Kur'ân'ın Bütünlüğü İlkesi ve İman
Kur
Kur'ân'ın Bütünlüğü
İlkesi ve İman:
Hiç kuşku yok ki Kur'ân-ı Kerim bir bütündür. Bu
bütünlüğü göz ardı eden kimsenin mümin olması söz konusu değildir. Günümüzün
müslümanımsı toplumları arasında bu önemli nokta ile ilgili olarak büyük
sorunlar yaşanmaktadır. Toplumun geniş tabanının, İslam ve Kur'ân gerçekleri
hakkında yeterli ve sağlıklı bilgilere sahip bulunduğuna inanmak güçtür.
Bununla birlikte yarı okumuş egemen zümre de kültür emperyalizminin etkisiyle
İslam'a karşı tehlikeli boyutlarda şartlandırılmıştır. Bu nedenle İslam'ın ve
Kur'ân'ın bütünlüğü üzerinde önemle durmak, tebliğ, davet ve irşad bakımından
kaçınılmaz bir zorunluktur.
Çok şaşırtıcı noktalardan biri de şudur ki akâid
ve kelâm âlimleri eskiden günümüze kadar Kur'ân'ın bütünlüğü meselesini
bağımsız bir başlık altında incelememişlerdir. Onlar sadece küfür, şirk, nifak
ve zındıklık sayılabilecek nedenleri ayrı ayrı konular olarak ele alırlarken,
Kur'ân'ın ve İslam'ın bölünmez bütünlüğünü de bu farklı başlıklar altında
dolaylı bir yöntemle elbette ki ele almış sayılırlar. Çünkü bir insanın, (hangi
sözleri sarfettiği ve ne gibi tavırlar gösterdiği zaman) İslamdan çıkacağı,
yukarıdaki başlıklar altında örneklerle gösterilince bütün Kur'ânî gerçekler
ortaya çıkmış olacak ve bu gerçeklerin tümüne birden inanmayan insanın da
mümin sayılamayacağı -dolaylı olarak- anlaşılmış olacaktır.
Ne varki bütün Kur'ânî gerçeklerin, akâid
yazarları tarafından bir indeks halinde kitaplara geçirildiği de söylenemez.
Çünkü her şeyden önce böyle bir indeks hazırlamak hem mümkün değildir, hem de
"tüme varım" kuralı olarak bilinen ve yazı sanatında, bölümlerden birini
göstererek bütünü anlatmak yöntemine ve dolayısıyla bilimselliğe aykırıdır.
Ama ne olursa olsun Kur'ân'ın ve İslam'ın bütünlüğü ilkesinin, bağımsız bir
konu olarak işlenmemiş olması akâid tarihinde bir metod sorununu ortaya
sermektedir. Çünkü bir gerçeği şu veya bu şekilde dile getirmek mümkündür.
Ancak onu derli toplu bir anlatım biçimiyle sunmak, muhatabı daha kısa yoldan
amaca götürür. Aksine muhatabı şaşırtmak, ya da onun eksik bilgilerle
bocalamasına neden olmak gibi ihtimaller doğar. Nitekim Kur'ânî gerçeklerden
birini veya birkaçını inkâr eden veya aşağılayan birçok kimsenin, günümüzde
kendilerini hâlâ mümin ve müslüman sayıyor olmalarını, biraz da bu nedenin
içinde aramak gerekir.
İslamın dışına çıkmak, yani mümin ve müslüman
niteliğini kaybetme halleri, elbetteki akâid kaynaklarında ayrıntılı olarak
açıklanmıştır. Dolayısıyla bir insanın hangi tavırla, hangi anlayış ve
zihniyetle, hangi söz ve hareketle İslamın dışında kaldığını, ya da mümin ve
müslüman iken İslam'dan nasıl çıktığını bu bilgilerden anlamak mümkündür.
Alimler bu bilgileri küfür, şirk, nifak zındıklık ve irtidâd gibi ayrı
başlıklar altında vermişlerdir. Dolayısıyla Kur'ân'ın ve İslam'ın bütünlüğü
konusu ancak farklı başlıklar altında verilen bu dağınık bilgilerin bir araya
getirilmesiyle mümkün olabilmiştir. Halbuki Kur'ân'ın ve İslam'ın bütünlüğü
ayrı ve bağımsız bir konudur. Dolayısıyla bu konunun bağımsız bir başlık altında
işlenmemiş olması özellikle çağımızda birtakım boşluklara ve çelişkilere neden
olmaktadır.
Öncelikle ve önemle şunu ifade etmek gerekir ki,
kendisinin müslüman olduğuna inanan ve bu kimlikle tanınan birçok kimseler
Kur'ân-ı Kerim'in, bazı âyetlerini inkâr etmekte, sorgulamakta, içeriklerini
çağdışı, acımasız ve vahşi görmekte, hatta aşağılamaktadırlar. Bununla birlikte
İslam Dini'inden çıktıklarının hiç de farkında değildirler. Çünkü bu insanlar
eğer İslam Dini'nden çıkmış bulunduklarına kesinlikle inanmış olsalardı mutlak
surette ya hemen pişman olup yeniden müslüman olacak, veya başka bir dine
gireceklerdi. Çünkü insanlar belli bir dine bağlanmak zorundadırlar.
Burada çok açık ifade etmek gerekir ki İslam ve
Kur'ân'ın, bir bütün olduğu gerçeği Kur'ân-ı Kerim hariç, ne kaynaklardan
yeteri kadar anlaşılmış, ne de anlatılmıştır. Halbuki çok önemli ve temel bir
kural olarak Kur'ân-ı Kerim bu ilkeyi ciddi bir şekilde ortaya koymuştur.
[1]
Evet Kur'ân-ı Kerim bir bütündür ve bizzat kendi
açıklamasıyla bölünmez bir bütündür. Bunun anlamı ise şudur:
Kur'ân-ı Kerim'in en küçük bir parçası bile olsa
içeriğinden bir şeyi inkar etmek, var saymamak, eleştirmek, sorgulamak, (haşa!)
çağdışı, acımasız ve vahşiyane nitelemek veya bu anlamlarda değerlendirmek;
Kur'ân-ı Kerim'in en küçük bir bölümünün bile değiştirildiğine,
eksiltildiğine, ya da Kur'ân-ı Kerim'e, sonradan bir şey daha eklendiğine, Hz.
Peygamber (sav) in sözlerinin Kur'ân'a karıştırıldığına veya bu anlamlarda
herhangi bir değişikliğe uğratıldığına inanmak, ya da ileri sürmek, Kur'ân-ı
Kerim'in tümünü tanımamakla eşdeğerdedir ve İslam Hukuku'nun bu sorunla ilgili
maddeleri için doğrudan konu oluşturur.
Böyle bir inanca sahip olduğunu açıklayan
kimseleri doğrulamak şöyle dursun, onlarla dostça geçinmek de aynı hükmün altına
girmek için yeterli bir sebeptir.
Sonuç olarak Kur'ân-ı Kerim'i ve onun öngördüğü
yönetim ve yaşam biçimi olan İslam'ı bölünmez bir bütün kabul etmek, kişide
imanın oluşabilmesi için kaçınılmaz bir şarttır. İçeriğini ayrıntılarıyla
bilmeden böyle özet bir bütünlük tanımı çerçevesinde Kur'ân-ı Kerim'e inanmakla
kişide oluşan iman şekli akâid literatüründe "icmâlî iman" olarak nitelenmiştir.
İcmali iman eğer taklidî değilse tehlikesiz sayılmıştır. Kişinin gizli dünyası
ise açıklanmadıkça müslümanlarca masum sayılır ve araştırılamaz.
[2]
[1]
Bakara: 2/85, 2/174, Hicr: 15/90, 91
[2]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 103-105.
Kur'ân'ın Bütünlüğü
İlkesi ve İman:
Hiç kuşku yok ki Kur'ân-ı Kerim bir bütündür. Bu
bütünlüğü göz ardı eden kimsenin mümin olması söz konusu değildir. Günümüzün
müslümanımsı toplumları arasında bu önemli nokta ile ilgili olarak büyük
sorunlar yaşanmaktadır. Toplumun geniş tabanının, İslam ve Kur'ân gerçekleri
hakkında yeterli ve sağlıklı bilgilere sahip bulunduğuna inanmak güçtür.
Bununla birlikte yarı okumuş egemen zümre de kültür emperyalizminin etkisiyle
İslam'a karşı tehlikeli boyutlarda şartlandırılmıştır. Bu nedenle İslam'ın ve
Kur'ân'ın bütünlüğü üzerinde önemle durmak, tebliğ, davet ve irşad bakımından
kaçınılmaz bir zorunluktur.
Çok şaşırtıcı noktalardan biri de şudur ki akâid
ve kelâm âlimleri eskiden günümüze kadar Kur'ân'ın bütünlüğü meselesini
bağımsız bir başlık altında incelememişlerdir. Onlar sadece küfür, şirk, nifak
ve zındıklık sayılabilecek nedenleri ayrı ayrı konular olarak ele alırlarken,
Kur'ân'ın ve İslam'ın bölünmez bütünlüğünü de bu farklı başlıklar altında
dolaylı bir yöntemle elbette ki ele almış sayılırlar. Çünkü bir insanın, (hangi
sözleri sarfettiği ve ne gibi tavırlar gösterdiği zaman) İslamdan çıkacağı,
yukarıdaki başlıklar altında örneklerle gösterilince bütün Kur'ânî gerçekler
ortaya çıkmış olacak ve bu gerçeklerin tümüne birden inanmayan insanın da
mümin sayılamayacağı -dolaylı olarak- anlaşılmış olacaktır.
Ne varki bütün Kur'ânî gerçeklerin, akâid
yazarları tarafından bir indeks halinde kitaplara geçirildiği de söylenemez.
Çünkü her şeyden önce böyle bir indeks hazırlamak hem mümkün değildir, hem de
"tüme varım" kuralı olarak bilinen ve yazı sanatında, bölümlerden birini
göstererek bütünü anlatmak yöntemine ve dolayısıyla bilimselliğe aykırıdır.
Ama ne olursa olsun Kur'ân'ın ve İslam'ın bütünlüğü ilkesinin, bağımsız bir
konu olarak işlenmemiş olması akâid tarihinde bir metod sorununu ortaya
sermektedir. Çünkü bir gerçeği şu veya bu şekilde dile getirmek mümkündür.
Ancak onu derli toplu bir anlatım biçimiyle sunmak, muhatabı daha kısa yoldan
amaca götürür. Aksine muhatabı şaşırtmak, ya da onun eksik bilgilerle
bocalamasına neden olmak gibi ihtimaller doğar. Nitekim Kur'ânî gerçeklerden
birini veya birkaçını inkâr eden veya aşağılayan birçok kimsenin, günümüzde
kendilerini hâlâ mümin ve müslüman sayıyor olmalarını, biraz da bu nedenin
içinde aramak gerekir.
İslamın dışına çıkmak, yani mümin ve müslüman
niteliğini kaybetme halleri, elbetteki akâid kaynaklarında ayrıntılı olarak
açıklanmıştır. Dolayısıyla bir insanın hangi tavırla, hangi anlayış ve
zihniyetle, hangi söz ve hareketle İslamın dışında kaldığını, ya da mümin ve
müslüman iken İslam'dan nasıl çıktığını bu bilgilerden anlamak mümkündür.
Alimler bu bilgileri küfür, şirk, nifak zındıklık ve irtidâd gibi ayrı
başlıklar altında vermişlerdir. Dolayısıyla Kur'ân'ın ve İslam'ın bütünlüğü
konusu ancak farklı başlıklar altında verilen bu dağınık bilgilerin bir araya
getirilmesiyle mümkün olabilmiştir. Halbuki Kur'ân'ın ve İslam'ın bütünlüğü
ayrı ve bağımsız bir konudur. Dolayısıyla bu konunun bağımsız bir başlık altında
işlenmemiş olması özellikle çağımızda birtakım boşluklara ve çelişkilere neden
olmaktadır.
Öncelikle ve önemle şunu ifade etmek gerekir ki,
kendisinin müslüman olduğuna inanan ve bu kimlikle tanınan birçok kimseler
Kur'ân-ı Kerim'in, bazı âyetlerini inkâr etmekte, sorgulamakta, içeriklerini
çağdışı, acımasız ve vahşi görmekte, hatta aşağılamaktadırlar. Bununla birlikte
İslam Dini'inden çıktıklarının hiç de farkında değildirler. Çünkü bu insanlar
eğer İslam Dini'nden çıkmış bulunduklarına kesinlikle inanmış olsalardı mutlak
surette ya hemen pişman olup yeniden müslüman olacak, veya başka bir dine
gireceklerdi. Çünkü insanlar belli bir dine bağlanmak zorundadırlar.
Burada çok açık ifade etmek gerekir ki İslam ve
Kur'ân'ın, bir bütün olduğu gerçeği Kur'ân-ı Kerim hariç, ne kaynaklardan
yeteri kadar anlaşılmış, ne de anlatılmıştır. Halbuki çok önemli ve temel bir
kural olarak Kur'ân-ı Kerim bu ilkeyi ciddi bir şekilde ortaya koymuştur.
[1]
Evet Kur'ân-ı Kerim bir bütündür ve bizzat kendi
açıklamasıyla bölünmez bir bütündür. Bunun anlamı ise şudur:
Kur'ân-ı Kerim'in en küçük bir parçası bile olsa
içeriğinden bir şeyi inkar etmek, var saymamak, eleştirmek, sorgulamak, (haşa!)
çağdışı, acımasız ve vahşiyane nitelemek veya bu anlamlarda değerlendirmek;
Kur'ân-ı Kerim'in en küçük bir bölümünün bile değiştirildiğine,
eksiltildiğine, ya da Kur'ân-ı Kerim'e, sonradan bir şey daha eklendiğine, Hz.
Peygamber (sav) in sözlerinin Kur'ân'a karıştırıldığına veya bu anlamlarda
herhangi bir değişikliğe uğratıldığına inanmak, ya da ileri sürmek, Kur'ân-ı
Kerim'in tümünü tanımamakla eşdeğerdedir ve İslam Hukuku'nun bu sorunla ilgili
maddeleri için doğrudan konu oluşturur.
Böyle bir inanca sahip olduğunu açıklayan
kimseleri doğrulamak şöyle dursun, onlarla dostça geçinmek de aynı hükmün altına
girmek için yeterli bir sebeptir.
Sonuç olarak Kur'ân-ı Kerim'i ve onun öngördüğü
yönetim ve yaşam biçimi olan İslam'ı bölünmez bir bütün kabul etmek, kişide
imanın oluşabilmesi için kaçınılmaz bir şarttır. İçeriğini ayrıntılarıyla
bilmeden böyle özet bir bütünlük tanımı çerçevesinde Kur'ân-ı Kerim'e inanmakla
kişide oluşan iman şekli akâid literatüründe "icmâlî iman" olarak nitelenmiştir.
İcmali iman eğer taklidî değilse tehlikesiz sayılmıştır. Kişinin gizli dünyası
ise açıklanmadıkça müslümanlarca masum sayılır ve araştırılamaz.
[2]
[1]
Bakara: 2/85, 2/174, Hicr: 15/90, 91
[2]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 103-105.
İMAN-MUMİN
- 1- Yanlış Algılama
- Birinci Kısım Tasdikle İlgili İtikadiyat'tır
- İMAN.. İman; Anlam ve Mahiyeti
- İmanla İlgili Sünnetullah (Allah'ın Değişmez Yasaları)
- Matbu İman
- 2- Kuşku İle Algılama
- İkinci Kısım Dille Alakalı Ameller
- İmanın Sahih (Geçerli) ve Kabule Şayan Olmasının Şartları
- Kur'an'da İman.
- Mevkuf İman
- 3- Çözümleyememe
- İman ve Gayb, İnanabilme Yeteneği
- İmanı Bozan Haller
- İmanın Dereceleri 1) İcmali İman
- Üçüncü Kısım Bedenî Ameller
- 1. Çeşit Muayyen Şeylere Ait Olanlar
- 1) Cibt ve Tağuta İnanmak
- 2) Tafsili İman
- 4- Kavrama Veya Duyumsama
- İman ve Diyalektik.
- 1- Sağlam Duyular
- 2. Çeşit Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler
- 2) Şirk Koşmak
- Kelâmcı Kamplar
- Tafsili İmanın Dereceleri ve İman Esasları
- 2- Akıl
- 3. Çeşit Âmmeye Müteallik Şeyler
- 3) Kâfirleri Veli ve Yönetici Tanımak
- İman Artar, Eksilir mi?.
- Mu'tezilîler