Allah'ın İmâte/Öldürme Faâliyeti
Allah
Allah'ın İmâte/Öldürme
Faâliyeti:
Allah'ın yaratma fiili her an
faâliyet gösterdiği, Allah devamlı yarattığı gibi; imâte fiili, öldürme sıfatı
da aralıksız işlemektedir. Günde ortalama 300 bin kişi ölmekte, hergün bir koca
şehrin nüfusu kadar insan dünyasını değiştirmektedir. Her saniye dünyadan dört
kişi hayattan göçmektedir. Bu rakam, insanlık âlemi için. Buna hayvanlar
âlemi de katıldığında, bu ilâhî fiilin nasıl aralıksız faâliyet gösterdiği daha
iyi anlaşılır. Her sâniye, ölen hücrelerin, alyuvarların, akyuvarların, hele
mikropların haddi hesabı yok. Bütün bu işler imâte fiiliyle, sonsuz bir ilim ve
hikmetle icrâ edilmektedir.
İmâte, yok etme değil; varlığı
daha mükemmel hale getirmedir. İmâte, kabir âlemine doğuştur, ileri bir rahmet
tecellîsidir. Çekirdeklerin ölümleriyle, bitkiler sümbül hayatına geçtikleri
gibi, ölüm de en az hayat kadar bir nimettir. Her ölümü bir diriliş takip
etmekte ve ikinci safhaların birincilerden daha mükemmel olduğu gözlenmektedir.
Ölüm, yeni bir mükemmelliğe, güzel bir değişim ve dönüşüme atılan adımın adıdır.
Ölümü kabir hayatı takip edecek ve dirilişle insan yeniden beden-ruh
beraberliğine kavuşacak; dünyadakinden daha ileri bir yaratılışla. Ölümü böyle
değerlendiren insan, onu severek gülerek karşılar.
Kur'ân-ı Kerim'de ölüm
anlamındaki "mevt" kelimesi ve türevleri 165 yerde geçer. Vefat gibi değişik
kelime ve ifadelerle ölümden 190 yerde söz edilen hayat veren Kitabımızda, bütün
âyetlerin üçte biri öldükten sonra dirilmeyle, âhiret ve oradaki ödül ve cezayla
ilgilidir. Âyet-i kerimelerde yaratan ve öldürenin Allah olduğu, O'nun insanları
tekrar diriltip hesaba çekeceği, ölümden sonra insanların O'na döneceği
belirtilir. Sahte tanrıların kimseyi öldürüp diriltemeyeceği, kendilerine bile
fayda ve zarar veremeyecekleri vurgulanır. Yaşayanların ömürlerinin Allah
katında belli bir eceli/süresi olduğu, o süre dolup ecelleri geldiğinde
canlıların bir an bile geciktirilmeden veya öne alınmadan ölüm acısını
tadacakları ifade edilir.
Kur'an'da uyku, ölümle eş
anlamlı gibi kullanılır (39/Zümer, 42). Demek ki ölümle uyku bir bakıma aynıdır;
çünkü uykuda, nefs/ruh, bedenden kısmen ayrılır; en azından, şuur olarak bedenin
farkında değildir. Ölümde ise bu kopuş, bütün bütündür. Uyku, ölümün yarısıdır.
"Neylersin ölüm herkesin başında / Uyudun uyanmadın olacak, / Kim bilir nerde,
nasıl, kaç yaşında? / Bir namazlık saltanatın olacak / Taht misali o musalla
taşında." Başta hasta yatan ve musîbet çekenler olmak üzere, herkes için uyku
nasıl ki bir istirahat ve rahmettir; uykunun büyük kardeşi olan ölüm de dert
çekenler ve intiharı düşünenler için de bir nimet ve rahmettir. Her gece bir
ölüm, her sabah bir diriliştir. Uyku, ölmenin provasıdır. Mezara benzeyen yatağa
girdikten belirli bir zaman sonra uyanırız. Yani ölümden dirilişe geçeriz. Bunu
her gün tekrarlarız. Gündüz yaşar, gece ölür, sabah diriliriz. Uyku, kardeşi
olan ölümü unutturmaya değil; hatırlatmaya vesile olmalı; insan, yatağa girerken
mezara da gireceğini unutmamalı, uyuduğunda uyanma garantisinin olmadığını
düşünmeli ki, dört elle dünyaya sarılmasın ve ölüme hazırlanabilsin.
Ölüm, bir nimettir, ilâhî bir
ihsandır. Dolayısıyla o, kötü bir şey olamaz. Kötü olan şey, ondan korkmaktır.
Ölümden korkan da onun gerçek yüzünü bilmeyendir. "Ölümden korkusu olanlar ölür
/ Hayatı maddede bulanlar ölür / Gidenlere öldü diye ağlarız / Aslında geride
kalanlar ölür." Ölüm! Güzel gerçeğimiz bizim! "Ölüm güzel şey; budur perde
ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?"
Nasıl bir ölüm isteriz? Madem
ki ölüm var, ölümden kaçış yok; öyleyse nasıl ölümle ölmek bize daha kolay, daha
güzel gelir? Sonra, ölümün şeklini seçme hak ve imkânımız var mı? Ölümün şekli,
hayatın nasıllığına bağlıdır. Kutlu vaad veya acı gerçek öyle: "Nasıl
yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz." Örneğin
Hz. Ali gibi, bir çöl ortasında, hiçbir şeye dayanmadan dimdik ayakta ölmeye ne
dersiniz? Ya da Hz. Süleyman gibi Mescid inşâsında cinleri kullanırken,
çaktırmadan ölüvermek; ölüvermek ama dimdik; ölüvermek ama devrilmemek,
sürünmemek! Halkın deyimiyle, "elden ayaktan düşmeden", "Üç gün yatak; dördüncü
gün toprak", ama imanla, ama müslümanca, ama insanca ölmek! Bunun için de
mü'mince yaşamak şart. Kimin yolunda, hangi gâye uğruna yaşanılırsa, onun
yolunda ve o amaç için ölüm gelecektir. Allah yolunda O'nun rızâsı doğrultusunda
yaşayanlar, elbet O'nun yolunda ve O'nun istediği gibi öleceklerdir.
Ölüm Bir Son Değil;
Başlangıçtır, Köprüdür. Ölümü, yok oluş, bitiş ve neticesiz olarak gören insan,
hayatın mânâsından da uzaktır. Onun için hayat, tesadüfler oyuncağıdır, kabir
karanlıklara açılan bir kapı, ecel bütün sevdiklerinden bir daha kavuşmamak
üzere bir ayrılıştır. Bunun için âhirete inanmayan kimsenin ruhu acı ve ıstırap
içindedir; dehşet ve vahşet içindedir, mânen kıvranmaktadır. Böyle bir insana
hangi şey teselli verebilir? Cansız ve şuursuz cisimlerin bir zerresi bile
kaybolmaz iken ve dağılan yıldızların atomlarından yeniden bir başka yıldız
yaratılırken; büyük emânete tâlip, yeryüzünün efendisi/halîfesi insanın ölümden
sonra bir avuç toprak olacağını düşünmek, insafsızlık olsa gerek. O, ölümünün
ardından, sahip olduğu nimetlerden, yüklendiği emânetten hesaba çekilecek,
mükâfat veya ceza için Cennet ya da Cehenneme gönderilecektir.
Ölmemenin tek çaresi,
doğmamaktır. Ama, canlı cenâze şeklinde, hayat süren leş gibi yaşamanın tercih
edilebildiği gibi; ölümsüzleşmek, güzel ölümden sonra çok güzel bir hayata terfî
etmek de mümkün. Ölüm meleğinin bizi nerede beklediği belli değil; iyisimi biz
onu her yerde bekleyelim. Ama elbette ona hazır bir vaziyette. "Ey iman
edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın." (59/Haşr,
18). Yolculuğa hazır mıyız? Yanımızda götürebileceğimiz ne var? Asıl önemli olan
bu. Dünkü yediğimiz çok lezzetli yiyeceklerin veya zevkli saatlerin bugüne bir
faydası yok; yarına kalacak olan da sadece sevaplar veya günahlar. Dünya bir
oyun ve eğlenceden, bir masaldan ibâret. Âhiret ise daha hayırlı ve devamlı.
Allah'ın İmâte/Öldürme
Faâliyeti:
Allah'ın yaratma fiili her an
faâliyet gösterdiği, Allah devamlı yarattığı gibi; imâte fiili, öldürme sıfatı
da aralıksız işlemektedir. Günde ortalama 300 bin kişi ölmekte, hergün bir koca
şehrin nüfusu kadar insan dünyasını değiştirmektedir. Her saniye dünyadan dört
kişi hayattan göçmektedir. Bu rakam, insanlık âlemi için. Buna hayvanlar
âlemi de katıldığında, bu ilâhî fiilin nasıl aralıksız faâliyet gösterdiği daha
iyi anlaşılır. Her sâniye, ölen hücrelerin, alyuvarların, akyuvarların, hele
mikropların haddi hesabı yok. Bütün bu işler imâte fiiliyle, sonsuz bir ilim ve
hikmetle icrâ edilmektedir.
İmâte, yok etme değil; varlığı
daha mükemmel hale getirmedir. İmâte, kabir âlemine doğuştur, ileri bir rahmet
tecellîsidir. Çekirdeklerin ölümleriyle, bitkiler sümbül hayatına geçtikleri
gibi, ölüm de en az hayat kadar bir nimettir. Her ölümü bir diriliş takip
etmekte ve ikinci safhaların birincilerden daha mükemmel olduğu gözlenmektedir.
Ölüm, yeni bir mükemmelliğe, güzel bir değişim ve dönüşüme atılan adımın adıdır.
Ölümü kabir hayatı takip edecek ve dirilişle insan yeniden beden-ruh
beraberliğine kavuşacak; dünyadakinden daha ileri bir yaratılışla. Ölümü böyle
değerlendiren insan, onu severek gülerek karşılar.
Kur'ân-ı Kerim'de ölüm
anlamındaki "mevt" kelimesi ve türevleri 165 yerde geçer. Vefat gibi değişik
kelime ve ifadelerle ölümden 190 yerde söz edilen hayat veren Kitabımızda, bütün
âyetlerin üçte biri öldükten sonra dirilmeyle, âhiret ve oradaki ödül ve cezayla
ilgilidir. Âyet-i kerimelerde yaratan ve öldürenin Allah olduğu, O'nun insanları
tekrar diriltip hesaba çekeceği, ölümden sonra insanların O'na döneceği
belirtilir. Sahte tanrıların kimseyi öldürüp diriltemeyeceği, kendilerine bile
fayda ve zarar veremeyecekleri vurgulanır. Yaşayanların ömürlerinin Allah
katında belli bir eceli/süresi olduğu, o süre dolup ecelleri geldiğinde
canlıların bir an bile geciktirilmeden veya öne alınmadan ölüm acısını
tadacakları ifade edilir.
Kur'an'da uyku, ölümle eş
anlamlı gibi kullanılır (39/Zümer, 42). Demek ki ölümle uyku bir bakıma aynıdır;
çünkü uykuda, nefs/ruh, bedenden kısmen ayrılır; en azından, şuur olarak bedenin
farkında değildir. Ölümde ise bu kopuş, bütün bütündür. Uyku, ölümün yarısıdır.
"Neylersin ölüm herkesin başında / Uyudun uyanmadın olacak, / Kim bilir nerde,
nasıl, kaç yaşında? / Bir namazlık saltanatın olacak / Taht misali o musalla
taşında." Başta hasta yatan ve musîbet çekenler olmak üzere, herkes için uyku
nasıl ki bir istirahat ve rahmettir; uykunun büyük kardeşi olan ölüm de dert
çekenler ve intiharı düşünenler için de bir nimet ve rahmettir. Her gece bir
ölüm, her sabah bir diriliştir. Uyku, ölmenin provasıdır. Mezara benzeyen yatağa
girdikten belirli bir zaman sonra uyanırız. Yani ölümden dirilişe geçeriz. Bunu
her gün tekrarlarız. Gündüz yaşar, gece ölür, sabah diriliriz. Uyku, kardeşi
olan ölümü unutturmaya değil; hatırlatmaya vesile olmalı; insan, yatağa girerken
mezara da gireceğini unutmamalı, uyuduğunda uyanma garantisinin olmadığını
düşünmeli ki, dört elle dünyaya sarılmasın ve ölüme hazırlanabilsin.
Ölüm, bir nimettir, ilâhî bir
ihsandır. Dolayısıyla o, kötü bir şey olamaz. Kötü olan şey, ondan korkmaktır.
Ölümden korkan da onun gerçek yüzünü bilmeyendir. "Ölümden korkusu olanlar ölür
/ Hayatı maddede bulanlar ölür / Gidenlere öldü diye ağlarız / Aslında geride
kalanlar ölür." Ölüm! Güzel gerçeğimiz bizim! "Ölüm güzel şey; budur perde
ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?"
Nasıl bir ölüm isteriz? Madem
ki ölüm var, ölümden kaçış yok; öyleyse nasıl ölümle ölmek bize daha kolay, daha
güzel gelir? Sonra, ölümün şeklini seçme hak ve imkânımız var mı? Ölümün şekli,
hayatın nasıllığına bağlıdır. Kutlu vaad veya acı gerçek öyle: "Nasıl
yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz." Örneğin
Hz. Ali gibi, bir çöl ortasında, hiçbir şeye dayanmadan dimdik ayakta ölmeye ne
dersiniz? Ya da Hz. Süleyman gibi Mescid inşâsında cinleri kullanırken,
çaktırmadan ölüvermek; ölüvermek ama dimdik; ölüvermek ama devrilmemek,
sürünmemek! Halkın deyimiyle, "elden ayaktan düşmeden", "Üç gün yatak; dördüncü
gün toprak", ama imanla, ama müslümanca, ama insanca ölmek! Bunun için de
mü'mince yaşamak şart. Kimin yolunda, hangi gâye uğruna yaşanılırsa, onun
yolunda ve o amaç için ölüm gelecektir. Allah yolunda O'nun rızâsı doğrultusunda
yaşayanlar, elbet O'nun yolunda ve O'nun istediği gibi öleceklerdir.
Ölüm Bir Son Değil;
Başlangıçtır, Köprüdür. Ölümü, yok oluş, bitiş ve neticesiz olarak gören insan,
hayatın mânâsından da uzaktır. Onun için hayat, tesadüfler oyuncağıdır, kabir
karanlıklara açılan bir kapı, ecel bütün sevdiklerinden bir daha kavuşmamak
üzere bir ayrılıştır. Bunun için âhirete inanmayan kimsenin ruhu acı ve ıstırap
içindedir; dehşet ve vahşet içindedir, mânen kıvranmaktadır. Böyle bir insana
hangi şey teselli verebilir? Cansız ve şuursuz cisimlerin bir zerresi bile
kaybolmaz iken ve dağılan yıldızların atomlarından yeniden bir başka yıldız
yaratılırken; büyük emânete tâlip, yeryüzünün efendisi/halîfesi insanın ölümden
sonra bir avuç toprak olacağını düşünmek, insafsızlık olsa gerek. O, ölümünün
ardından, sahip olduğu nimetlerden, yüklendiği emânetten hesaba çekilecek,
mükâfat veya ceza için Cennet ya da Cehenneme gönderilecektir.
Ölmemenin tek çaresi,
doğmamaktır. Ama, canlı cenâze şeklinde, hayat süren leş gibi yaşamanın tercih
edilebildiği gibi; ölümsüzleşmek, güzel ölümden sonra çok güzel bir hayata terfî
etmek de mümkün. Ölüm meleğinin bizi nerede beklediği belli değil; iyisimi biz
onu her yerde bekleyelim. Ama elbette ona hazır bir vaziyette. "Ey iman
edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın." (59/Haşr,
18). Yolculuğa hazır mıyız? Yanımızda götürebileceğimiz ne var? Asıl önemli olan
bu. Dünkü yediğimiz çok lezzetli yiyeceklerin veya zevkli saatlerin bugüne bir
faydası yok; yarına kalacak olan da sadece sevaplar veya günahlar. Dünya bir
oyun ve eğlenceden, bir masaldan ibâret. Âhiret ise daha hayırlı ve devamlı.
ECEL
- ECEL .
- Ölüme Hazır Olmak
- Ecel; Anlam ve Mâhiyeti
- Ölüme Hazır Olmak
- Ecel ve Kader
- Ölümü Beklenen Hastaya Karşı Görevlerimiz .
- Ecel Konusunda Âyet-i Kerimeler
- Ecel ve Ömür
- Ecel Değişir mi? .
- Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
- Bedâ ve Kader
- Toplumların Eceli
- Kur'ân-ı Kerim'de Ecel ve Ölüm ..
- Hadis-i Şeriflerde Ecel ve Ölüm ..
- Ölüm; Ecelin Kapıyı Çalması
- Allah Mümît'tir; Eceli Takdir Eden, Ölümü Yaratan Allah'tır
- Ölüm Meleği ve Azrâil
- Ölüm Bir Son Değil; Başlangıçtır, Köprüdür
- Ölüm de Bir Nimettir
- Ölümü Düşünerek Dirilmek .
- Allah'ın İmâte/Öldürme Faâliyeti