İslam'a Göre İlim/Bilgi

İslam

İslam'a Göre
İlim/Bilgi:



Bilgi (ilim) için birçok tanımlar yapılmakla
birlikte, İslam alimlerinin çoğuna göre ilim: "Bir şeyin hakikatini idrâk
etmek" ve "mâlûm olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir." Bu anlayışa
göre, yanlış mâlûmâta ilim (bilgi) denilemez.

Ebû Cehil'e, câhillerin atası anlamındaki bu
ismin verilmesine sebep, bilinmesi gerekenleri hiç bilmemesi değil; yanlış
bilmesidir. "Rabbim ilimce herşeyi kuşatmıştır." (6/En'âm, 80) "İlim
ancak Allah katındadır." (46/Ahkaf, 28)

Kur'ân-ı Kerim'de ilim, en sık kullanılan
anlamıyla, İlâhî vahiyden kaynaklanan, yani bizzat Allah'ın verdiği bilgidir.
İlim, Allah'tan olduğuna göre, İslam'ın tamamı ilimdir. Âlim de gerçek anlamıyla
müslümandır. Burada ilim, Allah'a, tam mânâsıyla tek gerçek olan hakka,
hakikate dayandığı için mutlak ve objektif bir geçerliliğe sahiptir. Vahiyle
özdeşleşen anlamıyla ilim, kesin bilgi demektir. Onun için; ilmi, yani hakka,
hakikate dayanan İlâhî nur olan Allah'ın verdiği bilgiyi kabullenmeyen insana,
profesör bile olsa câhil; bu câhillerin en meşhurlarına Ebû Cehil;
böyle kişilerin oluşturduğu toplum düzenine de câhiliyye denir.

Allah'ın, kendisine eşyanın tüm isimlerini
öğretmesi sayesinde insan, meleklerden üstün olabilmiş ve bu ilim
sıfatından dolayı halife vasfını kazanmıştır. Hilâfet sıfatının tahakkuku için
de, mutlaka kullanması gereken araçların başında ilim gelir.

Câhiliyye toplumlarında, vahyi kabul etmeyen
câhilî eğitim sistemleri, vahyi ilim kaynaklarının, bilgi vâsıtalarının
içine katmazlar. Bundan dolayı, bilim câhiliyye düzenlerinde bir put haline
dönüşmüştür. Her şeyi tümüyle bilen Allah'ı bilime karıştırmak istemeyenler, hiç
uzlaşmaması gereken bilimle câhilliği (câhiliyyeti) bir arada barındırma
şerefini(!) kazanabilmişlerdir.

Sözde bilim adamları, ilk insanın yaratılışından
onun bilgi sahibi olmasına; kalemle yazmasından fıtratıyla ilgili
özelliklerine kadar birçok konuyu, vahyi reddetmenin sonucu olarak
faraziyelere, dayanaksız teorilere dayandırmakta, bunları da bilim diye
kitlelere yutturmaktadırlar. "…Onlar Kitab'ı bilmezler. Onların bildiklerinin
hepsi, sadece zan ve tahminden ibârettir (bilmezler, fakat bilgiçlik
taslarlar)." (2/Bakara, 78); "Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz.
Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların
yapmakta olduklarını çok iyi bilendir." (10/Yunus, 36); "…Onlar zanna ve
nefislerinin aşağı hevesine uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından
yol gösterici gelmiştir." (53/Necm, 23). Bu gerçekten dolayıdır ki,
mü'minler uyarılır: "Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının. Çünkü zannın bir
kısmı günahtır…" (49/Hucurât, 12). Zâten şirkin temeli de zannın en kötüsü
olan Allah hakkında kötü zanda bulunmaktır (3/Âl-i İmrân, 154; 48/Fetih, 6;
10/Yunus, 60)

Mü'minler için Allah Teâlâ'nın kitabında ve
Rasûl-i Ekrem'in sünnetinde kat'i olarak yer alan her haber (vahy) ilim
hükmündedir. Hatta, akıl ve duyu organları bu vahyî haberlerin mâhiyetini
kavramasalar da vahy, kesin bilgi kaynağımızdır.