Fecir | Konular | Kitaplar

es-SEMÎ'  -  el-BASÎR 

Yeni Sayfa 1



﴿ اَلسَّمِيعُ - اَلْبَصِيرُ ﴾
es-SEMÎ' 
-  el-BASÎR 



İşitmekle kastedilen şey sesi idrak etmek, manayı anlamak ve kabul ve icabet
etmektir. Sem'in (=işitmenin) bu üç manası da Kur'ân da mevcuttur.



Birinci mana
şu âyeti kerimede geçmiştir:



"Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü
Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah Semî' (=işiten),
Alîm (=bilen)dir"
(Mücadele,



58/1.)



Bu, Yüce Allah'ın işitme sıfatını ispat etmekteki en açık âyeti kerimedir. Bu
âyeti kerimede işitmekle ilgili olan

"semia"
fiilinin mazi, muzari ve ism-i fail kalıpları zikredilmiştir. Yüce Allah'ın
işitmesi haktır. Nitekim müminlerin annesi olan Aişe (r.anhâ) der ki:



"Hamd, işitmesi tüm sesleri kapsayan Allah'a mahsustur. Muhakkak ki mücadele (Evs
b. Sâmit'in eşi) gelerek Rasûlullah (s.a.v.)'a şikâyette bulunuyordu. Ben ise
evin yan tarafındaydım ve kadının bazı sözlerini anlamıyordum. Bu olay üzere
yüce Allah şu  âyeti kerimeyi indirdi:

"Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü
Allah işitmiştir"
(Mücadele,



58/1.)[1] 



"es-Semî'":
Yüce Allah'ın işitmesinde, sözün gizlisi yada açık olmasında eşit olmasıdır.
O'nun işitmesi, tüm sesleri kuşatmıştır. Mahlukatın sesleri O'na karışık gelmez.
Birbirine benzeyen sesler O'nu aldatmaz. O seslerden birini işitmesi başka bir
sesi işitmekten O'nu alıkoymaz. Meseleler O'nun yanılmasına sebep olmaz.
İsteyenlerin çokluğu O'nu bıktırmaz.



İkinci mana
şu âyeti kerimede geçmiştir:



"Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi
bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi"
(Enfâl,



8/23.)



Yani anlamalarını sağlardı. Onların kalplerinde kibir ve haktan yüz çevirme
olduğundan dolayı onlarda iki afet vardır.



Birincisi:
onlar cehaletlerinden dolayı hakkı anlamazlar.



İkincisi:
Şayet anlasalardı bile kibirlerinden dolayı yüz çevirerek dönerlerdi. Buda
noksanlığın ve ayıbın sonucudur.



Üçüncü mana
ise şu âyeti kerimede geçmiştir:



"Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir
katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı.
İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi
bilir"
(Tevbe,



9/47.)     



Yani onları kabul eden ve onlara icabet birileri vardır. Bir âyeti kerimede
şöyledir:  



"Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler"



Yani yalanı kabul ederler ve yalancılara icabet ederler. Namaz kılan kimsenin şu
sözü de bunun delillerindendir:



"Allah kendine hamd edeni işitti (işitsin)"



Yani Allah hamd eden kimsenin hamdına ve dua eden kimsenin duasına icabet etsin.
Nebî (s.a.v.)'nin şu buyruğu da buna delildir:



"İmam; Allah kendine hamd edeni işitti (işitsin) dediği zaman sizde ‘Ey
Rabb'imiz! Hamd yalnız sana mahsustur' deyiniz. Allah sizi işitir"[2]



Yani Allah size icabet eder demektir.[3]



Haset edilen kimseden hasetçinin şerri on şeyle uzaklaştırılır. Bunlardan bir
tanesi: Hasetçinin şerrinden Yüce Allah'a sığınmak ve O'nun aracılığı ile
korunmaktır. Yüce Allah kendisine sığınanı işitir ve bilir.



Burada işitmekten maksat icabettir. Yoksa bilinen işitme değildir. Yüce Allah'ın
dostu Hz. İbrâhim (a.s)  sözü de buna delildir:



"İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamd olsun! Şüphesiz
Rabb'im duayı Semî' (=işiten)dir"
(İbrâhim,



14/39.)



Sığınan kimsenin durumu bunu gerektirdiği için işitmek bazen ilim ile birlikte
bazen de  görmek ile birlikte gelmektedir. Çünkü o düşmanından Yüce Allah'a
sığınır ve Yüce Allah'ın onu gördüğünü ve düşmanının hilesini ve şerrini
bildiğini bilir. Yüce Allah bu sığınan kimseye ümidinin genişlemesi ve kalbi ile
duaya yönelmesi için onun sığınmasını işittiğini; yani icabet edeceğini,
düşmanının hilesini bildiğini ve onu gördüğünü bildirdi.



 



Kur'ân'ın hikmetini çok iyi düşünmek lazım. Varlığını bildiğimiz ama
görmediğimiz şeytandan sığınma hususunda A'râf, Hâmîm ve Secde[4]
surelerinde Kur'ân, Semî ve Alîm lafızlarını nasılda getirdi. Ve yine,
kaynaştığımız ve gözlerle görülen insanın şerrinden sığınma hususunda Hâmîm ve
Mümin surelerinde Semî ve Basîr lafızlarını nasılda getirdi. Yüce Allah şöyle
buyurmuştur:



"Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında
münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla
yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah'a
sığın. Kuşkusuz O, Semî' (=işiten), Basîr (gören)dir"
(Mümin,



40/56.)



Çünkü bunların fiilleri gözle görülebilen fiillerdir. Şeytanın dürtmesine
gelince; bunlar kalbe atılan vesveseler ve düşüncelerdir. İlim, bu gözle
görülmeyenlerle alakalıdır. Yüce Allah gözle görülmeyenlerden Semî ve Alîm
isimleriyle sığınmayı emretti. Görmeyle idrak edilen ve gözle görülenlerden Semî
ve Basîr isimleriyle sığınmayı emretti.[5]



Nitekim Kur'ân'ın adeti, muhataplarını tehdit ve uyarmada korkutmayı ve
istikameti gerektiren sıfatlarını zikrederek cereyan etmektedir. Yüce Allah
şöyle buyurmuştur:



"Size (Kur'an ve Sünnet gibi) apaçık deliller geldikten sonra, eğer İSLÂM'dan
saparsanız, şunu iyi bilin ki Allah Azîz'dir, Hâkim'dir"

(Bakara,



2/209.)



"Kim dünya mükâfatını isterse (bilsin ki) dünyanın da ahiretin de mükâfatı Allah
katındadır. Allah Semî' (=her şeyi işiten), Basîr (=her şeyi gören)dir"
(Nisâ,



4/134.)



Kur'ân'ı Kerîm bunlarla doludur. Bunun üzerine mana sanki içerik olarak
şöyledir: Muhakkak ki Ben sana ne cevap verdiklerini ve davetlerime nasıl
mukabele ettiklerini işitir ve ne yaptıklarını görürüm.



İcabet ve itaate nisbetle davetle muhatap olanların iki kısım olduğunda şüphe
yoktur.



Birincisi:
"Doğru söyledin" diyerek karşılık verip sonrada gereği gibi amel eden
kimselerdir.



İkincisi:
Yalanlayarak karşılık verip sonrada aksi ile amel eden kimselerdir. Onlardan
işitilen şeyin mertebesi görme mertebesinden öncedir. İşitmeyle alakalı olan şey
görmeyle alakalı olan şeyden önce gelir.



Yüce Allah'ın âyeti kerimesindeki bu manayı iyi düşünmek gerekir. Mûsâ ve Hârûn
(a.s.)'a hitaben şöyle buyurmuştur:



"Buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm"
(Tâhâ,



20/46.)



Yüce Allah,



firavunun onlara ne cevap vereceğini işitir ve yapacağı şeyi de görür. Bu,
(Kur'ân da) diğer yerlerde yaygın değildir. Sadece bu duruma has olmuştur.
(Dolayısıyla yüce Allah yalnızca bu âyette

"ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm" 
diye buyurmuştur.)



Bozuk ön yargıların, işiten ile işitilenin arasının son derece uzak olmasından
dolayı konuşulanları işitmeyi inkar etmeleri uzak olduğu halde bir şeyi görmeyi
inkar etmelerinden daha şiddetlidir. Buhârî ve Müslim de geçen sahih bir hadiste
Abdullah ibn Mes'ûd dedi ki:



"Beytin yanında üç nefer bir araya geldiler. Bunların ikisi Kureyş'li, biri
Sakîf'li yahut ta ikisi Sakîf'li, biri Kureyş'li idi. Bunlar kalplerinin
anlayışı az, karınlarının yağı çok kimselerdi. Bunlardan biri:



- ‘Söylemekte bulunduğumuz sözleri Allah'ın

işitiyor
olduğunu zannediyor musunuz?' dedi. Diğeri:



- ‘Eğer açıktan söylersek

işitir,
gizli söylersek

işitmez'
dedi. Üçüncüsü de:



- ‘Eğer açıktan söylediğimiz zaman işitmekte ise bu taktirde O gizli
söylediğimiz zamanda

işitir'
dedi"[6]



Görüldüğü üzere onlar "Allah'ın görüyor olduğunu zannediyor musunuz?" demediler.
İşitmenin öne alınması daha mühimdir. Bunu bilmeye ihtiyaç duymak, (yüce Allah'a
karşı yapılan) ciddi bir saygısızlıktır.



 



* * *

 




[1]
     Buhârî, Tevhid

9;
Nesâî, Talak

33;
İbn Mâce, Mukaddime

188,
Talak

25;
Ahmed b. Hanbel,

6/46. 
 




[2]
     Müslim, Salat

62
(404);
Nesâî, İmame

38,
Tatbik

23,


101  
 




[3]
     Miftâu Dâru's-Saadet, s.

79.
Tarîku'l-Hicreteyn. s.

166.
 




[4]
    
"Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah'a sığın. Çünkü O,
işitendir, bilendir"
(A'râf,

7/200.)
"Eğer
şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın.
Çünkü O, işiten, bilendir"
(Fussilet,

41/36.)
 




[5]
     Bedâiu'l-Fevâid,

2/238.
 




[6]
     Buhârî, Tefsiru Sure-i Fussilet

2;
Tevhid

41;
Müslim, Sıfatu'l-Munafikin

5
(2775);
Tirmizî, Tefsiru Sure-i Fussilet

1