Fecir | Konular | Kitaplar

Mütevazi Olmak.

Mütevazi Olmak




Mütevazi Olmak

 

Davetçi, peygamber vazifesini yüklenmiş
kim­sedir. Bu bakımdan her müslümandan daha hassas bir nok­tada bulunmakta ve
dolayısıyla daha büyük bir so­rumluluk taşımaktadır. Davetçinin tek örneği Hz.
Pey­gamber (s.a.v.)‘dir. O, zengin, fakir, köle, hür, her­kese karşı büyük bir
tevazu içinde bulunur, hiç kimseyi hor ve hakir görmezdi. Herkesle ilgilenir,
herkese de­ğer verirdi. Çünkü Yüce Allah onu terbiye ederek, in­san­lara örnek
olarak gön­dermişti.

Onda kibir, gurur, kendini beğenme, başkasını
kü­çük görme gibi bir özellik söz konusu değildi.  İnsanla­rın ma­kam ve
şöhretlerine, zenginlik ve fakirlikle­rine göre farklı bir mu­ameleye tabi
tutulamayacağı birçok ayetle Hz. Pey­gamber (s.a.v.)‘e hatırlatılmıştı. Her­kes
bir tara­ğın dişleri gibi müsavi olup, kimsenin kimseye karşı bir üstün­lük
iddia etmeye hakkının olmadığı be­lirtil­mişti.

Kureyş'in ileri gelenleri kibir, gurur ve
hasetlerin­den dolayı İslam davetini kabul etmeye yanaşmamış­lardı. Hz.
Peygamber (s.a.v.)‘in etrafında Süheyb, Ammar b. Yasir, Habbab, Selman-ı Farîsî,
Bilal ve İbn Mes'ud (r.a.) gibi fakirlerin bulunması sebebiyle on­larla bir
arada oturup konuşmayı kendileri için bir şeref­sizlik sayarak, Peygam­ber'le
görüşmek için çevresin­deki bu fakir insanları kov­masını veya kendileri için
ayrı bir toplantı yeri tahsis et­mesini istemişlerdi.[1]
Böylece Kureyş'in ileri gelenle­rinin bulunduğu toplan­tıda bu fakir insanların
yeri olma­yacak, dolayısıyla cahiliye dönemlerinden kalan kendi imtiyaz ve
haki­miyetlerini İslamî dönemde de sürdüre­ceklerini zan­nediyorlardı. Hz.
Peygamber (s.a.v.)‘in on­ları İslam'a çekmek için bu isteklerini yerine getirme
duy­gusuna ka­pılmasının üze­rine şu ayet nazil olarak, onu ikaz et­miştir:

"Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek
O'na yal­varanları kovma. Onların hesabından sana bir so­rumluluk yoktur ki,
onları kovarak zulmedenlerden olasın."[2]

Bu ayetle Kureyş'in ileri gelenlerinin
is­tek­leri red­de­dilmiş ve Hz. Peygamber (s.a.v.) de uya­rılmış olu­yordu.
Çünkü İslamiyet'in değer ölçüsü, in­sanların zengin veya fakir oluşları değil
sami­miyetle Allah'a inanmala­rı ve O'na ibadet etmeleridir.[3]



Benzeri başka bir ayet de aynı noktaya
dokunarak, Kureyş'in ileri gelenlerinin aldatıcı sözlerine iltifat edil­memesini
hatırlatmıştır: 

"Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek
O'na yal­varanlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının gü­zelliklerini
isteyerek gözlerini ondan ayırma. Bizi anmayı kendisine unutturduğumuz,
heva ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere boyun eğme."[4]



Bu ayetler gösteriyor ki, davetçi karşısındaki
in­sanla­rın sosyal durumlarına göre farklı ve imtiyazlı bir tavır
takın­mamalıdır. Çünkü İslamiyet, nesep, mal, mülk ve makama dayanan üstünlük
anlayışını kaldır­mış, onun yerine tak­vaya dayanan üstünlük anlayı­şını
getirmiştir. Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'in etrafındaki müslümanlar fakir olmakla
birlikte samimi olarak Al­lah'a inanmış insanlardı. Onları bırakıp Kureyş'in
ki­birli ve inatçı büyüklerinin sözlerine kulak vermenin doğru olmadığı
ayetlerle ortaya konul­muştur.

Abdullah b. Ümmü  Mektum hâdisesi, bu konuda
daha ibret verici bir örnektir:

Hz. Peygamber (s.a.v.) Kureyş büyüklerinden
Rebia'nın oğulları Utbe ve Şeybe, Hişam b. Amr, Ebû Ce­hil, Ümeyye b. Halef ve
Velid olduğu bir sırada İbn Ümmü Mektum gelerek "Ya Resûlallah! Bana Kur'an oku
ve Allah'ın (c.c.) sana öğ­rettiklerinden bir şeyler öğret." der ve bu isteğini
tek­rarlar. Hz. Peygamber (s.a.v.) meşgul iken bu şekilde sözünün kesilmesinden
memnun olmaya­rak yüzünü çevirir. Adı geçen Kureyşlilerle meşgul olur. Bunun
üzerine şu ayet nazil olarak İbn Ümmü Mektum'a karşı yapılan bu davra­nışın iyi
olmadığını sert bir üslupla ihtar etmiştir.[5]

"Yanına âmâ bir kimse geldi diye Peygamber
yü­zünü çevirdi.

Ey Muhammed!.. Ne bilirsin belki de o, arınacak
ya­hut öğüt alacaktı. Bu öğüt kendisine fayda verecekti. Ama sen kendisini
öğütten müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun. Arınmak
istememesinden sana ne? Sen Al­lah'tan korkup sana koşarak gelen kim­seye
aldırmıyorsun!"[6]



Böylece davet hususunda hiç kimseye farklı bir
mua­mele yapılamayacağı, kuvvetli-zayıf, zengin-fakir, efendi-köle, erkek-kadın,
büyük-küçük herkesin eşit olduğu açıklanmıştır.

"Bundan sonra Allah dilediğini doğru yola
yönel­tir, dilediğini de dalalette bırakır."[7]



Davetçiye düşen, tebliğ vazifesini yapmaktır.
Al­lah'ın koymuş olduğu bu ölçü, tevazu ve ağırbaşlılık davetçinin bütün
hayatını kaplamalıdır. Konuşma­sında, giyinme­sinde, oturup kalkmasında, yiyip
içme­sinde daima mütevazi olmalıdır. Hiç kimsenin haysi­yetini ve şerefini
rencide edecek davranışları bulun­mamalıdır.[8]
Nite­kim tevazu konusunda Kur'an'ın pek çok ayetinden bazısı şu gerçekleri
insanın dikkatine sunmaktadır:

"Rahman olan Allah'ın kulları yeryüzünde
mütevazi (şekilde) yürürler. Cahiller kendilerine ta­kıldıkları zaman onlara
güzel sözler söylerler."[9]



Başka bir ayet de şöyledir:

"İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde
bö­bürlenerek yürüme. Allah kendini beğenip, övünen kim­seleri sevmez."[10]



Diğer bir ayette:

"Bana kulluk etmeyi gururlarına
yediremeyenler, al­çalmış olarak cehenneme girecektir."[11]
buyurulmuştur.

Bütün bu ayetler gösteriyor ki soyuna, sopuna,
il­mine, malına ve benzeri hususlara güvenerek büyük­le­nen­lere karşı Allah'ın
(c.c.) gazabı ve azabı vardır. Böyle olan insanların kalpleri kararmış ve
gerçekleri görmekten çok uzak kalmış olduklarını başka bir ayet şöyle
bildir­mek­tedir:

"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları
ayetlerimden yüz çevirteceğim. Onlar bütün ayetleri gör­seler yine inanmazlar,
doğru yolu görseler yol ola­rak be­nimsemezler, azgınlık yolunu görseler hemen
onu yol edinirler."[12]

Böylece kibirlenen insanların Kur'an-ı Kerim'i
an­la­maktan nasıl mahrum kaldıkları açıklanmıştır.

Hz. İsa: "Mahsul ovada, sulu ve yumuşak
top­rakta yetişir; dağlarda ve sert topraklarda yetişmez. Bunun gibi hikmet de
mütevazi olanların kalplerinde gelişir, kibirli olanların kalplerinde gelişmez.
Görmez misin? Ba­şını ta­vanlara kaldıranların başları tavana değer ve
yarala­nır, başını eğenlere ise tavan gölgelik yapar ve kendini korur."
demiştir. İşte bu büyüklük taslayanla­rın hikmetten nasıl mahrum kaldıklarını
göstermekte­dir.[13]



Hz. Peygamber de tevazu konusunda şöyle
buyur­muştur:

"Muhakkak ki Allah Teâlâ (c.c.) bana sizin
mütevazi olmanızı emretti. Hiçbir kimse diğerine karşı övün­mesin ve tecavüzde
bulunmasın."[14]



Başka bir hadis-i şerif de şu anlamdadır:
"Allah, suçu
bağışlayan kimsenin şerefini artırır, te­vazu gösterenlerin de kadrini
yükseltir."[15]




 




[1]
Mefâtîhu'l-ğayb, 50




[2]
En'am, 6/52




[3]
Mefâtîhu'l-ğayb, 51-52




[4]
Kehf, 18/28




[5]
Tefsir, Taberî, 32-34




[6]
Abese, 80/1-10




[7]
Fâtır, 35/8. İbn Kesir, Tefsir, 470




[8]
Furkan, 25/63




[9]
Furkan, 25/63




[10]
Lokman, 31/18




[11]
Gafir (Mü'min), 40/60




[12]
A'raf, 7/146




[13]
Gazali, İhya, 299




[14]
Müslim




[15]
Müslim

Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.