Câhilî Tutum
Câhilî Tutum
Câhilî Tutum:
Kur'an'ın konuyla ilgili diğer âyetlerinde değer
yargıları vahyî olduğu halde çeşitli zaaflardan dolayı câhilce tutum sergileyen
Müslümanlardan, hatta peygamberlerden bahsedildiğini görüyoruz. Burada Râgıp el-Isfehânî'nin
kavramı tanımlarken verdiği üçüncü anlam, dikkati çekmektedir. O, "cehl"in
anlamını kişinin ilim sahibi olmaması ve gerçeğin dışında bir şeye itikat etmesi
olarak verdikten sonra kavramı, itikad doğru veya yanlış olsun "gerekenin, hak
olanın dışında davranışlarda bulunmaktır" şeklinde tanımlamıştır. İsfehânî'nin
verdiği bu anlamın âyetlerle örtüşmesi ve cehl kelimesinin bu anlam boyutu önem
taşımaktadır. Bununla ilgili olarak, Nuh kıssasını örnek verebiliriz. Allah,
Nuh'tan gemi yapmasını ve ona yalnızca iman edenleri almasını emretmiş ve şöyle
demiştir: "Zulme sapanlar konusunda da bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda
boğulacaklardır." (11/Hûd, 37). Buna rağmen Nuh (a.s.), gemi dağın üzerinde
durup zâlimler topluluğuna da "uzak olsunlar!" (11/Hûd, 44) denildiğinde
bir baba şefkatiyle Rabbine seslendi; "Rabbim şüphesiz benim oğlum
âilemdendir ve Senin vaadin de doğrusu haktır. Sen hâkimlerin hâkimisin.' Dedi
ki: âEy Nûh, kesinlikle o senin âilenden değildir. Çünkü o, sâlih olmayan bir iş
(şirk işlemiştir). Öyleyse hakkında ilmin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten
Ben, câhillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." (11/Hûd, 45-46).
Rabbimiz akrabalık bağlarına göre değil; inanç üzere kurulmuş bir birlikteliğin,
cemaatin kurulmasını istediğinden, daha önceden uyarılmasına rağmen Hz. Nuh'un
içine düştüğü câhilce düşünüşü eleştirmiştir. Allah'ın Hz. Nuh'u uyarısından
sonraki davranışı bugün bizi de ilgilendiren önemli bir tavırdır: "Dedi ki:
âRabbim, ilmim/bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer
beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrâna uğrayanlardan olurum."
(11/Hûd, 47). Hz. Nuh, hatasını anlayınca hemen tevbe etmiş ve davranışını
ıslah etmiştir.
Peygamberimiz de Allah'ın câhilce gördüğü bir
tavrından dolayı uyarılmıştır: "Eğer onların yüzçevirmeleri sana ağır
geldiyse, onlara bir âyet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir
merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (öyle yap). Eğer Allah dileseydi, onların
tümünü hidâyet üzere toplardı. Öyleyse sakın câhillerden olma." (6/En'âm,
35). Hz. Yusuf ise, câhilce bir tutuma meyletmemesi için Allah'tan yardım
dilemektedir: "(Yusuf) dedi ki: âRabbim, zindan bunların beni kendisine
çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Onların kurdukları düzeni benden
uzaklaştırmazsan onlara (korkarım) eğilim gösterir (böylece) câhillerden
olurum." (12/Yusuf, 33)
Buradan da anlıyoruz ki, kişi her ne kadar vahyî
değerleri kendisi için belirleyici kabul etmiş olursa olsun, değişen hayat
şartları ve insan olmanın getirdiği zaaflardan dolayı zaman zaman câhilî
tutumlar içerisinde bulunabilmektedir. Bu vâkı, tabii ki hataları meşrû
göstermez. Kişinin hatalarından dolayı tevbe etmesi ve nefsini ıslah etmesi
gerekmektedir ki, burada ifsad ve ıslah önem arzeden anahtar kavramlardır.
Müslümanın davranışlarında zaman zaman sapmalar görülüyorsa, bu mutlaka
düzeltilmelidir. Bu ıslah ise, iyi bir otokontrol ve kişiyi yanıldığında uyarıp
düzeltmesini sağlayacak bir Müslüman topluluğun varlığı ile olur. İman, bir kere
kabul edildikten sonra kişide durağan olarak kalmamakta, aksine, hayatta İslâmî
mücâdeleyi sürdürürken karşılaştığımız çeşitli zorluklarla denenmektedir. Ve
Müslümanların bu imtihanlar konusundaki dirençleri oldukça önemlidir.
Direnemeyenlerin kaybolup gittiklerini görmekteyiz. Bu yüzden kişinin sürekli
bir çabası ve kendisini Kur'an'la uyarabilecek mü'minler ile birlikteliği
oldukça önemlidir.
Câhilî tutum ve sapmalar Rasûl'ün ashâbında da
görülmüş ve Peygamberimiz tarafından uyarılmıştır. İbn Hişam'da yer alan bir
rivâyete göre, İslâm'la şereflendikten sonra kardeş olmuş Evs ve Hazrec'ten bazı
kimselerin sıcak sohbetlerini kısakanan bir Yahûdi, bu iki kabilenin eski
rekabetlerini hatırlatan bazı şiirlerle onları tahrik etmişti. Taraflar
birbirleriyle çatışmak üzere iken durumu haber alan Rasûlullah, onlara hitâbında
Allah'ın kendilerini İslâm'la müşerref kıldıktan sonra, câhiliyyeden
kurtardığını, yaptıklarının ise bir câhiliyye dâvâsı olduğunu hatırlatmıştır.
Uhud savaşına katılan bir grup da can derdine
düşüp câhilî düşüncelere dalmışlardı: "Sana kederin ardından üzerinize bir
güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu.
Bir grup da, canları derdine düşmüştü. Allah'a karşı haksız yere câhiliyye
zannıyla zanlara kapılarak: âbu işten bize ne var ki!?' diyorlardı. De ki:
âŞüphesiz işin tümü Allah'ındır.' Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde
gizli tutuyorlar. âbu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik'
diyorlar. De ki: âEğer evlerinizde de olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi
yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah,
sînelerinizdeki denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah,
sînelerin özünde saklı duranı bilendir." (3/Âl-i İmrân, 154). Allah bu
câhilî tutumlarını vurgulamış, âyetleriyle mü'minleri eğitmeye devam etmiştir.
Günümüzde ise, toplumun Yâsîn Sûresindeki:
"Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gâfil kalmış bir kavmi uyarman için
(gönderildin)." (36/Yâsîn, 6) âyetindeki "uyarımamış toplum" özelliğiyle
benzeştiğini söyleyebiliriz. Kur'an'ın varlığına rağmen, yüzyıllar boyunca
insanlarla Kur'an arasına aşılması güç engeller koyulmuştur. İnsanların mezhebe
ya da şu veya bu kitaba dayanarak oluşturulmuş düşünce biçimlerine çağrıldığını
biliyoruz. Ancak bu ağrı, Kur'an'a olmadıktan sonra, toplumun uyarıldığını
söyleyemeyiz. Aynı şekilde Rasûl'ü de gerçek şekliyle tanımak, -zayıfıyla,
uydurmasıyla- hadis külliyâtı içinde kaybolmak zannedilmiştir. Bu zorluklarla
karşılaşanlar herhangi bir mezhebî taassuba kendilerini teslim etmektedirler.
Bütün bu câhilî ve mutlaka ıslah edilmesi gereken tutumların giderilmesi için,
muvahhid Müslümanlara önemli görevler düşmektedir.
Düşünce netliğine ulaşılsa bile Müslümanların
Uhud savaşı örneğinde olduğu gibi, câhilce davranışlar sergilediğini
söyleyebiliriz. Eğer bu davranışlar düzeltilmez ve bu şekilde yaşamanın
doğruluğuna dâir hayat felsefesi oluşturulursa işte o zaman istikamet tehlikeli
boyutlara yönelir. Özellikle modern yaşantının getirdiği olumsuz anlamda
bireyselleşme ve birey olarak kaldıkça da âtıl duruma gelme, kişilerin ümmet
bilincini oluştur, zulüm karşısında direnme gibi hayâtî sorumluluklarında bir
umursamazlık meydana getirmektedir.
Allah'ın sınamalarına karşı tevhidî kimliğimizle
tavır takınmamız, câhilî eğilimlerimizde ise hemen davranışımızı ıslah için çaba
sarfetmemiz gerekir. Aksi halde ıslah edilmeyen câhilî birikimlerimiz bir gün
câhilî değer yargılarına sahip kişilerin davranış biçimleriyle ortak bir paydada
buluşabilir. Burada Müslümanların özellikle güçlü modern dayatmalar sonucu
nereye savrulacağını şaşıran kimselere âma'rûfu emretme, münkerden sakındırma"
konusunda duyarlı olmaları gerekir. Bu görev, Müslümanların hayatında gevşeyen,
çözülen İslâmî değerlerin sağlamlaştırılması için bugün daha da zorunlu bir hal
almıştır.
Kur'ân-ı Kerim'de "bilgisizlik" anlamıyla
"cehâlet" kelimesinin kullanıldığını da görüyoruz: "İçinizden kim bir cehâlet
sonucu bir kötülük işler, sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse kuşku yok,
O, bağışlayandır, merhamet edendir." (6/En'âm, 54) ve "Allah'ın
(kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların,
sonra hemen tevbe edenlerinkidir." (4/Nisâ, 117). Demek ki cehâlet nedeniyle
bile olsa, işlediğimiz kötülüklerin bağışlanması için Rabbimiz tevbeyi ve
davranışın ıslahını şart koşmaktadır. Davranışını düzeltmeyen tevbe, tek başına
bir anlam taşımamamaktadır.
Konumuzla ilgili bir âyet de şudur: "Ey iman
edenler, eğer bir fâsık size bir haberle gelirse, onu etraflıca araştırın. Yoksa
cehâlet sonucu bir kavme kötülükte bulunusunuz da, sonra işlediklerinize pişman
olursunuz." (49/Hucurât, 6). Bu âyet, günümüz Müslümanlarının haber
kaynaklarını değerlendirme açısından dikkate alınması gereken önemli bir
husustur. Bize gelen haberlerin etraflıca araştırılması ve dikkatli yorumlanması
gerekir. Yoksa, işkence gören nâmuslu Müslümanlar savunulacağı yerde,
provakasyon söylemlerinin etkisiyle insanlara iftirâ edilebilir. Bu tür câhilî
tutumların, kişisel planda kalmayıp Müslümanların onurunu zedelemesinden dolayı,
mutlaka farkına varılması ve ıslah edilmesi gerekmektedir.
Allah'tan daha güzel hüküm veren olmadığının (5/Mâide,
50) bilincinde, imanlarını amelleriyle sâbitleştiren, sapma ve gevşeme gösteren
çevre içinde direnip sabır gösteren ve hakkın Müslümanlar arasında kaim
olmasında imkânlarını ortaya koyarak bireysel ve toplumsal planda hüsrâna
uğramayacağımız bilen fedâkâr Müslümanların birliktelikleriyle karşı
koyabileceğmizi hatırlatıyoruz.
[1]
[1] Hülya
Koç, Toplum Değerlendirmesinde Câhiliyye Kavramı, Haksöz, 46-47, Ocak-Şubat
95
Câhilî Tutum:
Kur'an'ın konuyla ilgili diğer âyetlerinde değer
yargıları vahyî olduğu halde çeşitli zaaflardan dolayı câhilce tutum sergileyen
Müslümanlardan, hatta peygamberlerden bahsedildiğini görüyoruz. Burada Râgıp el-Isfehânî'nin
kavramı tanımlarken verdiği üçüncü anlam, dikkati çekmektedir. O, "cehl"in
anlamını kişinin ilim sahibi olmaması ve gerçeğin dışında bir şeye itikat etmesi
olarak verdikten sonra kavramı, itikad doğru veya yanlış olsun "gerekenin, hak
olanın dışında davranışlarda bulunmaktır" şeklinde tanımlamıştır. İsfehânî'nin
verdiği bu anlamın âyetlerle örtüşmesi ve cehl kelimesinin bu anlam boyutu önem
taşımaktadır. Bununla ilgili olarak, Nuh kıssasını örnek verebiliriz. Allah,
Nuh'tan gemi yapmasını ve ona yalnızca iman edenleri almasını emretmiş ve şöyle
demiştir: "Zulme sapanlar konusunda da bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda
boğulacaklardır." (11/Hûd, 37). Buna rağmen Nuh (a.s.), gemi dağın üzerinde
durup zâlimler topluluğuna da "uzak olsunlar!" (11/Hûd, 44) denildiğinde
bir baba şefkatiyle Rabbine seslendi; "Rabbim şüphesiz benim oğlum
âilemdendir ve Senin vaadin de doğrusu haktır. Sen hâkimlerin hâkimisin.' Dedi
ki: âEy Nûh, kesinlikle o senin âilenden değildir. Çünkü o, sâlih olmayan bir iş
(şirk işlemiştir). Öyleyse hakkında ilmin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten
Ben, câhillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." (11/Hûd, 45-46).
Rabbimiz akrabalık bağlarına göre değil; inanç üzere kurulmuş bir birlikteliğin,
cemaatin kurulmasını istediğinden, daha önceden uyarılmasına rağmen Hz. Nuh'un
içine düştüğü câhilce düşünüşü eleştirmiştir. Allah'ın Hz. Nuh'u uyarısından
sonraki davranışı bugün bizi de ilgilendiren önemli bir tavırdır: "Dedi ki:
âRabbim, ilmim/bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer
beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrâna uğrayanlardan olurum."
(11/Hûd, 47). Hz. Nuh, hatasını anlayınca hemen tevbe etmiş ve davranışını
ıslah etmiştir.
Peygamberimiz de Allah'ın câhilce gördüğü bir
tavrından dolayı uyarılmıştır: "Eğer onların yüzçevirmeleri sana ağır
geldiyse, onlara bir âyet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir
merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (öyle yap). Eğer Allah dileseydi, onların
tümünü hidâyet üzere toplardı. Öyleyse sakın câhillerden olma." (6/En'âm,
35). Hz. Yusuf ise, câhilce bir tutuma meyletmemesi için Allah'tan yardım
dilemektedir: "(Yusuf) dedi ki: âRabbim, zindan bunların beni kendisine
çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Onların kurdukları düzeni benden
uzaklaştırmazsan onlara (korkarım) eğilim gösterir (böylece) câhillerden
olurum." (12/Yusuf, 33)
Buradan da anlıyoruz ki, kişi her ne kadar vahyî
değerleri kendisi için belirleyici kabul etmiş olursa olsun, değişen hayat
şartları ve insan olmanın getirdiği zaaflardan dolayı zaman zaman câhilî
tutumlar içerisinde bulunabilmektedir. Bu vâkı, tabii ki hataları meşrû
göstermez. Kişinin hatalarından dolayı tevbe etmesi ve nefsini ıslah etmesi
gerekmektedir ki, burada ifsad ve ıslah önem arzeden anahtar kavramlardır.
Müslümanın davranışlarında zaman zaman sapmalar görülüyorsa, bu mutlaka
düzeltilmelidir. Bu ıslah ise, iyi bir otokontrol ve kişiyi yanıldığında uyarıp
düzeltmesini sağlayacak bir Müslüman topluluğun varlığı ile olur. İman, bir kere
kabul edildikten sonra kişide durağan olarak kalmamakta, aksine, hayatta İslâmî
mücâdeleyi sürdürürken karşılaştığımız çeşitli zorluklarla denenmektedir. Ve
Müslümanların bu imtihanlar konusundaki dirençleri oldukça önemlidir.
Direnemeyenlerin kaybolup gittiklerini görmekteyiz. Bu yüzden kişinin sürekli
bir çabası ve kendisini Kur'an'la uyarabilecek mü'minler ile birlikteliği
oldukça önemlidir.
Câhilî tutum ve sapmalar Rasûl'ün ashâbında da
görülmüş ve Peygamberimiz tarafından uyarılmıştır. İbn Hişam'da yer alan bir
rivâyete göre, İslâm'la şereflendikten sonra kardeş olmuş Evs ve Hazrec'ten bazı
kimselerin sıcak sohbetlerini kısakanan bir Yahûdi, bu iki kabilenin eski
rekabetlerini hatırlatan bazı şiirlerle onları tahrik etmişti. Taraflar
birbirleriyle çatışmak üzere iken durumu haber alan Rasûlullah, onlara hitâbında
Allah'ın kendilerini İslâm'la müşerref kıldıktan sonra, câhiliyyeden
kurtardığını, yaptıklarının ise bir câhiliyye dâvâsı olduğunu hatırlatmıştır.
Uhud savaşına katılan bir grup da can derdine
düşüp câhilî düşüncelere dalmışlardı: "Sana kederin ardından üzerinize bir
güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu.
Bir grup da, canları derdine düşmüştü. Allah'a karşı haksız yere câhiliyye
zannıyla zanlara kapılarak: âbu işten bize ne var ki!?' diyorlardı. De ki:
âŞüphesiz işin tümü Allah'ındır.' Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde
gizli tutuyorlar. âbu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik'
diyorlar. De ki: âEğer evlerinizde de olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi
yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah,
sînelerinizdeki denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah,
sînelerin özünde saklı duranı bilendir." (3/Âl-i İmrân, 154). Allah bu
câhilî tutumlarını vurgulamış, âyetleriyle mü'minleri eğitmeye devam etmiştir.
Günümüzde ise, toplumun Yâsîn Sûresindeki:
"Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gâfil kalmış bir kavmi uyarman için
(gönderildin)." (36/Yâsîn, 6) âyetindeki "uyarımamış toplum" özelliğiyle
benzeştiğini söyleyebiliriz. Kur'an'ın varlığına rağmen, yüzyıllar boyunca
insanlarla Kur'an arasına aşılması güç engeller koyulmuştur. İnsanların mezhebe
ya da şu veya bu kitaba dayanarak oluşturulmuş düşünce biçimlerine çağrıldığını
biliyoruz. Ancak bu ağrı, Kur'an'a olmadıktan sonra, toplumun uyarıldığını
söyleyemeyiz. Aynı şekilde Rasûl'ü de gerçek şekliyle tanımak, -zayıfıyla,
uydurmasıyla- hadis külliyâtı içinde kaybolmak zannedilmiştir. Bu zorluklarla
karşılaşanlar herhangi bir mezhebî taassuba kendilerini teslim etmektedirler.
Bütün bu câhilî ve mutlaka ıslah edilmesi gereken tutumların giderilmesi için,
muvahhid Müslümanlara önemli görevler düşmektedir.
Düşünce netliğine ulaşılsa bile Müslümanların
Uhud savaşı örneğinde olduğu gibi, câhilce davranışlar sergilediğini
söyleyebiliriz. Eğer bu davranışlar düzeltilmez ve bu şekilde yaşamanın
doğruluğuna dâir hayat felsefesi oluşturulursa işte o zaman istikamet tehlikeli
boyutlara yönelir. Özellikle modern yaşantının getirdiği olumsuz anlamda
bireyselleşme ve birey olarak kaldıkça da âtıl duruma gelme, kişilerin ümmet
bilincini oluştur, zulüm karşısında direnme gibi hayâtî sorumluluklarında bir
umursamazlık meydana getirmektedir.
Allah'ın sınamalarına karşı tevhidî kimliğimizle
tavır takınmamız, câhilî eğilimlerimizde ise hemen davranışımızı ıslah için çaba
sarfetmemiz gerekir. Aksi halde ıslah edilmeyen câhilî birikimlerimiz bir gün
câhilî değer yargılarına sahip kişilerin davranış biçimleriyle ortak bir paydada
buluşabilir. Burada Müslümanların özellikle güçlü modern dayatmalar sonucu
nereye savrulacağını şaşıran kimselere âma'rûfu emretme, münkerden sakındırma"
konusunda duyarlı olmaları gerekir. Bu görev, Müslümanların hayatında gevşeyen,
çözülen İslâmî değerlerin sağlamlaştırılması için bugün daha da zorunlu bir hal
almıştır.
Kur'ân-ı Kerim'de "bilgisizlik" anlamıyla
"cehâlet" kelimesinin kullanıldığını da görüyoruz: "İçinizden kim bir cehâlet
sonucu bir kötülük işler, sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse kuşku yok,
O, bağışlayandır, merhamet edendir." (6/En'âm, 54) ve "Allah'ın
(kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların,
sonra hemen tevbe edenlerinkidir." (4/Nisâ, 117). Demek ki cehâlet nedeniyle
bile olsa, işlediğimiz kötülüklerin bağışlanması için Rabbimiz tevbeyi ve
davranışın ıslahını şart koşmaktadır. Davranışını düzeltmeyen tevbe, tek başına
bir anlam taşımamamaktadır.
Konumuzla ilgili bir âyet de şudur: "Ey iman
edenler, eğer bir fâsık size bir haberle gelirse, onu etraflıca araştırın. Yoksa
cehâlet sonucu bir kavme kötülükte bulunusunuz da, sonra işlediklerinize pişman
olursunuz." (49/Hucurât, 6). Bu âyet, günümüz Müslümanlarının haber
kaynaklarını değerlendirme açısından dikkate alınması gereken önemli bir
husustur. Bize gelen haberlerin etraflıca araştırılması ve dikkatli yorumlanması
gerekir. Yoksa, işkence gören nâmuslu Müslümanlar savunulacağı yerde,
provakasyon söylemlerinin etkisiyle insanlara iftirâ edilebilir. Bu tür câhilî
tutumların, kişisel planda kalmayıp Müslümanların onurunu zedelemesinden dolayı,
mutlaka farkına varılması ve ıslah edilmesi gerekmektedir.
Allah'tan daha güzel hüküm veren olmadığının (5/Mâide,
50) bilincinde, imanlarını amelleriyle sâbitleştiren, sapma ve gevşeme gösteren
çevre içinde direnip sabır gösteren ve hakkın Müslümanlar arasında kaim
olmasında imkânlarını ortaya koyarak bireysel ve toplumsal planda hüsrâna
uğramayacağımız bilen fedâkâr Müslümanların birliktelikleriyle karşı
koyabileceğmizi hatırlatıyoruz.
[1]
[1] Hülya
Koç, Toplum Değerlendirmesinde Câhiliyye Kavramı, Haksöz, 46-47, Ocak-Şubat
95
CÂHİLİYYE
- CÂHİLİYYE .
- Câhiliyye; Anlam ve Mâhiyeti
- Câhil Kelimesini Anlam Sahası
- Câhiliyyenin Kapsamı
- Câhiliyye ve Hilm
- Câhiliyye, Allah'ı İdrâk Edememe İdeolojisidir
- Günümüzde Câhiliyye
- Câhil
- Cehâlet
- Câhiliyye
- Câhiliyyenin Temel Özellikleri; Câhiliyye Âdetleri
- Câhiliyye Şirk; İlim de İslâmiyettir
- İslam'a Göre İlim/Bilgi
- Şirk cehâletin; tevhid de ilmin arkadaşıdır
- Kur'ân-ı Kerim'de Câhiliyye Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde Câhiliyye Kavramı
- Câhiliyye Asabiyetiyle/Irkçılıkla İlgili Hadis-i Şeriflerden Seçmeler
- Câhiliyyenin Dünü Bugünü .
- Câhiliyye Hükmü ve Câhiliyyede Toplum Hayatı
- Câhiliyyede Hurâfeler
- Bir Câhiliyye Klasiği; Ebû Cehil
- Câhiliyyenin Bir Başka Yönü
- Firavun; Her Dönem ve Her Yerdeki Câhiliyye Toplumunun Önderi
- Çağdaş Firavunlar ve Firavunî Toplumlar
- Sihirbazlardan Medet Uman Firavun
- Tüm Firavunların Göz Boyama Aracı Olan Medyası; Sihirbazlık
- Propaganda; Firavunların Hakkı Etkisizleştirme ve Bâtılı Savunma Silâhı
- "Câhiliyye" İrticâ/Gericilik, İlkellik ve Bağnazlık Demektir
- Toplum Değerlendirmesinde Câhiliyye Kavramı
- Câhilî Tutum