Fecir | Konular | Kitaplar

ZÜ'L-CELALİ VE'L-İKRAM-CELİL

Yeni Sayfa 1



﴿



ذَو الْجَلاَلِ وَ اْلإِكْرَامِ - اَلْجَلِيلُ ﴾
ZÜ'L-CELÂLİ
VE'L-İKRÂM - CELÎL



Celîl ismi, Kur'an'da bu şekliyle değil, Zü'l-celâli ve'l-ikrâm olarak Rahmân
sûresinde iki yerde geçer. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:



"Celâl ve ikram sahibi olan Rabb'inin yüzü (zatı) bâkî kalacaktır."[1]



"Celâl ve ikram sahibi olan Rabb'inin adı ne yücedir."[2]



Celâl, emir ve yasak koyma hakkına sahip olan anlamına gelir. İnsanlar arasında
birinin celâl sahibi olması demek, başkaları üzerinde uygulayıcı gücü olan ve
kendisine itaatten başka yol bulunmayan kimse demektir. Yüce Al­lah'ın yarattığı
kimseler üzerinde uygulayıcı gücü ve itaati zorunlu olduğuna göre kendisine
Celîl ve Celâl isminin verilmesi gerekir.



Bu yüzden Allah'ı, diğer insanlardan daha fazla tanıyan âriflerin pek çoğu bu
isimlerle O'na dua etmeyi tercih ederler.



Ebû Süleyman der ki: "Celâl, Allah'ın yüceliğine ve ululuğuna delalet eder.
O'nun şanı pek yücedir. O'nun dışındaki her büyük, küçüktür; her üs­tün
aşağıdır."[3]



Zü'l-celâli ve'l-ikrâm, ululuk ve ikram sahibidir. Bütün üstün sıfatlar O'na
bulunur ve hiç kimse O'ndan üstün olamaz. O'nun ululuk ve yüceliğini kimse
hakkıyla kavrayamaz.



Kurtubî, "Zü'l-celâli ve'l-ikrâm" cümlesinin anlamı hakkında şunları söyler:
"Zü'l-celâli ve'l-ikrâm, azamet ve ikram sahibi olan demektir. Bir ha­dis-i
şerifte Hz. Peygamber: "Yâ Ze'l-celâli ve'l-ikrâm'ı sıkça tekrarlayın."
bu­yurmaktadır.[4]
Celâl; azamet, yücelik, ululuk, büyüklük ve izzet vasıflarına sahip olmak,
varlıklara has sıfatlardan uzak olmak demektir.



O hâlde celâl, Allah'ın zatına has bir sıfattır. Zü'l-ikrâm ise, ikram sahibi
demektir. İkram, nimet verme anlamındaki "in'am" sözcüğünden daha özel bir anlam
taşır. İn'am genel, ikram ise özeldir. Çünkü in'am sahibi, kendi fazlından
nimeti hak edene verdiği gibi, katında hiçbir değeri olmayan kimseye de
verebilir. Kendisine isyan edenlere, emir ve yasaklarına aykırı davrananlara
nimet ver­mesi bunu göstermektedir.



Bu tür nimet, ikram olarak adlandırılmaz. Oysa ikram, nimet verenin değer
verdiği, sevgi ve saygı gösterdiği kimselere nimet verdiğinde kullanılır.
Örneğin; velilere verdiği keramet nimetlerini ifade etmek için "ekremehu" (ona
ikramda bulundu) denilir.



Allah, başkalarına ikram etmediği nimetleri kendilerine ikram ederek onları
onurlandırmış, değer ver­miş ve üstün makamlarla onları ödüllendirmiştir. Allah,
nimetini hak edene de etmeyene de verir. Ancak ikramı, hak etmeyenden başkasına
vermez. Âhirette nimetini hak etmeyenlere vermediği gibi.



Allah, kullarına bu dünyada ikramda bulunabileceği gibi onu, âhirete de
erteleyebilir. Bu durumda O'nun ikramı bütün varlıklar için genel, hakikat ehli
için de özel olur.[5]
Allah, insanları diğer varlıklardan üstün tutarak genel ikramda bulunduğunu bize
şöyle haber vermektedir: "Andolsun, biz Âde­moğlunu yücelttik"[6]



Buna göre; Allah, Zü'l-celâli ve'l-ikrâm'dır. Yani bütün azamet ve ikram­lar
O'na aittir. Bütün emir ve yasaklar, iyilik ve ikramlar O'ndan kaynaklanır. O,
kendi zatında celâl ve ikram sahibidir. Bütün ikramlar O'ndan insanlara akar.
O'nun genelde insanlara, özelde dostlarına ikramının sınırı yoktur.[7]

 




[1]
    Rahmân,

27.






[2]
    Rahmân,

78.






[3]
    Beyhakî, a.g.e., s. 

23.






[4]
    Hâkîm,

1/499.
Sahih bir hadistir. ez-Zehebî de sahih olduğunu kabul eder.





[5]
    Kurtubî, a.g.e.,

1/133-134.






[6]
    İsrâ,

70.






[7]
    Gazâlî, a.g.e., s.

102.