Fecir | Konular | Kitaplar

Fethin Boyutları Allah'tan İnsana Fetih; Vahiy

Fethin Boyutları



Fethin Boyutları
 

Allah'tan İnsana Fetih; Vahiy:



 

Allah'tan insana fethin iniş sürecinin dikey
boyutu "vahiy" ve yatay boyutu "üflenen ruh"un, tıpkı suyun toprağa can vermesi
gibi insanın fizik ve metafizik varlığına can vermesi, Secde sûresinin 1-9.
âyetlerinde çok güzel dile getiriliyor. Haydi, hep birlikte, olayı sembolik
ifâdelere ve metaforik söz kalıplarına takılmaksızın Allah'tan insana fetih
bağlamında düşünerek okuyalım:

"Elif Lâm Mîm.

Bu Kitab''ın indirilişi, hiç kuşkusuz âlemlerin
Rabbindendir. Ama onlar, onu (Muhammed) uydurdu diye iftira ediyorlar.



Asla! O, Rabb katından bir hakikat olup senden
önce hiçbir uyarıcıyla karşılaşmamış olan bu toplumu doğru yola gelsinler diye
uyarabilmen içindir.

Allah'tır gökleri ve yeri ve ikisinin arasında
bulunan her bir şeyi altı aşamalı bir süreçte yaratan ve sonra otorite ve
hâkimiyet tahtına kurulan. Ne sizi O'na karşı koruyacak, ne de size şefaat
edecek birini bulabilirsiniz. Buna rağmen hâlâ düşünüp aklınızı başa almayacak
mısınız?

Gökten yere, tüm sistemi o kurar ve idâre eder.
Ve sonunda tümü sizin hesabınıza göre bin yıl kadar süren bir günde (hesabı
görülmek üzere) O'nun katına yükselir.

İnsan idrâkinin kavramakta acze düştüğü şeylerin
de, idrâkin kavrayabileceği şeyleri de bilen O'dur. O, değeri kendinden olandır,
rahmet kaynağıdır. Yarattığı her şeyi kapasitesinin sınırına taşıyan O'dur.
Nitekim insanın yaratılışını da balçıktan başlatmıştı. Sonra çok basit bir
özsudan soyunu sürdürmüştü. Sonra ona düzgün bir şekil verip kendi rûhundan
üflemişti. Ve (en sonunda ) sizi hem işitme ve görme, hem de düşünce ve
duygularla donatmıştı. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!"
(32/Secde, 1-9)

Bu âyetler hem Allah'tan insana, hem de insandan
Allah'a çift yönlü fetih sürecini ele veriyor. Özellikle 5. âyette ifâde edilen
"gökten yere"  yani "yukarıdan aşağıya" doğru olan fetih süreci
vahiy ve nefha-i ruh olarak işliyor. Yine aynı âyette bu sürecin tek yönlü bir
süreç değil, aksine "aşağıdan yukarıya" doğru işleyen bir de ikinci boyutu
olduğğu açıkça beyan ediliyor. Yani fetih Allah'la insan arasında gerçekleşen
sürekli bir iletişim olarak ortaya çıkıyor. Biz burada, fethin sadece "yukarıdan
aşağıya" gerçekleşen boyutunu ele alacağız.

el-Fâtih, Allah'ın sıfatlarındandır. Kur'an'da
O'nun açma işini en güzel şekilde yaptığı vurgulanır (7/A'râf, 89). Başka bir
âyette de bu isim-sıfat mübâlağa vezniyle gelir: "el-Fettâh" (34/Sebe', 26).
Arapça'da bu form, açma işini kendisine meslek edinen için kullanılır. O, el-Fettâh'tır.
Sürekli ve mükemmel bir biçimde açan, açma işini en güzel ve münâsip bir sûrette
yapan demektir.

İnsan idrâkinin kavramaktan âciz olduğu "gayb"ın
anahtarları da O'nun elindedir. O, sadece idrâk edilebilen somut kapalılıkları
açmaz; aynı zamanda insanın kavramakta acze düştüğü, aklın kapasitesinin
yetmediği soyut, metafizik kapalılıkları da açar. Gaybın anahtarlarının O'nun
katında olması (6/En'âm, 59) bu anlama gelir. Nasıllığını aklın idrâk etmekte
acze düşeceği kapalılılklardan biri de kalbin kapalılığıdır. Yürek derken,
anatominin konusu olan ve vücuttaki kan dolaşımını sağlayan organı
kastetmediğimiz çok açık. Yürek/kalp derken kastettiğimiz organ imanın,
sevginin, nefretin, kabulün ve reddin makarrı olan, yüzölçümünü hesaplamaya
rakamların yetmediği, yere göğe sığmayanı konuk eden, şâirin; "Bende sığar iki
cihan / Ben bu cihana sığmazam" dediği mânevî organdır. Bu fiziküstü organın
hastalıkları da kendisi gibi mânevîdir. Bu gerçeğe Kur'an defalarca parmak
basar: 

"Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; ve onlar
için geri dönüş yoktur." (2/Bakara,
18)

"Allah onların kalplerini ve kulaklarını
mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de bir perde vardır."
(2/Bakara, 7)

"Kalpleri hastalanmıştır. Allah hastalıklarını
daha da arttırmıştır." (2/Bakara, 10)

"Ardından yine kalpleriniz katılaştı; taş gibi,
hatta daha da katı oldu." (2/Bakara,
74)

"Yok yok, aksine kalplerini karartmıştır
yaptıkları işler." (83/Mutaffifîn,
14)

"Hiç yeryüzünde gezmezler mi ki, akleden
kalpleri, işiten kulakları olsun. Çünkü, gözler kör olmaz. Fakat asıl kör
olanlar göğüslerdeki kalplerdir."
(22/Hacc, 46)

Ve böyle devam edip gidiyor. İşte bütün bu
âyetlerde sözü edilen şey, yüreğin hakikat karşısında aldığı aykırı konumdur. Bu
da hakikate karşı ya iç ya da dış kaynaklı bir engelle kapanmasıdır. Kur'an,
yüreğin hakikate karşı bir daha açılmamak üzere kapanmasına mühürlenme,
hakikati farkedemeyecek kadar ışıksız kalmasına körlük, hakikati
yansıtamayacak kadar sırçasının dökülmsine kararma, hakikati yanlış ve
yanlı algılayışına hastalık, duyarlılığını yitirmesine de taşlaşma
diyor. Bunların tümü de kapanmanın bir türüdür ve böyle bir yüreği açacak olan
da el-Fettâh olan Allah'tır. Allah'ın, kapalı kaldığı için karanlıklara gömülen
bir yüreği ışığa açmasına hidâyet diyoruz.

Gözün görmesi için ışığın fonksiyonu neyse,
yüreğin inanması için de hidâyetin fonksiyonu odur. Işık olmayınca göz açık olsa
da nasıl göremezse, hidâyet nûru olmayınca da yürek hakikati göremez. Bu anlamda
hidâyet, İlâhî mesajdır ki, Kur'an Fâtiha ile Allah'tan hakikati görecek bir
İlâhî ışık isteyenlere cevap verircesine hemen birkaç âyet sonra "Elif Lâm
Mîm. İşte, kendisinde şüphe olmayan bu Kitab Allah'a karşı takvâ/sorumluluk
bilinci duyanlar için bir hidâyettir." (2/Bakara, 1-2) der.

Şu durumda Kur'an Fettâh olan Allah'ın kalpleri
hakikate karşı açın anahtarıdır. Vahiy bir fetih olayıdır. Nübüvvet bir fetih
kurumudur. Risâlet bir açış operasyonudur. Fettâh olan Allah vahiyle hakikatin
kaynağı olan zâtından insana doğru bir yol açar. Bu açış, insana Allah'ın bir
lutgu, bir ihsânıdır. Her lutuf bir şükür ister; tıpkı konunun girişindeki
âyetler grubunun sonunda "Ne kadar da az şükrediyorsunuz!"da îmâ edildiği
gibi, Allah'tan insana yönelik fetih olan vahyin şükrü, insandan Allah'a yönelik
fetih olan ibâdettir.