Evet, İbâdet Ne Demektir
Evet
Evet, İbâdet Ne
Demektir:
İbâdet sözcüğü: Arapça'da
"abede-ya'budu" fiilinin masdarıdır. Türevleri, Kur'ân-ı Kerîm'de serpili olarak
çok sayıda geçmektedir ve Türkçe'de tapmak, tapınmak ya da kulluk etmek
anlamına gelmektedir. Önemle belirtmek gerekir ki, tapmak veya kulluk etmek,
tamamen rûhânî bir olaydır; Temelde hiç bir seküler ve dünyevî anlamı yoktur
(Dünyevî faydaları olsa bile...).
Dolayısıyla ibâdet: Sırf bir
kul-Allah ilişkisidir veya daha genel bir tanımla, tapanın, tapılanı hoşnut
etmek için düşünerek, tasarlayarak, ürpererek, yalvararak ve boyun eğerek özel
ve içsel niyetlerle belli hareket ve davranışlarda bulunmasıdır. İslâm'da, namaz
kılmak, itikâf'a girmek, oruç tutmak, kurban kesmek ya da şirk dinlerinde
heykele, türbeye, mezara, ölüye saygı duruşunda bulunmak gibi...
Öyle ise şimdi bu tanıma
dayanarak râbıtanın bir ibâdet biçimi olup olmadığına bakalım. Tabiatıyla bu
konuda kesin bir kanâate varabilmek için öncelikle şu sorunun cevabını bulmak
şarttır: Râbıta: "Mürîdin, şeyhini zihninde canlandırması ve onun
rûhâniyetinden istimdâd etmesi" demek olduğuna göre Nakşîbendîler, hayallerinde
şeyhlerinin şeklini canlandırmakla ve onun rûhâniyetinden yardım dilemekle
acaba gerçek anlamda neyi amaçlamaktadırlar?
1. Allah'a ibâdet etmeyi
mi,
2. Sırf Şeyhe ibâdet
etmeyi mi,
3. Allah'ın vekîlidir
diye onun adına Şeyhe ibâdet etmeyi mi,
4. İbâdet niyeti dışında
Allah'a ya da şeyhe sade bir saygı gösterisinde bulunmak mı, yoksa başka bir
şey mi istiyorlar? Bunun anlaşılır bir şekilde açıklanması gereklidir.
Evet bu soruların çok açık
cevabını bulmadıkça râbıtanın bir ibâdet biçimi olup olmadığını bir hükme
bağlamak elbette ki mümkün değildir.
İşte Nakşîbendîler de zaten bu
karmaşanın, bu belirsizliğin farkında oldukları için, (yani râbıtanın, "ibâdet
mi, değil mi" noktasında son derece kararsız oldukları için) sıkıntılı ve
tedirgindirler. Bu duyarlı noktaya dokunmayı hiç göze alamamaktadırlar.
Aynı zamanda râbıtaya şer'î bir
hüküm bulabilmek; yani ne olursa olsun, onu İslâm'ın bir yerine uyduruvermek
için gayretler sarf eden ve âdetâ sancılar içerisinde kıvranan Nakşîbendîler,
"Acaba râbıtayı âef'âl-i mükellefîn'den hangisine yakıştırmalı?" diye
mutlaka çok bocalamış olmalıdırlar ki 1994 yılında dört adet Nakşîbendî, Urfalı
bir müftü emeklisine başvurmuş, ama yine de umduklarını bulamamışlardır. Çünkü
bu zat onlara aynen şu cevabı vermiştir: "Zâten bu bir ibâdet değildir."
Peki râbıta ibâdet değilse
nedir? Yoksa bir zihin sporu mudur? Anlaşılan Müftü Efendi, fetvâ almaya gelen
adamları tamamen eli boş göndermeyi de uygun bulmamışa benzemekte, dolayısıyla
şu lafları sarf etmekten kendini alamamış gibi görünmektedir: "Bununla beraber
râbıta ictihadî bir meseledir. Bazı büyük zatların ictihadı neticesinde ortaya
çıkmıştır. Onu kabul edip uygulayan kimseyi şirk ile itham etmek büyük bir vebâl
olduğu gibi, herhangi bir kimse de onu kabul etmediğinde o kimsenin küfürle
itham edilmesi doğru değildir."
Görüldüğü üzere müftü, râbıtayı
ne kadar evirip çevirmişse de ona "ibâdettir" demeye bir türlü dili varmamıştır!
Buna rağmen Nakşîbendî müsteftîler, belki bir işe yarar diye bu sözleri yine de
alıp notları arasına sıkıştırmayı ihmal etmemişlerdir(!) Diyanet İşleri
Başkanlığı da bu konuda şimdiye kadar suskunluğunu korumuş, meseleden haberdar
olduğu halde Müslümanlarla Nakşîbendîler arasında sıkışmamak için bu sorunla
ilgili olarak hiçbir açıklama yapmamıştır.
Anlaşılan Nakşîbendîlerin bu
konudaki sıkıntıları çok büyüktür. Çünkü bir grup Nakşîbendî, büyük ihtimalle bu
yüzden kendilerine yöneltilmiş küfür ve şirk suçlamalarına karşı cevap olmak
üzere bakınız ne diyorlar: "Zikreden kişiye, Allah'ın zâtı hakkında bir düşünce
geldiğinde bu düşünceyi Allah'ın vekili ve halîfesi olan kişilere
çevirmekle kendini tehlikeden kurtarmış olur ki bu da râbıtanın
faydalarındandır." (Ruhu'l-Furkan, s. 74)
Nakşîbendîler de çok iyi
biliyorlar ki teamülde: "El-Vekîl, k'el-Asîl" dir. Yani vekil, tasarrufta aynen
müvekkili gibidir; onun yetkilerini kullanır. Dolayısıyla -Nakşîbendîlere göre-
Şeyh, Allah'ın vekili olduğu için, O'nun bütün niteliklerine ve aynen O'nun gibi
tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir (?!)
Özürleri kabahatlerinden büyük!
Şirkle suçlanma belâsını başlarından böyle defetmeye çalışırlarken şeyhi (hâşâ!)
"Allah'ın vekîli" diye niteleme cür'etini gösterince daha neler duyacaklarını
herhalde tahmin ettikleri için bakınız aynı kişiler bu kez de neler söylüyor:
"Amma Allah'ı bırakıp da onlara tapınmak niyetiyle yapılan bir tefekkür ve
tahayyül (düşünme ve hayale getirme) öyle bir iştir ki bunu ehli kitabın
kâfirleri bile yapmaz."[1]
İnsan Allah'ın zatını düşünmek
istediği zaman mutlaka zihninde boyutsal bazı şekiller canlanır. Sözde bundan
kaçındıklarını kanıtlamak için şeyhin şeklini hayâlde canlandırmayı mürîde
önermektedirler. Ancak yukarıdaki sözlerinden anlaşıldığı üzere şeyhi "Allah'ın
vekili" olarak nitelemelerine acaba ne demek gerekir?!
Görüldüğü üzere, râbıtaya bir
türlü ibâdet diyememenin sıkıntısı içinde işte böyle bocalıyor ve ne
diyeceklerini şaşırmış bulunuyorlar. Çünkü eğer râbıtaya ibâdet diyecek
olurlarsa bunun şeyhe, doğrudan doğruya tapmak anlamına geldiğini artık
gizleyememiş olacaklardır. Râbıtayı bir ibâdet biçimi saymak ya da saymamak
Nakşîbendîlerin sorunudur. Fakat madem ki onu Tevbe Sûresi'nin 119'uncu ve
Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmelerine dayandırmakta ısrar ediyorlar, şu
halde onun, farz mı, vâcip mi, sünnet mi, müstehab mı, yoksa mubah mı olduğunu
Müslümanlar karşısında kanıtlamak zorundadırlar; Ancak unutmamalıdırlar ki
Türkiye'nin dışında da milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Öncelikle de bunun
için gidip dünya beşerî coğrafyasını okuyarak bu gerçeği öğrenmelidirler. Aksi
halde ümmetin cumhuru karşısında Kadyanîler'in ve Bahâîler'in durumuna
düşebilirler!!!
[1]
A.g.e., s. 77
Evet, İbâdet Ne
Demektir:
İbâdet sözcüğü: Arapça'da
"abede-ya'budu" fiilinin masdarıdır. Türevleri, Kur'ân-ı Kerîm'de serpili olarak
çok sayıda geçmektedir ve Türkçe'de tapmak, tapınmak ya da kulluk etmek
anlamına gelmektedir. Önemle belirtmek gerekir ki, tapmak veya kulluk etmek,
tamamen rûhânî bir olaydır; Temelde hiç bir seküler ve dünyevî anlamı yoktur
(Dünyevî faydaları olsa bile...).
Dolayısıyla ibâdet: Sırf bir
kul-Allah ilişkisidir veya daha genel bir tanımla, tapanın, tapılanı hoşnut
etmek için düşünerek, tasarlayarak, ürpererek, yalvararak ve boyun eğerek özel
ve içsel niyetlerle belli hareket ve davranışlarda bulunmasıdır. İslâm'da, namaz
kılmak, itikâf'a girmek, oruç tutmak, kurban kesmek ya da şirk dinlerinde
heykele, türbeye, mezara, ölüye saygı duruşunda bulunmak gibi...
Öyle ise şimdi bu tanıma
dayanarak râbıtanın bir ibâdet biçimi olup olmadığına bakalım. Tabiatıyla bu
konuda kesin bir kanâate varabilmek için öncelikle şu sorunun cevabını bulmak
şarttır: Râbıta: "Mürîdin, şeyhini zihninde canlandırması ve onun
rûhâniyetinden istimdâd etmesi" demek olduğuna göre Nakşîbendîler, hayallerinde
şeyhlerinin şeklini canlandırmakla ve onun rûhâniyetinden yardım dilemekle
acaba gerçek anlamda neyi amaçlamaktadırlar?
1. Allah'a ibâdet etmeyi
mi,
2. Sırf Şeyhe ibâdet
etmeyi mi,
3. Allah'ın vekîlidir
diye onun adına Şeyhe ibâdet etmeyi mi,
4. İbâdet niyeti dışında
Allah'a ya da şeyhe sade bir saygı gösterisinde bulunmak mı, yoksa başka bir
şey mi istiyorlar? Bunun anlaşılır bir şekilde açıklanması gereklidir.
Evet bu soruların çok açık
cevabını bulmadıkça râbıtanın bir ibâdet biçimi olup olmadığını bir hükme
bağlamak elbette ki mümkün değildir.
İşte Nakşîbendîler de zaten bu
karmaşanın, bu belirsizliğin farkında oldukları için, (yani râbıtanın, "ibâdet
mi, değil mi" noktasında son derece kararsız oldukları için) sıkıntılı ve
tedirgindirler. Bu duyarlı noktaya dokunmayı hiç göze alamamaktadırlar.
Aynı zamanda râbıtaya şer'î bir
hüküm bulabilmek; yani ne olursa olsun, onu İslâm'ın bir yerine uyduruvermek
için gayretler sarf eden ve âdetâ sancılar içerisinde kıvranan Nakşîbendîler,
"Acaba râbıtayı âef'âl-i mükellefîn'den hangisine yakıştırmalı?" diye
mutlaka çok bocalamış olmalıdırlar ki 1994 yılında dört adet Nakşîbendî, Urfalı
bir müftü emeklisine başvurmuş, ama yine de umduklarını bulamamışlardır. Çünkü
bu zat onlara aynen şu cevabı vermiştir: "Zâten bu bir ibâdet değildir."
Peki râbıta ibâdet değilse
nedir? Yoksa bir zihin sporu mudur? Anlaşılan Müftü Efendi, fetvâ almaya gelen
adamları tamamen eli boş göndermeyi de uygun bulmamışa benzemekte, dolayısıyla
şu lafları sarf etmekten kendini alamamış gibi görünmektedir: "Bununla beraber
râbıta ictihadî bir meseledir. Bazı büyük zatların ictihadı neticesinde ortaya
çıkmıştır. Onu kabul edip uygulayan kimseyi şirk ile itham etmek büyük bir vebâl
olduğu gibi, herhangi bir kimse de onu kabul etmediğinde o kimsenin küfürle
itham edilmesi doğru değildir."
Görüldüğü üzere müftü, râbıtayı
ne kadar evirip çevirmişse de ona "ibâdettir" demeye bir türlü dili varmamıştır!
Buna rağmen Nakşîbendî müsteftîler, belki bir işe yarar diye bu sözleri yine de
alıp notları arasına sıkıştırmayı ihmal etmemişlerdir(!) Diyanet İşleri
Başkanlığı da bu konuda şimdiye kadar suskunluğunu korumuş, meseleden haberdar
olduğu halde Müslümanlarla Nakşîbendîler arasında sıkışmamak için bu sorunla
ilgili olarak hiçbir açıklama yapmamıştır.
Anlaşılan Nakşîbendîlerin bu
konudaki sıkıntıları çok büyüktür. Çünkü bir grup Nakşîbendî, büyük ihtimalle bu
yüzden kendilerine yöneltilmiş küfür ve şirk suçlamalarına karşı cevap olmak
üzere bakınız ne diyorlar: "Zikreden kişiye, Allah'ın zâtı hakkında bir düşünce
geldiğinde bu düşünceyi Allah'ın vekili ve halîfesi olan kişilere
çevirmekle kendini tehlikeden kurtarmış olur ki bu da râbıtanın
faydalarındandır." (Ruhu'l-Furkan, s. 74)
Nakşîbendîler de çok iyi
biliyorlar ki teamülde: "El-Vekîl, k'el-Asîl" dir. Yani vekil, tasarrufta aynen
müvekkili gibidir; onun yetkilerini kullanır. Dolayısıyla -Nakşîbendîlere göre-
Şeyh, Allah'ın vekili olduğu için, O'nun bütün niteliklerine ve aynen O'nun gibi
tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir (?!)
Özürleri kabahatlerinden büyük!
Şirkle suçlanma belâsını başlarından böyle defetmeye çalışırlarken şeyhi (hâşâ!)
"Allah'ın vekîli" diye niteleme cür'etini gösterince daha neler duyacaklarını
herhalde tahmin ettikleri için bakınız aynı kişiler bu kez de neler söylüyor:
"Amma Allah'ı bırakıp da onlara tapınmak niyetiyle yapılan bir tefekkür ve
tahayyül (düşünme ve hayale getirme) öyle bir iştir ki bunu ehli kitabın
kâfirleri bile yapmaz."[1]
İnsan Allah'ın zatını düşünmek
istediği zaman mutlaka zihninde boyutsal bazı şekiller canlanır. Sözde bundan
kaçındıklarını kanıtlamak için şeyhin şeklini hayâlde canlandırmayı mürîde
önermektedirler. Ancak yukarıdaki sözlerinden anlaşıldığı üzere şeyhi "Allah'ın
vekili" olarak nitelemelerine acaba ne demek gerekir?!
Görüldüğü üzere, râbıtaya bir
türlü ibâdet diyememenin sıkıntısı içinde işte böyle bocalıyor ve ne
diyeceklerini şaşırmış bulunuyorlar. Çünkü eğer râbıtaya ibâdet diyecek
olurlarsa bunun şeyhe, doğrudan doğruya tapmak anlamına geldiğini artık
gizleyememiş olacaklardır. Râbıtayı bir ibâdet biçimi saymak ya da saymamak
Nakşîbendîlerin sorunudur. Fakat madem ki onu Tevbe Sûresi'nin 119'uncu ve
Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmelerine dayandırmakta ısrar ediyorlar, şu
halde onun, farz mı, vâcip mi, sünnet mi, müstehab mı, yoksa mubah mı olduğunu
Müslümanlar karşısında kanıtlamak zorundadırlar; Ancak unutmamalıdırlar ki
Türkiye'nin dışında da milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Öncelikle de bunun
için gidip dünya beşerî coğrafyasını okuyarak bu gerçeği öğrenmelidirler. Aksi
halde ümmetin cumhuru karşısında Kadyanîler'in ve Bahâîler'in durumuna
düşebilirler!!!
[1]
A.g.e., s. 77
RİBAT-RABITA-MURÂBATA YAPMAK
- MURÂBATA YAPMAK (CİHAD İÇİN HAZIR OLMAK)
- Murâbata; Anlam ve Mâhiyeti
- Ribat; Anlam ve Mâhiyeti
- Ribat ve Râbıta.
- Râbıta'nın Anlamı
- Murâbıt Kimdir?.
- Kur'ân-ı Kerim'de Murâbata Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde Murâbata ve Ribat Kavramı
- Râbıta Kavramının Yozlaştırılması
- Râbıta Nedir?.
- Tarîkat Kaynaklarına Göre Râbıta Hakkında Genel Bilgiler "Râbıta" Kelimesinin Sözlük Ve Terim Anlamı
- Râbıtanın Değişik Tanımları
- Râbıtanın Şartları ve Uygulanış Biçimi
- Tarîkat Rûhânîlerine Göre, Râbıta Yapmanın Kaçınılmaz Lüzumu
- Nakşîbendîlerin Râbıtaya İlişkin Delilleri
- Râbıtaya İlişkin Çok Yönlü Değerlendirmeler Nakşîbendîlikte Anlayış ve Yargı
- TASAVVUFTA RABITA
- Râbıtanın Meşru‘iyeti Âyet-Hadis-İcmâ‘ ve Kıyas ile Sâbittir
- Râbıta, Murâbata ve Murâbıt Kelimelerinin Tahlili
- Mutasavvıflar Tarafından Râbıtayı Anlatan Eserlerden Bazıları
- Tasavvufî Bir Terim Olarak Râbıta
- Rûhânîler ve Râbıta
- Halid Bağdâdî ve Râbıta
- Tasavvuf, Nakşîbendîlik ve Râbıta.
- Tasavvuf
- Nakşîbendîlik.
- Seyr-u Sülûk
- Nakşîbendîlik'de Kerâmet, Menkabe ve Râbıta İlişkisi
- Ermişlik
- Tarîkatta Evliyâ Nasıl Bir Kişiliktir