Tevhid ve Fesad .

Tevhid ve Fesad

Tevhid ve Fesad

Hevâlarını ilah
edinen insanlar, yani böylesi hevâdan ilahlar birbirleriyle çatışacaklarından
yeryüzündeki fesadın başlıca etkeni, yeryüzünün müfsidleridir. Kur'an, evrende
egemen olan birliğin, düzenin ve dengenin, yani sulhun tevhidden, yani İlah'ın
bir olmasından kaynaklandığını, eğer göklerde ve yerde birden fazla ilah olsaydı,
sulhun bozulup, yerine fesadın hakim olacağını belirtir: "Eğer o ikisinde (göklerde
ve yerde) Allah'tan başka ilahlar olsaydı muhakkak fesada uğrarlardı." (21/Enbiyâ,
22)
Göklerde
yalnızca Allah'ın ilahlığı egemendir; yeryüzünde de insan elinin ulaşamadığı
yerlerde yine Allah'ın ilahlığı egemen olup, buralarda fesad yerine sulh vardır.
Fakat, yeryüzünde bazı insanlar Allah'ı değil de hevâlarını ilah edindiklerinden,
dolayısıyla birden fazla hevâ birden fazla ilah ortaya çıkar. Bunun sonucunda
böyle insanlar daha başka insanlar üzerinde rableşir, ellerinin ulaştıkları
yerleri mülk edinmeye, buraları egemenlikleri altına almaya çalışır, yani
Allah'ın rablık ve melikliğini tanımayıp, kendi hevâlarını bu makama oturturlar.
Bu insanlar, ister kâfir, ister münafık olsun durum değişmez ve bunların işi,
kendiliklerinden yeryüzünde fesad çıkarmaktır; kendilerini ıslah edici saysalar
bile. "İnsanlardan mü'min olmadıkları halde, Allah'a ve ahiret gününe inandık
diyenler vardır. Allah'ı kandırmaya çalışırlar, iman edenleri de; ama farkında
olmadan yalnızca kendilerini kandırmaktadırlar. Kalplerinde hastalık vardır
onlarn, Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemelerinden dolayı
acıklı bir azap vardır onlar için. Kendilerine 'yeryüzünde fesat çıkarmayın'
denildiği zaman, 'biz ancak ıslah edicileriz' derler. Dikkat edin, onlardır
müfsid (fesat çıkarıcılar), ama şuurunda değillerdir." (2/Bakara, 8-11)
"Onlara 'yeryüzünde
fesad çıkarmayın' denildiğinde; 'biz ıslahatçılarız' derler."
(2/Bakara, 11) İlk insanın imanı tabiatın ilk yaratıldığı günlerdeki gibi
tertemizdi. Karalar, denizler ve havalar, mü'minlerin imanı gibi pırıl pırıldı.
Önce imana şirki bulaştırdılar. Allah'ın kanunlarını hiçe sayarak kendilerini
ilahlaştırdılar. Ondan sonra tabiata da müdahale ederek gönüllerindeki pisliği
tabiata da akıtmaya başladılar. Rabbimiz: "Ey iman edenler! Müşrikler ancak
pisliktir." (9/Tevbe, 28) buyurur.
Kendilerine
sorarsanız, bozguncu değildirler. Hatta kafa tutarcasına, bu faaliyetlerinin
yapıcı ve mâsum olduğunu söylemekten çekinmezler. O tertemiz elbiselerinin
içinde kara gözlüklerinin gerisinde tabiatı kirletmek, dünyanın her tarafında
anarşi çıkartıp insanların kanını paraya çevirmek, kimyasal silahlar satarak
midesini şişirmek için koşan bu hasta adamlara: "yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmayın" deseniz, onlar "biz Yalta, Malta zirvesinde, Londra zirvesinde
insanları ıslah için bir araya geliyoruz" diyorlar. Peki ama, her zirvenizin
sonunda Hama'da, Halepçe'de, Afganistan'da, İran'da, Azerbaycan'da yüzbinlerce
insan öldürülüyor.[1]
Bozgunculuğun
en korkuncunu yaptıkları halde, dönüp de "bizim hareketlerimiz yapıcıdır"
diyenler, her asırda pek çoktur. Böyle diyorlar, çünkü ellerindeki ölçü bozuktur.
Evet, ihlasın, samimiyetin ve hüsn-i niyetin ölçüsü bozulunca bütün değer ve
ölçüler hassasiyetini kaybeder. Niyet ve vicdanları her şeyi Allah için yapma
samimiyetinden mahrum olanlar, davranışlarındaki bozgunculuğu görememekte
mâzurdurlar. Çünkü onlarda, hayır-şer; iyilik-kötülük ölçüleri, Rabbânî bir
temele oturmamıştır. Onlar, şahsî ihtiraslarının esiridirler.[2]

Rabbimiz bizi
uyarıyor: "Gözünüzü açın, asıl fesatçılar onlardır, ancak farkında değiller."
(2/Bakara, 12) Islahatçıyız diyerek gelen, batının akıl hocalıklarına
aldanmayalım. Bunlar bozguncudurlar. Ancak bozgunculuk yaptıklarının bozgunculuk
olduğunu bilmezler. "Akrebin kimseye kin'i yoktur. Ancak, onun sokması
fıtratının gereğidir." İyi niyetli kâfirler yönetici olsalar, içlerindekini dışa
vuracaklar. İçlerindeki küfür zehir olunca iyi niyetlerle de olsa insanlığı ve
tabiatı zehirleyecektir. Şeker hastasına çok iyi niyetlerle hergün baklava
yediren cahil insan gibidirler.[3]









[1] Şifa
Tefsiri, 1/ 101.





[2] Fi
Zılali'l Kur'an, 1/ 88.





[3] Şifa
Tefsiri, 1/102.