Asr-ı Saadette Ribâ Uygulaması Örnekleri

Asr



Asr-ı Saadette Ribâ Uygulaması
Örnekleri:



Altının altınla değişimi eşit ağırlıkta ve peşin
olarak yapılır. Hz. Peygamber devrinde dinar adı verilen altın para, yaklaşık 4
gram ağırlığında altından ibarettir. Böyle bir para ile altın ziynet eşyası
alınmak istense, gerçekte altın altınla mübâdele edilmiş olur. Bu hesaba göre 60
gram altına eş değer olan 15 dinara 40 gramlık bir bilezik alırsak, 20 gram
fazlalık faiz olur. Bunun aksine 10 dinara, 60 gram ağırlığındaki bileziği satın
almak da aynı sonucu doğurur.

Hayber'in fethinden sonra Allah Rasûlüne ganimet
olarak getirilen boncuk ve altından oluşan bir gerdanlığı Fudâle b. Ubeyd 12
dinara satın almıştı. Altınlarını ayırınca yalnız bunların 12 dinardan fazla
olduğunu gördü. Durumu Allah Rasûlüne anlatılınca; "Altınlar ayrılmadan satın
alınmaz" buyurdu (Müslim, Müsâkat 17).

Gümüşün para birimi dirhemdir. Bir dirhem
yaklaşık 3,2 gram gümüş ihtiva eder. Gümüşten yapılan ziynet eşyası ve
benzerlerinin gümüş para karşılığında satımı hâlinde de, altın konusunda
arzedilen sakıncalar ortaya çıkar, Muâviye devrinde savaş ganimeti olan gümüş
bir kap, bu kabın ağırlığından farklı miktarda dirhem (gümüş para) karşılığında
satılmak istenince, bir sahabi, Ubâde b. Sâmit'in naklettiği altı ribevî madde
hadisini hatırlatmış ve satışın ancak eşit ağırlıktaki gümüşler arasında
olabileceğini belirtmiştir (Müslim, Müsâkat 80; bkz. İbn Mâce, Mukaddime II).

Altın veya gümüş paranın kendi cinsleriyle
mübâdele edilirken peşin ve eşit ağırlıkta olmasının istenmesi, paranın maden
değerinin (gerçek değeri) üstünde veya altında nominal (izafi) bir değer
kazanmasını engellemiştir. Yani para ile, kendi cinsinden imal edilen altın veya
gümüş ziynet eşyaları arasında bir fiyat farkının oluşmasını, başka bir deyimle,
o devirlerde enflasyonun oluşmasına İslâm'ın faiz yasağının engel teşkil ettiği
söylenebilir.

Altın ve gümüş, biri diğeriyle, peşin olmak
şartıyla, farklı ağırlıklarda mübâdele edilebilir. Hz. Ömer, altı ribevî madde
hadisini naklettikten sonra şunu ilâve etmiştir: "Bu maddelerin birbirleriyle
mübâdelesinde, alıcı senden eve girip çıkıncaya kadar mühlet istese bile verme.
Çünkü sizin için ramâ'dan, yani ribâdan korkuyorum" (Mâlik, Muvatta', Büyü' 33).

Hurmanın hurma ile mübâdelesinde şu örnek dikkat
çekicidir. Bilâl (r.a.) Hz. Peygamber'e ikram etmek üzere iyi cins hurma
getirdi. Allah'ın elçisi bu hurmayı nereden aldığını sorunca, Bilâl şöyle dedi:
"Bizde âdi bir hurma vardı. Nebî (s.a.s.)'e yedirmek için, ben onun iki ölçeğini
bu iyi hurmanın bir ölçeğine sattım." Bunun üzerine Allah'ın elçisi şöyle
buyurdu: "Eyvah, eyvah! Ribânın ta kendisi, ribânın ta kendisi. Bunu böyle
yapma. Fakat hurma satın almak istersen, kendi hurmanı başka bir satım akdi ile
sat. Onun satış bedeli ile istediğin hurmayı satın al" (Buhâri, Vekâle 11).
Buna göre, aynı cins misli mallar trampa edilecekse, eşit olarak mübâdele
edilmeli, eğer kalite farkı gibi nedenlerle taraflardan birisi veya ikisi buna
râzı değillerse, mübâdele edilecek malların kıymeti para ile takdir edilerek
değişim yoluna gidilmelidir. Böylece faiz yasağının amacının, tarafların
aldanmasını önlemek ve haksız kazanca engel olmak noktasında toplandığı
anlaşılmaktadır.

İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, nakit
para borçlarında, geri ödeme tarihine kadar paranın satın alma gücünün düşmesi
veya yükselmesi dikkate alınmaz. Ancak İmam Ebû Yusuf altın veya gümüş para
dışındaki madenî paraların (felsler) satın alma gücünde meydana gelebilecek
değişmeler, borçların ödenmesinde dikkate alınır. Satın alma gücündeki düşme
veya yükselme halinde, borç satım akdinden doğmuşsa akit tarihi; ödünç (karz)
akdinden doğmuşsa kabz (teslim etme) tarihi esas alınarak, madenî paranın altın
veya gümüş para karşılığı itibariyle ödeme yapılır. Ebû Yusuf bu görüşüyle
madenî paralarda enflasyon farkını faiz olarak kabul etmemektedir. Ancak onun bu
görüşü, kendi devrindeki altın veya gümüş paradan doğan borçları kapsamına
almamaktadır. İbn Âbidîn bu noktayı özellikle belirtmiştir (İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr,
IV, 24, Resâil, II, 63, 64; Tenbîhu'r-Ruküd alâ Mesâili'n-Nuküd, Mecmuatu'r-Resâil,
II, 52; el-Fetâvâl-Bezzâziye, (Hindiyye kenarında), c. IV, 510).

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı
devletinde altın karşılığı olarak banknot çıkarılmıştı. Bunlar on altıncı ve on
yedinci yüzyıllarda bazı Avrupa ülkelerinde çıkarılan şemsili kâğıt paraların
benzeri ve devamı niteliğindedir. On yedinci yüzyılda İngiltere ve İsveç'te
resmî darphaneler kendilerine bırakılan altın ve mücevherleri emânet olarak
muhafaza ediyorlardı. Ancak, devlet mâlî sıkıntılar yüzünden bu güveni kötüye
kullanınca, sarraflar teşkilatlandılar ve halkın elindeki kıymetli eşyayı da
saklamaya başladılar. İşte sarrafların emanet bırakanlara verdiği "Goldsmith's
notes" denilen makbuzlar, para yerine kullanılan ilk yazılı belgelerdir (Feridun
Ergin, İktisat, 560, 570).

Osmanlılarda, İbraz edildiklerinde altın
karşılığının ödeneceği taahhüt olunan banknotlarla, karşılık gösterilen altın
arasında giderek satın alma gücü farkı meydana gelmiştir. Bu durum, fels ve
mağşuş paralarla altın ve gümüş paralar arasında meydana gelen satın alma gücü
farkı ile aynı niteliktedir. Borçların banknotla ödenmesinde bu enflasyon
farkının ilâve edilmesi faiz sayılmamıştır. Meselâ, 1879 M. tarihli bir
kararnamede, borçlar kaime ile ödenirken, 450 kuruşluk kaime yerine bir yüzlük
altın (1 altın lira) veya borçları ödeme gününde, bir altın kaç kaime ederse o
kadar kaime ödenmesi emrolunmuştur. Günümüzde kâğıt para, önceki yüzyıllarda
para fonksiyonu olan mübâdele vâsıtalarının yerine geçen, devletin desteklediği
ve halkın muâmelelerde kullanmasıyla tedâvülünü örfleştirdiği bir para çeşidi
olmuştur. Bu yüzden altın, gümüş veya diğer madenî paralara uygulanan faiz
hükümleri kâğıt paraları da kapsamına alır. Ancak kâğıt paralar piyasada,
itibarî (nominal) değerle dolaştıkları için, aynı nitelikteki madenî (fels ve
mağşûş para) paraların benzeridir. Aralarındaki fark şudur: Ebû Yusuf'a göre,
tedâvülden kalkması veya satın alma gücünde değişiklik olması halinde felsin
kıymeti, satım akdinde akit tarihi, karzda teslim tarihindeki altın veya gümüş
paranın kıymeti üzerinden hesaplanmıştır. Bu, bir enflasyon farkından çok, aynı
anda tedavülde bulunan iki para arasında "kur ayarlaması" olarak düşünülebilir.