Râbıta.
Râbıta
Râbıta
Bayındır: Bir de râbıta'nız
var.
Şeyh Efendi: Evet doğru. Râbıta
bir müridin, mürşid-i kâmilinin rûhâniyetiyle beraber, sûretini kalp gözünün
önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibârettir[1]
Bayındır: Daha iyi anlamak için
soruyorum, mürit şeyhini yükseklerde görüyor, onun bir çok yetkiye sahip
olduğunu düşünüyor, kendisini de düşük seviyede sayıyor. Sonra şeyhinin hayalini
karşısına getiriyor ve ondan yardım istiyor. Bunu şeyhinin yanında yapmıyor
değil mi?
Şeyh Efendi: Doğru. Muhammed
Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye'sinde şöyle buyuruyor: Râbıtanın en üstün
derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin rûhâniyetinin
yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan
sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu
Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin rûhâniyetinin hayal
hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini
düşünüp, senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal
ederek, şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir[2]
Bayındır: Aman Allahım! Söyler
misiniz bana, bunu neye dayandırıyorsunuz?
Şeyh Efendi: Bunun delili
vardır. Hz Ebubekr (r.a.) kazâ-i hâcet (tuvalet ihtiyacını gidermek) için
Efendimiz (s.a.s.)'den hâlî bir yer bulamadığından, bu durumu Efendimiz'e
şikâyet etti. Efendimiz de ona ruhsat verdi
[3]
Bayındır: Yani Hz. Ebûbekr,
tuvalette, Allah'ın elçisinin rûhâniyetiyle beraber, sûretini kalp gözünün önüne
getirerek hayal edip kalbiyle ondan yardım mı istiyordu?
Mürit: Hayır, öyle değil. Yani
Hz. Ebûbekr tuvalette, ihtiyacını karşılarken bile Muhammed (s.a.s.)'i hayal
ediyordu.
Bayındır: Çok sevdiği kişinin
hayali insanın gözünün önünden gitmez. Şair, sevgilisi için "Gündüz hayalimde,
gece düşümde" diyor. Bu gâyet normaldir. Hz. Ebûbekr, Muhammed (s.a.s.)'i çok
sevdiği için tuvalette bile aklından çıkaramadığını ifade etmektedir. Sizin
tarif ettiğiniz râbıtayla bunun ne ilgisi var? Siz râbıta sırasında şeyhin
rûhâniyetinin müridin yanına geldiğini iddia ediyorsunuz. Şeyhin rûhâniyeti
müridin yanına nereden geliyor ki mürit ondan yardım istesin?
Şeyh Efendi: Rûhâniyetin
gözüktüğünün delili vardır. Yusuf Sûresi'nde şöyle buyuruluyor: "(Yusuf
aleyhisselam kasıtsız olarak, elinden gelmeyerek) ona (Züleyha'ya) meyletti.
Rabbisinin burhanını (delilini) görmeseydi, (o meyline göre hareket
edebilirdi)." (12/Yusuf, 24). Bu âyetin tefsirinde ekseri müfessirler,
Allah dostlarının tasarruf ve imdadını (gücünü ve yardımını)
açıklamışlardır. Müfessirlerden Keşşaf, doğruluktan ayrıldığı ve Mutezile
Mezhebinin görüşüyle vasıflandığı halde Yakup aleyhisselamın ruhaniyyetinin,
şaşkınlığından parmaklarını ısırmış olduğu halde Yusuf aleyhisselama
gözükerek "O kadından sakın." dediğini açıklamıştır"[4]
Bayındır: Siz herhalde Keşşâf
tefsirini hiç okumadınız. Yoksa bunu asla söylemezdiniz.
Yusuf Sûresi'nin 24. âyetinde
Züleyha'nın Yusuf aleyhisselam ile birleşmek için yaptıkları anlatılırken şöyle
buyuruluyor: "Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbının burhânını
görmeseydi o da kadına meyledecekti..." Keşşaf tefsiri, âyette geçen
bürhan kelimesinin ne anlama geldiğini açıkladıktan sonra şöyle devam ediyor:
".... Âyette geçen burhan şu
şekillerde de açıklanmıştır: Yusuf aleyhisselam bir ses duydu, "Aman kadına
yaklaşma!" diye, ama aldırmadı. İkinci kez duydu, demini bozmadı. Üçüncü kez
duydu, beriye çekildi ama Hz. Yakup aleyhisselamı parmaklarını ısırmış halde
görünceye kadar bir şeyden etkilenmedi..." Keşşaf'ta bu görüş sahipleri için
aynen şu ifadeler yer alıyor: "Bu ve bunun gibi şeyler hurafeci zorbaların
tutundukları şeylerdir. Allah Teâlâ'ya ve peygamberlerine iftira bunların dini
olmuştur..."[5]
Biraz düşünülse bunun Yusuf
Sûresindeki başka âyetlere de aykırı olduğu görülür. Bir âyette şöyle
buyuruluyor: "(Yakup) Onlardan yüz çevirdi Vah Yusuf'um vah!" dedi.
Üzüntüden iki gözüne de ak düştü. Kederi içine gömülüydü."
(12/Yusuf, 84). Bu olay, Hz. Yusuf'un, Mısır'a gelen kardeşlerinden Bünyamin'i,
hırsızlık bahanesiyle alıkoymasından sonra olmuştu. Eğer Bünyamin'i Hz.
Yusuf'un alıkoyduğunu bilseydi Hz. Yakub, böyle üzülür müydü? Lütfen bunu
râbıtanın delili sayıp da kendinizi daha da kötü duruma sokmayın.
Şeyh Efendi: Ubeydullah el-Ahrâr
es-Semerkandî hazretleri "Sadıklarla beraber olun." (Tevbe 9/119)
âyetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz sadıklarla beraber olmak,
sûrette ve mânâda onlarla beraber olmaktır." Sonra da mânevî beraberliği râbıta
ve huzurla tefsir etmiştir ki, bu ehlince malum olan meşrû bir iştir[6]
Bayındır: Sûrette ve mânâda
sâdıklarla yani dürüst kimselerle beraber olmaktan ne anlıyorsunuz? Bir
kimseyle beraber olmak hem onun yanında yer almak hem de onunla aynı duygu ve
düşünceleri paylaşmak anlamına gelir. Yanında olduğunuz kişi ile aynı duygu ve
düşünceleri paylaşmıyorsanız bu tam bir beraberlik sayılmayacağı gibi aynı
duygu ve düşünceyi paylaştığınız kişinin yanında yer almazsanız gene beraber
olmuş sayılmazsınız. Burada anlatılan odur. Bunun râbıta ile ne ilgisi var?
Bazı şeyhler müritlerine
resimlerini dağıtıyor ve râbıta yaparken ona bakmasını söylüyorlar. Siz de
bunu yapıyor musunuz?
Mürit: Bizde öyle bir şey
yoktur. Hz. Muhammed resmi yasaklamıştır.
Bayındır: Eğer Hz. Muhammed
yasaklamamış olsaydı yapar mıydınız?
Mürit: Belki yapardık. Çünkü
resme bakmak, şeyhi kalp gözünün önüne getirerek hayal etmekten kolaydır. O
zaman şeyhin sûreti baş gözüyle görülmüş olur.
Bayındır: Peki ya dinimizin
heykeli yasak etmediğini farzetsek o zaman da heykelini yapar mıydınız?
Mürit: Heykel yasak ama.
Bayındır: Yasak olmadığını
farzedin.
Mürit: Belki o da yapılırdı.
Her müridin evinde şeyhin bir heykeli bulunabilirdi.
Bayındır: O zaman mürit,
şeyhinin putu karşısına geçecek, ona râbıta yapacak ve onun rûhâniyetinden
yardım isteyecekti. Ona karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile
yalvaracaktı. Puta tapanların yaptığı zaten bundan başkası değildi. Aradan
heykeli kaldırıp yerine şeyhin hayalini geçirmek neyi değiştirir? Puta tapanlar
da zaten taştan veya ağaçtan bir şey beklemiyor, onun temsil ettiği varlığın
rûhâniyetinden yardım bekliyorlardı.
Sizin tarif ettiğiniz râbıtaya
sadece şu âyet delil olabilir: "İyi bil ki, saf din Allah'ın dinidir. Onun
berisinden veliler edinenler: âBiz onlara başka değil sadece bizi Allah'a
tam yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz' derler. İşte Allah, onların
aralarında tartışıp durdukları şeyde hükmünü verecektir. Allah, yalancı ve
gerçekleri örtüp duran kimseleri doğru yola sokmaz." (39/Zümer, 3). Bu
âyet, Kur'an-ı Kerim'de şirki tanımlayan âyettir.
Şeyh Efendi: Biz insanlara bize
ibâdet edin demiyoruz ki.
Bayındır: Siz herhalde ibâdetin
ne olduğunu bilmiyorsunuz. Söyler misiniz bana, mürit şeyhin yanında nasıl
olmalıdır?
Şeyh Efendi: Bak, şimdi sana
müridin adâbını söyleyeyim de içinde ne varsa ortaya dök.
Müridin inancı şöyle olmalıdır:
"Ben ancak bağlı bulunduğum şeyhim ile hedefime ulaşabilirim."[7]
Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı haramdır.[8]
Hz. Mûsâ ile Hızır aleyhisselam kıssasında olduğu gibi şeyhe itiraz çok
çirkindir. İtirazcının özrü kabul edilemez. İtirazdan doğan ayrılığın ilacı
yoktur. Bu itirazın zararı, mürit üzerine akan feyzin kapanmasıdır.[9]
Müride lazım olan şartlardan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil etmeyerek ve
geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme büyük kesintiye sebeptir.[10]
Âdâbdan biri de şeyhinin
sevmediği hoşlanmadığı şeylerden kaçınıp, şeyhinin güzel ahlâkına ve
yumuşaklığına aldanıp da sevmediği şeyleri yapmamasıdır.[11]
Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olmalı ve kalbine
hayır ve şer bir şey getirmemelidir.[12]
Sâdık müridin sermayesi sevgi ve bağlılıktır. İnatlık asâsını ve muhâlefet
sevdâsını bırakıp şeyhin emri altında sükûnettir. Tarikata sevgisi ve şeyhine
bağlılığı artan mürit tarikatta kalmaktan emin olur.[13]
Bayındır: Yani kısaca mürit
şeyhinin kölesi olacak. Hatta köleden de öte bir bağlılığı olacak. Çünkü köle
efendisine zaman zaman baş kaldırır, baş kaldıramasa bile içinden homurdanır ama
mürit hem içi ile hem de dışı ile şeyhin tam kölesi olacak. Şeyhin emri altında
sessiz sadâsız beklerse tarikattan atılma korkusu olmayacak.
Şeyh Efendi: Mürit şeyhinin
terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh, müride
istediği gibi hareket edebilsin.[14]
Mürit tam bağlı olmazsa şeyh onu nasıl yetiştirebilir?
Bayındır: Bağlılığın da bir
sınırı var. Burada bütün sınırlar aşılıyor. İnsanları kendine köle eden bir tek
peygamber yoktur. Böyle bir şey Kur'an'a temelden karşıdır. Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Hiç bir insanın hakkı yoktur ki, Allah ona Kitap, doğru bilgi ve
peygamberlik versin, o da tutsun halka, âAllah'tan önce bana köle olun' desin.
Onun diyeceği şudur: "Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre katıksız olarak
Rabbe köle olun.". (3/Âl-i İmrân, 79). Diyorsunuz ki, eğer müridin şeyhine
bir itirazı olursa bunun ilacı yoktur. Bunun için kölelik kelimesi de
yetersiz kalır. Peki bu, şeyhe ibadet değildir de ya nedir?
Mürit: Bunun neresi ibadettir,
Allah aşkına!
Bayındır: Evet sadece ibadet
yok, istiâne (yardım isteme) de var. Her ne kadar günde kırk kere Fâtiha
sûresini okuyup "(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden
istiânede bulunuruz." deseniz bile söylenenlerde hem Allah'tan başkasına
ibadet var, hem de Allah'tan başkasından istiâne.
Bir insanın sevap namına
yaptığı bir şey olmasa da şirkten uzak bir inancı olsa ve tevbe etmeden ölse
Allah bu şahsın günahlarını bağışlayabilir. Çünkü o, şöyle buyurmuştur:
"Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bunun dışında olanı dilediği
kimse için bağışlar." (4/Nisâ, 48). İşte başkasına köle olmamızı kabul
etmeyen Allah'ın Hz. Muhammed (s.a.s.)'e emri: "De ki: "Ey cahiller! Şimdi
bana, Allah'tan başkasına kölelik etmemi mi emrediyorsunuz? Sana da, senden
önceki elçilere de şu muhakkak vahyedilmiştir: âHele bir şirke düş; amelin
kesinkes yanar ve sen kaybedenlerden olursun. Hayır; yalnız Allah'a kölelik et
ve şükredenlerden ol. Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Oysa ki
kıyâmet günü, bütün yeryüzü O'nun avucunun içinde olacaktır. Gökler O'nun
sağında dürülmüş olur. O, ortak koştuklarından uzak ve yücedir." (39/Zümer,
64-67)
Mürit: Elimizdeki meallerde
kulluk kelimesi kullanılıyor, ama sen onun yerine "kölelik" kelimesini
kullanıyorsun. Bu yaptığın doğru mu?
Bayındır: Türkçede "kul" ile
"köle" aynı anlamdadır. Yunus Emre; "Tapduğ'un tapusunda kul olduk kapusunda /
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah" derken "köle olduk kapusunda" demek
istiyor.
Kul ve kölenin Arapçası abd
kelimesidir. Hz. Muhammed de Allah'ın abd'idir. Kelime-i şehadette "Ve eşhedu
enne Muhammeden abduhû ve Rasûluh; Şunu kesinkes bilirim ki, Muhammed onun
kölesi ve elçisidir." deriz. Yalnız Allah'a köle olup başkasına köle olmamak
hürriyetin doruk noktasına ulaşmak demektir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem ile ilgili inen şu âyeti de okumak yerinde olur. "Az kalsın baskı ile
seni, sana vahyettiğimizden ayıracaklardı ki, başkasını uydurup üstümüze atasın.
Böyle yapsaydın, kuşkusuz seni dost edinirlerdi. Eğer seni sağlamlaştırmış
olmasaydık, andolsun onlara bir parça yanaşacaktın. O zaman biz de sana,
hayatın kat kat azabını ve ölümün kat kat azabını tattırırdık. Sonra bize karşı
kendine bir yardımcı da bulamazdın." (17/İsrâ, 73-75). Hz. Muhammed bile
tehlikeye düşecek gibi olduğuna göre kendimizi bu açıdan gözden geçirmemiz
gerekmez mi?
Mürit: Tamam, bunları anladık.
Şimdi sen yukarıdaki ağır iddianı ispatla bakalım.
Bayındır: Allah'ın bütün
peygamberlere söylediği şu sözü hatırlayalım: "Hele bir şirke düş; amelin
kesinkes yanar ve sen kaybedenlerden olursun." (39/Zümer, 64-65)
Mürit: Bizim yaptığımızın nesi
şirk? Sen esas onu anlat.
Bayındır: Öyleyse iyi dinle.
"İbâdet" sözlükte tâat anlamına gelir. Türkçede buna kulluk denir. Tâat boyun
eğmek demektir, daha çok "emre uymak ve izinden gitmek" anlamında kullanılır.[15]
İtaat Tav' kökündendir. Tav' boyun eğmek demektir. Zıddı kerih görmek,
hoşlanmamaktır. Âyette şöyle buyurulur: "Sonra, duman halinde bulunan göğe
yöneldi, ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi.
İkisi de "İsteyerek geldik" dediler." (Fussilet 41/11). Tâat de aynı
köktendir; yine boyun eğmen anlamına gelir ve daha çok "emre uymak ve izinden
gitmek" anlamında kullanılır[16]
Abd; kul, yani köle anlamına
gelir. İnsanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle etmeğe, güç
yetiremediklerine de köle olmağa meyillidirler. Krallar halkı, kendi köleleri
gibi görmek istemişler, kayıtsız şartsız boyun eğdirmeğe çalışmışlardır.
Kur'an'ı Kerim'de bunun örnekleri vardır: "Firavun Adamlarını toplayıp
seslendi, ve şöyle dedi: âSizin en yüce rabbiniz benim." (79/Nâziât,
23-24)
"Rab" sahip demektir. Araplar
kölenin sahibine rab derler Hz. Yusuf köle olarak Mısır'ın bir devlet
yetkilisine satılmış, o yetkilinin karısı Züleyhâ Hz. Yusuf'a aşık olmuş ve
beraber olmak istemişti. O sırada olanları anlatan âyet şöyledir: "Evinde
bulunduğu kadın onu kendine çağırdı, kapıları sıkı sıkı kapadı ve âgelsene!'
dedi. Yusuf: âGünah işlemekten Allah'a sığınırım, doğrusu senin kocan benim
rabbimdir; bana iyi bakmıştır. Zâlimler iflâh olmazlar ki' dedi."
(12/Yusuf, 23). Biz de Efendi deriz. Allah'tan başkasına köle olmayı
reddedenler, Allah'tan başkasının kendi rableri ve efendileri olmasını da kabul
etmezler. Dikkat ederseniz efendi kelimesi tarikatlarda sıkça kullanılır.
Krallar siyasî ve askerî güçlerini kullanarak, zenginler paralarını, kimileri de
dini kullanarak insanları kendilerine kul etmektedirler. Dini kullananlar
bunların en kötüsüdür. Çünkü insanlar bunlara kulluk etmeyi Allah'a kulluğun bir
parçası sayarlar. Siz Allah ile birlikte şeyhinize de köle oluyorsunuz. Râbıta
sırasında şeyhinizin rûhâniyeti karşısında boyun eğiyorsunuz. Halbuki, Fâtiha
Sûresi'nde "Yalnız Sana köle oluruz" diye Allah'a söz veriyoruz.
Mürit: Kendine kulluk
edilmesini isteyen şeyh var mı?
Bayındır: Önceki açıklamalar
yeterli olmadı herhalde. Şeyhe tam bağlanmak, ona râbıta etmek, kalble ondan
yardım istemek ve ona asla itiraz etmemek gerektiğini söylediniz. Hatta şeyhin
önünde mürit, gassalın (ölü yıkayıcısının) önündeki meyyit (ölü) gibi
olmalıdır, dediniz. Bu köleliğin son noktası değil midir? Bundan ileri bir
kölelik düşünülebilir mi? Allah'ın istediği, insanın yalnız kendisine köle
olmasıdır: "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize
kölelik edin ki, korunabilesiniz." (2/Bakara, 21)
Hz. Muhammed de Allah'ın
kölesidir. Kelime-i şehâdet getirirken "Şunu kesinkes bilirim ki, Muhammed onun
kölesi ve elçisidir" deriz. Ona bundan başka bir makam vermek Hırıstiyanlara
benzemek olur. Onlar Hz. İsa'ya Allah'ın oğlu demiş, onu Allah'a halef kılmış,
ona ibadet etmeye ve ondan yardım dilemeye başlamışlardır. Sanki haşa! baba
emekli olmuş da oğul onun yerine oturtulmuş gibidir. Bu sebeple ibâdet etmiş
olmak için puta secde eder gibi şeyhe secde etmek gerekmez.
Mürit: Bir de istiâne vardı.
Bayındır: Gelelim istianeye:
İstiâne, yardım istemek demektir. Fâtiha sûresini her okuyuşumuzda "iyyâke
nestaîn" deriz. Yani "Allah'ım yalnız Senden yardım isteriz"
demektir. Bu konu daha önce anlatılmıştı. Burada Şeyh Efendi'nin bir
sözünü tekrarlamak yerinde olur. Şöyle demişti: "Siz ne derseniz deyin, biz
Allah ile kullar arasında evliyâullahın ve meşâyih-i izâm hazerâtının
ruhlarının vasıta olduğuna inanırız. Onların rûhâniyetinden istimdâd eder,
istiânede bulunuruz."
Evliyâ rûhundan istianede
bulunduğunuza göre sizin artık "iyyâke nestaîn; yalnız Senden
yardım isteriz" demeye hakkınız kalır mı? Bir de râbıta yaparak şeyhin
rûhâniyetiyle beraber, sûretini kalp gözünün önüne getirip hayal etmek ve
kalple ondan yardım istemek varya, işte o zaman Tevhidden bir şey kalmaz. Çünkü
bu, olsa olsa şeyhe ibadetin bir parçası olur. Hz. Muhammed (s.a.s.) "Duâ
ibâdetin özüdür."[17]
demiyor mu? O, bir de, şöyle buyurmuştur: "Duâ ibadetin ta kendisidir."[18]
Puta tapanlar ibâdeti, putun rızâsını kazanmak ve duâlarının kabulünü sağlamak
için yaparlardı.
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'in
birçok âyetinde müşriklerin durumunu belirtirken "Allah'tan başkasına duâ
etmek" ifadesini kullanmıştır. Hz. Muhammed (s.a.s.)'e verdiği bir emirde şöyle
buyurmuştur: "De ki: Ben yalnızca Rabbıma duâ ederim. Ona hiç bir şeyi
ortak koşmam." (72/Cinn, 20). İbn Abbas (r.a.) şöyle buyurmuştur: "Duânız
imanınızdır."[19]
İnsanlar öteden beri en çok duâ
ve ibadet konusunda yanıldıkları için bütün elçilerin davetinin temelini bu
iki husus oluşturmuştur. Namaz, oruç, hac, zekat, helallar ve haramlarla ilgili
çok az âyet olduğu halde Kur'an'ın tamamına yakını Allah'tan başkasına
ibadeti, darda kalınca başkasından bir şey beklemeyi şirk sayıp
yasaklamaktadır. Bu husus üzerinde çok durmak gerekir. "Darda kalmış kişi
duâ ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi
yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne
kadar az düşünüyorsunuz." (27/Neml, 62)
[1]
Ruhu'l-Furkan, c. 2, s. 64.
[2]
Ruhu'l-Furkan, c. 2, s. 64.
[3]
Ruhu'l-Furkan, c. 2, s. 76.
[4]
Rûhu'l-Furkan, c. 2, s. 65-66.
[5]
Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 1, s. 467
[6]
Rûhu'l-Furkan, c, 2, s. 66
[7]
M. Zahit Kotku, Tasavvufî Ahlâk, c. 2, s. 247.
[8]
A.g.e., c. 2, s. 5
[9]
A.g.e., c. 2, s. 246
[10]
A.g.e., c. 2, s. 246
[11]
A.g.e., c. 2, s. 248
[12]
A.g.e., c. 2, s. 248
[13]
A.g.e., c. 2, s. 250
[14]
A.g.e., c. 2, s. 245
[15]
İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, Beyrut 1410/1990
[16]
Râğıb el-Isfehânî, s. 529.
[17]
Tirmizî, Duâ 1, hadis no: 3371
[18]
Tirmizî, Duâ 1, hadis no: 3372
[19]
Buhârî, İman 2
Râbıta
Bayındır: Bir de râbıta'nız
var.
Şeyh Efendi: Evet doğru. Râbıta
bir müridin, mürşid-i kâmilinin rûhâniyetiyle beraber, sûretini kalp gözünün
önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibârettir[1]
Bayındır: Daha iyi anlamak için
soruyorum, mürit şeyhini yükseklerde görüyor, onun bir çok yetkiye sahip
olduğunu düşünüyor, kendisini de düşük seviyede sayıyor. Sonra şeyhinin hayalini
karşısına getiriyor ve ondan yardım istiyor. Bunu şeyhinin yanında yapmıyor
değil mi?
Şeyh Efendi: Doğru. Muhammed
Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye'sinde şöyle buyuruyor: Râbıtanın en üstün
derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin rûhâniyetinin
yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan
sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu
Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin rûhâniyetinin hayal
hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini
düşünüp, senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal
ederek, şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir[2]
Bayındır: Aman Allahım! Söyler
misiniz bana, bunu neye dayandırıyorsunuz?
Şeyh Efendi: Bunun delili
vardır. Hz Ebubekr (r.a.) kazâ-i hâcet (tuvalet ihtiyacını gidermek) için
Efendimiz (s.a.s.)'den hâlî bir yer bulamadığından, bu durumu Efendimiz'e
şikâyet etti. Efendimiz de ona ruhsat verdi
[3]
Bayındır: Yani Hz. Ebûbekr,
tuvalette, Allah'ın elçisinin rûhâniyetiyle beraber, sûretini kalp gözünün önüne
getirerek hayal edip kalbiyle ondan yardım mı istiyordu?
Mürit: Hayır, öyle değil. Yani
Hz. Ebûbekr tuvalette, ihtiyacını karşılarken bile Muhammed (s.a.s.)'i hayal
ediyordu.
Bayındır: Çok sevdiği kişinin
hayali insanın gözünün önünden gitmez. Şair, sevgilisi için "Gündüz hayalimde,
gece düşümde" diyor. Bu gâyet normaldir. Hz. Ebûbekr, Muhammed (s.a.s.)'i çok
sevdiği için tuvalette bile aklından çıkaramadığını ifade etmektedir. Sizin
tarif ettiğiniz râbıtayla bunun ne ilgisi var? Siz râbıta sırasında şeyhin
rûhâniyetinin müridin yanına geldiğini iddia ediyorsunuz. Şeyhin rûhâniyeti
müridin yanına nereden geliyor ki mürit ondan yardım istesin?
Şeyh Efendi: Rûhâniyetin
gözüktüğünün delili vardır. Yusuf Sûresi'nde şöyle buyuruluyor: "(Yusuf
aleyhisselam kasıtsız olarak, elinden gelmeyerek) ona (Züleyha'ya) meyletti.
Rabbisinin burhanını (delilini) görmeseydi, (o meyline göre hareket
edebilirdi)." (12/Yusuf, 24). Bu âyetin tefsirinde ekseri müfessirler,
Allah dostlarının tasarruf ve imdadını (gücünü ve yardımını)
açıklamışlardır. Müfessirlerden Keşşaf, doğruluktan ayrıldığı ve Mutezile
Mezhebinin görüşüyle vasıflandığı halde Yakup aleyhisselamın ruhaniyyetinin,
şaşkınlığından parmaklarını ısırmış olduğu halde Yusuf aleyhisselama
gözükerek "O kadından sakın." dediğini açıklamıştır"[4]
Bayındır: Siz herhalde Keşşâf
tefsirini hiç okumadınız. Yoksa bunu asla söylemezdiniz.
Yusuf Sûresi'nin 24. âyetinde
Züleyha'nın Yusuf aleyhisselam ile birleşmek için yaptıkları anlatılırken şöyle
buyuruluyor: "Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbının burhânını
görmeseydi o da kadına meyledecekti..." Keşşaf tefsiri, âyette geçen
bürhan kelimesinin ne anlama geldiğini açıkladıktan sonra şöyle devam ediyor:
".... Âyette geçen burhan şu
şekillerde de açıklanmıştır: Yusuf aleyhisselam bir ses duydu, "Aman kadına
yaklaşma!" diye, ama aldırmadı. İkinci kez duydu, demini bozmadı. Üçüncü kez
duydu, beriye çekildi ama Hz. Yakup aleyhisselamı parmaklarını ısırmış halde
görünceye kadar bir şeyden etkilenmedi..." Keşşaf'ta bu görüş sahipleri için
aynen şu ifadeler yer alıyor: "Bu ve bunun gibi şeyler hurafeci zorbaların
tutundukları şeylerdir. Allah Teâlâ'ya ve peygamberlerine iftira bunların dini
olmuştur..."[5]
Biraz düşünülse bunun Yusuf
Sûresindeki başka âyetlere de aykırı olduğu görülür. Bir âyette şöyle
buyuruluyor: "(Yakup) Onlardan yüz çevirdi Vah Yusuf'um vah!" dedi.
Üzüntüden iki gözüne de ak düştü. Kederi içine gömülüydü."
(12/Yusuf, 84). Bu olay, Hz. Yusuf'un, Mısır'a gelen kardeşlerinden Bünyamin'i,
hırsızlık bahanesiyle alıkoymasından sonra olmuştu. Eğer Bünyamin'i Hz.
Yusuf'un alıkoyduğunu bilseydi Hz. Yakub, böyle üzülür müydü? Lütfen bunu
râbıtanın delili sayıp da kendinizi daha da kötü duruma sokmayın.
Şeyh Efendi: Ubeydullah el-Ahrâr
es-Semerkandî hazretleri "Sadıklarla beraber olun." (Tevbe 9/119)
âyetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz sadıklarla beraber olmak,
sûrette ve mânâda onlarla beraber olmaktır." Sonra da mânevî beraberliği râbıta
ve huzurla tefsir etmiştir ki, bu ehlince malum olan meşrû bir iştir[6]
Bayındır: Sûrette ve mânâda
sâdıklarla yani dürüst kimselerle beraber olmaktan ne anlıyorsunuz? Bir
kimseyle beraber olmak hem onun yanında yer almak hem de onunla aynı duygu ve
düşünceleri paylaşmak anlamına gelir. Yanında olduğunuz kişi ile aynı duygu ve
düşünceleri paylaşmıyorsanız bu tam bir beraberlik sayılmayacağı gibi aynı
duygu ve düşünceyi paylaştığınız kişinin yanında yer almazsanız gene beraber
olmuş sayılmazsınız. Burada anlatılan odur. Bunun râbıta ile ne ilgisi var?
Bazı şeyhler müritlerine
resimlerini dağıtıyor ve râbıta yaparken ona bakmasını söylüyorlar. Siz de
bunu yapıyor musunuz?
Mürit: Bizde öyle bir şey
yoktur. Hz. Muhammed resmi yasaklamıştır.
Bayındır: Eğer Hz. Muhammed
yasaklamamış olsaydı yapar mıydınız?
Mürit: Belki yapardık. Çünkü
resme bakmak, şeyhi kalp gözünün önüne getirerek hayal etmekten kolaydır. O
zaman şeyhin sûreti baş gözüyle görülmüş olur.
Bayındır: Peki ya dinimizin
heykeli yasak etmediğini farzetsek o zaman da heykelini yapar mıydınız?
Mürit: Heykel yasak ama.
Bayındır: Yasak olmadığını
farzedin.
Mürit: Belki o da yapılırdı.
Her müridin evinde şeyhin bir heykeli bulunabilirdi.
Bayındır: O zaman mürit,
şeyhinin putu karşısına geçecek, ona râbıta yapacak ve onun rûhâniyetinden
yardım isteyecekti. Ona karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile
yalvaracaktı. Puta tapanların yaptığı zaten bundan başkası değildi. Aradan
heykeli kaldırıp yerine şeyhin hayalini geçirmek neyi değiştirir? Puta tapanlar
da zaten taştan veya ağaçtan bir şey beklemiyor, onun temsil ettiği varlığın
rûhâniyetinden yardım bekliyorlardı.
Sizin tarif ettiğiniz râbıtaya
sadece şu âyet delil olabilir: "İyi bil ki, saf din Allah'ın dinidir. Onun
berisinden veliler edinenler: âBiz onlara başka değil sadece bizi Allah'a
tam yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz' derler. İşte Allah, onların
aralarında tartışıp durdukları şeyde hükmünü verecektir. Allah, yalancı ve
gerçekleri örtüp duran kimseleri doğru yola sokmaz." (39/Zümer, 3). Bu
âyet, Kur'an-ı Kerim'de şirki tanımlayan âyettir.
Şeyh Efendi: Biz insanlara bize
ibâdet edin demiyoruz ki.
Bayındır: Siz herhalde ibâdetin
ne olduğunu bilmiyorsunuz. Söyler misiniz bana, mürit şeyhin yanında nasıl
olmalıdır?
Şeyh Efendi: Bak, şimdi sana
müridin adâbını söyleyeyim de içinde ne varsa ortaya dök.
Müridin inancı şöyle olmalıdır:
"Ben ancak bağlı bulunduğum şeyhim ile hedefime ulaşabilirim."[7]
Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı haramdır.[8]
Hz. Mûsâ ile Hızır aleyhisselam kıssasında olduğu gibi şeyhe itiraz çok
çirkindir. İtirazcının özrü kabul edilemez. İtirazdan doğan ayrılığın ilacı
yoktur. Bu itirazın zararı, mürit üzerine akan feyzin kapanmasıdır.[9]
Müride lazım olan şartlardan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil etmeyerek ve
geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme büyük kesintiye sebeptir.[10]
Âdâbdan biri de şeyhinin
sevmediği hoşlanmadığı şeylerden kaçınıp, şeyhinin güzel ahlâkına ve
yumuşaklığına aldanıp da sevmediği şeyleri yapmamasıdır.[11]
Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olmalı ve kalbine
hayır ve şer bir şey getirmemelidir.[12]
Sâdık müridin sermayesi sevgi ve bağlılıktır. İnatlık asâsını ve muhâlefet
sevdâsını bırakıp şeyhin emri altında sükûnettir. Tarikata sevgisi ve şeyhine
bağlılığı artan mürit tarikatta kalmaktan emin olur.[13]
Bayındır: Yani kısaca mürit
şeyhinin kölesi olacak. Hatta köleden de öte bir bağlılığı olacak. Çünkü köle
efendisine zaman zaman baş kaldırır, baş kaldıramasa bile içinden homurdanır ama
mürit hem içi ile hem de dışı ile şeyhin tam kölesi olacak. Şeyhin emri altında
sessiz sadâsız beklerse tarikattan atılma korkusu olmayacak.
Şeyh Efendi: Mürit şeyhinin
terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh, müride
istediği gibi hareket edebilsin.[14]
Mürit tam bağlı olmazsa şeyh onu nasıl yetiştirebilir?
Bayındır: Bağlılığın da bir
sınırı var. Burada bütün sınırlar aşılıyor. İnsanları kendine köle eden bir tek
peygamber yoktur. Böyle bir şey Kur'an'a temelden karşıdır. Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Hiç bir insanın hakkı yoktur ki, Allah ona Kitap, doğru bilgi ve
peygamberlik versin, o da tutsun halka, âAllah'tan önce bana köle olun' desin.
Onun diyeceği şudur: "Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre katıksız olarak
Rabbe köle olun.". (3/Âl-i İmrân, 79). Diyorsunuz ki, eğer müridin şeyhine
bir itirazı olursa bunun ilacı yoktur. Bunun için kölelik kelimesi de
yetersiz kalır. Peki bu, şeyhe ibadet değildir de ya nedir?
Mürit: Bunun neresi ibadettir,
Allah aşkına!
Bayındır: Evet sadece ibadet
yok, istiâne (yardım isteme) de var. Her ne kadar günde kırk kere Fâtiha
sûresini okuyup "(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden
istiânede bulunuruz." deseniz bile söylenenlerde hem Allah'tan başkasına
ibadet var, hem de Allah'tan başkasından istiâne.
Bir insanın sevap namına
yaptığı bir şey olmasa da şirkten uzak bir inancı olsa ve tevbe etmeden ölse
Allah bu şahsın günahlarını bağışlayabilir. Çünkü o, şöyle buyurmuştur:
"Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bunun dışında olanı dilediği
kimse için bağışlar." (4/Nisâ, 48). İşte başkasına köle olmamızı kabul
etmeyen Allah'ın Hz. Muhammed (s.a.s.)'e emri: "De ki: "Ey cahiller! Şimdi
bana, Allah'tan başkasına kölelik etmemi mi emrediyorsunuz? Sana da, senden
önceki elçilere de şu muhakkak vahyedilmiştir: âHele bir şirke düş; amelin
kesinkes yanar ve sen kaybedenlerden olursun. Hayır; yalnız Allah'a kölelik et
ve şükredenlerden ol. Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Oysa ki
kıyâmet günü, bütün yeryüzü O'nun avucunun içinde olacaktır. Gökler O'nun
sağında dürülmüş olur. O, ortak koştuklarından uzak ve yücedir." (39/Zümer,
64-67)
Mürit: Elimizdeki meallerde
kulluk kelimesi kullanılıyor, ama sen onun yerine "kölelik" kelimesini
kullanıyorsun. Bu yaptığın doğru mu?
Bayındır: Türkçede "kul" ile
"köle" aynı anlamdadır. Yunus Emre; "Tapduğ'un tapusunda kul olduk kapusunda /
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah" derken "köle olduk kapusunda" demek
istiyor.
Kul ve kölenin Arapçası abd
kelimesidir. Hz. Muhammed de Allah'ın abd'idir. Kelime-i şehadette "Ve eşhedu
enne Muhammeden abduhû ve Rasûluh; Şunu kesinkes bilirim ki, Muhammed onun
kölesi ve elçisidir." deriz. Yalnız Allah'a köle olup başkasına köle olmamak
hürriyetin doruk noktasına ulaşmak demektir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem ile ilgili inen şu âyeti de okumak yerinde olur. "Az kalsın baskı ile
seni, sana vahyettiğimizden ayıracaklardı ki, başkasını uydurup üstümüze atasın.
Böyle yapsaydın, kuşkusuz seni dost edinirlerdi. Eğer seni sağlamlaştırmış
olmasaydık, andolsun onlara bir parça yanaşacaktın. O zaman biz de sana,
hayatın kat kat azabını ve ölümün kat kat azabını tattırırdık. Sonra bize karşı
kendine bir yardımcı da bulamazdın." (17/İsrâ, 73-75). Hz. Muhammed bile
tehlikeye düşecek gibi olduğuna göre kendimizi bu açıdan gözden geçirmemiz
gerekmez mi?
Mürit: Tamam, bunları anladık.
Şimdi sen yukarıdaki ağır iddianı ispatla bakalım.
Bayındır: Allah'ın bütün
peygamberlere söylediği şu sözü hatırlayalım: "Hele bir şirke düş; amelin
kesinkes yanar ve sen kaybedenlerden olursun." (39/Zümer, 64-65)
Mürit: Bizim yaptığımızın nesi
şirk? Sen esas onu anlat.
Bayındır: Öyleyse iyi dinle.
"İbâdet" sözlükte tâat anlamına gelir. Türkçede buna kulluk denir. Tâat boyun
eğmek demektir, daha çok "emre uymak ve izinden gitmek" anlamında kullanılır.[15]
İtaat Tav' kökündendir. Tav' boyun eğmek demektir. Zıddı kerih görmek,
hoşlanmamaktır. Âyette şöyle buyurulur: "Sonra, duman halinde bulunan göğe
yöneldi, ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi.
İkisi de "İsteyerek geldik" dediler." (Fussilet 41/11). Tâat de aynı
köktendir; yine boyun eğmen anlamına gelir ve daha çok "emre uymak ve izinden
gitmek" anlamında kullanılır[16]
Abd; kul, yani köle anlamına
gelir. İnsanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle etmeğe, güç
yetiremediklerine de köle olmağa meyillidirler. Krallar halkı, kendi köleleri
gibi görmek istemişler, kayıtsız şartsız boyun eğdirmeğe çalışmışlardır.
Kur'an'ı Kerim'de bunun örnekleri vardır: "Firavun Adamlarını toplayıp
seslendi, ve şöyle dedi: âSizin en yüce rabbiniz benim." (79/Nâziât,
23-24)
"Rab" sahip demektir. Araplar
kölenin sahibine rab derler Hz. Yusuf köle olarak Mısır'ın bir devlet
yetkilisine satılmış, o yetkilinin karısı Züleyhâ Hz. Yusuf'a aşık olmuş ve
beraber olmak istemişti. O sırada olanları anlatan âyet şöyledir: "Evinde
bulunduğu kadın onu kendine çağırdı, kapıları sıkı sıkı kapadı ve âgelsene!'
dedi. Yusuf: âGünah işlemekten Allah'a sığınırım, doğrusu senin kocan benim
rabbimdir; bana iyi bakmıştır. Zâlimler iflâh olmazlar ki' dedi."
(12/Yusuf, 23). Biz de Efendi deriz. Allah'tan başkasına köle olmayı
reddedenler, Allah'tan başkasının kendi rableri ve efendileri olmasını da kabul
etmezler. Dikkat ederseniz efendi kelimesi tarikatlarda sıkça kullanılır.
Krallar siyasî ve askerî güçlerini kullanarak, zenginler paralarını, kimileri de
dini kullanarak insanları kendilerine kul etmektedirler. Dini kullananlar
bunların en kötüsüdür. Çünkü insanlar bunlara kulluk etmeyi Allah'a kulluğun bir
parçası sayarlar. Siz Allah ile birlikte şeyhinize de köle oluyorsunuz. Râbıta
sırasında şeyhinizin rûhâniyeti karşısında boyun eğiyorsunuz. Halbuki, Fâtiha
Sûresi'nde "Yalnız Sana köle oluruz" diye Allah'a söz veriyoruz.
Mürit: Kendine kulluk
edilmesini isteyen şeyh var mı?
Bayındır: Önceki açıklamalar
yeterli olmadı herhalde. Şeyhe tam bağlanmak, ona râbıta etmek, kalble ondan
yardım istemek ve ona asla itiraz etmemek gerektiğini söylediniz. Hatta şeyhin
önünde mürit, gassalın (ölü yıkayıcısının) önündeki meyyit (ölü) gibi
olmalıdır, dediniz. Bu köleliğin son noktası değil midir? Bundan ileri bir
kölelik düşünülebilir mi? Allah'ın istediği, insanın yalnız kendisine köle
olmasıdır: "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize
kölelik edin ki, korunabilesiniz." (2/Bakara, 21)
Hz. Muhammed de Allah'ın
kölesidir. Kelime-i şehâdet getirirken "Şunu kesinkes bilirim ki, Muhammed onun
kölesi ve elçisidir" deriz. Ona bundan başka bir makam vermek Hırıstiyanlara
benzemek olur. Onlar Hz. İsa'ya Allah'ın oğlu demiş, onu Allah'a halef kılmış,
ona ibadet etmeye ve ondan yardım dilemeye başlamışlardır. Sanki haşa! baba
emekli olmuş da oğul onun yerine oturtulmuş gibidir. Bu sebeple ibâdet etmiş
olmak için puta secde eder gibi şeyhe secde etmek gerekmez.
Mürit: Bir de istiâne vardı.
Bayındır: Gelelim istianeye:
İstiâne, yardım istemek demektir. Fâtiha sûresini her okuyuşumuzda "iyyâke
nestaîn" deriz. Yani "Allah'ım yalnız Senden yardım isteriz"
demektir. Bu konu daha önce anlatılmıştı. Burada Şeyh Efendi'nin bir
sözünü tekrarlamak yerinde olur. Şöyle demişti: "Siz ne derseniz deyin, biz
Allah ile kullar arasında evliyâullahın ve meşâyih-i izâm hazerâtının
ruhlarının vasıta olduğuna inanırız. Onların rûhâniyetinden istimdâd eder,
istiânede bulunuruz."
Evliyâ rûhundan istianede
bulunduğunuza göre sizin artık "iyyâke nestaîn; yalnız Senden
yardım isteriz" demeye hakkınız kalır mı? Bir de râbıta yaparak şeyhin
rûhâniyetiyle beraber, sûretini kalp gözünün önüne getirip hayal etmek ve
kalple ondan yardım istemek varya, işte o zaman Tevhidden bir şey kalmaz. Çünkü
bu, olsa olsa şeyhe ibadetin bir parçası olur. Hz. Muhammed (s.a.s.) "Duâ
ibâdetin özüdür."[17]
demiyor mu? O, bir de, şöyle buyurmuştur: "Duâ ibadetin ta kendisidir."[18]
Puta tapanlar ibâdeti, putun rızâsını kazanmak ve duâlarının kabulünü sağlamak
için yaparlardı.
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'in
birçok âyetinde müşriklerin durumunu belirtirken "Allah'tan başkasına duâ
etmek" ifadesini kullanmıştır. Hz. Muhammed (s.a.s.)'e verdiği bir emirde şöyle
buyurmuştur: "De ki: Ben yalnızca Rabbıma duâ ederim. Ona hiç bir şeyi
ortak koşmam." (72/Cinn, 20). İbn Abbas (r.a.) şöyle buyurmuştur: "Duânız
imanınızdır."[19]
İnsanlar öteden beri en çok duâ
ve ibadet konusunda yanıldıkları için bütün elçilerin davetinin temelini bu
iki husus oluşturmuştur. Namaz, oruç, hac, zekat, helallar ve haramlarla ilgili
çok az âyet olduğu halde Kur'an'ın tamamına yakını Allah'tan başkasına
ibadeti, darda kalınca başkasından bir şey beklemeyi şirk sayıp
yasaklamaktadır. Bu husus üzerinde çok durmak gerekir. "Darda kalmış kişi
duâ ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi
yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne
kadar az düşünüyorsunuz." (27/Neml, 62)
[1]
Ruhu'l-Furkan, c. 2, s. 64.
[2]
Ruhu'l-Furkan, c. 2, s. 64.
[3]
Ruhu'l-Furkan, c. 2, s. 76.
[4]
Rûhu'l-Furkan, c. 2, s. 65-66.
[5]
Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 1, s. 467
[6]
Rûhu'l-Furkan, c, 2, s. 66
[7]
M. Zahit Kotku, Tasavvufî Ahlâk, c. 2, s. 247.
[8]
A.g.e., c. 2, s. 5
[9]
A.g.e., c. 2, s. 246
[10]
A.g.e., c. 2, s. 246
[11]
A.g.e., c. 2, s. 248
[12]
A.g.e., c. 2, s. 248
[13]
A.g.e., c. 2, s. 250
[14]
A.g.e., c. 2, s. 245
[15]
İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, Beyrut 1410/1990
[16]
Râğıb el-Isfehânî, s. 529.
[17]
Tirmizî, Duâ 1, hadis no: 3371
[18]
Tirmizî, Duâ 1, hadis no: 3372
[19]
Buhârî, İman 2
RİBAT-RABITA-MURÂBATA YAPMAK
- MURÂBATA YAPMAK (CİHAD İÇİN HAZIR OLMAK)
- Murâbata; Anlam ve Mâhiyeti
- Ribat; Anlam ve Mâhiyeti
- Ribat ve Râbıta.
- Râbıta'nın Anlamı
- Murâbıt Kimdir?.
- Kur'ân-ı Kerim'de Murâbata Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde Murâbata ve Ribat Kavramı
- Râbıta Kavramının Yozlaştırılması
- Râbıta Nedir?.
- Tarîkat Kaynaklarına Göre Râbıta Hakkında Genel Bilgiler "Râbıta" Kelimesinin Sözlük Ve Terim Anlamı
- Râbıtanın Değişik Tanımları
- Râbıtanın Şartları ve Uygulanış Biçimi
- Tarîkat Rûhânîlerine Göre, Râbıta Yapmanın Kaçınılmaz Lüzumu
- Nakşîbendîlerin Râbıtaya İlişkin Delilleri
- Râbıtaya İlişkin Çok Yönlü Değerlendirmeler Nakşîbendîlikte Anlayış ve Yargı
- TASAVVUFTA RABITA
- Râbıtanın Meşru‘iyeti Âyet-Hadis-İcmâ‘ ve Kıyas ile Sâbittir
- Râbıta, Murâbata ve Murâbıt Kelimelerinin Tahlili
- Mutasavvıflar Tarafından Râbıtayı Anlatan Eserlerden Bazıları
- Tasavvufî Bir Terim Olarak Râbıta
- Rûhânîler ve Râbıta
- Halid Bağdâdî ve Râbıta
- Tasavvuf, Nakşîbendîlik ve Râbıta.
- Tasavvuf
- Nakşîbendîlik.
- Seyr-u Sülûk
- Nakşîbendîlik'de Kerâmet, Menkabe ve Râbıta İlişkisi
- Ermişlik
- Tarîkatta Evliyâ Nasıl Bir Kişiliktir