Fecir | Konular | Kitaplar

ESMÂU'L-HÜSNÂ'NIN GEREKTİRDİKLERİ

ESMÂU



ESMÂU'L-HÜSNÂ'NIN GEREKTİRDİKLERİ



Muhakkak ki Kur'ândaki her âyet; tevhidi içermekte, ona delil olmakta ve ona
çağırmaktadır. Çünkü Kur'ân, ya yüce Allah'tan, O'nun isimlerinden,
sıfatlarından ve fiillerinden haber verir –Bu ilmî haberî tevhiddir- yada Ondan
başka tapılan her şeyden soyutlanarak hiçbir ortağı olmayan sadece yüce Allah'a
ibadete çağırır –Bu da irâdî talebî tevhiddir- veyahut ta emir ve nehiydir ve
emrinde ve nehiyinde itaati zorunlu kılar. Bunlar ise tevhidin hakikatleri ve en
mükemmel noktalarıdır.



Esmâu'l-Hüsnâ ve yüce sıfatlar, eserleri olarak yaratmayı ve var etmeyi
gerektirdiklerinden dolayı bunların sonuçları olarak kulluğu ve buyruğu
gerektirmektedirler. Böyle olunca da her sıfatın vacip kıldığı ve gerekli
kıldığı şekilde özel bir ibadet vardır. Yani onları bilmenin ve tanımanın
gerekli kıldığı özel bir ibadet vardır. Bu ise kalp ve organlarla yapılan bütün
ibadetlerde düzeni sağlar.



Kulun Yüce Allah'ı, zararı yaratmasında, menfaati vermesinde, ihsanda
bulunmasında, yasaklamasında, yaratmasında, rızık vermesinde, yaşatmasında ve
öldürmesinde eşsiz ve tek olduğunu bilmesi Yüce Allah'a tevekkül etme ibadetinde
kulu olgunlaştırır.



Zahiri olarak, tevekkülün gereği ve faydaları vardır. Kulun, yüce Allah'ın her
şeyi işittiğini, gördüğünü, bildiğini, göklerde ve yerde hardal tanesi kadar bir
şeyin dahi O'na gizli kalmadığını, hain gözleri ve kalplerin gizlediğini
bildiğini bilmesi, kulu; lisanını, organlarını, aklına gelebilecek ve yüce
Allah'ın razı olmayacağı her şeyden korunma hususunda olgunlaştırır. Ve
organlarının yüce Allah'ın sevdiği ve razı olduğu şeylere sarılması hususunda
onu olgunlaştırır. Bu ise batini olarak kulu haya yönünden olgunlaştırır.



Bu haya ise onu haramlardan ve kabahatlerden kaçınma hususunda olgunlaştırır.
Kulun, yüce Allah'ın zengin, cömert, kerem sahibi, iyiliği bol olan, ihsanda
bulunan ve merhamet sahibi olduğunu bilmesi kulun ümidinin artmasını sağlar. Bu
da kulu bilgisine ve ilmine uygun olarak zahiri ve batini ibadetlerinde
olgunlaştırır. Aynı şekilde yüce Allah'ın celalini, azâmetini ve izzetini
bilmek, kulu; tevazu, vakar ve muhabbet yönünden olgunlaştırır.



Çeşitli olarak bu batini haller ise isim ve sıfatların gerektirdiği şekilde
zahiri ibadetler açısından kulu olgunlaştırır.



Ve yine aynı şekilde yüce Allah'ın kemalini, cemalini ve yüce sıfatlarını
bilmek, kulluğun her makamında özel bir sevgi oluşturur. Böyle olunca da
kulluğun tamamı, isimlere ve sıfatlara döner ve onlarla irtibatlanır.



  Yaratmanın irtibatı, isimler ve sıfatlar iledir. Yüce Allah'ın yaratması ve
buyruğu alemde isimlerini ve sıfatlarını, bunların sonuçlarını ve
gerektirdiklerini lazım kılmaktadır. Çünkü yüce Allah ne kullardan hasıl olacak
itaatlerle süslenir, bezenir ve ne de onların günahları O'na zarar verebilir.



Rasulullah (s.a.v.)'den gelen şu hadisi kudsi  hakkında iyi düşünmek gerekir:



"Ey kullarım! Sizler asla bana zarar verecek (bir dereceye) ulaşamazsınız ki
bana zarar veresiniz. Ve keza sizler asla bana fayda verecek (bir dereceye)
ulaşamazsınız ki bana fayda veresiniz"[1]



Bu, yüce Allah'ın şu sözünün devamıdır:

"Ey kullarım! Sizler gece gündüz hatalar yapıyorsunuz. Ben ise bütün günahları
bağışlarım. O halde bana bağışlanmayı talep ediniz ki size bağışlayayım."  



Bu hadis-i şerif, yüce Allah'ın günahları bağışlamasının, dualara icabet
etmesinin ve gamları, kederleri gidermesinin kullardan gelecek her hangi bir
menfaati celp etmek için veya onlardan gelebilecek herhangi bir zararı def etmek
için olmadığını vurgulamaktadır.



Nitekim bu; görmüş olduğu faydanın misli ile mükafatlandırmak veya ondan
gelebilecek her hangi bir zararı uzaklaştırmaya çalışmak yaratılmış olan
kulların adetindendir. Yüce Allah ise kendini mükafatlandırsınlar ve zararları
kendinden uzaklaştırsınlar diye kullarına ihsanda bulunmaz. O şöyle buyurur:



"Sizler asla bana zarar verecek (bir dereceye) ulaşamazsınız ki bana zarar
veresiniz. Ve keza sizler asla bana fayda verecek (bir dereceye) ulaşamazsınız
ki bana fayda veresiniz."
Çünkü ben, siz hidayet istediğiniz zaman size hidayet ettiğimde, sizi doyurmamı
istediğinizde sizi doyurduğumda, sizi giydirmemi istediğinizde sizi
giydirdiğimde, susuzluğunuzu gidermemi istediğinizde susuzluğunuzu giderdiğimde,
düşmanınızdan kurtulmayı istediğinizde düşmanınızı sizden uzaklaştırdığımda,
bağışlanmayı istediğinizde sizi bağışladığımda sizden her hangi bir menfaat
talep edecek değilim veya her hangi bir zararı benden def etmenizi talep edecek
de değilim. Çünkü siz, Ben el-Ganiyy ve el-Hamîd[2]
olduğum halde böyle bir şeye asla güç yetiremezsiniz.



Yüce Allah'ın taktir ettikleri, kolaylaştırdıkları ve yarattıkları haricindeki
işlere güç yetirmeye aciz oldukları halde yaratılmış olan kulların bu fiilleri
yapması nasıl mümkün olur? Güç yetiremedikleri işleri nasıl yapabilirler? el-Ganiyy
ve es-Samed olana fayda sağlayacak dereceye nasıl ulaşırlar? Ki O kendisi için
başkasından fayda talep etmek veya zararın def edilmesini istemek hakkında
imkansız olan bilakis hakkında bu düşüncelerin muhal olduğu Zat'tır.



Yüce Allah aynı hadisin devamında şöyle buyurur:

"Ey kullarım! Sizin evveliniz (öncekileriniz) ve ahiriniz (sonrakileriniz),
insanlarınız ve cinleriniz içinizden en fena kalpli bir adam gidişinde olsa dahi
o benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez"



Yüce Allah kullarına emrettiği itaatleri ve yasakladığı günahları açıkladı.
Bunlar ise, emredenin ve emrolunanın fayda gördüğü işlerde, nehyedenin ve
nehyolunanın zarar gördüğü işlerde efendinin kölesine, babanın çocuğuna, imamın
cemaatine emri gibi onlardan gelecek bir menfaati celp etmeyi veya bir zararı
def etmeyi içermez. Yüce Allah kullarına yapmış olduğu ihsanında ve onlara
iyiliği emretmesinde onlardan gelecek faydanın yada zararın kendisine
ulaşmasından münezzeh olduğunu açıklamıştır. İşte bundan dolayı bu iki aslı
zikrettikten sonra şu anlaşılmaktadır; onların itaatleri olan takvaları ve günah
ve isyanları olan masiyetleri O'nun mülkünde ne bir şey arttırır nede bir şey
eksiltir. Onların hepsinin yüce Allah'tan istedikleri nisbette yüce Allah onları
yanındakine ulaştırır ama bu kesinlikle mülkünün tamamı değildir.



İşte bu O'nun, buyruğunun, dualara icabet ederek, günahları affederek ve
gamları, kederleri gidererek ihsanda bulunmasının her hangi bir menfaati
sağlamak yada her hangi bir zararı def etmek için olmadığını
içermektedir.         



Şayet yüce Allah'a kullarının hepsi istisnasız itaat etselerdi O'nun mülkünde
hiçbir şey artmazdı. Veya O'na hepsi asi gelselerdi O'nun mülkünden hiçbir şey
eksilmezdi. O el-Ganiyy ve el-Hamîd'dir. Bu sıfatlarla vasıflanan kullarının
itaati ile süslenip bezenmez ve onların günahları O'nu ayıplayıp lekelemez.



Fakat Yüce Allah'ın kullarına teklifinde, tam bir hükümranlığını, hamdini ve
hikmetini gerektiren emirlerinde ve nehiylerinde gayesine ulaşan hikmetler
vardır. Bu ise ancak, kullara kuvvetlerinin ve takatlerinin hesabı ile
sayamayacakları ve yüce Allah'ın şanına yakışacak bir hesap ile de
sayamayacakları kadar çok olan nimetlerinin şükrünü gerektirmektedir. Yüce Allah
yarattıklarının kendisine güç yetirmesinden çok büyük ve çok yücedir. Fakat Yüce
Allah, tabiatlarında ve güçlerinde cömert davranmaları sebebiyle kullarından
razı olur. Hiçbir şey akıllarda ve fıtratlarda el-Mün'im'in şükründen daha güzel
değildir. Ve hiç kimse kula Ondan daha faydalı değildir.



  

 




[1]
     Müslim, Birr

55
(2577);
Tirmizî, Deavat

82;
İbn Mâce, Dua

10






[2]
     el-Ganiyy: Nimet rahmet hazineleri sonsuz olup hiçbir şeye muhtaç
olmayan.

el-Hamîd:
Fiilleriyle ve nimetleriyle övgüye layık olan. (ç.)