Rûhânîler ve Râbıta
Rûhânîler ve Râbıta
Rûhânîler ve
Râbıta:
Hiyerarşik zincir içindeki
Nakşî rûhânîleri arasında kimler râbıtadan söz etmiştir? Nakşîbendîler, ta Hz.
Peygamber (s.a.s.)'den başlamak üzere sayıları otuzu geçen "azizler"in -sözde-
birbirlerine devretmesiyle bu tarîkatın günümüze kadar geldiğine inanmakta ve
bunları "sâdât" (yani pirlerimiz, efendilerimiz) diye anmaktadırlar.
Onların meydana getirdiği bu hiyerarşik zincire de "Silsile-i Sâdât" ismini
vermektedirler. Ayrıca Nakşîler arasında bu zincire, "silsile'tuz-zeheb" (yani
altın gerdanlık) da denir.
Buna göre "Silsile-i Sâdât":
Nakşîbendî Tarîkatı'nda en son şeyhi, sözde -yukarıya doğru- Hz. Peygamber
(s.a.s.)'e kadar bağlayan rûhânîlerin sıra ile adlarının oluşturduğu isimler
zinciridir. (Nakşîbendîler tarafından "Silsile-i Sâdât" diye
adlandırılan "tarîkat rûhânîleri"ne âit listenin ve bu listeye ilişkin rivâyet
ve iddiaların bilimsel hiç bir değeri yoktur. Yakın geçmişin aydın Nakşîbendî
şeyhlerinden Kasım Kufralı (Küfrêvî), söz konusu listedeki şahıslar
arasında kurulan bağlantı hakkında aynen şunları söylemektedir: Nakşîbendîler
tarafından ileri sürüldüğüne göre bu zincirdeki isimlerden her biri, bir
öncekinden mezun olmuş ve makamına geçerek, mürşid sıfatıyla onun yerini
doldurmuştur. Buna bağlı olarak -yine onlara göre- her şeyh, kendi döneminde Hz.
peygamber (s.a.s.)'i temsil eden bir titre sahiptir. Kerâmet ve fazîlet diye
onlara Nakşîbendîler tarafından mal edilen inanılmaz mitolojik hikâyeler ise
son derece ilginçtir.
Menkabe denen bu hikâyeler,
mürîdleri son derece etkilemekte, onları coşturup kendilerinden geçirmektedir.
Bu nedenledir ki her Nakşîbendî şeyhi, kendinden sonra yerine oturacak olan
"seccâdenişîn"i (Seccâdenişîn: Yalın anlamı; seccâdeye oturan demektir.
Tarîkatta, şeyhin mezun ettiği ve bulunmadığı zaman kendisini temsil etmekle
yetkilendirdiği, halîfe mânâsında kullanılır. Bu terim, yalnızca Türk
tasavvufunda vardır. Örneğin Nakşîbendî Kürtler, "postnişîn" ve "seccâdenişîn"
gibi terimleri ne bilir, ne de kullanırlar. Bu da tarîkatçıların bir başka
çelişkisidir!) mezun ettiği zaman ona, mahrem bir şekilde yaklaşık olarak şu
öğütlerde bulunmaktadır: "Bak molla efendi oğlum! Sen artık bu cemâatin mürşidi
olacaksın. Ama unutma ki, mürîd topluluğunun çoğu, câhil olduğu için âyet ve
hadisten (yani Allah'ın ve Elçisi'nin sözlerinden) bir şey anlamazlar. Bu
sebeple de yanlış yorumlar yapabilir ve tarîkattan kopabilirler. Onun için
mürîdlere âyet ve hadis açıklamaları yerine daima mürşidlerimizin menkabelerini,
kerâmet ve fazîletlerini anlatarak onları eğitmeye çalış. Bu sûretle ancak
onların tarîkata karşı şevk ve coşkularını artırabilirsin..."
Bu yollu öğütlerin, gerçekten
iyi niyetlerle yapılıyor olabileceği ihtimali yok değildir. Sebebine gelince
çöküntü içindeki Müslüman toplumların tabanı büyük oranda eğitimsizdir.
Gerçekleri, anlayamayacakları bir berraklık içinde açıklayıp, hidâyetten çok
onları sonu dalâlet olan çeşitli kuşkular içine sürüklemektense, (tarîkat
şeyhlerinin hurâfelerinden değil) örnek İslâm âlimlerinin, yüce Kur'ân'dan
ilham alarak yaşadıkları üstün ahlâk ve fazîletlerden söz etmek sûretiyle
toplulukları eğitmeye çalışmanın faydaları elbette ki inkâr edilemez.
Nakşî rûhânîleri arasında
râbıtadan ilk kez söz eden Ya'kûb-i Çarhî 'dir. Raşahât'ın yazarı Ali b. Hüseyn
el-Vâiz, bu eserinde O'ndan epeyce söz etmektedir. Kitabın, iki yerinde
râbıtaya ilişkin olarak kaydettiği çok kısa anlatımlardan biri şöyledir: "...
Çün râbıta tarikini beyâna başladılar, buyurdular ki: "Bu tarikayı ta'limde
dehşet etmeyesin ve tâlib ve müstaidlere eriştiresin."[1]
Bu da demek oluyor ki râbıtanın
tarihî süreci, h. 851/m. 1447 de ölen Ya'kûb-i Çarhî ile başlamaktadır. Çarhî,
yukarıdaki sözlerle râbıtayı, öğrencisi Ubeydullah-ı Ahrâr'a öğütlemiştir.
Raşahât'ın yazarına ise râbıtayı Ubeydullah-ı Ahrâr telkin etmiştir. Nitekim
Araştırmacı Kasım Kufralı'nın: "Bilâhare Mâverâünnehr'e gelerek Hâce'ye intisab
eylediği zaman râbıta ile iştigâle memur edildi."[2]
dediği Mir Abdu'evvel, Ubeydullah-ı Ahrâr tarafından bu şekilde
görevlendirilmiştir. İşbu Mir Abdu'evvel, Raşahât'ın yazarının arkadaşıdır.
Bütün bunlar, râbıtanın sembolik bir kavram olarak Ya'kûb-i Çarhî ile
başladığını, ondan önce Nakşîbendîlikte râbıta adı altında bir anlayış, inanış
ve uygulamanın bulunmadığını açıkça kanıtlamaktadır. Öyle anlaşılıyor ki
Nakşîbendîlik tarihinde Ya'kûb-i Çarhî 'den önce râbıtadan söz etmiş hiç bir
rûhânî yoktur.
Çarhî'nin, Ubeydullah-ı Ahrâr'a:
"...Bu tarikayı ta'limde dehşet etmeyesin" diye verdiği öğüt esasen dikkat
çekicidir. Çünkü Ya'kûb'un, mürîdine râbıta yaptırmayı öğütlerken: "Sakın
ürkütmeyesin!" diyerek onu uyarması, örtülü de olsa râbıtanın tarîkata
yerleştirildiği daha ilk günlerden itibaren önemsendiğini kanıtlamaktadır. Ancak
bugünkü tanımıyla, şartlarıyla ve uygulanış biçimiyle râbıtanın o tarihlerde
söz konusu olduğunu gösteren herhangi bir delil yoktur.
Râbıtanın süreci her ne kadar
Ya'kûb-i Çarhî ile başlamışsa da süreçte kopukluklar olmuş ve bu kelime
tarikatın, aşamalarla yeni içerikler kazanan doktrininde uzun zaman sembolik bir
terim olarak kalmıştır. Ancak çok sonraları tarîkatın bir kuralı haline
getirilmiştir.
Râbıta, insanları
yönlendirmede belki silâhların en güçlüsüdür; ve çünkü râbıta, astı üstün
emrinde kurulmuş bir aygıt haline getirebilen, dolayısıyla dünyayı (el
altından) ele geçirme projesini gerçekleştirebilmek için insanları istenen
doğrultuda ileriye itebilmenin yegâne sihirli anahtarıdır. Unutmamak gerekir
ki bütün tarîkatlar arasında şeyhine can fedâ bir şekilde bağlılık gösteren
mürîd toplulukları Nakşîbendî Tarîkatı'nın mensuplarıdır. Yine unutmamak
gerekir ki tarîkat şeyhleri arasında en geniş muhite sahip olanlar Nakşî
şeyhleridir. Bunun sırrını ise râbıtadan başka bir şeyde aramamak lâzımdır.
[1]
Ali b. Hüseyn el-Vâiz, Raşahât s. 354
[2]
Bk. Kasım Kufralı, Nakşîbendîliğin Kuruluş ve Yayılışı, s. 82 Türkiyât
Enstitüsü, No. 337; Keşf'uz-Zunûn, 1/903
Rûhânîler ve
Râbıta:
Hiyerarşik zincir içindeki
Nakşî rûhânîleri arasında kimler râbıtadan söz etmiştir? Nakşîbendîler, ta Hz.
Peygamber (s.a.s.)'den başlamak üzere sayıları otuzu geçen "azizler"in -sözde-
birbirlerine devretmesiyle bu tarîkatın günümüze kadar geldiğine inanmakta ve
bunları "sâdât" (yani pirlerimiz, efendilerimiz) diye anmaktadırlar.
Onların meydana getirdiği bu hiyerarşik zincire de "Silsile-i Sâdât" ismini
vermektedirler. Ayrıca Nakşîler arasında bu zincire, "silsile'tuz-zeheb" (yani
altın gerdanlık) da denir.
Buna göre "Silsile-i Sâdât":
Nakşîbendî Tarîkatı'nda en son şeyhi, sözde -yukarıya doğru- Hz. Peygamber
(s.a.s.)'e kadar bağlayan rûhânîlerin sıra ile adlarının oluşturduğu isimler
zinciridir. (Nakşîbendîler tarafından "Silsile-i Sâdât" diye
adlandırılan "tarîkat rûhânîleri"ne âit listenin ve bu listeye ilişkin rivâyet
ve iddiaların bilimsel hiç bir değeri yoktur. Yakın geçmişin aydın Nakşîbendî
şeyhlerinden Kasım Kufralı (Küfrêvî), söz konusu listedeki şahıslar
arasında kurulan bağlantı hakkında aynen şunları söylemektedir: Nakşîbendîler
tarafından ileri sürüldüğüne göre bu zincirdeki isimlerden her biri, bir
öncekinden mezun olmuş ve makamına geçerek, mürşid sıfatıyla onun yerini
doldurmuştur. Buna bağlı olarak -yine onlara göre- her şeyh, kendi döneminde Hz.
peygamber (s.a.s.)'i temsil eden bir titre sahiptir. Kerâmet ve fazîlet diye
onlara Nakşîbendîler tarafından mal edilen inanılmaz mitolojik hikâyeler ise
son derece ilginçtir.
Menkabe denen bu hikâyeler,
mürîdleri son derece etkilemekte, onları coşturup kendilerinden geçirmektedir.
Bu nedenledir ki her Nakşîbendî şeyhi, kendinden sonra yerine oturacak olan
"seccâdenişîn"i (Seccâdenişîn: Yalın anlamı; seccâdeye oturan demektir.
Tarîkatta, şeyhin mezun ettiği ve bulunmadığı zaman kendisini temsil etmekle
yetkilendirdiği, halîfe mânâsında kullanılır. Bu terim, yalnızca Türk
tasavvufunda vardır. Örneğin Nakşîbendî Kürtler, "postnişîn" ve "seccâdenişîn"
gibi terimleri ne bilir, ne de kullanırlar. Bu da tarîkatçıların bir başka
çelişkisidir!) mezun ettiği zaman ona, mahrem bir şekilde yaklaşık olarak şu
öğütlerde bulunmaktadır: "Bak molla efendi oğlum! Sen artık bu cemâatin mürşidi
olacaksın. Ama unutma ki, mürîd topluluğunun çoğu, câhil olduğu için âyet ve
hadisten (yani Allah'ın ve Elçisi'nin sözlerinden) bir şey anlamazlar. Bu
sebeple de yanlış yorumlar yapabilir ve tarîkattan kopabilirler. Onun için
mürîdlere âyet ve hadis açıklamaları yerine daima mürşidlerimizin menkabelerini,
kerâmet ve fazîletlerini anlatarak onları eğitmeye çalış. Bu sûretle ancak
onların tarîkata karşı şevk ve coşkularını artırabilirsin..."
Bu yollu öğütlerin, gerçekten
iyi niyetlerle yapılıyor olabileceği ihtimali yok değildir. Sebebine gelince
çöküntü içindeki Müslüman toplumların tabanı büyük oranda eğitimsizdir.
Gerçekleri, anlayamayacakları bir berraklık içinde açıklayıp, hidâyetten çok
onları sonu dalâlet olan çeşitli kuşkular içine sürüklemektense, (tarîkat
şeyhlerinin hurâfelerinden değil) örnek İslâm âlimlerinin, yüce Kur'ân'dan
ilham alarak yaşadıkları üstün ahlâk ve fazîletlerden söz etmek sûretiyle
toplulukları eğitmeye çalışmanın faydaları elbette ki inkâr edilemez.
Nakşî rûhânîleri arasında
râbıtadan ilk kez söz eden Ya'kûb-i Çarhî 'dir. Raşahât'ın yazarı Ali b. Hüseyn
el-Vâiz, bu eserinde O'ndan epeyce söz etmektedir. Kitabın, iki yerinde
râbıtaya ilişkin olarak kaydettiği çok kısa anlatımlardan biri şöyledir: "...
Çün râbıta tarikini beyâna başladılar, buyurdular ki: "Bu tarikayı ta'limde
dehşet etmeyesin ve tâlib ve müstaidlere eriştiresin."[1]
Bu da demek oluyor ki râbıtanın
tarihî süreci, h. 851/m. 1447 de ölen Ya'kûb-i Çarhî ile başlamaktadır. Çarhî,
yukarıdaki sözlerle râbıtayı, öğrencisi Ubeydullah-ı Ahrâr'a öğütlemiştir.
Raşahât'ın yazarına ise râbıtayı Ubeydullah-ı Ahrâr telkin etmiştir. Nitekim
Araştırmacı Kasım Kufralı'nın: "Bilâhare Mâverâünnehr'e gelerek Hâce'ye intisab
eylediği zaman râbıta ile iştigâle memur edildi."[2]
dediği Mir Abdu'evvel, Ubeydullah-ı Ahrâr tarafından bu şekilde
görevlendirilmiştir. İşbu Mir Abdu'evvel, Raşahât'ın yazarının arkadaşıdır.
Bütün bunlar, râbıtanın sembolik bir kavram olarak Ya'kûb-i Çarhî ile
başladığını, ondan önce Nakşîbendîlikte râbıta adı altında bir anlayış, inanış
ve uygulamanın bulunmadığını açıkça kanıtlamaktadır. Öyle anlaşılıyor ki
Nakşîbendîlik tarihinde Ya'kûb-i Çarhî 'den önce râbıtadan söz etmiş hiç bir
rûhânî yoktur.
Çarhî'nin, Ubeydullah-ı Ahrâr'a:
"...Bu tarikayı ta'limde dehşet etmeyesin" diye verdiği öğüt esasen dikkat
çekicidir. Çünkü Ya'kûb'un, mürîdine râbıta yaptırmayı öğütlerken: "Sakın
ürkütmeyesin!" diyerek onu uyarması, örtülü de olsa râbıtanın tarîkata
yerleştirildiği daha ilk günlerden itibaren önemsendiğini kanıtlamaktadır. Ancak
bugünkü tanımıyla, şartlarıyla ve uygulanış biçimiyle râbıtanın o tarihlerde
söz konusu olduğunu gösteren herhangi bir delil yoktur.
Râbıtanın süreci her ne kadar
Ya'kûb-i Çarhî ile başlamışsa da süreçte kopukluklar olmuş ve bu kelime
tarikatın, aşamalarla yeni içerikler kazanan doktrininde uzun zaman sembolik bir
terim olarak kalmıştır. Ancak çok sonraları tarîkatın bir kuralı haline
getirilmiştir.
Râbıta, insanları
yönlendirmede belki silâhların en güçlüsüdür; ve çünkü râbıta, astı üstün
emrinde kurulmuş bir aygıt haline getirebilen, dolayısıyla dünyayı (el
altından) ele geçirme projesini gerçekleştirebilmek için insanları istenen
doğrultuda ileriye itebilmenin yegâne sihirli anahtarıdır. Unutmamak gerekir
ki bütün tarîkatlar arasında şeyhine can fedâ bir şekilde bağlılık gösteren
mürîd toplulukları Nakşîbendî Tarîkatı'nın mensuplarıdır. Yine unutmamak
gerekir ki tarîkat şeyhleri arasında en geniş muhite sahip olanlar Nakşî
şeyhleridir. Bunun sırrını ise râbıtadan başka bir şeyde aramamak lâzımdır.
[1]
Ali b. Hüseyn el-Vâiz, Raşahât s. 354
[2]
Bk. Kasım Kufralı, Nakşîbendîliğin Kuruluş ve Yayılışı, s. 82 Türkiyât
Enstitüsü, No. 337; Keşf'uz-Zunûn, 1/903
RİBAT-RABITA-MURÂBATA YAPMAK
- MURÂBATA YAPMAK (CİHAD İÇİN HAZIR OLMAK)
- Murâbata; Anlam ve Mâhiyeti
- Ribat; Anlam ve Mâhiyeti
- Ribat ve Râbıta.
- Râbıta'nın Anlamı
- Murâbıt Kimdir?.
- Kur'ân-ı Kerim'de Murâbata Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde Murâbata ve Ribat Kavramı
- Râbıta Kavramının Yozlaştırılması
- Râbıta Nedir?.
- Tarîkat Kaynaklarına Göre Râbıta Hakkında Genel Bilgiler "Râbıta" Kelimesinin Sözlük Ve Terim Anlamı
- Râbıtanın Değişik Tanımları
- Râbıtanın Şartları ve Uygulanış Biçimi
- Tarîkat Rûhânîlerine Göre, Râbıta Yapmanın Kaçınılmaz Lüzumu
- Nakşîbendîlerin Râbıtaya İlişkin Delilleri
- Râbıtaya İlişkin Çok Yönlü Değerlendirmeler Nakşîbendîlikte Anlayış ve Yargı
- TASAVVUFTA RABITA
- Râbıtanın Meşru‘iyeti Âyet-Hadis-İcmâ‘ ve Kıyas ile Sâbittir
- Râbıta, Murâbata ve Murâbıt Kelimelerinin Tahlili
- Mutasavvıflar Tarafından Râbıtayı Anlatan Eserlerden Bazıları
- Tasavvufî Bir Terim Olarak Râbıta
- Rûhânîler ve Râbıta
- Halid Bağdâdî ve Râbıta
- Tasavvuf, Nakşîbendîlik ve Râbıta.
- Tasavvuf
- Nakşîbendîlik.
- Seyr-u Sülûk
- Nakşîbendîlik'de Kerâmet, Menkabe ve Râbıta İlişkisi
- Ermişlik
- Tarîkatta Evliyâ Nasıl Bir Kişiliktir