Fecir | Konular | Kitaplar

Yüce Allah'ın  "De ki Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar, ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler" Sözünün Anlamı

Yüce Allah



Yüce Allah'ın 



قُلْ لاَ يَعْلَمُ مَنْ فِى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلاَّ اللَّهُ



 "De
ki: Göklerde ve yerde Allah'tan
başka kimse gaybı bilmez. Onlar, ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler"[1]



Sözünün Anlamı:



Zemahşerî[2]
konu ile ilgili olarak şöyle der:
"(Âyette
geçen) إِلاَّ

"illâ"
edatı,

istisna-i munkatı'dır.[3]
Temîm lüğatına göre gelmiştir. Yüce Allah, kendisinin göklerde ve yerde olduğunu
haber vermektedir. Hiç kuşkusuz bu da, mecaz iledir. Çünkü O, bir mekanda var
olmaktan münezzehtir. Fakat kendisinin, gökte yada yerde olduğunu haber vermesi
mecaz değildir. Bu, doğrudur. Kelimeyi, hakikat ve mecaz ile ilgili bir duruma
yorumlamak doğru değildir.



Derim ki: Zemahşerî "Temîm
lüğatına göre"
sözüyle; Temîm lügatlarından birine göre,

"İstisna-i Munkatı"nın,



"İstisna-i Muttasıl"[4]
gibi olmasının caiz olduğunu kast etmektedir. Dolayısıyla burada

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللَّهُ



 "Allah'tan başka kimse gaybı bilmez"
denilmesi doğrudur.



İbn Mâlik'de[5]
konu ile ilgili olarak şöyle der: "Bana göre, âyette geçen "İstisna"nın,



"İstisna-i Muttasıl"
olması doğrudur. Âyette geçen

في



"fî",

gerçekte, yüce Allah'a ve yaratıklara giden bir fiile müteallıktır."[6]



Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:



 



"Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler."[7]



Hz. Peygamber (s.a.v)'de şöyle buyurmaktadır:



الْأَيْدِي ثَلَاثَةٌ: يَدُ اللَّهِ, وَيَدُ الْمُعْطِي, وَيَدُ السَّائِلِ



"Eller üç kısımdır:



1.
Allah'ın eli,



2.
Veren kimsenin eli,



3.
Dilenen kimsenin eli."[8]



Anlam Yönünden Birbirine Zıt Sıfatların Birlikte



Kullanılmasının Hikmeti:



Kur'an-ı Kerim, ümit ve korkuyu ifade eden isimlerin arasını birleştirmektedir.
Nitekim yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:



"İyi bilin ki Allah, hem cezası çok şiddetli olandır, hem de Gafûr (=çok
bağışlayan), Rahîm (=çok merhametli)'dir."[9]



Cennet ehli ise şöyle demektedir: "Doğrusu Rabb'imiz, Gafûr (=çok bağışlayan),
Şekûr (=çok nimet veren)'dir."[10]



Cennetteki kimseler, günahlarını bağışlaması ve kendilerine verilen nimetlere
şükretmek için Allah'ın yüceliğini belirtme mahiyetinde

"Doğrusu Rabb'imiz, Gafûr (=çok bağışlayan), Şekûr
(=çok nimet veren)'dir"
demektedirler. Burada ta'lil[11]
anlamı vardır. Yani O'nun bağışlaması ve nimet vermesi sebebiyle yücelik yurdunu
elde ettik. Çünkü O, günahlarımızı bağışladı ve iyiliklerimize karşılık ise
ihsanda bulundu, demektedirler.



Yine yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:



"Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size niçin azap etsin! Allah, Şâkir
(=şükre karşılık veren), Alîm (=her şeyi bilen)'dir."[12]



İşte bu, onların
şükretmelerine karşılık verilen bir mükafattır. Yani eğer şükrederseniz, O,
şükretmeniz sebebiyle Alim (=her şeyi bilen)'dir. Çünkü O, hem şükreden kimseyi
ve hem de küfreden kimseyi çok iyi bilir.[13]

Rububiyyet
yönüne gelince,
bu konuda hükmün, rububiyyetin yüce oluşu ile ibadetin önemli oluşunun açığa
çıkması ve Afv, Gafûr, Tevvâb, Halîm, Muntekim, Adl gibi Esmâu'l-Hüsna'nın
izlerinin ortaya çıkması gerekmektedir. Dolayısıyla yüce Allah, kemâl oluşuyla
ilgili tek ve bir olmayı kulunda görmek ister. Zira kul, her zaman yetersiz ve
O'na muhtaç durumdadır. Ayrıca kudretinin, izzetinin, mağfiretinin, affının,
rahmetinin iyilikte bulunmasının, örtmesinin, müsamahalı olmasının kemalini
kuluna gösterir. Kuluna olan rahmeti ve ihsanı, herhangi bir şeyin karşığında
değildir. Eğer kulunu, rahmeti ve lütfuyla acıyıp himaye etmeyecek olsa, O,
kesinlikle helak edendir. Dolayısıyla nice günahın meydana geleceğini takdir
etmesi, O'nun hikmetindendir!. Yine nice kulun ettiği tevbenin gerçekleşmesi
O'nun maslahat ve rahmetindendir!. Çünkü işlenen günahtan dolayı tevbe etmek,
hasta olan kimsenin, hastalığından iyileşmesi için ilaç içmesi gibidir.[14]

Yine razı olmak,
kızmak, sevmek, öfkelenmek, affetmek, intikam almak gibi anlam yönünden
birbirine zıt sıfatlar da, O'nun sıfatlarındandır. İşte bu sıfatlar, kemâl
sıfatlardır.[15]
Dolayısıyla bu sıfatlarla hiçbir kimse nitelenemez ve bu isimlerle isimlenemez.
Çünkü bu kemâl sıfatlarla ancak O nitelenir ve bu isimlerle ancak O
isimlendirilir. Bu kemâl sıfatların gerektirdiklerini iptal etmek, bu sıfatların
bizzat kendilerini iptal etmeyi gerektirir. Bu kemâl sıfatların, hükümlerine
uygun olan yerin dışında kalan bir şeyle bağdaştırmak ise, noksanlık ve ayıptır.
Yüce Allah, böyle bir şeyden münezzehtir. İşte bu (kısa) bilgiler, İsimler ve
Sıfatlar konusunda araştırma yapan kimse için yeterlidir. Bunun dışında kalan
şeyleri bilmeye gerek yoktur.[16]

 

* * *



 

 




[1]
     Neml:

27/65




[2]
     Zemahşerî'nin asıl adı, Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî'dir. "Cârullah" ve
"Ebû'l-Kâsım" ismiyle lakaplanmıştır. Din, tesir, lüğat ve adab ile ilgili
ilim adamlarındandır. Kitaplarından bazıları şunlardır: "el-Keşşâf", "Esâsu'l-Belâğa",
"el-Mufassal". Hicri

538
yılında ölmüştür.





[3]
     İstisna-i Munkatı': Müstesna ile müstesna minh'in, ayrı cinsten olması
halidir. Buna göre

اللَّهُ
"Allah"
kelimesi müstesnadır. 

مَنْ فِى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
"göklerde
ve yerde olan "cümlesi ise, müstesna minh'dir. Görüldüğü üzere "Allah"ile
"göklerde ve yerde olan" birbirinden ayrı şeylerdir.





[4]
     İstisna-i Muttasıl: Müstesna ile müstesna minh'in, aynı cinsten olması
halidir.





[5]
     Asıl adı, Mahmud b. Abdullah et-Tâî'dir. "Ebû Abdullah" ve "Cemaleddin"
ismiyle lakaplanmıştır. Arap filoluğudur. Kitaplarından bazıları şunlardır:
"Elfiyye", "Teshîlü'l-Fevâid", "Şevâhidu't-Tavdîh". Hicri

672
yılında ölmüştür.





[6]
     Müellif buradan itibaren iki sayfa boyunca "illâ"nın, munfasıl mı,
yoksa muttasıl mı olduğu konusunda detaylı konulara girmektedir. Bu konular,
genelde, Arapça bilenlerin anlayacağı konulardır. Konudan uzaklaşıldığı
düşüncesiyle bu iki sayfa tercüme edilmemiştir.  Bu konuda bilgi sahibi
olmak isteyenler, Cilâu'l-Efhâm, s.

95
ile Bedâiu'l-Fevâid,

1/62-64'e
bakabilirler. (ç)




[7]
     Ahzâb:

33/56




[8]
     Ebû Dâvud, Zekat

29
(1649);
Ahmed b. Hanbel,

1/446,


4/137
(ç)




[9]
     Mâide:

5/98




[10]
    Fâtır:

35/34




[11]
   
Ta'lîl:
Açıklamak ve nedenini ortaya koymak anlamına gelmektedir. (ç)





[12]
    Nisa:

4/147




[13]
    Cilâu'l-Efhâm, s.

95




[14]
    Fevâid, s.

66-67




[15]
    İbn Kayyim sıfatlar konusunda şöyle der: "Sıfatlar, üç türlü sıfat
vardır:

1.
Kemal sıfatlar,

2.
Noksan sıfatlar,

3.
Kemal ve noksanlığı gerektirmeyen sıfatlar.

        Her ne
kadar bu takdiri taksim, hem kemal ve hem de noksanlık ifade eden dördüncü
bir çeşidi gerektirse de geçerli olan tasnif bu şekildedir.

        Yüce
Allah, bu dört çeşit sıfatın üçünden münezzehtir ve birinci gruptaki kemal
sıfatlarla nitelendirilir. O'nun bütün sıfatları sadece kemal sıfatlarıdır.
O, kemal sıfatların en mükemmellerine sahiptir. O'nun bir takım sıfatlara
delalet eden isimleri de en güzel ve e mükemmel isimlerdir. O'nun
isimlerinden daha güzel isimler yoktur. Başka hiçbir isim, O'nun isimleri
yerine geçemez ve o isimlerin anlamını ifade edemez. O'nun isimlerinden
herhangi birisini, O'na ait olmayanbaşka isimle tefsir etmek, eş anlamlı bir
açıklama değil, bilakis yaklaşık bir izah ve anlatımdır." B.k.z.:
Bedâiu'l-Fevâid,

1/167-168




[16]
    Şifâu'l-Alîl, s.

220