uhrevî
maksatlarla yapacağı ibâdet ve zikir gibi faâliyetlerde -gençken dünyevî
işlerdeki başarısına denk- bir başarıya erişeceğini, böylece, ağırlık verdiği bu
yeni sahadaki başarılarını görerek kişinin yenileneceğini -ve bilhassa
zamanımızda çok görülen- rûhî çöküntüden kendisini kurtararak daha dinç, daha
mukavim bir yaşlılık geçireceğini ifade etmiş oluyorlar.
Nitekim, Nasr sûresi geldiği
zaman Hz. Peygamber (s.a.s.) de ölümünün yaklaştığını anlayarak, ibâdet ve
zikrini daha da artırmıştır. Şu halde yaşlılıkta, dindarlığını artırmak mü'min
ihtiyarların âdâbıdır. Ancak şunu da belirtelim ki, dindarlığını artırmak,
dünyevî faâliyetleri tamamen terketmek demek değildir. Belki gençlikteki
aşırılıklarını terketmek demektir[14]

"Lezzetleri yok eden ölümü
çok anın."[15]

Ensardan bir adam
Peygamberimiz'e sordu: "Mü'minlerin hangisi en akıllıdır?" Peygamberimiz
(s.a.s.): "Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonra en iyi hazırlığı
yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir." buyurdular.[16]
"Ölümü ve öldükten sonra
kemiklerin ve cesedin çürümesini hatırlayın. Âhiret hayatını isteyen dünya
hayatının süsünü terk eder."[17]
Berâ (r.a.) anlatıyor: "Biz
Rasûlullah (s.a.s.)'la birlikte bir cenâzede beraberdik. Peygamberimiz, kabrin
kenarına oturup ağladılar, öyle ki (gözyaşlarıyla) toprak ıslandı. Sonra da:
"Ey kardeşlerim! İşte (başımıza gelecek) bu aynı (ölüm hâdisesi) için iyi
hazırlanın!" buyurdular.[18]
"Ey insanlar! Ölmezden önce
Allah'a tevbe edin. (Musîbet, hastalık, yaşlılık gibi) ağır meşgûliyetlere
düşmezden önce sâlih ameller işlemede acele edin. Çok zikir ederek, gizli ve
açık çok sadaka vererek Allah'a karşı üzerinizdeki borcu ödeyin ki bol rızka,
İlâhî yardım ve zafere, halinizin ıslâhına mazhar olasınız..."

[19]
"Allah bir kulunun bir
memlekette ölmesini takdir ettimi, onu oraya -veya 'orada bulunan bir
şeye' dedi- muhtaç kılar."[20]

"Ölülerinize (ölmek üzere
olanlara) 'lâ ilâhe illâllah' demeyi telkin edin."[21]
"Ölülerinize (ölmek üzere
olanlara) Yâsîn sûresini okuyun."[22]

"Sakın hiçbiriniz ölümü
temennî etmesin. Çünkü o, hayırlı ve ihsan sahibi ise, (yaşamak sûretiyle) hayır
ve ihsânını artırması umulur. Kötü bir kimse ise, belki günahından tevbe eder
de, azaptan kurtulur."[23]
"Sizden biriniz, kendisine
hastalık ve zarar isâbet ettiğinden dolayı sakın ölümü temenni etmesin! Eğer
temenni etmek zorunda kalırsa şöyle desin: ‘Allah'ım! Yaşamak benim için hayırlı
olduğu müddetçe beni yaşat; ölmek benim için hayırlı ise canımı al!"[24]

"Mü'min kişinin ömrü, onu
hayırca ziyâdeleştirir."[25]

Mekke'li müşrikler tarafından
ateş üzerine yatırılmak gibi çok ağır işkencelerden aldığı yaralar vücudunda
hayat boyu devam eden eser bırakmış olan, zaman zaman bu yaraları tekrar
iltihaplanan ve açılan yaralardan akan iltihapları gidermek için vücudunu arada
sırada dağlatmak zorunda kalan Habbâb İbn Eret (r.a.), karnından yedi yeri
dağlatmıştı. Ve şöyle diyordu: "Eğer Rasûlullah (s.a.s.) ölüm talep etmekten
bizi men etmeseydi, mutlaka onu talep ederdim."[26]

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) hasta oğlu İbrâhim'i aldı, öptü ve kokladı. Daha sonra
İbrâhim can çekişiyordu. Bu manzara karşısında Efendimiz'in gözlerinden yaş
boşandı. Abdurrahman bin Avf (r.a.): 'Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah'ın
Rasûlü?' dedi. Aleyhissalâtu ve'sselâm: "Ey İbn Avf! Bu merhamettir!"
dedi ve ağlamasına devam etti. Sonra şöyle buyurdu: "Gözümüz yaş
döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat Rabbimizi râzı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey
İbrâhim! Senin ayrılmanda bizler üzgünüz!"[27]
Tirmizî'nin bu konudaki rivâyetinde şu ilâve vardır: Abdurrahman bin Avf: "Yâ
Rasûlallah! Ağlıyor musun? Ağlamaktan bizi sen men etmedin mi?" dedi.
Peygamberimiz: "Hayır! (Ağlamaktan değil,) iki ahmak, fâcir sesten
yasakladım: Musîbet sırasındaki (isyankâr) ses; yüzleri tırmalamak, cepleri
yırtmak ve şeytan mâtemi. -Ağlamak ise rahmettir; merhamet etmeyene rahmet
edilmez.-"[28]

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)
anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) mâtemci (ağıt yakan) kadına da, onu dinleyene de
lânet etti."[29]
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) Sa'd bin Ubâde'ye geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. (Yanına
gelince) onu baygın buldu ve "ölmüş olmalı!" dedi. Yanındakiler: "Hayır"
deyince, Aleyhissalâtu ve'sselâm ağladılar. Rasûlullah'ın ağladığını gören halk
da ağladı. "İşitmiyor musunuz?" buyurdular. "Allah Teâlâ ne gözyaşı
sebebiyle ne de kalbin hüznüyle azab vermez. Ancak şunun sebebiyle azab verir!"
-dilini işaret ettiler.- yahut da merhamet eder."[30]

"(Istırap ve mâtemi
sebebiyle) Yanaklarını yolan, üst başını yırtıp dövünen, câhiliyye duâsıyla duâ
eden bizden değildir!"[31]
Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (a.s.) Ebû Seleme (r.a.)'nin (ölümü ânında) yanına girdi. Ebû
Seleme'nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra: "Ruh kabzedildimi
göz onu tâkip eder." buyurdu. Ehlinden bazıları feryat koparmaya başlamıştı.
"Kendinize kötü temennîde bulunmayın; hayır duâ edin! Çünkü melekler,
söylediklerinize âmin derler." buyurdu. Sonra ilâve etti: "Allah'ım, Ebû
Seleme'ye mağfiret buyur! Derecesini hidâyete erenler arasında yükselt.
Arkasında kalanlar arasında ona Sen halef ol! Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de
mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!"[32]
"Bir müslüman muhtazar
olduğu (can çekişme ânına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle
gelirler ve şöyle derler:
'Sen râzı ve senden de
(Rabbin) râzı olarak (şu bedenden) çık. Allah'ın rahmet ve reyhânına ve sana
gazabı olmayan Rabbine kavuş!'
Bunun üzerine ruh, misk
kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, tâ
semânın kapısına kadar onu getirirler ve: 'size arzdan gelen bu koku ne kadar
güzel!' derler. Sonra onu mü'minlerin ruhlarının yanına getirirler. Onlar, onun
gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki
sevincinden daha çok sevinirler. Ona:
'Falanca ne yaptı? Filânca
ne yaptı?' diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler:
'Bırakın onu, onda hâlâ
dünyanın tasası var!' derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara):
'Falan ölmüştü, yanınıza
gelmedi mi?' der. Onlar:
'O, annesine, Hâviye
cehennemine götürüldü!' derler. Aleyhissalâtu vesselâm devamla der ki:
"Kâfir, muhtazar olduğu (can
çekişme ânına girdiği) vakit, azap melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise)
ile gelirler ve şöyle derler: 'Bu cesetten kendin öfkeli, Allah'ın da öfkesini
kazanmış olarak çık ve Allah'ın azâbına koş!'
Bunun üzerine ruh, cesetten, en
kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada:

'Bu koku ne de pis!' derler.
Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler."[33]

"Âni ölüm, kâfir için
gazab-ı İlâhî'nin bir yakalamasıdır; mü'min için de bir rahmettir."[34]
"Cennet ehli cennete,
cehennem ehli cehenneme girince, bir münâdî (çağırıcı) aralarında: 'Ey ateş ehli
ölüm yoktur; ey cennet ehli asla ölüm yoktur, hulûd (ebedîlik) vardır'
diyecektir."[35]
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) ölüm ânına yaklaştığı zaman, sık sık ıstıraplar bürümeye
başladı. Kerîmeleri Hz. Fâtıma (r.a.) 'Vay babacığım, ne çok ıstırap çekiyor!'
diye yakınmaya başladı. Peygamberimiz, kızını şöyle teselli ediyordu:
"Bugünden sonra baban ıstırap çekmeyecek!"[36]

Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.)'ı ölüme götüren hastalığı sırasında: "Namaza ve sağ
ellerinizin mâlik olduğu şeylere dikkat edin!" diyordu. Öyle ki, mübârek
lisanları bunu söyleyemeyecek hale gelinceye kadar tekrara devam ettiler."[37]
Hz. Âişe (r.a.)'nin anlattığına
göre: "Rasûlullah (s.a.s) bir gün yanına girdiği sırada, bir yakınımın nefesini
ölüm kesmek üzere idi. Peygamberimiz, Hz. Âişe'nin üzüntüsünü görünce kendisine:
"Şu akraban için üzülme. Zira onun şu ıstırabı, hasenâtındandır."
buyurdu.[38]

"Ölülerinizin yanında hazır
bulunduğunuz takdirde (ölünce) gözlerini kapayıverin. Çünkü göz, ruhu takip eder
(ve açık kalır). Ayrıca hakkında hayır söyleyin. Çünkü melekler ev halkının
söylediklerine ‘âmin!' derler."

[39]
"Sizden biri ölünce,
kendisine akşam ve sabah (cennet ve cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet
ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş
ehlinin (yeridir). Kendisine: 'Allah seni kıyâmet günü diriltilinceye kadar
senin yerin işte budur!'denilir."[40]
Enes (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) bir kabirden bir ses işitmişti: "Bu ne zaman öldü?
(Bileniniz var mı?)" diye sordu. "Câhiliye devrinde!" dediler. Bu cevaba
sevindi ve şöyle buyurdular: "Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım
kabir azabını size de işittirmesi için duâ ederdim."[41]
"Kul kabrine konulup
yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir-
kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:
'Muhammed (s.a.s.) denen kimse
hakkında ne diyorsun?' diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya:
'Şehâdet ederim ki O,
Allah'ın kulu ve Rasûlüdür!" diye cevap verir. Ona:
'Cehennemdeki yerine bak!
Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti' denilir. (Adam bakar) her ikisini
de görür. Allah da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar.
Eğer ölen kâfir ve münâfık
ise (meleklerin sorusuna):
'(Sorduğunuz zâtı)
bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!' diye cevap verir.
Kendisine:
'Anlamadın ve uymadın!'
denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın
acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibâret olan) iki
ağırlık dışında ona yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir."[42]

"Cenâzede çabuk olun. Eğer
sâlih biri ise, kendisine iyilik yapmış olursunuz. Böyle biri değilse, belâyı
bir an önce sırtınızdan atmış olursunuz."[43]

"Ölüyü (mezara kadar) üç şey
takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır:
Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır."[44]

"Ölüp de pişman olmayan
yoktur; mutlaka herkes nedâmet duyar: Muhsin (İyi yolda) olan hayrını daha çok
artırmadığı için pişman olur, nedâmet duyar. Kötü yolda olan da nefsini
kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedâmet duyar."[45]
"Bir insan ölünce üç kişi
hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i câriye (bırakan) veya istifade edilen bir
ilim (bırakan) veya kendine duâ edecek sâlih evlât (bırakan)."[46]
"Mü'min kul (ölünce),
dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur. Fâcir (ölünce) ondan da kullar,
memleket, ağaçlar ve hayvanlar kurtulur."[47]
"Mü'minin ruhu, cennet
ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine
döndürünceye kadar orada beslenir."[48]
"Ölüm için bir korku vardır.
Öyleyse cenâze gördünüzmü ayağa kalkın."[49]
"Kim cenâzeyi takip eder ve
önce üç kere taşırsa (ölen kardeşine karşı olan) borcunu ödemiş olur."[50]
"Ölülere sövmeyin
(sebbetmeyin). Çünkü onlar (sağken hayırdan ve şerden) gönderdiklerine
kavuştular."[51]

"Ölülerinizin iyiliklerini
zikredin; kötülüklerini zikretmeyin."[52]
Ebu'l-Heyâc el-Esedî anlatıyor:
"Bana Hz. Ali (r.a.): 'Rasûlullah (s.a.s.)'ın beni göndermiş olduğu şeye ben de
seni göndereyim mi?' diye sordu ve Rasûlullah'ın kendisine: "Haydi git, kırıp
dökmedik put, düzlemedik yüksek kabir bırakma!" buyurduğunu söyledi."[53]

Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) kabrin kireçlenmesini, üzerine bina (kubbe, türbe)
yapılmasını, üzerine oturulmasını, üzerine yazı yazılmasını ve ayakla
basılmasını yasakladı."[54]
"Ben sizi kabirleri
ziyâretten men etmiştim. Artık onları ziyâret edebilirsiniz. Çünkü onlar size
âhireti hatırlatır."[55]

İbn Abbas (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.), Medine ehlinin mezarlarına uğramıştı. Mezarlara yüzünü
çevirerek: "Esselâmu aleyküm (selâm üzerinize olsun) ey kabir halkı! Allah
sizi de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiziniz. Biz de
arkadan geleceğiz." buyurdular."[56]
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) bir mezarlığa uğramıştı. Mezarlara karşı şöyle buyurdu:
"Selâm üzerinize olsun ey mü'minler cemaatinin mahalle halkı! İnşâallah biz de
sizlere kavuşacağız!"[57]
Müslim ve Nesâî'deki rivâyette şu ziyâde vardır: "Allah'tan bizim için de
sizin için de âfiyet dilerim."[58]
"Allah kabirleri çok ziyâret
eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescidler yapanlara, kandiller takanlara
lânet etsin!"[59]

"Kim çocuğunu kaybeden bir
anneye tâziyede bulunursa, cennette ona bir bürde (hırka, kaftan) giydirilir."[60]







[1]
Ahmed bin Hanbel, I/239




[2]
Ahmed bin Hanbel, V/197; Tirmizî,
Tefsir 2




[3]
Ahmed bin Hanbel, III/156, VI/159;
Buhârî, Deavât 26; İbn Mâce, Mukaddime 10; Tirmizî, Deavât 113.




[4]
Buhârî, Rikak 3; Tirmizî, Kıyâmet
23, h. no: 2456; İbn Mâce, Zühd 27, h. no: 4231.

İnsanın, ecel ve ölümün
elinden kurtulamayacağı burada somut bir şema ile ifâde edilmiştir.




[5]
İbn Mâce, Mukaddime 7





[6]
Buhârî, Rikak 4; Tirmizî, Zühd 25,
h. no: 2335; İbn Mâce, Zühd 27, h. no: 4232




[7]
İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 2/471




[8]
İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 2/471-473.




[9]
Buhârî, Kader 1-2, Enbiyâ, 1, Bed'u'l-Halk 6, Tevhid 28; Müslim, Kader 1-5;
Tirmizî, Kader 4; Ebû Dâvud, Sünne 16; İbn Mâce, Mukaddime 10; Ahmed bin
Hanbel, I/382




[10]
Müslim, Kader 1




[11]
Tirmizî, Emsâl 7, h. no: 2874.




[12]
Buhârî Rikak 4; Tirmizî, Deavât
113, h. no: 3545, Zühd 23 h. no: 2332; İbn Mâce, Zühd 27, h. no: 4236




[13]
Buhârî, Rikak 4; Tirmizî, Deavât 113, h. no: 3545, Zühd 23, h. no: 2332; İbn
Mâce, Zühd 27, h. no: 4236




[14]
İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 2/474.




[15]
Tirmizî, Zühd 4, Kıyâme 26; Nesâî, Cenâiz 3; İbn Mâce, Zühd 31




[16]
Kütüb-i Sitte Terc. 17/598




[17]
Tirmizî, Kıyâme 24; Ahmed bin Hanbel, I/387




[18]
Kütüb-i Sitte Terc. 17/584




[19]
Kütüb-i Sitte Terc. 17/49




[20]
Tirmizî, Kader 11, hadis no: 2148




[21]
Müslim, Cenâiz, 1, 2; Tirmizî, Cenâiz 7; Ebû Dâvud, Cenâiz 20; Nesâî, Cenâiz
4




[22]
Ebû Dâvud, Cenâiz 24; İbn Mâce, Cenâiz 4; Kütüb-i Sitte Terc. 15/238




[23]
Buhârî, Temennî 6




[24]
Buhârî, Deavât 30, Merdâ 19; Müslim, Zikir 4, 10; Tirmizî, Cenâiz 3; Ebû
Dâvud, Cenâiz 13; İbn Mâce, Zühd 31; Nesâî, Cenâiz 1




[25]
Kütüb-i Sitte Terc. 5/7




[26]
Buhârî, Merdâ 19, Deavât 30, Rikak 7, Temennî 6; Müslim, Zikr 12; Nesâî,
Cenâiz 2




[27]
Buhârî, Cenâiz 44; Müslim, Fezâil 62; Ebû Dâvud, Cenâiz 28




[28]
Tirmizî, Cenâiz 25, hadis no: 1005




[29]
Ebû Dâvud, Cenâiz 20; hadis no: 3128




[30]
Buhârî, Cenâiz 45; Müslim, Cenâiz 12




[31]
Buhârî, Cenâiz 36, 39, 40, Menâkıb 8; Müslim, İman 165; Tirmizî, Cenâiz 22;
Nesâî, Cenâiz 19




[32]
Müslim, Cenâiz 7; Tirmizî, Cenâiz 7; Ebû Dâvud, Cenâiz 19, 21; Nesâî, Cenâiz
3




[33]
Nesâî, Cenâiz 9




[34]
Ebû Dâvud, Cenâiz 14




[35]
Buhârî, Rikak 50




[36]
Buhârî, Megâzi 83; Nesâî, Cenâiz 13; İbn Mâce, Cenâiz 65




[37]
Kütüb-i Sitte Terc. 17/152




[38]
Kütüb-i Sitte Terc. 17/111




[39]
Kütüb-i Sitte Terc. 17/112




[40]
Buhârî, Cenâiz 90, Bed'ü'l-Halk 8, Rikak 42; Müslim, Cennet 65, Tirmizî,
Cenâiz 70; Nesâî, Cenâiz 116




[41]
Müslim, Cennet 68; Nesâî, Cenâiz 114




[42]
Buhârî




[43]
Buhârî, Cenâiz 52; Müslim, Cenâiz 51; Ebû Dâvud, Cenâiz 50; Tirmizî, Cenâiz
30; Nesâî, Cenâiz 44; Muvattâ, Cenâiz 56




[44]
Buhârî, Rikak 42, Zühd 5; Tirmizî, Zühd 46




[45]
Tirmizî, Zühd 59, hadis no: 2405




[46]
Müslim, Vasıyyet 14; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vesâyâ
8




[47]
Buhârî, Rikak 42; Cenâiz 61; Nesâî, Cenâiz 48, 49; Muvattâ, Cenâiz 54




[48]
Nesâî, Cenâiz 117; İbn Mâce, Zühd 32; Muvattâ, Cenâiz 49




[49]
Kütüb-i Sitte Terc. 15/275




[50]
Tirmizî, Cenâiz 50, hadis no: 1041




[51]
Buhârî, Cenâiz 97, Rikak 42; Ebû Dâvud, Edeb 50; Nesâî, Cenâiz 51




[52]
Ebû Dâvud, Edeb 50; Tirmizî, Cenâiz 34




[53]
Müslim, Cenâiz 93; Ebû Dâvud, Cenâiz 72; Nesâî, Cenâiz 99




[54]
Müslim, Cenâiz 94; Ebû Dâvud, Cenâiz 76; Tirmizî, Cenâiz 58; Nesâî, Cenâiz
96




[55]
Müslim, Cenâiz 106; Ebû Dâvud, Cenâiz 81; Tirmizî, Cenâiz 60; Nesâî, Cenâiz
100




[56]
Tirmizî, Cenâiz 59, hadis no: 1053




[57]
Ebû Dâvud, Cenâiz 83, hadis no: 3237.




[58]
Kütüb-i Sitte Terc. 15/296




[59]
Tirmizî, Cenâiz 61




[60]
Tirmizî, Cenâiz 74, hadis no: 1076