5- "Kır ve Öde" Kaidesi İskonto Fâizi (Senet Kırma)

5



5- "Kır ve Öde"
Kaidesi: İskonto Fâizi (Senet Kırma)



İslâm'daki fâiz anlayışını en iyi izah edecek
hususlardan biri de hiç şüphe yok ki, "vaz' ve ta'cil" veya "tenzîl ve te'diye"
ya da "da' ve teaccel" dedikleri: "Kır ve erken öde" meselesidir. Bu, tıpkı
bugünkü senet kırma muâmelesine benzemektedir. Bir adamın, diğer bir kişiden,
bir sene sonra ödemesi gereken vâdeli bin akçe alacağı var. Alacaklı borçlusuna:
"Bu borcu şimdi öde, beş yüz akçe olarak öde" diyor. Borçlu bu teklifi kabul
edince akit yapılmış oluyor. Fakat acaba bu muâmele câiz ve bu yoldan kazanılan
beş yüz akçe helâl mıdır? İbn Abbas, Nehâî ve Züfer gibi zevâta göre bu muâmele
câizdir. Gerekçeleri: Hz. Peygamber Benû Nâdir yahûdilerini Medine'den kovmaya
karar verdiği zaman, bazı Medineliler gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bunları
sürüyorsun ama onların bizden henüz vâdesi dolmamış alacakları var" dediler.
Rasûlullah da: "Kırın ve hemen ödeyin borcunuzu" buyurdu. Demek ki, vâdesi
dolmayan borcu noksan ödemek câizdir.

"Kır ve öde" meselesi, "vâde ver, borcu
artırayım" şeklindeki ribânın tam zıddıdır. Ribâ haram olunca, zıddının helâl
olması icap eder. Ribâ, borçlunun borcunu ağırlaştırıp onu altından
kalkamayacağı bir yükün altına soktuğu halde, bu mesele ona borcunu hem erken,
hem de hafif bir şekilde ödeme imkânını verir. Ribâ borçluya açıkça zarar
verdiği halde, bu mesele ona kâr temin etmektedir. Ribâda alacaklı kendi
isteklerini ve şartlarını borçlusuna baskı altında kabul ettirdiği halde, bu
meselede tarafların anlaşmaları eşit şartlar altında olmaktadır. Borçlu
alacaklısından daha güçlü ve avantajlı bir vaziyette bulunmakta, isterse erken
ama tenzilatlı olarak, isterse vâdesinde ve tam olarak ödeme şekillerinden
birini serbestçe tercih edebilmektedir. Alacaklı da bu işten kârlı çıkmaktadır.
Zira bir sene sonra alabileceği bir meblağı hemen alarak ihtiyacını
gidermektedir. Ribâ borçluyu zarara sokmak pahasına alacaklıya haksız bir kazanç
temin ederken, bu muâmelede borçlu da alacaklı da kârlı çıkmaktadır. Bu bakımdan
hem şekil, hem de mânâ olarak bu muâmele, ribânın zıddıdır.

Ribâda fazla ödemeye karşı borçluya tanınan
vâde, büyük bir zarara yol açmakta, bu sebeple borcun miktarı zamanla birkaç
katına çıkmakta ve borçlu hiçbir fayda sağlamadan gittikçe artan bir borç
yükünün altında kıvranmaktadır. Halbuki: "Tenzîl ve te'diye" borçluyu
sorumluluktan kurtarmakta, alacaklıya istifade fırsatı vermekte, borcun
katlanması gibi bir mahzuru değil; tam tersine bir kat eksilmesine yol açarak
ödeme kolaylığı getirmektedir. Borç ödeme sorumluluğu ve yükümlülüğü altında
bulunduğu için borçluya "esir" ismi verilmiştir. Vaz' ve ta'cil borçluyu bu
esâretten kurtarıp hürriyete kavuşturmaktadır (İbn Rüşd, Bidâyetu'l-Müctehid
Nihâyetu'l-Muktasıd, II/119; İbn Kayyım, İğâsetu'l-Lehfân, II/13, 14; Cessâs,
Ahkâmu'l-Kur'an, I/186, 187; İbn Rüşd, el-Cedd, el-Mukaddimât).

Başta İbn Ömer olmak üzere İmam Mâlik, İmam Âzam
ve Sevrî "vaz' ve ta'cil" muâmelesini câiz görmemişlerdir. Gerekçeleri: Hz.
Mikdat diyor ki: "Bana yüz dinar borcu olan bir kişiye: 'Borcunu şimdi öde, on
dinar eksik öde' diye teklifte bulundum. O da 'olur' dedi. Durumu Rasûlullah'a
arz edince: "Ey Mikdat! Hem ribâ yedin, hem de yedirdin" buyurdu." Vâdeli
alacağın peşine çevrilmesi halinde borcun bir miktar azaltılması ve düşülmesi,
vâdenin düşülen miktar ve meblağ karşılığı satılması mânâsına gelir ve bu da
ribâdan başka bir şey değildir. Vâdesi dolan borcun, bir miktar para ilâve
edilerek bir müddet uzatılmasıyla vaz' ve ta'cil arasında esas itibarıyla hiçbir
fark yoktur. "Vâdeyi kısalt, borcu düşüreyim" demekle, "Vâdeyi uzat, borcu
artırayım" demek aynı şeydir. İlki câhiliye ribâsı olup haramdır. İkincisi de
onun tıpkısıdır. Gerçi vaz' ve ta'cil muâmele ve şekil olark câhiliye ribâsının
zıddıdır ama mâhiyet ve maksat olarak onun aynısıdır.

Ribânın haram oluşunun sebep ve gerekçelerinden
bahsedilirken: "Allah'a âit olan ve herkes tarafından ortaklaşa ve eşit sûrette
kullanılan mehil ve vâdenin haksız olarak satılması" ileri sürülmüştü. Aynı
gerekçe ve sebep tam mânâsıyla burada da vardır. Aradaki fark, câhiliyye
ribâsında zamanı ödünç veren sattığı halde burada bunu ödünç alan satmaktadır.
Şayet bu muâmelelerden iki tarafın da faydalanmaları helâl olma sebebiyse, aynı
şeyin fâizde de mevcut olması sebebiyle onun da helâl olması icap eder.

Buna göre senet
kırmanın hükmü ve cevâzı tâyin edilebilir. Cumhura göre bunun câiz olmaması
lâzım gelir. Bugün senet kırmada sözkonusu olan eksik ödemenin vâde karşılığı
olduğu için fâiz sayılması husûsunda hiçbir kimsenin şek ve şüphesi yoktur.
Üstelik burada para para ile değiştirilmiyor, kıymetli bir evrak olan senet
satılıyor. Hileciler, fâiz adı altında alınan fazla parayı senedin, yani kâğıdın
karşılığı olarak da kabul edebilirler. Bir şekilde ortaya çıkınca haram sayılan
bir muâmelenin, başka şekle girerek ortaya çıkması halinde helâl sayılması
cidden şaşırtıcıdır. İktisadî ve ticarî muâmelelerde bu gibi şeyler son derece
mânâsız olmaktadır. Burada konu ile ilgili önemli bir husûsa işaret edilmesi
şarttır: Mervan zamanında, istihkak sahiplerine senelik maaş olmak üzere
ödenecek gıda maddesinin ve hubûbâtın miktarını belli eden senetler veriliyordu.
Bu senetleri ellerine alanlar, hasat mevsimi gelmeden evvel senetleri düşük
fiyatla başkalarına devr ve temlik ediyorlardı. Bunun üzerine Ebû Hüreyre,
Mervan'a "Sen ribâ alışverişini mubah mı kıldın, yoksa Hz. Peygamber'in gıda
maddelerinin teslim alınmadan evvel satışını yasakladığını bilmiyor musun?" diye
uyarmış, bu ikaz üzerine Mervan senet satışlarını yasaklamış, satılmış
olanlarını da görevli memurlara toplatmıştı (Müslim, Büyû' 40; Muvattâ, Büyû'
44). Hasat mevsiminde teslim edilmesi devlet teminatı altında bulunan bir nevî
hâmiline yazılı bonolara benzeyen bu senetlerin (sıkak) gününden evvel ucuza ve
gerçek fiyatlarından düşük olarak satılmasının yasaklanması, senet kırdırmanın
fâiz olduğunu gösterir.