Mehmet Âkif Ersoy'un Tevekkülle İlgili Bazı Mısrâları

Mehmet Âkif Ersoy

Mehmet Âkif Ersoy'un Tevekkülle İlgili Bazı
Mısrâları:



"Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,

Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri!

O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,

Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?

"Kadermiş!" Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;

Belânı istedin Allah da verdi... Doğrusu bu.

Taleb nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar,

Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?

"Çalış!" dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun,

Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!

Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,

Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!

Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,

Birer birer oku tekmîl edince defterini;

Bütün o işleri Rabbim görür; Vazîfesidir...

Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir!

Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...

Hudâ vekîl-i umûrun değil mi keyfine bak!

Onun hazîne-i in'âmı kendi veznendir!

Havâle et ne kadar masrafın olursa... Verir!

Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;

Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!

Çekip kumandası altında ordu ordu melek;

Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek!

Başın sıkıldı mı, kâfî senin o nazlı sesin:

"Yetiş!" de, kendisi gelsin, ya Hızr'ı
göndersin!

Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;

Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.

Demek ki: Her şeyin Allah... Yanaşman, ırgadın
O;

Çoluk çocuk O'na âit; Lalan, bacın, dadın O;

Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdîr-i veznen O;

Alış seninse de, mes'ûl olan verişten, O;

Denizde cenk olacakmış... Gemin O, kaptanın O;

Ya ordu lâzım imiş... Askerin, kumandanın O;

Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;

Tabîb-i âile, eczâcı... Hepsi hâsılı O.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu!

Hudâ'yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;

Utanmadan da tevekkül diyor bu cür`ete... Ha?!

Yehûd Üzeyr'e, Nasârâ Mesîh' ibnu'l-lah

Demekle unsur-ı tevhîd olur giderse tebâh;

Senin bu kopkoyu şirkin sığar mı îmâna?

Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân'a?

Kimin hesâbına inmiş, düşünmüyor, Kur`ân...

Cenâb-ı Hak çıkacak, sorsalar, muhâtab olan!

Bütün evâmire i`lân-ı harb eden şu sefîh,

Mükellefiyyeti Allah`a eyliyor tevcîh!



Görür de hâlini insan, fakat, bu derbederin;

Nasıl günâhına girmez tevekkülün, kaderin?

Sarılmadan en ufak bir işinde esbâba,

Muvaffakiyyete imkân bulur musun acaba?

Hamâkatin aşıyor hadd-i i'tidâli, yeter!

Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!

"Kader" senin dediğin yolda Şer`a bühtandır;

Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrandır.

Kader ferâiz-i îmâna dâhil... Âmennâ...

Fakat yok onda senin sapmış olduğun ma'nâ.

Kader: Şerâiti mevcûd olup da meydanda,

Zuhûra gelmesidir mümkinâtın a'yânda.

Niçin, nasıl geliyormuş... O büsbütün meçhûl;

Biz ihtiyârımız sûretindeniz mes'ûl.

Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh;

Senin vazîfen itâat ne emrederse İlâh.

O, sokmak istediğin, şekle girmesiyle kader;

Bütün evâmiri Şer'in olur bir anda heder!

Neden ya, Hazret-i Hakk`ın Resûl-i Muhterem`i,

Bu bahsi men' ediyor mü'mînine, boş yere mi?

(...)

Tevekkülün, hele, ma'nâsı hiç de öyle değil.

Yazık ki: Beyni örümcekli bir yığın câhil,

Nihâyet oynayarak dîne en rezîl oyunu,

Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu!

(...)

Tevvekkül öyle yaman bir şiâr-ı îmandı,

Ki kahramân-ı fezâil denilse şâyandı.

Yazık ki: Rûhuna zerk ettiler de meskeneti;

Cüzâma döndü, harâb etti gitti memleketi!

Tevekkül olmasa kalmaz fazîletin nâmı...

Getir hayâline bir kerre Sadr-ı İslâm`ı:

O bî-nihâye füyûzun yarım asırlık bir

Zamân içinde tecellîsi hangi sâyededir?

(...)

Nedir bu hârikanın sırrı? Hep tevekküldür;

Ki i'timâd-ı zaferden gelen tahammüldür.

Tevekkül olmaya görsün yürekte azme refîk;

Durur mu şevkıne pervâne olmadan tevfîk?

Cenâb-ı Hak ne diyor bak, Resûl-i Ekrem'ine:

"Bütün serâiri kalbin ihâta etse, yine,

Danış sahâbene dünyâya âid işler için;

Rahîm ol onlara... Sen, çünkü, rûh-ı rahmetsin.

Hatâ ederseler aldırma, afvet, ihsân et;

Sonunda hepsi için iltimâs-ı gufrân et.

Verip karârı da azm eyledin mi... Durmıyarak,

Cenâb-ı Hakk'a tevekkül edip yol almaya bak."

Demek ki: Azme sarılmak gerek mebâdîde;

Yanında bir de tevekkül o azmi te'yîde.

Hülâsa, azm ile me'mûr olursa Peygamber;

Senin hesâbına artık, düşün de bul, ne düşer!

Şerîat'in ikidir en muazzam erkânı;

Kimin ki öyle müzebzeb değildir îmânı;

Ayırmaz onları, bir addedip tevessül eder...

Açıkça söyliyeyim: Azm eder, tevekkül eder.

Ne din kalır, ne de dünyâ, bu anlaşılmazsa...

Hem anlayın bunu artık, hem anlatın nâsa...

(...)

Ömer, tevekkülü elbet bilirdi bizden iyi...

Ne yaptı "Biz mütevekkilleriz" diyen kümeyi.

Dağıttı, kamçıya kuvvet, "Gidin, ekin!" diyerek.

Demek: Tevekkül eden, önce mutlakâ ekecek;

Demek: Tevekküle pek sığmıyormuş, anladın a,

Sinek düşer gibi düşmek şunun bunun kabına." (M.
Âkif Ersoy, Safahat, Gonca Y. İst. 1989, Dördüncü Kitap, 'Fâtih Kürsüsünde', s.
233-240)



O îmân kuvvet ihzâriyle emretmişti... Lâkin, biz

Tevekkelnâ deyip yattık da kaldık böyle en âciz!

O îman, farz-ı kat'îdir diyor tahsîli irfânın...

Ne câhil kavmiyiz biz müslümanlar, şimdi,
dünyânın! (M. Âkif, a.g.e., Beşinci Kitap 'Hâtıralar', s. 280)



Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol...

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol. (M.
Âkif, a.g.e., Yedinci Kitap 'Gölgeler', ‘Yeis Yok' isimli şiirden, s. 428)



"Allah'a dayandım!" diye sen çıkma yataktan...

Mâ'nâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!

Ecdâdını zannetme asırlarca uyurdu;

Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?

Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şâhid:

Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid.

Âlemde tevekkül demek olsaydı "atâlet",

Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?

Çoktan kürenin meş'al-i tevhîdi sönerdi;

Kur'ân duramaz, nezd-i İlâhî'ye dönerdi. (M.
Âkif, a.g.e., Yedinci Kitap 'Azimden Sonra Tevekkül' isimli şiirden, s. 430) (6)