3- Sevap ve cezada basîret
3
3-
Sevap ve cezada basîret
Kul, Allah'ın, her insanın yaptığı iyilik veya kötülüğü gördüğünü, buna şahit
olduğunu, insanın yaptığı iyilik ya da kötülüğün karşılığını bu dünyada veya
âhirette mutlaka vereceğini bilmelidir. Bu karşılık Yüce Allah'ın ilâhlığının,
Rab oluşunun, adaletinin ve hikmetinin bir gereğidir. Bunda şüphe etmek,
Allah'ın ilâhlığından ve rabliğinden hatta varlığından şüphe etmek demektir.
Bunun aksinin gerçekleşmesi, yani Allah'ın iyi ya da kötü amellerin karşılığını
vermemesi düşünülemez. Böyle bir şey mümkün değildir. Allah'ın bütün bu
varlıkları gereksiz yere yaratmış olması veya onları başıboş ve serbest
bırakması asla kendisine yakışmaz. O, böyle bir şey yapmaktan tamamen uzaktır.
Akıl, amellerin karşılığının olması gerektiğine tanık olduğu gibi Allah'ın bir
olduğuna da tanıklık eder. Bu yüzden kıyamet ve dirilişin akılla bilinebileceği
ancak ayrıntılarının vahiyle bilinebileceği görüşü doğrudur. Bu nedenle Yüce
Allah, ölümden sonraki dirilişi inkar etmeyi kendisini inkar etmek olarak kabul
etmektedir. Çünkü bu inkar, kendisinin güç ve kudretini ve ilâhlığını inkar
etmektir. Her iki inkar da O'nu inkar etmeyi gerektirmektedir.[1]
Kişinin feraseti (sezme kabiliyeti ve anlama gücü), basîretinin gücüne
göredir. Bu, iki türlüdür:
1-
Allah'ı ve emirlerini bilen âriflerin ve sâdıkların feraseti: Bu feraset türü
tamamen Allah'a bağlıdır. Kişinin Allah'ı tanıma, bilme, sevme, kulluk etme ve
insanları basîret üzere Allah'a davet etme gücüyle alakalıdır. Bu kimselerin
feraseti, iman nuruyla birlikte vahiy nuruna bağlıdır. Ferasetleri sayesinde bu
kimseler, Allah'ın seveceği veya öfkeleneceği sözleri, fiilleri ve amelleri
bilebilir; iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı birbirinden fark
edebilirler. Samimiyetle Allah'ın yolunda yürüyen herkes, gücü nispetinde,
yaptığı ibadetler miktarınca feraset sahibi olur. İlmi, iradesi ve ameline
göre her insan az veya çok feraset sahibi olabilir.
2-
Süflî, adî feraset: Nefsin olgunlaşmasından, arınmasından, imandan ve marifetten
kaynaklanmayan sezgilerdir. Böyle sezgi sahipleri, Allah'la aralarında perde
bulunduğu için gerçek ferasetten yoksundurlar. Bu yüzden Allah'ın dostları ile
düşmanlarını birbirinden ayırt edemezler. Bunların yolu başka, ötekilerin yolu
başkadır.[2]
[1]
İbn Kayyim, "Medâricu's-sâlikîn",
1/124.
[2]
İbn Kayyim, a.g.e.,
1/127.
3-
Sevap ve cezada basîret
Kul, Allah'ın, her insanın yaptığı iyilik veya kötülüğü gördüğünü, buna şahit
olduğunu, insanın yaptığı iyilik ya da kötülüğün karşılığını bu dünyada veya
âhirette mutlaka vereceğini bilmelidir. Bu karşılık Yüce Allah'ın ilâhlığının,
Rab oluşunun, adaletinin ve hikmetinin bir gereğidir. Bunda şüphe etmek,
Allah'ın ilâhlığından ve rabliğinden hatta varlığından şüphe etmek demektir.
Bunun aksinin gerçekleşmesi, yani Allah'ın iyi ya da kötü amellerin karşılığını
vermemesi düşünülemez. Böyle bir şey mümkün değildir. Allah'ın bütün bu
varlıkları gereksiz yere yaratmış olması veya onları başıboş ve serbest
bırakması asla kendisine yakışmaz. O, böyle bir şey yapmaktan tamamen uzaktır.
Akıl, amellerin karşılığının olması gerektiğine tanık olduğu gibi Allah'ın bir
olduğuna da tanıklık eder. Bu yüzden kıyamet ve dirilişin akılla bilinebileceği
ancak ayrıntılarının vahiyle bilinebileceği görüşü doğrudur. Bu nedenle Yüce
Allah, ölümden sonraki dirilişi inkar etmeyi kendisini inkar etmek olarak kabul
etmektedir. Çünkü bu inkar, kendisinin güç ve kudretini ve ilâhlığını inkar
etmektir. Her iki inkar da O'nu inkar etmeyi gerektirmektedir.[1]
Kişinin feraseti (sezme kabiliyeti ve anlama gücü), basîretinin gücüne
göredir. Bu, iki türlüdür:
1-
Allah'ı ve emirlerini bilen âriflerin ve sâdıkların feraseti: Bu feraset türü
tamamen Allah'a bağlıdır. Kişinin Allah'ı tanıma, bilme, sevme, kulluk etme ve
insanları basîret üzere Allah'a davet etme gücüyle alakalıdır. Bu kimselerin
feraseti, iman nuruyla birlikte vahiy nuruna bağlıdır. Ferasetleri sayesinde bu
kimseler, Allah'ın seveceği veya öfkeleneceği sözleri, fiilleri ve amelleri
bilebilir; iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı birbirinden fark
edebilirler. Samimiyetle Allah'ın yolunda yürüyen herkes, gücü nispetinde,
yaptığı ibadetler miktarınca feraset sahibi olur. İlmi, iradesi ve ameline
göre her insan az veya çok feraset sahibi olabilir.
2-
Süflî, adî feraset: Nefsin olgunlaşmasından, arınmasından, imandan ve marifetten
kaynaklanmayan sezgilerdir. Böyle sezgi sahipleri, Allah'la aralarında perde
bulunduğu için gerçek ferasetten yoksundurlar. Bu yüzden Allah'ın dostları ile
düşmanlarını birbirinden ayırt edemezler. Bunların yolu başka, ötekilerin yolu
başkadır.[2]
[1]
İbn Kayyim, "Medâricu's-sâlikîn",
1/124.
[2]
İbn Kayyim, a.g.e.,
1/127.
Esmau'l-Husna
- Esmau'l-Husna
- İçindekiler
- Önsöz
- Kitap Hakkında
- ALLAH
- "Allah" Adının Bütün İsim ve Sıfatları Kapsaması
- "Allah" Kelimesinin Kökeni
- "Allah" Adı Türememiştir; Türediğini İddia Etmenin Amacı Nedir?
- "Allahümme" Kelimesinin Anlamı
- Basralı Dilbilimcilerin Cevabı
- EKREM-KERİM
- Ekrem'in Anlamı
- Kerîm'in Anlamı
- Ekrem Kerîm Arasındaki Fark
- Yüce Allah'ın Kerem Sahibi Oluşunun Göstergeleri
- EVVEL-AHİR-ZAHİR-BATIN
- Evvel ve'l-Âhir'in Anlamı
- Fahrüddin Râzî'nin Görüşü
- İbn Kayyim'in görüşü
- Bu İsimleri Bilmenin Sağladığı Yararlar
- BARİ
- Bu İsmi Bilmenin Faydası
- BASİT-KABIZ
- Bu İki İsmi Bilmenin Faydaları
- BAİS
- Bâ'is İsmini Bilmenin Faydası
- BAKİ
- Bâkî İsminin Anlamları
- BEDİ'
- BER