İnsanların Başına Gelen Belalar ve Bunlardaki Hikmetler

İnsanların Başına Gelen Belalar ve Bunlardaki Hikmetler

İnsanların Başına Gelen Belalar ve Bunlardaki Hikmetler

1) Bil ki, Allah'ın her kuluna has rahmeti, ihsanı ve keremi vardır. O, bun­ları
dilediğine verir. Bu, O'nun Rab oluşunun, ilâhlığının ve hikmetinin bir
gereğidir. Her iş, O'nun nezdinde ihsan ve adalet üzere taksim edilmiştir.
Dilediği kuluna merhamet eder, dilediğine azap eder. O, her iki durumda da hamd
edilmeyi hak eder. İyi kullar O'nun ihsan ve merhametini, kötü kullar ise
azabını hak eder. Her iki grubun da hikmet, belâ ve musibetten payları var­dır.
Bu dünyada var olan her şey, onlar için yaratılmıştır. her şeyde mü'minler için
iyilik, yarar ve merhamet vardır. Allah, mü'minleri iyilikler için ya­ratmış,
onlar da bu iyilikleri yapmaktadırlar. Allah, onları bu yönde kul­lanmak­tadır.
Ancak onlar bunu, O'nu tanıyınca idrak edebildiler. Allah'ın önce­den dilemesi
ve taksimi olmasaydı, onlar hiçbir iyilik yapamaz ve seva­bını alamazlardı.

Aynı şekilde Allah'ın dilemesi olmadıkça hastalıklar ve ze­hirler de onlara
za­rar veremez. Düşmanları olan şeytan ne zaman onlara bir vesvese verse,
tuza­ğına düşürmek istese veya zarar vermeye çalışsa, bu iyi kullar hemen
Al­lah'ı hatırlar ve şeytanın tuzağını görüp ondan uzaklaşırlar. Oysa diğer
insan­lar, şeytana aldanır, tuzağına düşer ve sapkınlıklar içinde bocalar
dururlar. Kendi­lerini kurtarmaları için onlara yardım eden de olmaz.

Bu iyi kullar büyük veya küçük bir günah işlediklerinde, hemen sağlam bir tevbe
ile bu günahlardan uzaklaşır ve iyilikler yaparlar. Böylece bu gü­nah­lar, onlar
için bir rahmete ve ilaca dönüşür. Yaptıkları iyilikler, günahlarını si­ler ve
yeniden Rablerine yönelirler. Allah, kendisini ve ihsanını onlara ta­nıtmış­tır.
Kalplerinin kendi elinde olduğunu ve kendisinin onları koruduğunu onlara
bildirmiştir. İyi kullar, Allah'a isyan etmemeye azmetmişlerdir. Ancak bu
azimlerinin de Allah'ın elinde olduğunu bilirler. Allah, kaza ve kaderdeki
üs­tünlüğünü, af ve bağışlamadaki iyilik ve ihsanını onlara göstermiştir. Allah,
onlardaki eksiklikleri, zulüm ve cehaletleri kendilerine göstermiş ve bizzat
nefisle­rini onlara şahit tutmuştur.

İyi kullar, daima Allah'a muhtaç olduklarını ve O'na karşı boyun bükmek
ge­rektiğini bilirler. Eğer O, kendilerini bağışlamaz ve günahlarını af etmezse
asla bir kurtuluş yolu bulamayacaklarını çok iyi bilirler. Bu kullar, Allah'a
is­yan etmemeye kesin karar verdikten ve bunu sözlerle sağlamlaştırdıktan sonra
Allah'ın dilemesi ile günah işlediklerinde, bununla Allah'ın üstün gü­cünü,
günahlarını gizlemesi ile güzelliğini, yumuşak huyluluğunu, geniş affını,
şefkatini, merhametini ve esirgemesini tanır, bilirler. O'nun acele etmeyen
Ha­lîm ve merhameti öfkesini geçmiş Rahîm olduğunu daha iyi anlarlar.

Ne zaman tevbe ederek kendisine dönerlerse, O'nu bağışlayan, merha­met eden,
yumuşak ve ihsan sahibi, işledikleri kötülükleri affeden, kendilerini
yanılma­lardan koruyan, tevbeden sonra kendilerini seven biri olarak bulurlar.
Bu yüzden O'na yalvarır ve içtenlikle dua ederler. Dualarını güzellikle kabul
et­me­sini, güzel şefkatini, kendilerine dua etmeyi ilham etmesini ve tevbeyi
ko­lay­laştırmasını vesile kılarak O'na yaklaşırlar. Her şeyden yüz çevirerek
bü­tün varlıkları, samimiyetleri ve kalpleri ile O'na yönelirler.

Kulların günah işleme­leri ve hata yapmaları, Allah'ın onlara şefkat
gösterme­sine, iyilikte bulunma­sına ve nimetler vermesine mani olmaz.
Günahla­rına ve isyanlarına rağmen kullar daha tevbe etmeden, O, kendile­rine
yönelir, tevbelerini kabul eder. Kullar henüz bir talep ve istekte bulunma­dan
onlara sayısız nimetler verir. Kullar, tevbe edip kendisine yöneldiklerinde ve
günahlarının bağışlanmasını dilediklerinde ise onlara daha farklı muame­lede
bulunur. Onlara geniş mer­hametini gösterir; güzel nimetlerini, genel ve özel
bağışını, affını, iyili­ğini ve geniş keremini tanıtır. Uzun süren kötü
ameller­den, şiddetli nefretler­den ve günah bataklığına saplanmalarından
on­ları kurtarır ve tevbelerini ka­bul eder. Günah işlemelerine rağmen onlara
yap­tığı iyilik ve ihsana, kendile­rini şahit tutar; onlara büyük övgüye layık
oldu­ğunu gösterir.

Onlar, Allah'ın verdiği nimet ve yardımlarla günah işlediklerini, ama buna
rağmen Allah'ın kendilerini günahlarla baş başa bıraktığını ve nimetleri
kesmediğini anlarlar. Sonra Allah'ın, kendilerini, kurtuluşu olmayan yıkım ve
felaketleri gerektiren günahlarla baş başa bırakmadığını, aksine şifa veren
ikinci bir ilaçla bu hasta­lıktan ve bataklıktan kurtardığını görürler. Eğer
Al­lah'ın yardımı olmasaydı bu kötü durum onları helâke götürecekti. Ancak
Al­lah, kalplerinde bir umut yeşertti, akıllarındaki tevbe düşüncesini
güçlendirdi ve kendisinin, onların kendisi hakkındaki zanları gibi olduğunu
bildirdi.

Eğer Allah, işledikleri günahların çirkinliğini ve büyüklüğünü, öfkesini ve
kız­gınlığını isyan edenlere göstermiş olsaydı, bu, onların O'nun merhametin­den
tamamen umut kesmelerine, kronik ve öldürücü bir hastalığa yakalanıp helak
olmalarına neden olurdu. Fakat Allah, felaketten önce onlara merha­met etti ve
günahların neden olduğu kötü izleri, çeşitli belâ ve sıkıntılar vere­rek sildi.
Bu, onlara olan merhametinin bir gereğiydi. Bu belâ ve sıkıntılar aynı zamanda
derecelerinin yükselmesine, kendisine daha yakın olmalarına ve katında daha
değerli bir konuma gelmelerine neden oldu.

Böylece onlara, günah işlemelerine rağmen rabliğinin üstünlüğünü ve kullu­ğun
ezilmişliğini gösterdi. Kendisine yakın mertebelere gelmelerini ve üs­tün
nimetlerine ka­vuşmalarını sağladı. Her halükarda kazanan, nimet ve ihsanın­dan
geniş şe­kilde yararlanan, günah işledikten sonra pişman olup tevbe edenler
oldu. Allah'ın mü'min için verdiği her hüküm ve her takdir, O'nun hayrınadır. Ve
bu, Allah'ın keremine nail olmaya ve sevabını kazan­maya neden olular.[1]

2-
Allah'ın hikmeti, bütün varlıkları farklı şekillerde yaratmayı gerekli kıldı. Bu
yüzden her varlık ve her insan birbirinden farklıdır. Allah, nimet ve fazlı­nın
üzerinde göründüğü kimselerin kendisine şükretmesi için varlıkları böyle
yarattı. Çünkü nimet verilenler, bu nimetlerin başkalarına değil de ken­dilerine
verilmesinin, kendilerine ayrı bir değer verildiğini ve ayrıcalık tanındı­ğını
gösteren işaretler olduğunu bilip anlayacak ve bu nimetleri verene içten­likle
şükredip hamd edecek­lerdir. Eğer bütün insanlar nimet, sağlık ve esen­likte
eşit olsalardı, nimet veri­len kimse, bu nimetin değerini bilmez, savurgan­lık
yapar ve onu verene şükretmek için çaba harcamazdı. Allah Teâlâ, kulun kendisine
yalvarmasından, boyun eğmesinden, ihtiyaçlarını kendisine iletmesin­den ve
giderilmesini istemesin­den daha fazla sevdiği başka bir şey yok­tur.

3-
Allah'ın bir hikmeti gereği Hz. Âdem ve nesli, dinî hüküm ve emirlerin ge­çerli
olduğu bir dünyaya gönderildiler. Allah, emrinin ve beraberinde getir­diklerinin
burada ortaya çıkması için insanları ve tüm varlıkları yarattı. Al­lah'ın
fiilleri ve yarattıkları, en güzel isimlerinin ve üstün niteliklerinin bir
ge­reği olarak yaratıldığı gibi O'nun emir ve yasakları ve buna bağlı olarak
ger­çekle­şen sevap ve azabı da bu isim ve sıfatların bir gereği olarak
yaratılmış­tır.[2]
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bizim, sizi boş bir amaç uğruna
yarattı­ğı­mızı ve sizin gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi
san­mıştı­nız? Hak Melik olan Allah pek yücedir. Ondan başka ilâh yoktur; kerîm
olan Arş'ın Rabb'idir."[3]

Özetle; Allah'ın Hakîm ismi, bütün varlıklarla ve dinî emirlerle ilgili bir
isim­dir. Gerek varlıkların yaratılışı, gerekse dinî emir ve yasaklar son derece
sağ­lam ve mükemmeldirler. O'nun kader, din ve ceza ile ilgili bütün kararları
doğru ve yerinde verilmiş kararlardır.[4]






[1]
İbn Kayyim, "Tarîku'l-hicreteyn", s.

225.






[2]
Miftâhu dâri's-sa'âde, s.

25-26.






[3]
Mü'minûn,

115-116.






[4]
Haku'l-vadihu'l-mübîn, s.

48;
es-Sa'dî, "Tefsir,

5/621.