FESAD ..

FESAD

FESAD

Önce kelime
üzerinde duralım. Arapça olan fesad kelimesi, Fe-Se-De fiil kökünden gelir.
Lûgatta: "Herhangi bir şeyin itidalden (faydalı ve âdil olmaktan) çıkması[1]
mânâsınadır. Fahruddin-i Razi: "Fesad, bir şeyin faydalı olmaktan çıkmasıdır.
Bunun zıddı ise, salâhtır."[2]
şeklinde tarif etmiştir. Usûl-i fıkıh kitaplarının tamamında "maslahat" üzerinde
hassasiyetle durulur. Genellikle maslahatlar; "zarûriyat, hâciyat ve tahsiniyat"
kısımlarına ayrılmıştır.[3]
Maslahat Arapça bir kelime olup Sa-Le-Ha fül kökünden gelmektedir. Bu fesadın
zıddı olup, iyi olma, düzelme, menfaat ve iyiliğe vasıta olma gibi mânâlara
gelir.[4]
Zıddı ise, mefsedettir.
İslâm dini
insanların canlarını, mallarını, akıllarını, dinlerini ve nesillerini korumayı "zaruriyat"
mertebesinde görmüştür. Bu sebeple dinî hükümler; maslahatı celb ve mefsedeti (fesadı)
defetme esasına dayanır. Nitekim İslâm ûleması: "Had cezalarının tatbikinden
maksad, insanlığı fitne ve fesaddan kurtarmaktır."[5]
diyerek, bu inceliğe işaret etmişlerdir.
Hevâ ve
heveslerini ilâh edinen insanlar, yeryüzünde kendi keyiflerine göre bir sistem
kurmayı arzu ederler. Dünyevî şehvetlerini ve hırslarını tatmin için her yola
başvururlar. Hedeflerine varabilmek için hiç bir kaide ve kural tanımazlar.
Diğer insanların haklarına ve hürriyetlerine tecavüz ederler. İşte yeryüzünde
fesadın kaynağı budur. İbn-i Kaffâl (ra)'m "fesad" ile ilgili açıklamasında bu
nokta sarihtir: "Allahû Teâla (cc)'ya açıkça isyan, yeryüzünü fesada vermek
olarak kabul edilmiştir. Çünkü İslâmî hükümler; insanlar için va'az olunmuş bir
takım kanunlardır. İnsanlar buna sımsıkı sarıldıkları zaman, düşmanlık ortadan
kalkar ve herkes kendi ameliyle meşgul olur. Böylece hem yeryüzünün, hem de
orada yaşayan insanların salâhı gerçekleşir. Ancak insanlar İslâm'a sımsıkı
sarılmayı bırakıp, herkes kendi nefsinin arzuladığı şeyleri yapmaya başlarsa, o
zaman fesad ortaya çıkar." Mesele bu açıdan ele alındığı zaman, yeryüzündeki
fesadı ve fesadın kaynağını tesbit etmek kolaylaşır. Kâfirler ve münafıklar;
gayrımeşrû amelleriyle fesadı gündeme getirirler. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de:
"İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, kendileri iman etmiş olmadıkları halde, `Allah'a
ve ahiret gününe inandık derler. Halbuki onlar inanıcı (insan)lar değildir.
Allah'ı da iman edenleri de (güya) aldatırlar. Halbuki onlar kendilerinden
başkasını aldatmazlar da, yine farkına varmazlar. Kalplerinde bir maraz (hastalık)
vardır onların. Allah da marazlarmı (hastalıklarını) arttırmıştır!... Yalan
söylemekte oldukları için de onlara acıklı bir azab vardır. Kendilerine `yeryüzünde
fesad çıkarmayın' denildiği zaman `Biz ancak ıslâh edicileriz' derler. Gözünüzü
açın!.. Onlar muhakkak ki fesadçıların (müfsidlerin) ta kendilerdir. Fakat
şuurlarını işletemezler." (Bakara: 2/8-12) hükmü beyan buyurulmuştur.

İnsanların
toplum içerisindeki haklarını tesbit etmek ve cemiyet düzenini tesis etmek,
siyasetle yakından alâkalıdır. Malûm olduğu üzere siyaset; "insanları dünya ve
ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salâh ve menfaatlerine
çalışmak" şeklinde tarif edilmiştir.[6]
İnsanların hevâ ve heveslerini tatmine yönelen "zâlim siyaset" fesadın
yayılmasına vesile olur. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "İnsanlardan öyle
kimseler vardır ki, onun dünya hayatına âid sözü hoşunuza gider. Ve o (kimse)
kalbinde olana Allah'ı şahid tutar. Halbuki o düşmanların en amansızıdır. O
iktidara (velâyete) geldiğinde, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesilleri
helâk etmeye koşar. Allah ise fesadı sevmez." (Bakara: 2/204-205) hükmü
beyan buyurulmuştur. Fahruddin-i Râzi, bu âyet-i kerimeleri tefsir ederken
şunları zikreder: "Fesad kelimesini `tahrip etme' mânâsına alan kimse şöyle
demiştir: Allahû Teâla (cc) bu kelimeyi önce icmâlen (genel olarak) zikredip
liyufside fiha (orada fesad çıkarmak için) buyurmuş, sonra da bunun tafsilatını
anlatarak ve yuhlikel harse ve'n-nesl (ekini ve nesli helâk etmek için)
buyurmuştur. İfsadı `şüphe uyandırmak' ile tefsir eden kimse şöyle demektedir:
Hak din; birincisi ilim, ikincisi de amel olan iki şeyden meydana geldiği gibi,
bâtıl din de birincisi şüpheler, ikincisi de çirkin fiiller olmak üzere iki
şeyden meydana gelmektedir. İşte burada Allahû Teâla (cc), ilk önce bu insanın
şüphelerle meşgul olmasından bahsetmiştir ki, li yûfside fiha (orada fesad
çıkarmak için) sözünden murad da budur. Daha sonra Cenab-ı Hak, bu kimselerin
çirkin fiillere yönelmesini zikretmiştir. Bu da Allahû Teâla (cc)'nin ve
yuhlike'l-harse ven-nesl (ekini ve nesli helâk etmek için) buyruğu ile murad
edilendir. Hiç şüphe yok ki bu açıklama daha uygundur."[7]
Muhakkak ki zâlim siyasette; hem tahrip etme, hem şüphe uyandırma, geçerli birer
usûldür. Günümüz müslümanları, düşmanın en amansızı olan zâlim politikacıları,
daha yakından tanıma imkânma sahip olmuştur.
Yeryüzünde
fesad çıkaranlar (kâfirler ve münafıklar), kalben korkaktırlar ve hırs sebebiyle
birbirleriyle yardımlaşırlar. Hatta birbirlerinin velâyeti noktasında çok
hassastırlar. Bu hakikat, tarih boyunca hissedilmiş ve yaşanmıştır. Dolayısıyla
mü'minlerin (muslihlerin), fesada ve müfsidlere karşı ortak bir cephe meydana
getirmeye gayret etmeleri zaruridir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Kâfir
olanlar bile birbirlerinin velisidirler. Eğer siz bunu yapmazsanız, yeryüzünde
bir fitne ve büyük bir fesad (fesâdun kebiyr) olur." (Enfal: 8/73) hükmü
beyan buyurulmuştur. Günümüzde fitne ve fesadın iktidarı, bütün müesseseleriyle
ayaktadır. Müslümanlar ise, birbirlerinin velâyetine râzı olmamanın ızdırabını
yaşamaktadırlar.
Allahû Teâla (cc)'nın
indirdiği hükümlerle hükmedilen dârul-İslâm'da fesad gündeme girebilir mi?
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah'a ve Rasûlüne (ve mü'minlere) harp açanların,
yeryüzünde (yol kesmek sûretiyle) fesadçılığa koşanların (yes'avne fiyle ardı
fesâden) cezası; ancak öldürülmeleri, ya asılmaları (idam edilmeleri) yahud
(sağ) elleriyle (sol) ayaklarını çaprazvâri kesilmesi, yahud da (bulundukları)
yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Âhirette ise onlara
pek büyük bir azab vardır. Şu kadar ki siz kendileri üzerine kadir olmazdan
evvel, tevbe edenler müstesnadırlar. Biliniz ki şüphesiz Allah çok
yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Maide: 5/33-34) hükmü beyan
buyurulmuştur. Yeryüzünü fesada veren veya fesadı başka türlü izale edilemeyen
kimselerin öldürülmesi caizdir.[8]
Resûl-i Ekrem (sav)'in: Yol kesen kimse mal alırsa eli kesilir, öldürürse
öldürülür, hem mal alır, hem öldürürse idam edilir.[9]
buyurduğu sabittir. Şurası muhakkaktır ki fesad; dâru'I-İslâm'da da daima
gündeme girebilir. Nitekim fûkaha "fesad ehli nasıl cezalandırılmalıdır?"
sualine, şer'i şeriften delil getirerek cevap verıniştir.
Hevâ ve
heveslerini ilâh edinen zümreler; yeryüzünde, fesadın iktidarını sağlamış ve
bunun devamı için müesseseler kurmuştur. Müslümanlara (muhlislere) düşen görev,
şikayet ve sızlanmayı bir tarafa bırakıp, Allahû Teâla (cc)'nın râzı olacağı
amelleri ihlâsla edâ etmeleridir. Bu gerçekleşmediği müddetçe, fesadm iktidarı
devam eder. Zira sünnetullahta değişme olmaz. Firaset sahibi mü'minlerin,
müfsidlere karşı sünnete uygun mücadele vermeleri zaruridir.

[10]







[1] Râğıb
el-Isfahani, el-Müfredat fi Garibi'il Kur'ân, İst. 1986 Kahraman Yay, sh.
571. Ayrıca Seyyid Şerif Cürcani, eı-Ta'rifat, İst. Kaynak Yay. sh.164.





[2]
Fahrüddin-i Razi, Mefatihû'l Gayb (Tefsir-i Kebir), Ank.1988, c. II, sh. 39.





[3] Ömer
Nasûhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, İst. 1976,
c. I, sh. 199 vd. Madde: 506-516.





[4] Râğıb
el-Isfahani, a.g.e., sh. 419- 420. Ayrıca M. Ma'ruf Devâlibi, el-Medhal, Şam
1985, sh. 301-302, Ömer Nasûhi Bilmen, a.g.e., c. I, sh.18.





[5] İmam-ı
Merginani, el-Hidaye Şerhû Bidayetü'I Mübtedi, Kahire 1965, c. II, sh. 98.
Ayrıca, İbn-i Abidin, Reddü'l-Muhtar Ale'd-Dürri'I-Muhtar, İst. 11983, c.
VI; Fethu'l Kadir, Beyrut 1316, c. IV, sh. 129.





[6]
İbn-i Abidin, a.g.e., c. VIII, sh.186.





[7]
Fahrüddin-i Razi, a.g.e., c. V, sh.13.





[8]
Geniş bilgi için bkz. İmam-ı Merginani, a.g.e., c. II, sh. 102. Ayrıca İbn-i
Abidin, a.g.e., c. IV, sh. 156- 157.





[9] Molla
Hüsrev, Düreri'l-Hükkâm fi Şerhi'l-Gureri'l-Ahkâm, İst.1307, c. II, sh. 85.





[10] Yusuf
Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 135-139.