ZÜ'L-İNTİKAM-MUNTAKİM

Yeni Sayfa 1

﴿

ذُو اْلإِنْتِقَامِ - اَلْمُنْتَقِمُ ﴾
ZÜ'L-İNTİKÂM
- MÜNTAKIM

Kur'an'da her iki şekilde de geçmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır:

"Allah güçlüdür, intikam alıcıdır."[1]

"Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette biz intikam alacağız."[2]

"Ama kim tekrarlarsa, Allah ondan öç alacaktır."[3]

Bütün İslâm âlimleri Allah'ın böyle bir ismi olduğunda müttefiktirler. An­cak bu
isim, Allah'a yalvarma ve dua etme isimlerinden değildir.[4]

Müntakım, isyan edenlerin belini büken, emir ve yasakları çiğneyenleri ve azgın
tağutları türlü uyarılardan ve kendilerine süre tanıdıktan sonra şid­detli
cezalarla cezalandırandır. O'nun intikamı, acilen cezalandırmaktan daha ağırdır.
Çünkü acil ceza, kişinin daha fazla günah işlemesine mani olur. Bu da
kendisinden şiddetli intikam alınmasını önler.[5]

Aşağıdaki âyet bu sözcüğün kullar için kullanılmasının caiz olduğunu
göstermektedir: "Kendileri onlardan, yalnızca üstün ve güçlü olan, övülen
Allah'a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı."[6]
Dolaysıyla bu ko­nuda bir ihtilaf bulunmamaktadır.

Yüce Allah kendisini, Müntakım (intikam alan) olarak nitelemektedir. Ancak
kendisini, Kur'an-ı Kerîm'in birçok yerinde fiil olarak tekrarlanmasına rağmen
öfkelenen anlamına gelen "Gâzib" sözcüğüyle nitelememektedir. Çünkü Allah, öfke
anlamına gelen gazab sözcüğünü, intikam sözcüğü yerine kullanmış ola­bilir.
Böylece Müntakım sözcüğü gâzib sözcüğünün yerini almış olur. Buna göre gadap,
Allah'ın fiilî sıfatlarından sayılır.

Allah'ın intikam isteği, gazabla ifade edilmiş olabilir. Bu durumda Gâzib
Müntakım sıfatını da kapsayan Allah'ın zatî sıfatları arasında yer alır. Çünkü
intikam, asi ve günahkârların üzerine belâ indirmek ve onlara azap etmektir.
Müntakım "nakame" fiilinden ism-i faildir. Hz. Aişe şöyle söyler: "Hz.
Pey­gamber kendi nefsi için hiç intikam almadı. Ancak Allah'ın yasakları
çiğnen­diğinde Allah için intikam alırdı."[7]

Müntakım ism-i failinin türediği "nakame" fiilî dört anlama gelmektedir. Bunlar:

1-
Azmak, haddi aşmak

2-
Yakalamak

3-
Kötü fiilleri yermek ve kınamak

4-
Cezalandırmak

Bu anlamlar Kur'an-ı Kerîm'in değişik yerlerinde kullanılmıştır. Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Sonunda bizi öfkelendirince, biz de onlardan intikam
aldık."[8]

"Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabb'imizin âyetlerine inanmamızdan
başka bir nedenle bizden intikam almı­yorsun."[9]
Âyetinde geçen intikam sözcüğü iki anlama gelmektedir: Kınamak ve kötülemek. Hz.
Peygamber'in şu sözünde ise azmak ve haddi aşmak anlamındadır: "İbn Cemil sırf
fakir ol­duğu için haddi aşınca Allah, onu zenginleştirdi." Burûc sûresinde
geçen "Onlardan intikam alıyorlardı" âyetindeki intikam sözcüğü,
şu iki anlama da gelebilir: Yakalamak ve cezalandırmak.

İntikam, söz ve
fiille gerçekleşebilir. Bütün bu durumlar İslâm'da, intikam alınan kimsenin
işlediği fiile ve suça göre belirtilmiştir. Buna göre Allah, söz­leri ile
inkarcıları yerer, kötüler ve lanetler. Onları cezalandırmakla intikam alır.
Daha önce de açıkladığımız gibi intikam sıfatı, bazen Allah'ın zâtî sıfatları
arasında bazen de fiilî sıfatları arasında yer alır. Dolaysıyla Müntakım,
inti­kam hakkı olan ve intikam sahibi olandır. O'nun intikamı hemen
gerçekleşe­bileceği gibi âhirete de ertelenebilir. Bu, O'nun takdirindedir. Her
sıfat, bir fiile ihtiyaç duyar. Allah'ın intikamı, insanlarınkinden dört yönüyle
farklıdır:

1-
Allah'ın intikamı, bütün yalanlayanları ve şirk koşanları kapsayan
ge­nişliktedir. Başkası bu kadar geniş intikam gücüne sahip değildir. O'nun
inti­kamı, kulun emir ve yasaklarına uymaması, kendisine ve Resûlü'ne itaat
et­mesi nedeniyledir.

2-
İntikam alma gücünün sürekli olması. İntikamı hak eden hiçbir kul O'ndan
kurtulamaz.

3-
O'nun intikamı, başkasının eziyet görmesine bağlı değildir.

4-
İntikam almak için başkalarının yardımına ihtiyacı yoktur.[10]







[1]
Âl-i İmrân,

4.






[2]
Duhan,

16.






[3]
Maide,

95.






[4]
Kurtubî,, a.g.e.,

1/484.






[5]
Gazâlî, a.g.e., s.

100.






[6]
Burûc,

8.






[7]
Buhârî,

3/331;
Müslim,

2327.






[8]
Zuhruf,

55.






[9]
A'raf,

126.






[10]
Kurtubî, a.g.e.,

1/488-489.