İMAN.. İman; Anlam ve Mahiyeti
İMAN
İMAN
İman;
Anlam ve Mahiyeti
Arapça mütehassısları iman kelimesinin; emin
veya eman kökünden türemiş bir masdar olduğu hususunda müttefiktirler.[1]
Lûgat mânâsı, "Doğrulamak, kabul etmek, kabullenmek, onaylamak, tasdik etmek,
itimat etmek, gönülden benimsemek, güvenmek, güvenilmek" demektir. İmanın Türkçe
karşılığı olan "inanmak" kelimesinde de aynı mahiyeti sezmek mümkündür.
İslâmî ıstılâhta iman; "Resûl-i Ekrem (sav)'i
Allahû Teâla (cc)'nın katından getirmiş olduğu bilinen haber ve hükümlerin
hepsinde, kat'i olarak kalp ile tasdik etmek, dille ikrar etmek ve gereğince
amel etmeye çalışmaktır."[2]
Güvenme, verilen bir habere kalbten inanma,
haberi getireni tasdik etme; bir şeye tereddüde düşmeksizin inanma; Allah'a,
O'ndan başka îlâh olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.s)'ın Allah'ın kulu ve Rasulu
olduğuna, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayır ve
şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanma.[3]
"İman" kelimesi; Arapça'da "if'al" vezninde olup, aslı
"emn" kökünden gelir. Dillere göre, korkunun zıddı olan "emn-ü emân=emniyet,
güven" manasında, "âmene" fiilinin masdarıdır. Kelimenin aslı "emn" de "emân"
idi. Başına "elif" gelince, "e'mene" oldu; sonra arapça gramer kaidesine göre
"imân" okundu. Kelimenin başındaki "hemze" Arap diline göre "ta'diye" için "geçişli"
olursa, "eman vermek, emin kılmak" manasına gelir ki; "esmâüllah = Allah'ın
isimleri"nden olan "Mümin" bu manadan alınmıştır. Sayrûret (olmak) için
kullanılırsa, iman; "emin olma, kalbi güven ve sükûna kavuşturma" manasına
gelir. Buna lisanımızda "inanma" denir.
Bütün dilcilerin örfünde imanın hakikati;
"mutlak tasdik"dir. Yani, bir şahsa, bir habere veya bir hükme, kesin olarak ve
gönülden gelerek inanmak, onu doğrulamak, sözünü doğru kabul etmektir. Tasdik
eden, tasdik ettiği şahsı tekzip edilmekten emin kılmış veya bizzat kendisi
yalandan emin ve mutmain olmuştur. İman kelimesi, ya "âmenehu" da olduğu gibi
doğrudan, veya "âmene bihi" ve "âmene lehu" da olduğu gibi, (be) veya (lâm) ile
mef'ul alır. (be) ile olursa, "İkrar ve itiraf"; (lâm) ile olursa, "iz'an ve
kabul" manası ifade eder.[4]
Bu esasa göre sözlükteki iman, mantık ilmindeki
"tasavvur"un karşılığı olan "tasdik" ten ibaret olup, kavramındaki iki unsur
vardır: Biri "bilgi=marifet" unsuru; diğeri, "irade ve ihtiyar (kesb)" unsuru.
Çünkü, önce neye, niçin ve nasıl inanılacağı bilinmeden, bir şeye iman ve onu
tasdik mümkün olmaz. Bu yönden "marifet" unsurunun rolü açık; imanın akıl,
fikir, düşünce ve nazar ile ilgisi aşîkârdır. İrade ve ihtiyar unsuru ise,
bilinen bir şeyin tasdik edilerek iman haline gelmesi, terim ifadesiyle "iz'an
ve kabulü" için şarttır. Diğer bir deyimle; bilinen ve iman konusu olan husus,
baskı ve korkudan uzak, samimi bir gönülle içten benimsenmeli, tam bir
teslimiyet ile kabul ve itiraf edilmelidir. O halde imanda; bilgiye dayanan
iradeli bir tasdik, kesb ve ihtiyar lâzımdır. Her şeyi çok iyi bilen şeytanın
kâfir sayılması, bu ikinci unsurun bulunmamasındandır. O halde, yalnız "marifet"
ile iman olmaz. Çünkü kesb ve ihtiyar olmadan kalbde hasıl olan şey, tasdik
değil, marifettir. Zira bir bilginin. imanda aslolan "tasdik" derecesinde
sayılabilmesi için onda, irade ve ihtiyara dayanan kalp rızası ve teslimiyet
şarttır. Ancak, tasdikte aranan iz'an'ın, "itikad-ı câzim" denilen kesin olarak
yakîn ifade etmesi şart koşulmadığından; "zann-ı gâlib" denilen avam
müslümanların tasdiki, yani "mukallidin imanı" Ehl-i Sünnete göre kâfi ne makbul
sayılmıştır. Bu gibi tasdiklere "iman-ı hükmî" denir. Aklı ve naklî delillere
dayanarak elde edilen kuvvetli imana ise, "tahkîki iman" adı verilir. Bu yola
(delil ve istidlâle) gücü yettiğince başvurmak farz olduğundan, bunu terkeden
bir mü'min günahkâr olur.[5]
İman, küfrün zıddıdır. Alemlerin Rabbı olan
Allah'ı tanımak ve O'na yönelmektir. İman: Allah'ın gönderdiği peygamberleri
tasdik etmek, getirdikleri vahyi benimsemektir. Allah'ın buyruklarını yerine
getirerek, O'nun güven çemberine girmektir. Ayetleri kabul edip, bağlanmak ve
yaşamaktır.
İman'ın filolojik açıdan iki anlamı vardır:
Başkalarına güven vermek, güven içinde olmak. İman sahibi kişi, yani mü'min, hem
inandığı gücün sağladığı güvenin içinde emin olan; hem de kendisi başkalarına
güven veren demektir.
[6]
İslâm kültürünün en önemli kavramlarından biri
de âiman' kavramıdır. Türkçe'de inanma, emin olma ve inanç diye
karşılayabileceğimiz bu kelime; insanın Yaratıcı karşısındaki teslimiyetini ve
O'nu Rabb olarak tanımasını ifade eder.
İnsanın fiilleri, iman veya küfr noktaları
arasında meydana gelir. Kişi, ya âlemlerin Rabbi Allah'a ve O'nun
bildirdiklerine göre hayatını sürdürür, ya da âlemlerin Rabbi Allah'ı ve O'ndan
gelenleri tanımaz, kabul etmez ve hayatını başka ilâhların istediği gibi yaşar.
âİman', insan olmanın, yaratılış ve oluşu
tanımanın, varlık aleminde meydana gelen olayları anlamanın, evrendeki sırları
bilmenin ve sonunda bütün dengeleri bulmanın yoludur. İnsan önce kendi
içerisindeki dengeyi iman düşüncesiyle sağlar. Çünkü âiman', insana kendi
gerçeğini ve yeryüzündeki konumunu öğretir. âİman' sonra, tabiatla, diğer
yaratıklarla, diğer insanlarla ve Yaratıcı ile olan ilişkilerinin dengesini
sağlar.
âİman', hem insana inandığı şeyin gücünün
güvenini verir, hem de inanan insan hakkında başkalarına güven verir.
âİman', durgun bir teslimiyetin değil, amel
dediğimiz faaliyetlerle beraber bir aksiyonun ana kaynağıdır. İman eden bir
insan tek taraflı olarak Allah'a teslim olup, yerinde duran bir insan değildir.
Bilakis o, imanın gereği olan en güzel davranışları yaşayan aktif bir insandır.
Çünkü âiman', salih amel (en güzel fiileri) yapmayı gerekli kılar.
âİman', âemn' kelimesinden türemiştir. Kelime
anlamı, verilen habere inanma, haberi getiren kimseyi doğrulama, güvenme, itimat
duyma demektir.
İslâmda âiman'; Allah'tan başka tanrı
olmadığına, Muhammed'in (sav) son peygamber olduğuna, Allah'ın kitaplarına,
peygamberlerine, meleklerine, hayrı ve şerri yaratanın Allah olduğuna, Ahiret
gününe şüphe etmeksizin kalple inanma ve bu inancını dil ile tasdik etmedir
(doğrulamadır).[7]
İmam eden kimselere âmü'min' denir. Yani,
Allah'tan gelen haberleri doğrulayan, onlara inanan, onlar hakkında güven içinde
olan, kendisi de güvenli bir insan olan demektir.
âİman', âEmn' kökünden, eman-güvenlik verme,
emniyet-güvenlik, emanet-güvenliğine teslim edilen şey ve güvenilir olma,
emin-güvenilir kişi gibi kelimelerde türemiştir. Bunların her birbirinin kök
anlamıyla ilişkisi vardır.
İmamın gerçeği; mutlak tasdik'tir
(doğrulamadır). Bir kişiye, bir habere veya bir hükme, kesin olarak gönülden
inanmaktır. Gelen haberi veya haberciyi doğru kabul etmektir.
Müslümanlar, iman ettiklerini göstermek için
ââmentü-iman ettim' derler. (Burada, âiman ediyorum, kabul ediyorum' gibi bir
kip değil, daha kesin bir ifade olan geçmiş zaman kipi kullanılmaktadır.) Bu
açık ifadeden sonra, iman ettikleri gerçekleri bir bir sayarlar ve kendilerini
inkarcılardan ayırırlar.
İmamın iki boyutu vardır:
Bunlardan birisi de bilgi (marifet),
Diğeri de istek-arzudur (irade'dir).
İnsan, önce neye inanacağını bilir, onun
hakkında bilgi sahibi olur. Duyularıyla anlar, aklıyla kavrar, özünü öğrenir ve
sonra da hiç bir baskı altında kalmadan, kendi özgür iradesiyle onun doğruluğunu
kabul eder.
Bilinmeyen bir şeye imanın bir anlamı yoktur.
İmanı şöyle de tanımlamak mümkündür: âİman';
kalp ile tasdik (doğrulama), dil ile ikrar (doğru olduğunu söyleme) ve
rükünleriyle (gereğiyle) amel etmektir.
Neye iman edileceği iyice bilindikten sonra kalp
ile onun doğruluğu kabul edilecek, yani gönülden ââmentü' denilecek, sonra dil
ile bu iman ilân edilecek ve sonra da iman neyi gerektiriyorsa, inanılan ilkeler
ne emrediyorsa güç yettiği kadar onlara uyulacaktır.
İmanın en kuşatıcı özelliği âAllah'a şüphesiz
inanma'dır. Böyle bir imanı olan kimse, kopmaz, çürümez ve insanı saptırmaz bir
bağla bağlanmış ve emniyet içinde olmuş olur.
İman edilmesi gereken esaslara (zaruratı
diniyye'ye) inanan kimse iman etmenin şartlarına uymuştur ama, imanın bir diğer
amacı da insanı olgunlaştırmaktır. İmanın gereklerini yapanlar yani salih amel
işleyenler hem imanlarını olgunlaştırırlar, hem de iman ile hedeflenen amaçlara
ulaşırlar.
İman, şüphe ve tereddüt götürmez. Lâ ilâhe
illallah Muhammedür Rasulüllah girişiyle ââmentü' diyen bir kişi, imanın
şartlarını kabul ettiği gibi, zarurat-ı diniyye denilen, inanılması gereken
bütün maddelere de iman eder ve bu maddelerde şüphe etmez.
Bu kısaca şudur; mü'min, Kur'an'ın bütününe iman
eder, bir kelimesinden şüphe etmez, Peygamberimizden geldiği sağlamca bilinen
bütün haberleri, hükümleri, ilkeleri de inanıp kabul eder. Sonra da bunları
hayatında yaşamaya çalışır.
Kur'an'da pek çok âyette iman etmenin
gereğinden, iman edenlerin kavuşacakları nimet ve mükâfatlardan, iman etmenin
şeklinden ve gereklerinden bahsediyor. İmam edenleri müjdeliyor, insanları
gerçek imana davet ediyor.
"O kimseler ki, iman ederler ve salih amel
işlerler, işte onlar cennet arkadaşıdırlar (cennetliktirler)"
(Bakara: 2/82)[8]
İnanmak çok karmaşık içsel bir olaydır. Bu
nedenle inanmayı somut boyutlar içinde tanımlamak güçtür.
İnsanın herhangi bir konuda olumlu ya da olumsuz
bir hükme varabilmesi onun, ya duyularına dayanarak, veya bazı verilerden
hareket ederek ikna olmasıyla ancak kesinlik kazanır
[9]
ki bu olay tamamen insanın iç dünyasında gerçekleşen kişisel bir onaylamadır.
Hiç bir kuşkuya mahal kalmayacak şekilde insanın, matematiksel bir kesinlikle
hükme varması ise -konuşarak ya da işaretle bu gerçeği dışa vurmadığı sürece
olay- tamamen vicdan ve zihin arasında gizli kalır ki böyle bir hüküm, ait
olduğu vicdanın dışında başka bir insanın kesin yargısına konu olamaz.
Burada, üzerinde durulması gereken bir nüans
vardır. O da "inanmak" ile "iman etmek" arasındaki inceliktir. Bu inceliği çok
iyi kavrayabilmek için özellikle "iman" kelimesi üzerinde biraz durmak gerekir.
İman sözcüğü ve türevleri, Kr'ân-ı Kerim'de
yüzlerce kez geçmektedir. Tabiatıyla bu kelime arapçadır ve İslam'dan önce de
araplar tarafından kullanılmıştır. Ancak başka dillerde bu kelimeyi tam olarak
karşılayabilecek bir sözcük bulunmamaktadır. Onun için türkçeye "inanmak"
diye tercüme edilmişse de bunun, "iman" kelimesindeki inceliği yansıtamayacığını
hatırlatmakta yarar vardır.
İman, arapçada sözlük anlam olarak: Saygın bir
şeyin varlığına, (onu akılla ve duyularla kavramadan) inanabilmektir.
Gerek tefsir âlimleri, gerekse dil uzmanları
tarafından bu kelime hakkında şimdiye kadar yapılmış olan açıklamalar, insanın
dikkatini önemli bir nokta üzerinde yoğunlaştırmaktadır. O da insanın, gerçek
olan bir şeyi, somut biçimde ve fizik boyutlarda kavramadan onun var olduğunu
kesin biçimde ve heybetlenerek kabullenmesidir; Daha doğrusu
kabullenebilmesidir.
Şu halde iman etmek: Allah'ın rast getirmesiyle
İnsanın, içsel bir inanma, ve kabullenme yeteneği sayesinde madde ötesi
gerçeklerin varlığını -tanıma sığmaz duyumlarla- algılayabilmesidir. Evet işte
iman bu kadar karmaşık bir olaydır. Onun içindir ki bazen eğitimsiz bir insan,
iman edebilirken, entellektüel bir kişi bu içsel yeteneği gösterememektedir.
Bu değerlendirmeden şu üç noktayı
saptayabiliyoruz:
1)
İman (sözlük anlamıyla): İnsanın kutsal ve saygın bir şeye, iç dünyasında
kuşkuya yer kalmayacak kesinlikte ve heybet duyarak inanması demektir.
2)
İman dışa vurulmadığı sürece (Allah'dan başka) hiç bir kimse tarafından
bilinemez.
3) Bu
nedenle iman, gizli kaldığı sürece, ait olduğu vicdanın dışında hiç bir kimse
tarafından olumlu ya da olumsuz değerlendirilemez. Yanî sorgulanamaz, mahkûm
edilemez, herhangi bir hükme bağlanamaz.
Bu üç tesbitten izafi olarak birtakım zorunlu
sonuçlar ortaya çıkmaktadır ki bunlar inanma olayının çok yönlü olduğunu
göstermektedir. Dolayısıyla insan topluluklarının yaşam disiplininde temel bir
müeyyide olan Allah'a imanın, özellikle bu açıdan taşıdığı önem üzerinde
durulmaya değer.[10]
[1]
Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, İst. 1304, c. IV, sh. 548; ez-Zemahşeri, es-Sâsû'l
Belâğa,c. I, sh. 21-22.
[2]
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 205.
[3]
Buhârî, İman: 37; Müslim, İman: 1, 5, 7; Ebû Dâvud, Sünne: 15.
[4]
Râgıb el-İsfahanî, el-Mutredâd; Asım Efendi, Kamüsü'l-Mühit Tercemesi,
İstanbul 1272 H., 3/ 593-594; İbn-i Manzur, Lisânü'l-Arap, Bulak Mısır 1303,
17/160-163.
[5]
Ali Arslan Aydın, İslâm İnançları (ilm-i Kelâm), İstanbul 1984, 1/148-150.
Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/145.
[6]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi 74. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri..
[7]
Buharî, İman: 37, Hadis no: 37, 1/20. Müslim, İman: 1, Hadis no: 8, 1/36.
Tirmizí, İman: 14, Hadis no: 2738, 4/119. Ebu Davûd, Sünne: 16, Hadis no:
4695, 4/223. İbnu Mace, Mukaddime: 9, Hadis no: 63, 64, 1/24. Nesâí, İman:
6, 8/88.
[8]
Ayrıca bak. Bakara: 2/25, 103. Âli İmran: 3/57, 102. Nisa: 4/57, 173. Maide:
5/56, 93. En'am: 6/83. Kehf: 18/30. Hacc: 22/50, 77. Ahkaf: 46/2-3. v.d.
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 299-301.
[9].
Bk. İslam'da Bilgi Kaynakları
[10]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 73.
İMAN
İman;
Anlam ve Mahiyeti
Arapça mütehassısları iman kelimesinin; emin
veya eman kökünden türemiş bir masdar olduğu hususunda müttefiktirler.[1]
Lûgat mânâsı, "Doğrulamak, kabul etmek, kabullenmek, onaylamak, tasdik etmek,
itimat etmek, gönülden benimsemek, güvenmek, güvenilmek" demektir. İmanın Türkçe
karşılığı olan "inanmak" kelimesinde de aynı mahiyeti sezmek mümkündür.
İslâmî ıstılâhta iman; "Resûl-i Ekrem (sav)'i
Allahû Teâla (cc)'nın katından getirmiş olduğu bilinen haber ve hükümlerin
hepsinde, kat'i olarak kalp ile tasdik etmek, dille ikrar etmek ve gereğince
amel etmeye çalışmaktır."[2]
Güvenme, verilen bir habere kalbten inanma,
haberi getireni tasdik etme; bir şeye tereddüde düşmeksizin inanma; Allah'a,
O'ndan başka îlâh olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.s)'ın Allah'ın kulu ve Rasulu
olduğuna, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayır ve
şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanma.[3]
"İman" kelimesi; Arapça'da "if'al" vezninde olup, aslı
"emn" kökünden gelir. Dillere göre, korkunun zıddı olan "emn-ü emân=emniyet,
güven" manasında, "âmene" fiilinin masdarıdır. Kelimenin aslı "emn" de "emân"
idi. Başına "elif" gelince, "e'mene" oldu; sonra arapça gramer kaidesine göre
"imân" okundu. Kelimenin başındaki "hemze" Arap diline göre "ta'diye" için "geçişli"
olursa, "eman vermek, emin kılmak" manasına gelir ki; "esmâüllah = Allah'ın
isimleri"nden olan "Mümin" bu manadan alınmıştır. Sayrûret (olmak) için
kullanılırsa, iman; "emin olma, kalbi güven ve sükûna kavuşturma" manasına
gelir. Buna lisanımızda "inanma" denir.
Bütün dilcilerin örfünde imanın hakikati;
"mutlak tasdik"dir. Yani, bir şahsa, bir habere veya bir hükme, kesin olarak ve
gönülden gelerek inanmak, onu doğrulamak, sözünü doğru kabul etmektir. Tasdik
eden, tasdik ettiği şahsı tekzip edilmekten emin kılmış veya bizzat kendisi
yalandan emin ve mutmain olmuştur. İman kelimesi, ya "âmenehu" da olduğu gibi
doğrudan, veya "âmene bihi" ve "âmene lehu" da olduğu gibi, (be) veya (lâm) ile
mef'ul alır. (be) ile olursa, "İkrar ve itiraf"; (lâm) ile olursa, "iz'an ve
kabul" manası ifade eder.[4]
Bu esasa göre sözlükteki iman, mantık ilmindeki
"tasavvur"un karşılığı olan "tasdik" ten ibaret olup, kavramındaki iki unsur
vardır: Biri "bilgi=marifet" unsuru; diğeri, "irade ve ihtiyar (kesb)" unsuru.
Çünkü, önce neye, niçin ve nasıl inanılacağı bilinmeden, bir şeye iman ve onu
tasdik mümkün olmaz. Bu yönden "marifet" unsurunun rolü açık; imanın akıl,
fikir, düşünce ve nazar ile ilgisi aşîkârdır. İrade ve ihtiyar unsuru ise,
bilinen bir şeyin tasdik edilerek iman haline gelmesi, terim ifadesiyle "iz'an
ve kabulü" için şarttır. Diğer bir deyimle; bilinen ve iman konusu olan husus,
baskı ve korkudan uzak, samimi bir gönülle içten benimsenmeli, tam bir
teslimiyet ile kabul ve itiraf edilmelidir. O halde imanda; bilgiye dayanan
iradeli bir tasdik, kesb ve ihtiyar lâzımdır. Her şeyi çok iyi bilen şeytanın
kâfir sayılması, bu ikinci unsurun bulunmamasındandır. O halde, yalnız "marifet"
ile iman olmaz. Çünkü kesb ve ihtiyar olmadan kalbde hasıl olan şey, tasdik
değil, marifettir. Zira bir bilginin. imanda aslolan "tasdik" derecesinde
sayılabilmesi için onda, irade ve ihtiyara dayanan kalp rızası ve teslimiyet
şarttır. Ancak, tasdikte aranan iz'an'ın, "itikad-ı câzim" denilen kesin olarak
yakîn ifade etmesi şart koşulmadığından; "zann-ı gâlib" denilen avam
müslümanların tasdiki, yani "mukallidin imanı" Ehl-i Sünnete göre kâfi ne makbul
sayılmıştır. Bu gibi tasdiklere "iman-ı hükmî" denir. Aklı ve naklî delillere
dayanarak elde edilen kuvvetli imana ise, "tahkîki iman" adı verilir. Bu yola
(delil ve istidlâle) gücü yettiğince başvurmak farz olduğundan, bunu terkeden
bir mü'min günahkâr olur.[5]
İman, küfrün zıddıdır. Alemlerin Rabbı olan
Allah'ı tanımak ve O'na yönelmektir. İman: Allah'ın gönderdiği peygamberleri
tasdik etmek, getirdikleri vahyi benimsemektir. Allah'ın buyruklarını yerine
getirerek, O'nun güven çemberine girmektir. Ayetleri kabul edip, bağlanmak ve
yaşamaktır.
İman'ın filolojik açıdan iki anlamı vardır:
Başkalarına güven vermek, güven içinde olmak. İman sahibi kişi, yani mü'min, hem
inandığı gücün sağladığı güvenin içinde emin olan; hem de kendisi başkalarına
güven veren demektir.
[6]
İslâm kültürünün en önemli kavramlarından biri
de âiman' kavramıdır. Türkçe'de inanma, emin olma ve inanç diye
karşılayabileceğimiz bu kelime; insanın Yaratıcı karşısındaki teslimiyetini ve
O'nu Rabb olarak tanımasını ifade eder.
İnsanın fiilleri, iman veya küfr noktaları
arasında meydana gelir. Kişi, ya âlemlerin Rabbi Allah'a ve O'nun
bildirdiklerine göre hayatını sürdürür, ya da âlemlerin Rabbi Allah'ı ve O'ndan
gelenleri tanımaz, kabul etmez ve hayatını başka ilâhların istediği gibi yaşar.
âİman', insan olmanın, yaratılış ve oluşu
tanımanın, varlık aleminde meydana gelen olayları anlamanın, evrendeki sırları
bilmenin ve sonunda bütün dengeleri bulmanın yoludur. İnsan önce kendi
içerisindeki dengeyi iman düşüncesiyle sağlar. Çünkü âiman', insana kendi
gerçeğini ve yeryüzündeki konumunu öğretir. âİman' sonra, tabiatla, diğer
yaratıklarla, diğer insanlarla ve Yaratıcı ile olan ilişkilerinin dengesini
sağlar.
âİman', hem insana inandığı şeyin gücünün
güvenini verir, hem de inanan insan hakkında başkalarına güven verir.
âİman', durgun bir teslimiyetin değil, amel
dediğimiz faaliyetlerle beraber bir aksiyonun ana kaynağıdır. İman eden bir
insan tek taraflı olarak Allah'a teslim olup, yerinde duran bir insan değildir.
Bilakis o, imanın gereği olan en güzel davranışları yaşayan aktif bir insandır.
Çünkü âiman', salih amel (en güzel fiileri) yapmayı gerekli kılar.
âİman', âemn' kelimesinden türemiştir. Kelime
anlamı, verilen habere inanma, haberi getiren kimseyi doğrulama, güvenme, itimat
duyma demektir.
İslâmda âiman'; Allah'tan başka tanrı
olmadığına, Muhammed'in (sav) son peygamber olduğuna, Allah'ın kitaplarına,
peygamberlerine, meleklerine, hayrı ve şerri yaratanın Allah olduğuna, Ahiret
gününe şüphe etmeksizin kalple inanma ve bu inancını dil ile tasdik etmedir
(doğrulamadır).[7]
İmam eden kimselere âmü'min' denir. Yani,
Allah'tan gelen haberleri doğrulayan, onlara inanan, onlar hakkında güven içinde
olan, kendisi de güvenli bir insan olan demektir.
âİman', âEmn' kökünden, eman-güvenlik verme,
emniyet-güvenlik, emanet-güvenliğine teslim edilen şey ve güvenilir olma,
emin-güvenilir kişi gibi kelimelerde türemiştir. Bunların her birbirinin kök
anlamıyla ilişkisi vardır.
İmamın gerçeği; mutlak tasdik'tir
(doğrulamadır). Bir kişiye, bir habere veya bir hükme, kesin olarak gönülden
inanmaktır. Gelen haberi veya haberciyi doğru kabul etmektir.
Müslümanlar, iman ettiklerini göstermek için
ââmentü-iman ettim' derler. (Burada, âiman ediyorum, kabul ediyorum' gibi bir
kip değil, daha kesin bir ifade olan geçmiş zaman kipi kullanılmaktadır.) Bu
açık ifadeden sonra, iman ettikleri gerçekleri bir bir sayarlar ve kendilerini
inkarcılardan ayırırlar.
İmamın iki boyutu vardır:
Bunlardan birisi de bilgi (marifet),
Diğeri de istek-arzudur (irade'dir).
İnsan, önce neye inanacağını bilir, onun
hakkında bilgi sahibi olur. Duyularıyla anlar, aklıyla kavrar, özünü öğrenir ve
sonra da hiç bir baskı altında kalmadan, kendi özgür iradesiyle onun doğruluğunu
kabul eder.
Bilinmeyen bir şeye imanın bir anlamı yoktur.
İmanı şöyle de tanımlamak mümkündür: âİman';
kalp ile tasdik (doğrulama), dil ile ikrar (doğru olduğunu söyleme) ve
rükünleriyle (gereğiyle) amel etmektir.
Neye iman edileceği iyice bilindikten sonra kalp
ile onun doğruluğu kabul edilecek, yani gönülden ââmentü' denilecek, sonra dil
ile bu iman ilân edilecek ve sonra da iman neyi gerektiriyorsa, inanılan ilkeler
ne emrediyorsa güç yettiği kadar onlara uyulacaktır.
İmanın en kuşatıcı özelliği âAllah'a şüphesiz
inanma'dır. Böyle bir imanı olan kimse, kopmaz, çürümez ve insanı saptırmaz bir
bağla bağlanmış ve emniyet içinde olmuş olur.
İman edilmesi gereken esaslara (zaruratı
diniyye'ye) inanan kimse iman etmenin şartlarına uymuştur ama, imanın bir diğer
amacı da insanı olgunlaştırmaktır. İmanın gereklerini yapanlar yani salih amel
işleyenler hem imanlarını olgunlaştırırlar, hem de iman ile hedeflenen amaçlara
ulaşırlar.
İman, şüphe ve tereddüt götürmez. Lâ ilâhe
illallah Muhammedür Rasulüllah girişiyle ââmentü' diyen bir kişi, imanın
şartlarını kabul ettiği gibi, zarurat-ı diniyye denilen, inanılması gereken
bütün maddelere de iman eder ve bu maddelerde şüphe etmez.
Bu kısaca şudur; mü'min, Kur'an'ın bütününe iman
eder, bir kelimesinden şüphe etmez, Peygamberimizden geldiği sağlamca bilinen
bütün haberleri, hükümleri, ilkeleri de inanıp kabul eder. Sonra da bunları
hayatında yaşamaya çalışır.
Kur'an'da pek çok âyette iman etmenin
gereğinden, iman edenlerin kavuşacakları nimet ve mükâfatlardan, iman etmenin
şeklinden ve gereklerinden bahsediyor. İmam edenleri müjdeliyor, insanları
gerçek imana davet ediyor.
"O kimseler ki, iman ederler ve salih amel
işlerler, işte onlar cennet arkadaşıdırlar (cennetliktirler)"
(Bakara: 2/82)[8]
İnanmak çok karmaşık içsel bir olaydır. Bu
nedenle inanmayı somut boyutlar içinde tanımlamak güçtür.
İnsanın herhangi bir konuda olumlu ya da olumsuz
bir hükme varabilmesi onun, ya duyularına dayanarak, veya bazı verilerden
hareket ederek ikna olmasıyla ancak kesinlik kazanır
[9]
ki bu olay tamamen insanın iç dünyasında gerçekleşen kişisel bir onaylamadır.
Hiç bir kuşkuya mahal kalmayacak şekilde insanın, matematiksel bir kesinlikle
hükme varması ise -konuşarak ya da işaretle bu gerçeği dışa vurmadığı sürece
olay- tamamen vicdan ve zihin arasında gizli kalır ki böyle bir hüküm, ait
olduğu vicdanın dışında başka bir insanın kesin yargısına konu olamaz.
Burada, üzerinde durulması gereken bir nüans
vardır. O da "inanmak" ile "iman etmek" arasındaki inceliktir. Bu inceliği çok
iyi kavrayabilmek için özellikle "iman" kelimesi üzerinde biraz durmak gerekir.
İman sözcüğü ve türevleri, Kr'ân-ı Kerim'de
yüzlerce kez geçmektedir. Tabiatıyla bu kelime arapçadır ve İslam'dan önce de
araplar tarafından kullanılmıştır. Ancak başka dillerde bu kelimeyi tam olarak
karşılayabilecek bir sözcük bulunmamaktadır. Onun için türkçeye "inanmak"
diye tercüme edilmişse de bunun, "iman" kelimesindeki inceliği yansıtamayacığını
hatırlatmakta yarar vardır.
İman, arapçada sözlük anlam olarak: Saygın bir
şeyin varlığına, (onu akılla ve duyularla kavramadan) inanabilmektir.
Gerek tefsir âlimleri, gerekse dil uzmanları
tarafından bu kelime hakkında şimdiye kadar yapılmış olan açıklamalar, insanın
dikkatini önemli bir nokta üzerinde yoğunlaştırmaktadır. O da insanın, gerçek
olan bir şeyi, somut biçimde ve fizik boyutlarda kavramadan onun var olduğunu
kesin biçimde ve heybetlenerek kabullenmesidir; Daha doğrusu
kabullenebilmesidir.
Şu halde iman etmek: Allah'ın rast getirmesiyle
İnsanın, içsel bir inanma, ve kabullenme yeteneği sayesinde madde ötesi
gerçeklerin varlığını -tanıma sığmaz duyumlarla- algılayabilmesidir. Evet işte
iman bu kadar karmaşık bir olaydır. Onun içindir ki bazen eğitimsiz bir insan,
iman edebilirken, entellektüel bir kişi bu içsel yeteneği gösterememektedir.
Bu değerlendirmeden şu üç noktayı
saptayabiliyoruz:
1)
İman (sözlük anlamıyla): İnsanın kutsal ve saygın bir şeye, iç dünyasında
kuşkuya yer kalmayacak kesinlikte ve heybet duyarak inanması demektir.
2)
İman dışa vurulmadığı sürece (Allah'dan başka) hiç bir kimse tarafından
bilinemez.
3) Bu
nedenle iman, gizli kaldığı sürece, ait olduğu vicdanın dışında hiç bir kimse
tarafından olumlu ya da olumsuz değerlendirilemez. Yanî sorgulanamaz, mahkûm
edilemez, herhangi bir hükme bağlanamaz.
Bu üç tesbitten izafi olarak birtakım zorunlu
sonuçlar ortaya çıkmaktadır ki bunlar inanma olayının çok yönlü olduğunu
göstermektedir. Dolayısıyla insan topluluklarının yaşam disiplininde temel bir
müeyyide olan Allah'a imanın, özellikle bu açıdan taşıdığı önem üzerinde
durulmaya değer.[10]
[1]
Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, İst. 1304, c. IV, sh. 548; ez-Zemahşeri, es-Sâsû'l
Belâğa,c. I, sh. 21-22.
[2]
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 205.
[3]
Buhârî, İman: 37; Müslim, İman: 1, 5, 7; Ebû Dâvud, Sünne: 15.
[4]
Râgıb el-İsfahanî, el-Mutredâd; Asım Efendi, Kamüsü'l-Mühit Tercemesi,
İstanbul 1272 H., 3/ 593-594; İbn-i Manzur, Lisânü'l-Arap, Bulak Mısır 1303,
17/160-163.
[5]
Ali Arslan Aydın, İslâm İnançları (ilm-i Kelâm), İstanbul 1984, 1/148-150.
Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/145.
[6]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi 74. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri..
[7]
Buharî, İman: 37, Hadis no: 37, 1/20. Müslim, İman: 1, Hadis no: 8, 1/36.
Tirmizí, İman: 14, Hadis no: 2738, 4/119. Ebu Davûd, Sünne: 16, Hadis no:
4695, 4/223. İbnu Mace, Mukaddime: 9, Hadis no: 63, 64, 1/24. Nesâí, İman:
6, 8/88.
[8]
Ayrıca bak. Bakara: 2/25, 103. Âli İmran: 3/57, 102. Nisa: 4/57, 173. Maide:
5/56, 93. En'am: 6/83. Kehf: 18/30. Hacc: 22/50, 77. Ahkaf: 46/2-3. v.d.
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 299-301.
[9].
Bk. İslam'da Bilgi Kaynakları
[10]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 73.
İMAN-MUMİN
- 1- Yanlış Algılama
- Birinci Kısım Tasdikle İlgili İtikadiyat'tır
- İMAN.. İman; Anlam ve Mahiyeti
- İmanla İlgili Sünnetullah (Allah'ın Değişmez Yasaları)
- Matbu İman
- 2- Kuşku İle Algılama
- İkinci Kısım Dille Alakalı Ameller
- İmanın Sahih (Geçerli) ve Kabule Şayan Olmasının Şartları
- Kur'an'da İman.
- Mevkuf İman
- 3- Çözümleyememe
- İman ve Gayb, İnanabilme Yeteneği
- İmanı Bozan Haller
- İmanın Dereceleri 1) İcmali İman
- Üçüncü Kısım Bedenî Ameller
- 1. Çeşit Muayyen Şeylere Ait Olanlar
- 1) Cibt ve Tağuta İnanmak
- 2) Tafsili İman
- 4- Kavrama Veya Duyumsama
- İman ve Diyalektik.
- 1- Sağlam Duyular
- 2. Çeşit Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler
- 2) Şirk Koşmak
- Kelâmcı Kamplar
- Tafsili İmanın Dereceleri ve İman Esasları
- 2- Akıl
- 3. Çeşit Âmmeye Müteallik Şeyler
- 3) Kâfirleri Veli ve Yönetici Tanımak
- İman Artar, Eksilir mi?.
- Mu'tezilîler