Fecir | Konular | Kitaplar

İslâm Şeratının Kaynakları

İslâm Şeratının Kaynakları




İslâm Şeratının
Kaynakları:



 

Şerîat hükümleri Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyastan
başka fer'î deliller adı verilen istihsan, maslahat, örf, önceki şeratler,
sahâbe kavli, istishab gibi delillere dayanılarak müctehitlerce bir sistem
halinde açıklanmıştır. Ebû Hanîfe (ö. 150/767), Şâfiî (ö. 204/819), Mâlik b.
Enes (ö.179/795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)'in temsil ettiği fıkıh ekolleri
şer'î hükümleri bir bütünlük içinde sistemleştirdiler. Ana prensipler ortak
olmakla birlikte ayrıntılarda farklı yaklaşım, tefsir ve teviller İslâm hukukuna
esneklik kazandırdı. Böylece çeşitli ülke, yöre ve kültür yapısı içinde yaşayan
mü'minler bu esnekliklerden yararlanarak tercih ettikleri yönde İslâm'ı yaşama
ve uygulama imkânı buldular. Ayrıntıdaki bu yorum zenginliği İslâm'ın her asra
intibakında da önemli rol oynadı. II. yüzyıldan itibaren bu mezhep oluşumları
yaşanırken Ca'feriye-İmamiye ekolü de gerek akîde ve gerekse şer'î hükümlerin
bazısını yorumlamada çoğunluktan ayrıldı. Ehl-i beyt dışındaki râviler aracılığı
ile gelen tüm hadislere karşı itimatsızlığını ortaya koydu. Böylece "ehl-i
sünnet" adı verilen çoğunluk tarafı ile "şîa" denilen bu ekol arasında hadis
delili farklı kapsam kazandı. Bir imama inanıp bağlanmayı inanç esası haline
getiren şîa, kendine özgü farklı bir İslâm toplumu oluşturdu. Ehl-i sünnet
tarafıyla delillerin tartışılmasına, müzâkere ve münakaşasına girmedikleri için
de çoğu zaman gizli, kapalı devre ve tek yanlı kaynaklara dayalı akide ve fıkıh
ekolü oluşturdular. Bu arada ehl-i sünnetin mensuh saydığı "mut'a nikâhı" gibi
hükümleri meşrû sayarken, içlerinden "gulât-ı şîa" denilen aşırıları Hz. Ebû
Bekir, Ömer ve Osman (r. anhüm) gibi en önde gelen sahâbe büyüklerine sövecek
derecede ehl-i sünnete karşı bir muhalefet içindedirler.

Şeriat hükümlerinin dayandığı aslî ve tal
delillerin bilimsel münakaşası yapılarak, İslâm dünyasındaki yorum farkından
kaynaklanan görüş ayrılıkları giderilebilir. Çünkü Kur'an, İslâm toplumuna en
sağlam yolu gösterir, yüce Allah âyet ve hadisleri ihlâsla ve iyi niyetle
yorumlamaya çalışanların idrak, anlayış ve ufuklarını açar. Vahiy ve sünnete
bozguncu ve kötü te'vl amacıyla yaklaşanları da saptırır, ufuklarını daraltır
(bk. el-İsrâ', 17/9; el-Kasas, 28/56; Al İmrân, 3/7, 8; el-A'râf, 7/146).[1]

'Şeriat', Arapça'da 'şeraa' fiilinden türemiş
bir masdardır. 'Şeraa', sözlükte; yol açtı, yolu açık ve dümdüz yaptı mânâsına
gelir. Bu fiilin masdarı 'şer'a', açık ve dümdüz yola verilin isimdir. Bu masdar,
'şer'a' şeklinde söylendiği gibi, 'şir'a, şeri'a veya şeriat'  şeklinde de
söylenebilir.

'Şeirat'; insanı bir ırmağa veya bir su
kaynağına götüren yol demektir. Kısaca şeriat sözlükte; açık ve düzgün yol
anlamına gelmektedir. İslâm, bu kelimeyi bir kavram haline getirerek ona sözlük
anlamına bağlı olarak yepyeni bir mânâ kazandırmıştır. Şeriat, İslâm'ın diğer
adı olarak kullanılmaktadır. Bunu şu şekilde özetlemek mümkündür: İnsanın en
sonunda kanmak, mutluluğa erişmek ve susuzluğunu gidermek için günlük hayatının
her ânında izlemesi gereken yol demektir. İnsan, bu İlâhî yola girerse, bu yolun
getirdiği ilkeleri izlerse su kaynağına ulaşır. Böylece susuzluğunu giderir,
suya kanar ve mutluluğa kavuşur.

Şeriat kelimesinin eş anlamlısı 'şir'a' da
sözlükte; yol, metot, âdet, mezhep, suya giden yol anlamlarına gelmektedir.
Şeriat kelimesi diğer eş anlamlılara göre daha fazla meşhur olmuş ve daha geniş
bir kullanım alanına ulaşmıştır. Şeriat, bütün emir ve yasakları, bütün
hükümleri ve yasaları içerisine alacak şekilde İslâm Dini karşılığında
kullanılmaktadır. Buna göre İslâm şeriatı denildiği zaman, Hz. Muhammed (s.a.v.)
ile gönderilen din ve onun hükümleri akla gelir. Şeriat kelimesinin çoğulu 'şerâyi'
'dir.

Şeriat hükümlerini gönderene ve ortaya koyana; 'şâri'
', şeriat koymaya da 'teşrî' ' denir. Türkçe'de günlük konuşmalarda kullanılan
'meşrû' kelimesi, şeriata, kanuna ve olması gerekene uygun olan demektir.
Bugünkü Arapça'da büyük caddelere 'şâria' denilmektedir. Bu bağlamda bütün insan
topluluklarının sahip olduğu kurallara ve uydukları kanunlara sözcük anlamıyla
'şeriat' demek mümkündür. Çünkü şeriat kelimesi, tâkip edilen yoldur, üzerinde
yürünülen caddedir, uyulan kurallar bütünüdür. İnsanı bir su kaynağına ulaştıran
yoldur, metottur, hukuktur.

'Şeriat', bir anlamda kanun, kural veya prensip
demektir. Batılılar bunu 'the right-hukuk' kavramı ile karşılarlar. Kanun ve
kurallar bir taraftan hakların sahiplerine ulaşmasını ve düzeni sağlarken, bir
taraftan da insan ve toplumun mutluluk yoluna girmesine sebep olurlar. Bu
bakımdan diyebiliriz ki, tarihte bütün insan toplulukları bir şeriata sahip
olmuşlardır. Şeriatsız bir toplum; kaos toplumudur, düzensizlik ve zulüm
toplumudur. Güçlülerin ve zorbaların hükmünün geçtiği toplumdur. Bugün kanun
hâkimiyetinin olduğu bütün ülkeler, anayasası olan bütün topluluklar, şeriata
sahip topluluklardır. Bu şeriatların insan aklına dayalı olup olmaması önemli
değildir. Çünkü şeriat, bir anlamda kanun demektir, kanunsuz toplum, kargaşa
toplumudur. En geniş anlamıyla ve kavramsal karşılığıyla 'şeriat yanlıştır,
kötüdür' demek, "bir toplumun sahip olduğu kanunlar bütünü kötüdür, anayasal
düzen iyi değildir; kargaşa, anarşi, kanunsuzluk daha iyidir" demektir.




 




[1]
Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 29-30