Sabrın Anlamı Ve Çeşitleri
Sabrın Anlamı Ve Çeşitleri
Sabrın Anlamı Ve
Çeşitleri
Lügatta:
Alıkoymak ve bağlanmaktır.
Istılahta:
Nefse haz veren şeyleri terk etmek, kaza ve kaderin tecellilerine karşı
şikayette bulunmamak, elem, belâ ve musibetler karşısında sızlanmamak gibi
manalarda kullanılmıştır. Peygamber Efendimizin "İmanın yarısı" diye tavsif
buyurduğu sabır, mü'minin bütün hayatını bahara çeviren ve onu mutluluğa boğan
bir haslettir. "Mü'minin her hâli hayret vericidir. Çünkü onun bütün işleri
kendisi için hayırlıdır. Bu yeryüzünde sadece müslümana has bir haslettir. Zira
o sevinirse şükreder, sevap kazanır. Bu onun için hayırlıdır. Başına belâ
gelirse, sabreder, bu da onun için hayırlıdır." Umumî manada "hâdiselere belâ,
felâket ve musibetlere karşı dayanmayı ve dayanıklı bulunma"yı ifâde eden sabır
dört kısımdır:
1- Zihnî faaliyetlerde sabır ve sebat göstermek.
2- Yapmakla mükellef bulunulan ve kanun ile
havale edilen işlerin icra ve ifasında sabırlı olmak.
3- Yasakların ve haramların aldatıcı tuzağına
düşmemek için sabretmek.
4- Musibet, belâ ve felâketler karşısında
kaderin hükmüne boyun bükerek teslim olmak.
Bir hadis-i şerifle konuya açıklık getirelim.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Allah (c.c.) buyuruyor ki: Mü'min kulumun
samimi dostlarından birinin ruhunu aldığım zaman üzülür, fakat mükâfatını
Allah'tan beklerse onun için ancak cennet vardır."[1]
Diğer bir hadis-i şerifte; Enes b. Malik
(r.a.)'den Resûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Sevabın çokluğu, belânın büyüklüğüne göredir.
Allah (c.c.) bir topluluğu sevdiği zaman, onları muhtelif musibetlerle
imtihan eder. Kim bu musibetleri sabırla karşılarsa Allah Teâlâ ondan hoşnut
olur. Ve kim musibetleri sabır ve tevekkülle karşılamaz isyan ederse o da
Allah(c.c.)'ın gazabına müstahak olur."[2]
Sabır; acıya, sıkıntıya katlanmak, nefse hoş
gelmeyen hâlleri tahammülle karşılamak ve zorluklara dayanmak demektir. Bunda
insan hayatında karşılaşılan her şey gibi, güçlüklerle yüz yüze gelinmesinin
Allah'ın bilgi ve iradesi dahilinde gerçekleştiğine olan inancı ve vuku bulan
her ne olursa olsun Allah'a tevekkülü bozmamak iradesi tezahür eder.
Sabreden insan, olayları telâşa kapılmadan ve
moralini bozmadan karşılamış ve sonunu bekleyerek işleri zamana bırakmayı
seçmiştir. Dünya hayatının bir sınavdan ibaret olduğu bilinciyle davranmış ve
her şeyin ancak O'nun izniyle bir hikmet dairesinde cereyan ettiğine inandığı
için istikametini korumayı asıl kabul etmiştir. Vuku bulan geçici mahiyetteki
zorluğa takılarak ümitsizliğe düşmemiş ve Allah'ın inayetine olan itimadını
kaybetmemiştir.
Böylece tabiri caiz ise, kriz zamanında Allah'a
olan teslimiyetinden şaşmamıştır. Sarsılmış; fakat sürçmemiştir. Sabır
tamamen imanın eseridir ve imanın somut anlamda, bilfiil yaşanarak teyidini
ifâde eden yüksek bir haslettir. Dünya süresince mutlaka gündemde vardır ve
herkes kesinlikle sabır sınavı geçirecektir. İmanın sadece kuru bir sözden (kavl-ü
mücerret) ibaret olup olmadığı böylece ortaya çıkacaktır. Kur'an-ı Kerim'de:
"Muhakkak ki, Allah sabredenlerle beraberdir.
"[3]
"Sabredenleri müjdele!"
[4]
"Sabrınıza karşılık selâm size! (Dünya)
yurdun(un) sonu ne güzel! "[5]
buyurulmuş ve daha pek çok yerde sabrın üstün
değerine işaret etmiştir.
Günümüzde sabır sadece manevî nedenle gösteril-mez.
İnsanlar artık menfaatleri için bekleyip, sonuçta alacakları mükâfat için
sabrediyorlar. Manevî anlamda sabır sadece birbirine güvenen insanlar arasında
oluyor; diğerlerinin, sonunda sadece maddî çıkar için sabrettikleri
söylenebilir ve bu da genel olarak doğrudur.
Bu farklı değerlendirmelerin yanında sabrın
bizce en önemli ve göz ardı edilen tarafı, tasavvufi bakış açısıyla
aydınlanabilir.
Tasavvufta aslolan, günün her anında ve hayatın
her safhasında Hakk'ı hatırda tutarak, O'nun huzurundaymışçasına yaşamaktır. Bu
ise, Allah'ı isim ve sıfatlarıyla her an şuurumuzda diri tutmaya bağlı bir
keyfiyettir. Resûlullah'ın (ihsan) şeklinde ifâde buyurdukları bu Keyfiyetin,
kişilerde tahakkukuna mani olan duygular, ilgi ve alakalar ya geçmişe ya
geleceğe ya da içinde bulunduğumuz anda yaşanan hâdiselere yöneliktir.
Sabır, gönül ve düşünce dünyamızın geçmişe ve
olmuşa takılıp kalmaması ve Allah'ı unutmaması için telkin edilen bir
haslettir. Zihnin ve şuurun geçmişe bağımlılığını ortadan kaldırmak,
demektir. Biraz evvel meydana gelen hâdise artık olmuştur (Ok yaydan
fırlamıştır), olmuşu film şeridi gibi geri getirip yönünü değiştirmek mümkün
değildir. Öyle ise, onlara hayıflanmak ve maziye bağlanmak ve bağlı kalmak
abesle iştigalden başka bir şey değildir.
Pratik hayatta hiçbir faydası olmayan, realitede
de değiştirilmesi imkansız olan mazinin, kalp ve zihindeki dağıtıcı tesirini
silmek gerekir; zira çoğu zaman insanı isyana sürükleyen şey, geçmişte bitmiş
bir şeydir. Bunlar dikkat ve ilgimizi kendilerine çekerek, bizi Hak'tan gafil
kılar. Sabırla geçmişe sünger çekip, onların faydasız cazibesinden sıyrılıp,
Hak ile meşgul olmak lazımdır. Bu yüzden sufî'ye (İbn'ül-Vakt) denilir. Sufî,
geçmiş ve gelecek endişelerini bir tarafa atarak içinde yaşadığı anı, en iyi
şekilde ihya eden ve değerlendirendir.
Tasavvuf, ruhun, masivaya kulluğu değil; tam
tersine bütün kudretlerinin Cenab-ı Hakk'a doğru yoğunlaşması, zeka ve
iradenin en şiddetli ve en yoğun bir şekilde O'nu elde etmeye çalışması
demektir. Geçmişte olan şeylerle ilgilenmek, arzularımızı hapsedip bize rağmen
bizi kendine bağlarsa, gafletle sürüklenmiş oluruz. Bir örnek vererek konuyu
biraz daha açalım:
"Bahçıvan, elma ağacını yetiştirmek için toprağa
gübre verir, su döker. Alttan fışkıran dalları keser ta ki bütün kuvvet yukarı
dallardaki çiçeklere ve meyvelere gitsin. İşte sabır, ruhun gönlün ve şuurun
maziye doğru dağılımını önlemek ve onları Allah'a yöneltmek demektir.
Bu manada âlimlerin şu ifâdelerini dikkatle
değerlendirelim:
a- Acı şeyleri kaşlarınızı çatmadan yutunuz.
b- Sabır sanki sıhhatmiş gibi, dert ile
kaynaşarak yaşamaktır.
c- Hakk'ın huzurunda mütevekkil olunuz, kaş
çatmayınız ve gücenmeyiniz, onun darbelerini tebessümle karşılayınız.
d- Konuşmaksızın ve sızlanmaksızın, darbeler
altında eğiliniz.
Burada işaret etmeye çalıştığımız sabır,
yalnızca ibadet ve kullukta kemâl için değil; bir o kadar da yeryüzünde
yaşayan insanoğlunun huzur ve mutluluğu için lüzumludur. Geçmişteki olaylara
üzülmenin ve sinirlenmenin getirdiği stres, gerilim ve bunların sebep olduğu
devâsız hastalıklara karşı yegâne ilaç yine de sabrı öğrenmek ve sabırlıca
yaşamaktır. Hayatımızı allak bullak eden şeyler, yaşadığımız hâdiselere karşı
duyduğumuz kaygı ve endişeler değil midir? Bunlar ancak sabırla silinebilir.
İmanın efdali sabır ile cömertliktir. Sabır her
işin başıdır. Sabredenler zafere nail olurlar. Sabrın imandaki yeri, başın
cesetteki yeri gibidir. Sahibini cennete idhal eder, sevabı da köle azadından
efdaldir, buyurulmuştur. Sabır, gam ve kederlerden kurtulmayı, Allah'tan
beklemektir. Bu da amellerin efdali ve âlâsıdır. Her şeyin bir cevheri vardır;
insanın cevheri akıl, aklın cevheri ise sabırdır. Sabır bir nevi nefsi
ovmaktır. Yani bir şey yumuşatmak için nasıl ovulursa, nefsi de böyle, ıslah
edebilmek ve ondan lazım gelen faydaları elde etmek için ovmaktır. Yani onu
kendi hâline bırakmayıp, riyazetlerle Hakk'ın emirlerine inkıyâda ve rızasını
talebe alıştırmaktır. Nefeslerimizi nasıl ki tabiî olarak, hiç yorulmadan,
zorlanmadan alıp veriyorsak, sabırla da tıpkı böyle, her şeyi tabiî hâlde
karşılamalıyız.
Menfi olan mekruhlardan ve mezmum olan
şeylerden kaçınmada zahiren ve batınen sabretmelidir, yani yapmamak için
dayanmalıdır. Her ne kadar bunların iyi olmadığı ilimle bilinirse de sabır
olmadıkça ilim kâfi gelmez. Bu sebepten ilimle sabır birbirlerinden ayrılmayan
iki refik veya ruh ile ceset gibidir. Yani ruhsuz ceset gibi, cesetsiz ruh da
bir şeye yaramaz, kemâli ikisinin de birleşmesiyle mümkündür. Cenab-ı Allah
(c.c.) bütün peygamberlerine hep sabır tavsiye buyurmuştur. Onların,
ümmetlerinden görecekleri her türlü meşakkat ve sıkıntıları ancak sabırları
sayesinde yenecekleri ve kendi nefisleri için değil; Allah için sabretmeleri
gerektiği duyurulmuştur.
Seriyy-i Sekati (k.s.) Hazretlerinden sabrın
mahiyeti sorulmuş, O da lazım gelen malûmatı verirken, ayağını bir akrep
ısırmaya başlamış. Kendisine, efendim niçin öldürmüyorsunuz veya
defetmiyorsunuz? denilince:
- Allah'tan haya ederim, hem sabırdan bahsedeyim
hem de bir akrebin ısırmasından dolayı feryat ve figan edeyim, olacak şey
değildir, demiştir.
Cüneyd (r.a.), Allah Teâlâ Hazretleri'nin
mü'minlere iman ile ikram ettiğini; imanın, mü'minin ziyneti; akılın, imanın
ziyneti, sabırın da aklın ziyneti olduğunu beyan etmiştir.
Şu hâlde sabır, imanda en mühim mevkiyi ihraz
etmiş olacaktır. Ahlâk umumiyetiyle iki kısımdır. Bir kısmı peygamberlerde ve
velilerde olduğu gibi vehbîdir. Allah Teâlâ Hazretleri'nin bir lütuf ve
ihsanıdır, onun için onlarda katiyen yorulmadan ve zorlanmadan tabiî hâliyle
cereyan etmektedir; çünkü onlar bize numune olacaklardır. Bu numunelerin her
hâlde noksansız ve en güzel, en iyi şekilde, kemâl derecesinde olanları
matluptur ve böyle olması tabiîdir. Allah Teâlâ'nın sabırlıları sevmesi ve
onlarla olmanın şerefiyle bahsetmesi, hangi tada ve lezzete denk olabilir.
[6]
[1]
Camiu'l-Usûl, Kitabu's-Sabr, 6/434; Sahîh-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, 6.
[2]
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, 57; Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, 23.
[3]
Enfâl, 8/46
[4]
Bakara, 2/155
[5]
Ra'd, 13/24
[6]
Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.
Sabrın Anlamı Ve
Çeşitleri
Lügatta:
Alıkoymak ve bağlanmaktır.
Istılahta:
Nefse haz veren şeyleri terk etmek, kaza ve kaderin tecellilerine karşı
şikayette bulunmamak, elem, belâ ve musibetler karşısında sızlanmamak gibi
manalarda kullanılmıştır. Peygamber Efendimizin "İmanın yarısı" diye tavsif
buyurduğu sabır, mü'minin bütün hayatını bahara çeviren ve onu mutluluğa boğan
bir haslettir. "Mü'minin her hâli hayret vericidir. Çünkü onun bütün işleri
kendisi için hayırlıdır. Bu yeryüzünde sadece müslümana has bir haslettir. Zira
o sevinirse şükreder, sevap kazanır. Bu onun için hayırlıdır. Başına belâ
gelirse, sabreder, bu da onun için hayırlıdır." Umumî manada "hâdiselere belâ,
felâket ve musibetlere karşı dayanmayı ve dayanıklı bulunma"yı ifâde eden sabır
dört kısımdır:
1- Zihnî faaliyetlerde sabır ve sebat göstermek.
2- Yapmakla mükellef bulunulan ve kanun ile
havale edilen işlerin icra ve ifasında sabırlı olmak.
3- Yasakların ve haramların aldatıcı tuzağına
düşmemek için sabretmek.
4- Musibet, belâ ve felâketler karşısında
kaderin hükmüne boyun bükerek teslim olmak.
Bir hadis-i şerifle konuya açıklık getirelim.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Allah (c.c.) buyuruyor ki: Mü'min kulumun
samimi dostlarından birinin ruhunu aldığım zaman üzülür, fakat mükâfatını
Allah'tan beklerse onun için ancak cennet vardır."[1]
Diğer bir hadis-i şerifte; Enes b. Malik
(r.a.)'den Resûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Sevabın çokluğu, belânın büyüklüğüne göredir.
Allah (c.c.) bir topluluğu sevdiği zaman, onları muhtelif musibetlerle
imtihan eder. Kim bu musibetleri sabırla karşılarsa Allah Teâlâ ondan hoşnut
olur. Ve kim musibetleri sabır ve tevekkülle karşılamaz isyan ederse o da
Allah(c.c.)'ın gazabına müstahak olur."[2]
Sabır; acıya, sıkıntıya katlanmak, nefse hoş
gelmeyen hâlleri tahammülle karşılamak ve zorluklara dayanmak demektir. Bunda
insan hayatında karşılaşılan her şey gibi, güçlüklerle yüz yüze gelinmesinin
Allah'ın bilgi ve iradesi dahilinde gerçekleştiğine olan inancı ve vuku bulan
her ne olursa olsun Allah'a tevekkülü bozmamak iradesi tezahür eder.
Sabreden insan, olayları telâşa kapılmadan ve
moralini bozmadan karşılamış ve sonunu bekleyerek işleri zamana bırakmayı
seçmiştir. Dünya hayatının bir sınavdan ibaret olduğu bilinciyle davranmış ve
her şeyin ancak O'nun izniyle bir hikmet dairesinde cereyan ettiğine inandığı
için istikametini korumayı asıl kabul etmiştir. Vuku bulan geçici mahiyetteki
zorluğa takılarak ümitsizliğe düşmemiş ve Allah'ın inayetine olan itimadını
kaybetmemiştir.
Böylece tabiri caiz ise, kriz zamanında Allah'a
olan teslimiyetinden şaşmamıştır. Sarsılmış; fakat sürçmemiştir. Sabır
tamamen imanın eseridir ve imanın somut anlamda, bilfiil yaşanarak teyidini
ifâde eden yüksek bir haslettir. Dünya süresince mutlaka gündemde vardır ve
herkes kesinlikle sabır sınavı geçirecektir. İmanın sadece kuru bir sözden (kavl-ü
mücerret) ibaret olup olmadığı böylece ortaya çıkacaktır. Kur'an-ı Kerim'de:
"Muhakkak ki, Allah sabredenlerle beraberdir.
"[3]
"Sabredenleri müjdele!"
[4]
"Sabrınıza karşılık selâm size! (Dünya)
yurdun(un) sonu ne güzel! "[5]
buyurulmuş ve daha pek çok yerde sabrın üstün
değerine işaret etmiştir.
Günümüzde sabır sadece manevî nedenle gösteril-mez.
İnsanlar artık menfaatleri için bekleyip, sonuçta alacakları mükâfat için
sabrediyorlar. Manevî anlamda sabır sadece birbirine güvenen insanlar arasında
oluyor; diğerlerinin, sonunda sadece maddî çıkar için sabrettikleri
söylenebilir ve bu da genel olarak doğrudur.
Bu farklı değerlendirmelerin yanında sabrın
bizce en önemli ve göz ardı edilen tarafı, tasavvufi bakış açısıyla
aydınlanabilir.
Tasavvufta aslolan, günün her anında ve hayatın
her safhasında Hakk'ı hatırda tutarak, O'nun huzurundaymışçasına yaşamaktır. Bu
ise, Allah'ı isim ve sıfatlarıyla her an şuurumuzda diri tutmaya bağlı bir
keyfiyettir. Resûlullah'ın (ihsan) şeklinde ifâde buyurdukları bu Keyfiyetin,
kişilerde tahakkukuna mani olan duygular, ilgi ve alakalar ya geçmişe ya
geleceğe ya da içinde bulunduğumuz anda yaşanan hâdiselere yöneliktir.
Sabır, gönül ve düşünce dünyamızın geçmişe ve
olmuşa takılıp kalmaması ve Allah'ı unutmaması için telkin edilen bir
haslettir. Zihnin ve şuurun geçmişe bağımlılığını ortadan kaldırmak,
demektir. Biraz evvel meydana gelen hâdise artık olmuştur (Ok yaydan
fırlamıştır), olmuşu film şeridi gibi geri getirip yönünü değiştirmek mümkün
değildir. Öyle ise, onlara hayıflanmak ve maziye bağlanmak ve bağlı kalmak
abesle iştigalden başka bir şey değildir.
Pratik hayatta hiçbir faydası olmayan, realitede
de değiştirilmesi imkansız olan mazinin, kalp ve zihindeki dağıtıcı tesirini
silmek gerekir; zira çoğu zaman insanı isyana sürükleyen şey, geçmişte bitmiş
bir şeydir. Bunlar dikkat ve ilgimizi kendilerine çekerek, bizi Hak'tan gafil
kılar. Sabırla geçmişe sünger çekip, onların faydasız cazibesinden sıyrılıp,
Hak ile meşgul olmak lazımdır. Bu yüzden sufî'ye (İbn'ül-Vakt) denilir. Sufî,
geçmiş ve gelecek endişelerini bir tarafa atarak içinde yaşadığı anı, en iyi
şekilde ihya eden ve değerlendirendir.
Tasavvuf, ruhun, masivaya kulluğu değil; tam
tersine bütün kudretlerinin Cenab-ı Hakk'a doğru yoğunlaşması, zeka ve
iradenin en şiddetli ve en yoğun bir şekilde O'nu elde etmeye çalışması
demektir. Geçmişte olan şeylerle ilgilenmek, arzularımızı hapsedip bize rağmen
bizi kendine bağlarsa, gafletle sürüklenmiş oluruz. Bir örnek vererek konuyu
biraz daha açalım:
"Bahçıvan, elma ağacını yetiştirmek için toprağa
gübre verir, su döker. Alttan fışkıran dalları keser ta ki bütün kuvvet yukarı
dallardaki çiçeklere ve meyvelere gitsin. İşte sabır, ruhun gönlün ve şuurun
maziye doğru dağılımını önlemek ve onları Allah'a yöneltmek demektir.
Bu manada âlimlerin şu ifâdelerini dikkatle
değerlendirelim:
a- Acı şeyleri kaşlarınızı çatmadan yutunuz.
b- Sabır sanki sıhhatmiş gibi, dert ile
kaynaşarak yaşamaktır.
c- Hakk'ın huzurunda mütevekkil olunuz, kaş
çatmayınız ve gücenmeyiniz, onun darbelerini tebessümle karşılayınız.
d- Konuşmaksızın ve sızlanmaksızın, darbeler
altında eğiliniz.
Burada işaret etmeye çalıştığımız sabır,
yalnızca ibadet ve kullukta kemâl için değil; bir o kadar da yeryüzünde
yaşayan insanoğlunun huzur ve mutluluğu için lüzumludur. Geçmişteki olaylara
üzülmenin ve sinirlenmenin getirdiği stres, gerilim ve bunların sebep olduğu
devâsız hastalıklara karşı yegâne ilaç yine de sabrı öğrenmek ve sabırlıca
yaşamaktır. Hayatımızı allak bullak eden şeyler, yaşadığımız hâdiselere karşı
duyduğumuz kaygı ve endişeler değil midir? Bunlar ancak sabırla silinebilir.
İmanın efdali sabır ile cömertliktir. Sabır her
işin başıdır. Sabredenler zafere nail olurlar. Sabrın imandaki yeri, başın
cesetteki yeri gibidir. Sahibini cennete idhal eder, sevabı da köle azadından
efdaldir, buyurulmuştur. Sabır, gam ve kederlerden kurtulmayı, Allah'tan
beklemektir. Bu da amellerin efdali ve âlâsıdır. Her şeyin bir cevheri vardır;
insanın cevheri akıl, aklın cevheri ise sabırdır. Sabır bir nevi nefsi
ovmaktır. Yani bir şey yumuşatmak için nasıl ovulursa, nefsi de böyle, ıslah
edebilmek ve ondan lazım gelen faydaları elde etmek için ovmaktır. Yani onu
kendi hâline bırakmayıp, riyazetlerle Hakk'ın emirlerine inkıyâda ve rızasını
talebe alıştırmaktır. Nefeslerimizi nasıl ki tabiî olarak, hiç yorulmadan,
zorlanmadan alıp veriyorsak, sabırla da tıpkı böyle, her şeyi tabiî hâlde
karşılamalıyız.
Menfi olan mekruhlardan ve mezmum olan
şeylerden kaçınmada zahiren ve batınen sabretmelidir, yani yapmamak için
dayanmalıdır. Her ne kadar bunların iyi olmadığı ilimle bilinirse de sabır
olmadıkça ilim kâfi gelmez. Bu sebepten ilimle sabır birbirlerinden ayrılmayan
iki refik veya ruh ile ceset gibidir. Yani ruhsuz ceset gibi, cesetsiz ruh da
bir şeye yaramaz, kemâli ikisinin de birleşmesiyle mümkündür. Cenab-ı Allah
(c.c.) bütün peygamberlerine hep sabır tavsiye buyurmuştur. Onların,
ümmetlerinden görecekleri her türlü meşakkat ve sıkıntıları ancak sabırları
sayesinde yenecekleri ve kendi nefisleri için değil; Allah için sabretmeleri
gerektiği duyurulmuştur.
Seriyy-i Sekati (k.s.) Hazretlerinden sabrın
mahiyeti sorulmuş, O da lazım gelen malûmatı verirken, ayağını bir akrep
ısırmaya başlamış. Kendisine, efendim niçin öldürmüyorsunuz veya
defetmiyorsunuz? denilince:
- Allah'tan haya ederim, hem sabırdan bahsedeyim
hem de bir akrebin ısırmasından dolayı feryat ve figan edeyim, olacak şey
değildir, demiştir.
Cüneyd (r.a.), Allah Teâlâ Hazretleri'nin
mü'minlere iman ile ikram ettiğini; imanın, mü'minin ziyneti; akılın, imanın
ziyneti, sabırın da aklın ziyneti olduğunu beyan etmiştir.
Şu hâlde sabır, imanda en mühim mevkiyi ihraz
etmiş olacaktır. Ahlâk umumiyetiyle iki kısımdır. Bir kısmı peygamberlerde ve
velilerde olduğu gibi vehbîdir. Allah Teâlâ Hazretleri'nin bir lütuf ve
ihsanıdır, onun için onlarda katiyen yorulmadan ve zorlanmadan tabiî hâliyle
cereyan etmektedir; çünkü onlar bize numune olacaklardır. Bu numunelerin her
hâlde noksansız ve en güzel, en iyi şekilde, kemâl derecesinde olanları
matluptur ve böyle olması tabiîdir. Allah Teâlâ'nın sabırlıları sevmesi ve
onlarla olmanın şerefiyle bahsetmesi, hangi tada ve lezzete denk olabilir.
[6]
[1]
Camiu'l-Usûl, Kitabu's-Sabr, 6/434; Sahîh-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, 6.
[2]
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, 57; Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, 23.
[3]
Enfâl, 8/46
[4]
Bakara, 2/155
[5]
Ra'd, 13/24
[6]
Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.
SABIR
- Sabır Ve Namaz.
- SABIR..
- Önsöz.
- Sabr'ın Tanımı ve Mahiyeti
- Sabrın Anlamı Ve Çeşitleri
- Sabrın Önemi
- Sabırlı Olmak.
- Sözlü Saldırı Ve Eziyetlere Karşı Sabır
- Fiilî Saldırı Ve Eziyetlere Karşı Sabır
- Merhametli Olmak.
- Mütevazi Olmak.
- Daveti Allah İçin Yapmak.
- Kur'an-ı Kerim Sabrı Anlatıyor
- Asr Sûresinin Meali
- Asr Sûresi Hakkında Açıklama.
- Kur'an-ı Kerim'de Sabır
- Sabırda Israrlı Olmak
- Hadis-i Şeriflerde Sabır ve Sabrın Fazileti
- Tahrife Kurban Giden Sabır Kavramı Sabır; Pasiflik, Zillet ve Miskinlik midir?.
- Sabır Aktif Bir Direniştir
- Sabrın Sözlük Anlamları
- İman-Sabır İlişkisi
- İslâmî Hareket Mücadeleyi; Mücadele de Sabrı Gerektirir
- Sabrı Tavsiye.
- Kur'an-ı Kerim'de Peygamberlerin Sabırlarından Örnekler
- Hz. Musa ile Hızır Kıssası
- Eyyüb (a.s.)'ın Sabrına Dair Birkaç Söz..
- Hz. Yakup (a.s.)'ın Sabrı
- Sabır Çeşitleri
- 1. İbadetlerin Getirdiği Çilelere Sabır