Kendini Fethe Kapatmış Kişiler ve Onlara Karşı Tavır (Harbî, Zimmî; Ğanîmet, Cizye ve Harâc) Harbî; Fetihle Kurtuluşu Bekleyen Zavallı, ya da Fethe Engel Tip .

Kendini Fethe Kapatmış Kişiler ve Onlara Karşı Tavır

Kendini Fethe Kapatmış Kişiler ve Onlara Karşı
Tavır

(Harbî, Zimmî; Ğanîmet, Cizye ve Harâc)



Harbî; Fetihle Kurtuluşu Bekleyen Zavallı, ya da
Fethe Engel Tip



Harbî; Müslümanlarla aralarında antlaşma
bulunmayan gayr-i müslimlerin ülkesinde yaşayan kimse hakkında kullanılan bir
İslâm hukuku terimidir. Harbî; kelime anlamı itibarıyla harbe mensup, savaşa âit
mânâsına gelse de kastedilen "dâru'l-harb'e âit" anlamındadır. Harbî gayr-ı
müslimlerin yurdunda yaşayan şahıs demektir.

Müslüman olmayanların müslümanlarla olan
münâsebetlerinde hukukî statüleri üç bölümde incelenir.

Zimmîler; Müslümanların memleketinde cizye
vererek yaşayanlar. Müste'men (pasaportlu) daru'l-harpte yaşayan bir şahsa izin
ve emân alarak müslümanların memleketine girdiğinde ona emniyet ve güven
verilmiş olur ki buna müste'men adı verilir.

Üçüncü grup harbîdir. Harbî olan şahısların
hukukî durumu da ikiye ayrılır. Daha önce İslâm dininden haberdar olan harbîler;
bunların memleketinde İslâm yaygın olup duyulmuştur. Bu takdirde bunlarla savaşa
başlamadan önce onları İslâm'a davet etmek gerekmez. Önceden İslâm'dan, İslâm'ın
harp gayesinden haberdar olması onlar için "davet-i hükmiyye" kabul edilir.
Ancak (yine de İslâm'a) davet edilmeleri daha uygundur. Bunu kabul etmedikleri
takdirde cizye vererek İslâm ahdinin himayesini kabul etmeleri kendilerinden
istenir. Müslümanların harp için elverişli ortamı ve vakti kaçırma gibi bir
endişeleri varsa hiç davet etmeden saldırabilirler.

Daha önce İslâm dininden haberdar olmayan
harbîler, bunlara savaşa başlamadan muhasara sırasında davet yapılır ve onlara
İslâm anlatılır. Bu davete de "dâvet-i hakikiyye" denilir. Düşmanlar
müslümanların memleketine saldırırsa onlara davet yapılması gerekmez. Çünkü bu
düşmanın cüretinin artmasına, müslümanların zaman ve moral kaybına neden olur.

Dâru'l-Harb'e cihad için giden müslümanların,
bir İslâm beldesinin düşman tarafından istilâ tehlikesi varsa ve o beldenin
düşmana karşı koymasının mümkün olmadığını bilirlerse o İslâm beldesine yardım
etmeleri gerekir. Çünkü böyle bir durumda müslümanlara yardım farz-ı ayn olmuş
olur ve def'i zarar celb-i menfaat'tan mukaddem bulunur, yani zararı gidermek
fayda sağlamakta önemlidir.

Bir harbî (düşman)'nin İslâm'a girmesi kendisi
ile savaşılmasına engel olur. Çünkü İslâm'a girmesiyle istenen gerçekleşmiş
oluyor.

Harbînin müslüman olduğunun kabul edilmesi şu üç
yoldan birisiyle mümkündür: Açıkça İslâm'a girdiğini itiraf edip söylemesi;
Cemaatla namaz kılması gibi müslüman olduğuna dalalet eden bir alametin
bulunması, tebâiyyet yoluyla müslüman olduğunun kabul edilmesi; bir çocuğun
anasına babasına veya bulunduğu İslâm ülkesine dayanacak müslüman sayılması.

Harbî, Dâru'l-harbde İslâm'a girdikten sonra,
İslâm ülkesine hicret etmeden önce bulunduğu memleket müslümanlar tarafından
alındığı takdirde elindeki menkul mallar kendisine bırakılır; gayr-i menkulleri
ise ğanîmet sayılır.

Harbî, İslâm'a girip henüz daru'l-harbde iken
bir müslüman tarafından bilerek veya hata yoluyla öldürülecek olursa öldüren
yani katil diyet ödemez, yalnız keffaret vermesi yeterlidir.

[1]






[1]
Yahya Alkın, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 337